26 Ağustos günü Rize’deki aşırı yağışlar, Gündoğdu beldesinde can ve mal kayıplarına neden oldu. Şu an itibarı ile on bir ölü, altı yaralı, iki de kayıp yurttaşımız var. Ölenlere tanrıdan rahmet, yaralılara şifa diliyoruz.
Son yıllarda meydana gelen çeşitli doğal afetlerdeki can ve mal kayıplarında belirgin bir artış var. Doğal afetlerin, büyük felaketlere dönüşmesi de dikkat çekicidir. Karadeniz Bölgesi’nde son yıllarda sel baskınlarının artması ve bu sellerin ve sonucunda oluşan heyelanların yıkıcı etkileri giderek artmaktadır. Can ve mal kayıplarının artmasında etkenler nelerdir? Öncelikle doğanın bozulması başlıca etkendir.
Doğu Karadeniz’de dağlar kuzey batıya dönük olduklarından bol yağış alır. Karayel, bölgeye bereket ve güzellik getirir. Küresel ısınmayla birlikte bölgedeki yağışlarda yüzde onluk bir artışın olacağını söylüyor bilim adamları. Bilimsel gerçeklere sırt çevirmek, felaketlerin çoğalmasına neden oluyor.
Doğu Karadeniz, ülkemizin en çok yağış alan bölgesidir. Yağışlar dört mevsim yağar. Bu nedenle de doğa, yeşilin bin bir tonunu insanlara olağanüstü güzellikte bir tablo olarak sunar. Tablo kusursuzdur. Her renk, her fırça darbesi ustaca kullanılmıştır. Ancak son yılarda bu harika doğal tabloda dışarıdan hoyratça müdahaleler vardır. Renklerde oynamalar, fırça darbelerinde acemilikler göze çarpmakta.
Çocukluğum ve gençliğim bu olağanüstü doğa tablosunun içinde geçti. Her sabah sayısız kuş seslerinden oluşan muhteşem orkestranın ezgileriyle uyandım. Hele sabah serinliğinde camı açıp da dağları, toprağı kaplayan bitki denizinde hayallere dalmak ne güzeldi. Yıllar yılları kovaladı. Bu bitki denizi değişmeye başladı. Çay bitkisinin yaygınlaşmasıyla ormanlar hızla yok edildi. Aşırı ve bilinçsiz kimyasal gübre kullanımıyla önce böcekler, sonra da bu böceklerden beslenen kuşlar zehirlendi. Muhteşem orkestra dağıldı.
Doğal orman örtüsü, kökleriyle toprağı kavrayarak heyelanlara meydan okurdu. Ağaç, toprağına sahip çıkardı, onu korurdu. Çay bitkisi bu görevi yapamadı. Çünkü çayın kökleri, ağaçlar gibi derinlere gidip toprağı her yönden kavrayamıyor.
Karadeniz Bölgesi, heyelanların yıllardır sıkça yaşandığı bir yer. Ancak bu gerçeği yetkililer görmezden geliyor. Doğal dengeler alt üst edilirken yetkililer yetkisiz bir durumda uyuyor.
Televizyonlardan sel baskını sonrası canlı yayınları izliyorum. Bir görüntü beni ekrana kilitliyor. Belki yüzyıllık Karadeniz’e özgü yapım tekniğiyle yapılan doğaya uyumlu bir ev tepeden bir kartal duruşuyla olanları izliyor. Aşağıda ise dere yatağında, yeni yapıldığı belli olan beton, biçimsiz bir bina. Maalesef bu beton bina selin etkisiyle yıkılmış. Yüzlerce yılın deneyimiyle oluşturulan mimari teknikle yapılan çevreye uyumlu yapı ayakta. Doğaya, bilime ve deneyime aykırı yapı ise sel sularının getirdiği çamur deryası içinde.
Zaman zaman doğduğum, büyüdüğüm yerlere giderim. Her gidişimde içim daha da buruklaşır. Ormanların hunharca yok edilmesiyle gösteriş olsun (hızlı zengin olmanın getirdiği önemli bir savurganlık) diye yapılan apartmanları gördükçe ciğerim parçalanır. Genellikle bu apartmanlar meskûn değildir. Yılın belli aylarında kalınmak için yapılmıştır bu savurganlık. Ama asıl zarar doğaya veriliyor. Ahşap yapı hafif olduğundan toprağa fazla baskı yapmaz, bu ucube apartmanlar ise tonlarca betonlarıyla toprağa baskı yapar, selle birlikte de kayıp gider.
Son yıllarda gerek deprem gerekse sel bölgelerinde dere yataklarında yapılaşma moda oldu. Tüm uyarılara karşın bu, önlenemiyor. Bilinçsiz yurttaş ölüme meydan okurken merkezi ve yerel yöneticiler ise kış uykusunda. Bununla da ülkemizde kış uykusuna yatıp hiç uyamayan ne kadar çok canlının olduğunu da öğrenmiş oluyoruz.
Karadeniz’de önemli bir doğal sorun da yol yapımıdır. Dağınık yerleşim nedeniyle her yere, her kapıya yol götürme kaygısı toprağın dengesini bozmakta. İş makineleriyle yarılan yırtılan toprak, parçalanan kayalar direncini de yitiriyor.
Bölgedeki yerel yöneticiler işbirliği yaparak ve Ankara’nın desteğini de alarak yapılaşmaya, orman kıyımına, HES’lere karşı akılcı önlemler planlanarak uygulanmalı. Demokrasi isteyenin istediğini hoyratça yapması demek değildir. Bir cennetin bilinçsizce yok edilmesine izin verilmemelidir.
Sel felaketinden sonraki açıklamalar ise tam bir rezalet. Tüm sorumluluk doğaya yüklenerek sorumlular, sorumsuz duruma geliyor. Rize il merkezinden yürüme mesafesindeki bir belde yerle bir oluyor, hükümet yetkilileri hala yaraların sarılacağından söz ediyor. Önemli olan yaralattırmamak yurttaşı.
İlkel insan, doğa olayları karşısında çaresizdi. Çağdaşlık, bu çaresizliği önledi. Merkezi ve yerel yöneticilerimizin doğal afetler karşısındaki çaresizliğini görünce sormadan edemiyorum. Biz çağdaşlaştık mı?
Adil Hacıömeroğlu
27 Ağustos 2010
Not: 31 Ağustos 2010 tarihli Kent Yaşam Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yazılarımı http://ailadalet.blogspot.com ‘dan okuyabilirsiniz.