İNSANCA YAŞAMAK

17 Mayıs 2010 Pazartesi günü saat 13.28’de Zonguldak'ta Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü’ne bağlı kömür ocağında göçük meydana geldi. Otuz maden işçisi göçük altında kaldı. Yetkililerin bildik, hamasi konuşmaları (her zaman olduğu gibi) işçilerin göçük altından kurtulmaları için yeterli olmadı. Ne yazık ki üç gün sonra işçilerin cansız bedenlerine ulaşılabildi.

İşçiler, göçük altında kurtarılmayı beklerken yakınları da yukarıda tedirgin bekleyişlerini sürdürdüler. İşçilerin annelerinin, eşlerinin ve diğer yakınlarının feryatları kulaklarımdan hiç gitmiyor. Ağıtlar yakılırken şu çarpıcı söz dillerinden bir isyanın haykırışı olarak yürekleri burkuyor: “Yoksul olmasaydık madende çalışır mıydı?” Bir dilim ekmek uğruna yerin metrelerce altında, asgari ücretle çalışmak… Göçüğe ulaşmak geciktikçe ağlayanların sesleri kısılıyor, hıçkırıklıklar boğuklaşıyor, öfke çoğalıyor, umut tükeniyor. Fırsat buldukça televizyonlarda haberleri izleyerek bir olumlu haber, bir muştu almak istiyorum, nafile. Yetkililer, göçüğe nasıl inilebileceğini tartışıp duruyorlar. Yerin altında tartışacak zaman yok, can pazarı var. Annelerin, eşlerin feryatlarına dayanamayıp kapatıyorum televizyonu. Yetkisiz yetkililer tartışıyor, nutuk atıyor, dualarını eksik etmediklerini söylüyorlar. Yüreğim bin parçaya bölünüyor. Nedense ülkemizdeki iş kazalarında acı son hep aynı. Zonguldak’a bakanlar gelip gidiyor. Nihayet başbakan da kaza yerinde.

Başbakanın 19 Mayıs’ta Zonguldak’a gidişine yurttaşlar isyan ediyor. Yurttaşlardan: “Buraya şimdi mi geldiniz?" sesleri yükseliyor. Koruma ordusu seslerdeki isyanı susturuyor, ancak yüreklerdeki öfkeyi ve isyanı susturmak olanaksız.

“Bu tür olaylarda dedikodu çok olur. Burada gerek bakan arkadaşlarımın gerek genel müdürümün yani bu işi yönetenlerin bilgileri geçerli bilgi olmalıdır. Bilgi kirliliği ile olayları değerlendirmeye kalkarsak yanlış yönlendirme olur bu da üzüntümüzü arttırır. Üzüntümüz milletçe büyük. Ama bu yörenin insanları aslında bu tür olaylara alışık. Zonguldak bölgesinde bu tür olayları yıllardır yaşadık. Ben de daha önce bu ocaklara indim. 2000 metrede çalışan kardeşlerimin nasıl çalıştığını gördüm. Bu mesleğin kaderinde maalesef bu var. Bu mesleğe giren kardeşlerim bunu bilerek giriyorlar. Kemalpaşa'da, Dursunbey'de bu tür olayları yakın zamanda gördük. Devlet olarak tüm gayretle çalışmamızı yürütüyoruz. Kim derse bu iş bir günde bitecek buna inanmayın. İlk hedefimiz içerideki 30 kardeşimize ulaşabilmek. Ondan sonraki hedefimiz de bu kanın nedenini araştırıp onu bulmaktır. Lütfen tahriklere gelmeyin. Bakın az önce biri kalktı hakaretler yaptı. Edepsizce küfürler etti. Araştırdık ki buradan biri değil. Bu tür olaylara halkımızın gelmeyeceğine inanıyorum.” Bu sözler, RTE’ye ait. Ona göre madende ölmek kader. Yani karşı konulamaz, önlenemez bir son. Madenci kentlerinin bu tür kazalar/ölümlere alışık olduğu sözü ise anlaşılır gibi değil. Çağdaş bir ülkenin başbakanı, bilim ve teknolojiyi bu kadar dışlayan, görmezden gelen bir mantığa sahip olabilir mi? İnsanları kazalara/ölümlere değil, sağlık içinde insancayaşamaya alıştırmak gerekmez mi? Önceki kazalardan gerekli dersler çıkarılarak buna göre de önlemler alınsaydı bu kazalara/ölümlere alışmak zorunda kalır mıydı madenci kentleri? Devleti yönetenlerin görevi kötü yazgıya boyun eğmek değil, onu değiştirmektir.

Başbakanın sözlerinden sonra bir de bakanının açıklamasına bakalım: “Daha önce ulaşılamaz olan patlamanın etkisi ile dağılan asansör platformu tamir edildi ve bir kısım riskler alınarak oraya ulaşıldı. Havuzlar mevkiinde ilk olarak on dokuz işçi arkadaşın cesedine ulaştılar. İkinci ayak kısmında ise diğer dokuz işçinin cesetlerine ulaşıldı. Cesetler tahminen iki saat sonra hastaneye ulaştırılmış olacak.” Bu sözler de Enerji Bakanı’na ait. Asansörün onarılması neden ivedi olarak yapılıp risk daha önceden alınmadı? Risk önceden alınsaydı, göçük bölgesinden uzaklaşarak havuzlar bölgesine kaçan on dokuz işçinin kurtarılması mümkün olurdu. Cesetlerin iki saat sonra hastaneye ulaşacağı söylüyor Sayın Yıldız. Keşke göçükten sağ olarak kurtarılan işçilerin hastaneye götürüleceği muştusunu alabilseydik Sayın Bakan’dan.

Kazaların çoğalmasında özelleştirme ve taşeron kullanmanın etkili olduğu bilinmektedir. Daha ucuz işçi çalıştırmak amacıyla çevre köylerde toplanılan ve madencilik eğitimi olmayan kişilerin ocaklara sokulması kazalara davetiye çıkarıyor. Bu patlamada yitirdiğimiz işçilerin gaz maskelerinin olmaması ise işin en vahim boyutudur. Sendikasız çalıştırılan işçinin hakkını arayıp soran yok. Ülkemizde denetimlerin göstermelik, yasak savma amacıyla yapıldığı bir gerçektir. Denetimsiz işyerleri ölüm yuvalarına dönüşüyor giderek. Devlet kurumlarındaki kadrolaşma ve kuşatma sonucunda işin ehline verilmemesi topluma kan kaybettiriyor. Devletteki cemaat yapılanması, kurumsal geleneği ve işlerliği yok ediyor. Meslek odalarının önerileri işitilmiyor. Böylece üretim aşamasında ve çalışma yaşamında bilgi, birikim, deneyim göz ardı ediliyor. Bilgiyi reddeden anlayış kara yazgıya teslim oluyor.

İş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncüyüz. Madencilik sektöründeki kazalar ise ilk sırada. Bunun yazgı olduğunu söylemek büyük bir bilinç körlüğüdür. Bize yazgı olan maden kazaları, dünyanın birçok ülkesinin insanına neden yazgı değil?

En sonunda asıl bombayı Çalışma Bakanı patlatıyor. Bakanlığın madencilikle ilgili çıkardığı yönetmenliği iptal eden Danıştay’ı, bu işin suçlusu ilan ediyor. Şaka gibi değil mi? İktidar partisi yöneticilerinin bir tek amacı var: devleti dönüştürmek. Anayasa değişikliğinin oylanmasından önce böylesi acıklı, yürek yakan bir olaydan bile siyasal kazanç sağlama mantığı ne kadar sağlıklı olabilir? Asansörün dibine kadar gelen işçileri kurtaramayan hükümet, suçluluktan kurtulmak için yine yargıya saldırıyor.

Özelleştirmenin, kadrolaşmanın ülkemizi getirdiği nokta ne yazık ki içler acısı. İnsanın en temel hakkı olan yaşam hakkı güvencede değil. Yoksulluk ve yolsuzluk bataklığı insanımızı vahşice yutuyor. Bu bataklık kurutulmadan insanca yaşamak mümkün mü?

Adil Hacıömeroğlu
21 Mayıs 2010

6 yorum:

  1. muhtemelen o madende ölenler akp ye oy vermiştir. bunu da bir araştırmak lazım !!!

    YanıtlaSil
  2. ESİN AYAZ YILDIRIM
    SEVGİLİ;HACIÖMEROĞLU
    TMMOB, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer'in, Zonguldak'taki maden kazasında yaşamını yitiren maden işçileri için "güzel öldüler" şeklindeki sözlerini, Ankara'daki Madenci Anıtı önüne siyah çelenk bırakarak kınadı.
    SON SÖZ RTE. BAŞBAKAN ÖLEN İŞCİLERE REVA GÖRDÜĞÜNÜ BAKANI DA GÜZEL ÖLDÜRDÜ ESEFLE KINIYORUM..BU BAĞNAZ,ÖRÜMCEK KAFALI ZİHNİYETİ...ÜLKEYİ YÖNETEMEYEN BENİM BAŞBAKANIM ,BAKANIM DA DEĞİL,BEN BU BAŞBAKANI İSTEMİYORUM…. ÇÜNKÜ BU BAŞBAKAN, BENİM 7000 YILLIK GEÇMİŞE SAHİP, KÜLTÜR VE UYGARLIK BİRİKTİRMİŞ GÜZEL ÜLKEMİN BAŞINA YAKIŞMIYOR…

    YanıtlaSil
  3. seçim olursa sizce yine kime oy verirler...

    YanıtlaSil
  4. Valla Adil bey çok güzel bir yazı yazmışsınız.
    Kökleri çok eskilere dayanan bir uygarlığımız var. Çok güzel bir medeniyete sahip ülkeme, Türkiyeme yakışmıyor bunlar. Türk milleti daha güzel, güvenli bir hayatı çoktan haketti. İnşallah da o güzel günler gelecek.

    YanıtlaSil
  5. ellerinize sağlık Adil abi, ben bu madenci şehitlerimizden sonra yapılan açıklamaların, daha doğrusu yersiz sözlerin, insanlarımızın kafasında din olgusunun yeniden sorgulanmaya başlayacağı kanaatindeyim,ben umutlarımın daha da yeşerdiğini bu güzel yazı altında sizinle paylaşmak istiyorum. Sevgiler Saygılar. Deniz OTLU

    YanıtlaSil
  6. Bu olaylar kader değil elbet. Ancak akp'ye oy veren, yeri geldikçe destek veren her kişinin bir şekilde dahli var.

    YanıtlaSil