UTANILACAK BİR DURUM

8 Eylül’de başlayan etkili yağışlar, Tekirdağ ve çevresinde sele neden oldu. Sel nedeniyle de can kayıpları yaşandı. 9 Eylül’de ise sel İstanbul’u vurdu. Bu kez can kayıpları çoğaldı. Mal kayıplarının ise hesabını yapmak şimdilik olanaksız.

3 Eylül 2009 tarihli 3.Boğaz Köprüsü (2) başlıklı yazımda şöyle demiştim: ”Yurdumuzun kuzeyine, genellikle kuzeybatıdan esen karayel yağmur getirir. Onun içindir ki Karadeniz’in karayele bakan yamaçları daha çok yağış alır. Eğer siz, kuzey ormanlarına zarar verirseniz, oraların orman özelliğini yok edip betonlaştırırsanız, ‘karayel’ İstanbul için ‘kara yel’ olur. Yağış rejiminin değişmesinin, nelere mal olacağını anlamak için kâhin olmaya gerek yok.”

Orman alanlarının rant uğruna talan edilmesi yağışların düzensizliğinin en büyük nedenidir. Ormanları korumak için bir avuç insan yıllardır çırpınıyor, ama bu kişileri ya da kurumları dinleyen yok. Çevreyi koruma anlayışı, maalesef yöneticilerimiz tarafından gereksiz görülüyor. Bir betonu, bir ağaca üstün tutan kafa bir ulusu felakete sürüklüyor. Ne yazık ki toplumumuzun büyük bir çoğunluğu da bu kafalara prim veriyor.

Ağaç, yalnızca yağış rejimini mi etkiler? Hayır. Ağaç, sel sularına kalkan olur, selin hızını keser, sel sularını dağıtır. Ayrıca kökleriyle de suyu emer. Ağaçlar kesilip yerlerine beton kaleler dikildi. Bu beton kaleler, suyu daha dar alana sıkıştırdı ve dar alana sıkışmış suyun akış hızı daha da arttı, Tabi bu durumda suyun yıkıcı etkisi kaçınılmaz oldu. Her yer betonlaştığından suyu emecek toprak da yok artık.

Dereler, İstanbul’un en büyük sorunudur. Kısa yoldan köşe dönmek isteyen yapsatçıların ucuz arsa alanlarıdır dere yatakları. Bakırköylü bir grup arkadaşla yıllardır Ayamama, Çırpıcı ve Tavukçu derelerinin ıslahı için uğraş verdik. Bu derelerin havzalarının yapılaşmaması için, aksine buraların ağaçlandırılması için söylemediğimiz söz, yapmadığımız eylem kalmadı. 1999 -2004 döneminde Bakırköy Belediye Meclisi üyeliğim sırasında da “Ayamama, Tavukçu, Çırpıcı” diye diye dilimizde tüy bitti. Bu derelerin ne kadar önemli olduğunu anlattık durduk. Tüm direncimize karşın, buralarda hızlı bir yapılaşma oldu. Hatta bazı binalar hakkında mahkemece yıkım kararları verilmesine rağmen, bu kararlar uygulanmadı. Buralarda yapılan konutlar astronomik fiyatlarla satıldı.

Başbakan, “Derenin intikamı acı olur” diyor. Doğrudur. Ancak dereler intikamlarını hep günahsız yurttaştan alıyor. Dereleri cendereye sıkıştıran, derelerden servetine servet katanlara bir şey olmuyor. Onlardan hesap soracak olan makamlar, hayali işlerin peşindeler. Eğer arsa yağmacıları, bu arsa yağmacılarıyla işbirliği yapan siyasetçi ve bürokratların “Ergenekon”la ilişkileri olsaydı onlardan intikam alınırdı. Hepsinin ocağına incir ağacı dikilirdi. RTE, 1994’te İstanbul’da belediye başkanı seçildi. 1995’teki sel baskınlarından sonra İstanbullulara büyük sözler verdi. Hangisini tuttu? 1995’ten sonra akarsu havzalarındaki yapıların kaçında kendi imzası var? Yine kaçında bakan arkadaşlarının imzası var? 1994’ten beri İstanbul aynı kafanın elinde. Yaptığınız yollar bir yağmurda sökülüyor, köprülerinse yerlerinde yeller esiyor.

Topbaş, “Sorumlusu insanoğludur.” diyor. Doğru bir söz. Ama hangi insanoğlu? Dereleri yok eden, İstanbul’u yağmalatan, orman alanlarını betonlaştıran, suyu kirleten, üç kuruşluk çıkar için dünya harikası bir kenti mahveden, siyasal ve ekonomik rant uğruna üstlendiği görevi kötüye kullanan insanoğlu sorumludur, üstelik suçludur. “Kimseyi itham etmek istemiyorum, ama hepimizin hataları var.” Diye sürdürüyor sözlerini Topbaş. Suçlu insanın tipik tepkisidir bu. Suçu ve sorumluluğu başkalarına atmak ya da kendine suç ortağı aramak. Sen, önce yapmadıklarının, yanlış yaptıklarının hesabını ver. Ondan sonra başkalarının suçunun ne olduğunu söylersin.

Açıklamalardaki en vahim sözler ise “Küresel ısınma nedeniyle yağışların dengesizleştiği”dir. Bunun böyle olduğunu biliyorsun da niye önlem almıyorsun? Neden hala kuzey ormanlarını tamamen yok etmek için projeler peşindesin? Topbaş’a benim bir tavsiyem var. Birkaç gün belediyede otursun, geçmişe dönük imar izinlerini önüne yığsın, akarsu havzalarındaki kaç tane yapının imar izninde imzası olduğunu belirlesin ve bunları kamuoyuyla paylaşarak herkesten özür dilesin. Özür diledikten sonra ne yapacağını da kendi bilir.

Başkalarının işlerini yanlış yapması, bizim de yanlış yapmamızı gerektirmez. Ayrıca suçumuzu da hafifletmez. Doğal afetlerin başka ülkelerde de oluyor olması bizim ihmallerimizi örtmez. Doğayla akıllıca mücadele eden ülkelere bakmalıyız. Topraklarını yarıya yakını deniz seviyesinin altında bulunan Hollanda’da sel baskınları niçin olmaz. Eskiden oluyordu, ama halkına verdiği sözü tutan siyasetçi sel felaketlerine set çekmiştir. Hollanda’da metre kareye düşen yağış miktarı da bizden az değildir.

Ankara’dan bir yerel yöneticinin sözleri ise içler acısıdır. “Seksen yılda bir olabilecek bir sel felaketi için büyük yatırımlar yapmaya gerek yok.” diyor “bilmiş” yönetici. İnsana ne kadar değer verildiğini ne güzel anlatmış. AKP yöneticileri halkla kafa buluyorlar. “Dere yataklarına bina yapmayacaksınız.” diyorlar. Duyan da zannedecek ki buralara iki oda bir sofa gecekondular yapılmış. Yapıların hepsi imar izinli plazalar. Yani trilyonluk binalar.

Sel felaketinde yitirdiğimiz otuz bir yurttaşımızın hesabını kim verecek? Sabahın köründe ekmek parası kazanmak için yollara düşen yurttaşımızın hesabını kim, kimlerden soracak? Otuz bir yurttaşımıza Tanrı’dan rahmet, ailelerine baş sağlığı diliyorum.

Utanca utanç katan bir olay da selden sonra yapılan yağmadır. Bunu haklı gösterecek insanlık değeri, hukuk kuralı yoktur. Toplumsal kokuşmanın ne boyutlara geldiğinin bir örneğidir bu. Ramazanda bu işin olması da ayrıca ilgi çekicidir. Üzüm üzüme baka baka kararıyor. Kimileri büyük, kimileri küçük götürüyor. Nasıl olsa yapanın yanına kar kalıyor. Yani imam, cemaat meselesi… Kamuoyunun bunca yolsuzluğa karşı neden kayıtsız kaldığı, tepki vermediği anlaşılıyor sanırım.

Çağdaş insan, çağdaş ve sorumlu yönetici doğa olaylarına teslim olmaz. Onlara karşı önlem alır. İnsan yaşamını her şeyin üstünde tutar. Maalesef 1984‘te başlayan Özalcı yerel yönetim anlayışı yurdumuz topraklarını kâbus gibi örtmektedir. Birileri gittikçe zenginleşirken halkımız bu zenginleşmenin bedelini canıyla ödüyor. İlkel bir yönetim anlayışıyla kaderine teslim oluyor insanımız. Biz böyle yaşamayı hak etmedik, etmiyoruz.

Adil Hacıömeroğlu
10 Eylül 2009

2 yorum:

  1. Adil Bey, elinize sağlık... Böyle bir yazıya yüzlerce destek yorumları gerekirken... devamını getiremiyorum maalesef.. Tüm yazılarınız en azından Ulusal Kanal.com da yayınlanmaları gerekiyor bence...

    YanıtlaSil
  2. İki menfezden su geçirilerek yapılan köprü ve viyadükler AYAMAMADAKİ gibi geriye barajoluyor ve felaketi yaşatıyor.Mimar SİNANIN KÖPRÜ ÖRNEKLERİNE BAKINIZ 50 -60 DELİKLİ GÖZER GİBİ SUYU TAŞIYOR.mEDENİYET DEDİĞİN BETONARME KÖPRÜ İCAD EDENLERE DUYURULUR MİMARİLERİ BİR İNCELESİNLER BAKALIM.YÖRÜK

    YanıtlaSil