PAKİSTAN, YENİ BİR AFGANİSTAN MI?


        GİRİŞ

         Pakistan, Asya kıtasının güneyinde 803,940 kilometre kare yüzölçümlü bir ülkedir. Temmuz 2003 verilerine göre toplam nüfus 147.663.429 kişidir (Nüfus Dağılımı : Pencap : 79 milyon, Sind : 34 milyon, NWFP : 20 milyon, Belucistan : 7 milyon, Federal Kabileler : 4 milyon, Federal Başkent : 820 bin). Ayrıca ülkenin kuzeyinde iki milyon civarında Afgan mülteci yaşamaktadır. Okur yazar oranı : % 42 (Erkek % 55.3, Kadın: %29) dir. Sınırları; Afganistan: 2,430 km, Çin: 523 km, Hindistan: 2,912 km, İran:  909 km Kıyı şeridi: 1,046 km’dir. Görüldüğü gibi okuma yazma oranı çok düşüktür. Özellikle kadınlardaki okuryazarlık oranı ilgi çekicidir. Nüfusun dinlere göre dağılımı: İslam : %97 (Sünni %77- Şii %20), Hıristiyan, Hindu Sih ve Budistler : %3’tür. [1]

         Pakistan, 4 eyalet, 2 federal bölge ve federal başkentin oluşturduğu federal yapıda bir ülkedir. Eyalet ve bölgeler: Pencap Eyaleti ( Başkent Lahor), Sind Eyaleti ( Başkent Karaçi), Belucistan Eyaleti (Başkent Ketta) Kuzey Batı Sınır Eyaleti (North West Frontier Province- NWFP) (başkenti Peşaver), Federal Yönetime Tabi Kabileler Bölgesi (Federally Administrated Tribal Areas - FATA), Kuzey Bölgesi (Gilgit Agency), Federal Başkent Bölgesi İslamabad’dır.[2]
         Ülkede parlamenter demokrasi olmakla birlikte, darbeler nedeniyle zaman zaman genç demokrasi yara almıştır. Askeri müdahaleler, sağlıklı bir demokratik gelişimin önündeki en önemeli engeldir. Ayrıca ülkenin aşiret sistemine dayalı feodal yapısı da demokrasinin önündeki diğer önemli bir engeldir.

KISA TARİHÇE

         “Pakistan, Muhammed Ali Cinnah'ın liderliğinde Hindistan Müslümanlarının, Hindulardan ayrı olarak İslam dini esaslarına dayalı bağımsız bir ülkede yaşama istekleri doğrultusunda İngiliz yönetimince hazırlanan "Bölünme Planı" çerçevesinde Müslümanların çoğunlukta bulunduğu Hint eyaletlerinin bölünmesi veya ayrılması ile 14 Ağustos 1947 tarihinde kurulmuş ve Muhammed Ali Cinnah ülkenin ilk Genel Valiliğine seçilmiştir.” [3]

         Bağımsızlığına kavuşan birçok İngiliz sömürgesinde olduğu gibi Pakistan’ın da sınırları çizilirken komşularla çözüme kavuşturulmamış bölgelerin olması dikkat çekicidir. Sorunlar olacak ki büyük devletlerin bölgesel müdahalelerine olanak tanınsın. Komşularıyla sürekli kavga durumunda olan ülkelerin istikrara kavuşması zordur. 1947’den beri Hindistan’la var olan Keşmir sorunu, bölgesel bir gerginliğin, düşmanlığın temelini oluşturuyor. Keşmir’in statüsü, 1947’de belirsiz bırakılarak sorun bizzat yaratılmış oldu. Keşmir sulak ve verimli ovalarıyla stratejik konumuyla önemli bir bölgedir. Ünlü “Kaşmir kumaşı” bu bölgede üretilir. Nüfusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olması nedeniyle Pakistan’ın bölge üzerindeki hak talepleri de haklılık kazanmaktadır.

         “Kuzeyine doğru Himalayalar’ın sert ve yüksek tepelerle yoğunlaştığı Pakistan’da, İndus Nehri, kuzey-batı ucundan ülkeye girdikten sonra, denize dökülünceye kadar Pakistan’ın tam ortasından ikiye bölecek şekilde akmaktadır. Bu ikiye bölme ve bölünme sanki ülkenin kurulduğu andan itibaren kaderine yazılmıştı. Zaten, ülkenin dil ve dinle ilgili ayrıntılı bilgilerine bakıldığında, ülkenin istikrar bulmasının pek de kolay olamayacağı anlaşılmaktadır.
        
         Bengladeş’in ayrılması da ne Pakistan-Hindistan anlaşmazlıklarını sonuçlandırdı, ne de bölge ülkelerine huzur getirdi. Bu İngilizceyi ana dilleri gibi kullanan millet bir kere bölünmüş, daha nice bölünmelere ve buhranlara gebeydi.” [4] Uluslaşma sürecini tamamlamayan, kabilelerin, dinsel grupların federasyonu biçiminde örgütlenen devlet yapısı her türlü istismara açık hale gelir. Bu durumda bölgede çıkarları söz konusu olan küresel güçlerin işi kolaylaşır.
           
            “Alt Kıta adı verilen Pakistan-Afganistan-Hindistan-Bengladeş bloğunda İngiliz hâkimiyetinin sona ermesi ile birlikte, Müslümanların ayrı bir ülkesi olması düşüncesiyle Hindistan 1947’de bölündü. Bu bölünmeyi gerçekleştiren ise Gandi ile birlikte Hindistan için bağımsızlık savaşı veren bir başka büyük insan Muhammed Ali Cinnah’tı. Bu bölünmenin karşısında olan Gandi’nin, Cinnah’a; ‘Cinnah! Bir bıçak al, başıma koy, beni tepeden tırnağa ikiye böl ama Hindistan’ı bölme’ şeklinde söylediği rivayet edilmektedir.2 Ama Cinnah, Gandi’yi dinlememiş ve Hindistan’ı ikiye değil, üstelik coğrafî olarak üçe bölmüştür. Hindistan’ın batısında kalan parçaya dünya kamuoyu “Batı Pakistan”, Hindistan’ın doğusundakine de “Doğu Pakistan” adını vermiştir. Ancak, 1947 yılında bu iki parça da resmî olarak “Pakistan” adını almaktaydı. Ayrılma süreci sancılı olmuş, iki taraftan bir milyona yakın insan hayatını kaybetmiştir. İngilizlere karşı verilen bağımsızlık mücadelesini “pasif direnişle” dünya tarihine geçen bu insanlar, Hindistan ve Pakistan diye ikiye ayrıldıktan sonra birbirlerine karşı silâha sarılarak 1948, 1965 ve 1971 yıllarında savaşmışlardır.

SİYASAL SÜREÇ

            Hindistan’dan ayrılan Pakistan’da da sular durulmadı. 1970 seçimlerinde 313 milletvekilliğinden 167’sini alan Avami Partisi, Doğu Pakistan’ın bağımsızlığı için başvuruda bulundu. İslamabad yönetimi bunu kabul etmediği gibi, şiddete başvurdu. Meclis’in toplanması ertelendi, halkın iradesine duyulan bu saygısızlık üzerine Doğu Pakistan’da genel grev ilân edildi. Silâhlı kuvvetlerin sokaklara çıkıp kan dökmeye başlamasıyla kitleler hâlinde Hindistan’a göç yaşandı. Bu durum Hindistan-Pakistan savaşına neden olduğu gibi, 26 Mart 1971’de Doğu Pakistan’ın “Bangladeş” adıyla bağımsız bir devlet hâline gelişini engelleyemedi.”[5] Pakistan-Hindistan anlaşmazlığı, bölgesel işbirliğinin önündeki en önemli engeldir. Anlaşmazlığın, bölgede çıkar hesapları yapan emperyalist güçlerin ekmeğine yağ sürdüğü de söylenebilir.

            Bangladeş’in ayrılmasından sonra Pakistan’da önemli siyasal değişiklikler oldu.  1958’de Ticaret Bakanı, sonra da Dışişleri Bakanı olan ve 1967 yılında Pakistan Halk Partisini kuran Zülfikar Ali Butto, seçimi kazanarak 1971’de başbakan koltuğuna oturdu. 1973 yılında halen yürürlükte olan ve parlamenter demokratik seçim çerçevesinde yürütme yetkilerinin başbakana ve hükümete verilmesini öngören Anayasa kabul edilmiş, aynı yıl Zülfikar Ali Butto başbakanlığa getirilmiştir. 1977 yılında yapılan seçimlerde partisi tek başına iktidar oldu. Ancak muhalefet, seçime hile karıştırıldığını iddia etmiştir. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanı Ziya-ül Hak, yönetime el koydu. Butto, 1974’te muhaliflerinin öldürülmesine neden olduğu savıyla idama mahkûm edildi. 4 Nisan 1979 yılında cezası infaz edildi.

            1988 Yılında Cumhurbaşkanı Ziya-ül Hak bir uçak kazasında yaşamını yitirdi. Bu kaza da birçok kuşkuyu belleklere kazımıştır. Kazadan sonra aynı yıl yapılan genel seçim sonucunda Benazir Butto başbakan oldu. 1990’da Cumhurbaşkanı Gulam İshak Han meclisi feshetti. Butto hükümeti de böylece iktidardan uzaklaştırılmış oldu. Daha sonraki seçimler sonrası Navaz Şerif başkanlığında merkez sağ koalisyonu iktidara geldi.

            Pakistan, darbe sonrasında siyasal istikrara bir türlü kavuşamadı. Hükümetlerin ömrü kısa süreli oldu. Tüm geri kalmış, anti demokratik ülkelerin müzmin hastalığı yolsuzluk, ülkenin başına bela oldu. 1999’da Pervez Müşerref askeri yönetime el koyarak meclisi feshetti. Benazir Butto ve Navaz Şerif yurtdışına sürgüne gönderildiler.

            Ziya-ül Hak döneminde İslamcı çizgiye yaklaşan Pakistan, adeta gelecekte yaşayacağı büyük zorlukların da temellerini atıyordu. Müşerref döneminde de İslamcı yöneliş sürdü. Bu durum, ilk bakışta başta ABD olmak üzere Batı’yı kaygılandırdı. Çünkü bu dönemde hem Güney Asya’da hem de Orta Asya da radikal İslamcı gruplar güç kazanmaktaydı. Pakistan Ordusu’nda her dönemde İslamcı gruplara sempatiyle bakan askerler hep olmuştur. Pakistan’ın Afganistan, Keşmir, Özbekistan ve Tacikistan’daki silahlı radikal İslamcı gruplara destek vereceği endişesi, gelişmiş ülkelerin birçoğunu telaşlandırdı. Taliban’ın destekleneceği olasılığı endişeleri daha da artırdı. Bunu üzerine Japonya kredi musluklarını kapattı. AB, Pakistan’ı şiddetle kınayarak ilişkileri en düşük seviyede tutma kararı aldı. İngiliz Milletler Topluluğu, Pakistan’ın üyeliğini askıya aldı.

            Müşerref, daha sonraları yumuşayarak ve Batı ülkelerinin politikalarına uygun davranarak başta ABD’nin güvenini kazanmıştır. ABD ve İngiltere sürgündeki siyasal liderlerin (Benazir Butto ve Navaz Şerif’in) geri dönmesi için çaba göstermeye başladılar. Bu çabalar sonuç verdi. 6 Ekim 2007’deki seçimlerde Pervez Müşerref yeniden cumhurbaşkanlığına seçildi. Muhalefet, Müşerref’in devlet başkanlığı ve genelkurmay başkanlığı görevlerini birlikte yapmasına karşı çıktı. Bunun yasal olmadığını savunarak yüksek mahkemeye başvurdular. Mahkeme itiraz kararını sonuca bağlamadan Müşerref, genelkurmay başkanlığından vazgeçti.

            “Müşerref, Anayasa’yı askıya alıp ocaktaki genel seçimleri ertelerken yargı mensupları, muhalefet liderleri, insan hakları savunucularının bulunduğu bin beş yüz kişiyi gözaltına aldı. Olağanüstü hal ilan eden Pakistan lideri Müşerref, kararına gerekçe olarak, ülke genelinde hakim olan ‘İslami direniş ve çatışma dalgasını’ gösterdi. Fransız haber ajansı AFP’nin ele geçirdiği emir dosyasının kopyasında yer alan ifadelerde, İslami direniş dalgasının yanı sıra ülkedeki karışıklık havasının böyle bir kararın alınmasına neden olduğu kaydedildi. Olağanüstü halin ilanından sonra yapılanlar ‘İkinci Müşerref Darbesi’ olarak tarihe geçti.” [6] İçerde muhalefetin güçlenmesi ve dış baskıların artmasıyla Müşerref, 15 Aralık 2007’de olağanüstü hali kaldırdığını ve seçimlerin 6 Ocak 2008’de yapılacağını ilan etti. Bazı çevreler, demokrasiye geçişin bir aldatmaca olduğunu öne sürdü iseler de demokratik süreç normal seyrinde devam etti.

            Müşerref’in 5 Ekim’de yolsuzluk affını imzalamasıyla Butto’nun ülkesine dönmesinin önünde hiçbir engel kalmamıştı. Bu yasanın çıkmasını bazı politik çevreler iki liderin iktidarı paylaşım anlaşması olduğunu ne sürdüler. “ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Sean McCormack’ın ifâdesine göre ABD Butto’nun ülkeye dönebilmesi için hem Müşerref ile hem de Butto’yla görüşüyordu. 27 Temmuz 2007’de ABD ve İngiltere’nin arabulurcuğuyla Müşerref ve Butto arasında Abu Dabi’de ‘iktidarı paylaşma’ anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre, Butto Pakistan’a dönecek ve genel seçimlere katılarak Başbakan olacaktır. Müşerref ulusal güvenlik ve dış politika meseleleri ile ilgilenirken Butto, başbakan ve yürütmenin başı olacaktı. Anlaşmanın dünya basınına sızmasından sonra 11 Eylül 2007’de Butto Müşerref’le görüşmelerinin ABD’nin projesi olduğu iddialarına karşı çıktı ve böyle bir şeyin olmadığını ifâde etti. Butto, Pakistan’a geri dönüşünün ABD projesi olduğu iddialarının onu Pakistan’da El-Kaide, Taliban ve benzeri örgütlerin hedefi hâline getireceğini biliyordu. Navaz Şerif, Butto’nun Pervez Müşerref’le anlaşması sonrası, Butto’nun “Demokrasi Beyannamesi”ni ihlâl ettiğini söyledi ve iki lider arasında sorunlar ortaya çıkmaya başladı. PML-N’nin parlamentodaki grup başkanı İshak Dar, Butto’nun Müşerref’le anlaşma imzalayarak Demokrasi Beyannamesi’ni ihlâl ettiğini bildirerek taraflar arasında bu anlaşmadan doğan sorun olduğunu gösterdi. Navaz Şerif, Müşerref’in yasadışı yollarla iktidara geldiğini ve hiçbir yasal dayanağının olmadığını iddia ederek Müşerref’le görüşmeyi kesinlikle kabul etmiyordu. Butto da Müşerref’in iktidarı konusunda aynı şeyleri düşünüyor fakat Pakistan’a dönmek ve iktidarda yer almak için Müşerref’le görüşmeyi kabul ediyordu.” [7] Bundan da anlaşılacağı üzere Müşerref’le Butto arasında bir kısım temasların olduğu görülmektedir. Amaç, Pakistan’da kaybolmakta olan siyasal istikrarın tesis edilmesidir.

NEDEN BENAZİR BUTTO?

            Pakistan, kabilelerden oluşan bir birlik. Dil ve inanç ayrılıkları ülkenin en önemli sorunları. Kişi başına milli gelir beş yüz doların altındadır. Bu durum belirgin bir yoksulluğun göstergesidir. Eğitimin ağırlık noktasını medreseler oluşturuyor. Butto, ülkenin birliğini ve modernleşme umudunu temsil ettiği için hep umut olmuştur. Ayrıca Butto’nun mensup olduğu kabile de güneyin büyük ailelerinden biridir.

            Benazir Butto’nun başındaki en büyük sorun kocasının karıştığı yolsuzluklardır.

            Taliban’a göre ise Butto’nun dönüşü bir ABD projesiydi, böylece Müşerref Taliban’a karşı daha sert önlemler alacaktı. Butto, Veziristan Bölgesi’nde saklanan Taliban’ın Pakistan’daki yöneticisi Beytullah Mesud tarafından tehdit edildi.

            Benazir Butto, Pakistan’a döndüğü 18 Ekim 2007 günü Karaçi’de milyonlarca Pakistanlı tarafından karşılandı. Bu sırada düzenlenen intihar eyleminde yüz otuz kişi yaşamını yitirdi; ancak Butto bu suikast girişiminden sağ olarak kurtulabildi. Seçim çalışmaların ikinci mitingini yaptığı Ravalpindi’de 27 Kasım’da düzenlene suikast sonunda yaşamını yitirdi. Butto sonrasında seçimler yapıldı ve eşi koalisyon hükümetinin başbakanı oldu. Ancak bununla birlikte Pakistan’ın demokratik ve siyasal istikrara kavuştuğu söylenemez.

            Merak edilen bir konu da Buttoların neden öldürüldüğüdür. Pakistan’ın demokratik siyasal yaşamında bu kadar etkili olan Buttolar, niçin birileri tarafından hedefe oturtulmuştur?

            “Zülfikar Ali Butto, 1971 Yılında halkın demokrasiye büyük özlem duyduğu, ordunun ise yenilgiyle biten Hint-Pakistan savaşı sonunda politikadan soğuyup kışlaya dönme istemi gösterdiği bir sırada iktidara gelmiştir. Eski Başbakan’ın eline geçen bu tarihsel fırsatı iyi değerlendirdiğini söylemek güçtür. Pakistan’ın demokratikleşmesi yolunda tarihi bir fırsat ele geçiren ve de demokratik bir seçimle iş başına gelen Butto, siyaseti tabana indirmekten çok Pakistan Silahlı Kuvvetleri’nin yönetimini ağırlıklı olarak kullanarak kişisel yönetim yoluna yöneldi. Dış politikada ise bağımsız ve bağlantısızlık hareketine yönelen Butto, ayrımsallıkları kurumsallaştıran Yugoslavya lideri Tito’nun büyük üçlüde biçimlendirdiği III. Dünya’nın önde gelen liderleri arasında güçlü bir yer edinmişti. Onun esas önemli ayırıcı özelliği, nükleer enerji konusunda Washington’a kafa tutmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere 1975 OPEC petrol krizinden sonra nükleer enerjiye eğilen Pakistan, yukarıda da ifade edildiği gibi Türkiye ile yapılan spekülasyonlar dışında, nükleer gücü bulunan tek Müslüman ülke olarak tanımlanmaya başlamıştır.

            Bu açıdan bakıldığında Baba Butto’nun devrilmesinden en çok memnun olan ülkelerden biri kuşkusuz ABD idi. Halkı tarafından çok sevilen, Pakistan’ın oluşumunda tüm ömrünü harcamış Zülfikar Ali Butto, 1979’da iktidara gelen askeri yönetim tarafından idam edilmiştir. (…) ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Komünizm’e karşı geliştirdiği Maccarthycilik gibi, 1979’da da Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmesinden sonra, Yeşil Kuşak kuramını faaliyete geçiriyordu. Sovyet işgaline karşı savaşan mücahitlerin ideolojik zemini, radikal İslami düşüncelerdi. Bu hareketler arkalarını ABD desteğindeki Pakistan’a vermişlerdi. CIA, mücahitlere ideolojik ve askeri destek verirken Pakistan’ı kullanmıştı.”[8] Butto’yu deviren Ziya-ül Hak, ABD’nin “Yeşil Kuşak” projesine uygun davranarak Pakistan’da medrese eğitiminin yaygınlaştırarak tolumun dinsel bir düşünce sistemine kaymasında rol oynamıştır. ABD’nin Afganistan’da SSCB’ye karşı yürüttüğü etkinlik mücadelesine Pakistan kurban ediliyordu.

            “Babası gibi bir komplo ile ortadan kaldırılan Benazir Butto’nun dönüşü bir kaos senaryosuna dönüştürülmüş ve Butto’nun ülkesine dönüşü ile başlayan olaylar hızla artarak devam etmiş ve en sonunda bölge barışının umudu olan Benazie Butto öldürülmüştür. Seçimlerde Butto’nun kazanması ihtimali artınca, cinayete giden yol Atantik emperyalizmi tarafından hazırlanmıştır. Seçimlere gidecek diğer aday olan Navaz Şerif’in Amerika’ya yakın olması ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni kabul ederek İsrail’in istediği ılımlı İslam politikalarını uygulayacağını söylemesi de İngiltere’ye yakın olan ve Avrupa tipi bir laiklikten yana olan Benazir Butto’nun ortadan kaldırılmasının nedenlerini açıkça göstermektedir. Pakistan’da Amerika Birleşik Devletleri üzerinde bir İngiliz-İsrail çekişmesi yaşanmış ve Butto’nun öldürülmesi ile İsrail bir adım öne geçmiştir. İslam coğrafyasının eski patronu İngiltere, Hindistan’ın yanı başındaki Müslüman ülke olarak Pakistan için daha laik bir gelecek düşünürken bir din devleti olan İsrail, ABD üzerinden bütün İslam coğrafyasını kontrol altına alabilmek üzere ılımlı İslam’ı benimseyecek ve Büyük Ortadoğu Projesi doğrultusunda uygulayacak Navaz Şerif gibi önderlerin Pakistan devletinin başına geçmesini istemektedir.”[9]            
Pakistan’da siyasal karışıklıkların ve belirsizliklerin nedeni ne yazık ki dış müdahaledir. Ülkenin iç siyasal dinamikleri özgürce karar vermeden uzaktır.

            Buttolar, Pakistan’ın laik önderleri olduklarından radikal İslamcı örgütlerin hep hedefi oldular. Ülkenin laik bir demokratik düzene kavuşması, kabile örgütlenmesi ve radikal dinsel ağın çökertilmesiyle olabilir. Bu da bugün için olanaksızdır.

PAKİSTAN NEDEN HEDEFTE?

            Pakistan’ın nükleer silaha sahip olan tek Müslüman ülke olması uluslar arası güç dengesi bakımından önemlidir. Siyasal istikrarı bozulan ve radikal dinci örgülerin yönetimine girecek bir Pakistan, özellikle ABD açısından tehlikelidir. ABD kontrolünden çıkmakta olan radikal İslamcı örgütler, son dönemlerde Batılı hedeflere yöneliyorlar. Bu da telafisi imkânsız sonuçlara neden olabilir.

            “Bugün Pakistan'daki nükleer savaş rampalarının İslamcı terörün eline geçmesinden haklı olarak çekinen ABD, 1979'da SSCB, Afganistan'ı işgal ettikten sonra nükleer kapasitesini geliştirmesi için Pakistan'a bizzat destek vermişti. Destek ‘öküz öldü ortaklık bozuldu’ kuralına uygun olarak ‘Afganistan Savaşı’ bittikten sonra kesilmiş ama bu sefer Çin, Pakistan'a yardımcı olmuş ve Pakistan ilk atom bombasını 1988'de yapmıştır. ”[10] Görüldüğü gibi ABD kendi çıkarları söz konusu olduğunda davranışıyla çıkarlarının yön değiştirdiği zamanlarda birbirine ters tavılar içinde olabiliyor.

            “Afganistan'dan kovulduğu sanılan El Kaide ve Taliban’ın kendilerine en rahat yerleşim yeri buldukları topraklar, Pakistan'ın Afganistan ile sınırını belirleyen kuzeybatısındaki Veziristan bölgesindedir. Halbuki 11 Eylül sonrası bölgeden terörü yok etmesi ve Usame bin Ladin’i ABD'ye teslim etmesi için ABD, Pakistan'a beş altı milyar dolar akıttı. Aynı Veziristan, Ziya-ül Hak döneminde, 80'li yıllarda, ABD fonları ile Afganistan’da savaşmak üzere İslamcı militan yetiştiren okullar (medreseler) ile dolu idi. Zamanın ABD Başkanı Ronald Reagan, 1988 senesinde  “terörist” olarak nitelenen cihat liderlerini “özgürlük savaşçıları” nitelemesiyle Beyaz Saray'da ağırlamıştı.”[11] Eski dostların düşman, eski düşmanların dost olduğu bölgede, gelecekteki siyasal gelişmelerin çok karmaşık olacağı da kesindir.

            “Son yıllarda Pakistan, ABD'ye El Kaide'ye darbe vurma konusunda oldukça yardımcı da oldu. Ama aynı zamanda Doğu Keşmir’de Hindistan’a karşı terörizm yaratmak, hatta ABD'nin gitmesi durumunda Afganistan'da yeniden söz sahibi olabilmek hedefiyle İslamcı teröristler ile gizli münasebetlerin devam ettiği, ISI'nin (Pakistan İstihbarat Örgütü) Taliban'ın eski lideri Molla Ömer'i sakladığı, hatta ülkede çok sevilen Usame bin Ladin'in yakalanmasının bir halk ayaklanmasına yol açabilme ihtimaline karşı engellendiği iddiaları yine gözlemcilerin dilinde.”[12] Pakistan’ın İslami terör örgütleri konusundaki karasız tutumu başta ABD olmak üzere Batı dünyasını rahatsız etmektedir. Ancak Pakistan’ın içinde bulunduğu gerçek ise karmaşık ve tehlikelidir.

            İran, Pakistan- Hindistan doğalgaz boru hattının yapılmak istenmesi, ABD’yi rahatsız etmektedir. Bu proje hem İran’a nefes aldırırken hem de küresel güç olma yolundaki Hindistan’a enerji alanında bağımsızlık sağlayacaktır. Bu hattın Pakistan üzerinden Çin’e bağlanma olasılığı ise ABD’nin hem bölgesel hesaplarını hem de enerji kaynaklarını kontrolünde bulundurma isteğini alt üst eder. ABD’nin tüm muhalefetine karşın bu boru hattının yapılması konusunda hem Pakistan hem de Hindistan kararlı bir tutum içindeler. Bu hattın Pakistan’a yıllık altı yüz milyon dolarlık bir geçiş hakkı sağlayacağını da unutmamak gerekir. Ayrıca bu projenin maliyetinin üç buçuk, dört buçuk milyar dolar olacağının tahmin edilmesi de önemlidir. Çünkü bu, önemli çapta bir müteahhitlik hizmetini de gerektirmektedir. Boru hattı projesinin gerçekleşmesi, Pakistan’a bölgesel bir siyasal ağırlık getireceği de muhakkaktır.

            ABD’nin Orta Asya petrollerini ve doğalgazını Hint Okyanusu’na en kestirme yoldan Afganistan ve Pakistan üzerinden getirebilir. Bu nedenle Pakistan eneri kaynaklarının güvenliği nedeniyle önem kazanıyor.

PAKİSTAN SİYASAL İSTİKRARA KAVUŞUR MU?

            “Şubat 2008’de Amerika’nın en muteber düşünce kuruluşlarından Washington Brookings Enstitüsü, ‘ABD-Pakistan Stratejik İlişkisi’ adı altında bir ahlaki soyutlama çalışması organize etti. Bu etkinlik çerçevesinde düzenlenen ve büyük oranda eski dostlardan (vaktiyle ABD Merkez Komutanlığı’nın patronu olan general Anthony Zinni; Pakstan’ın eski genelkurmay başkanı ve ABD büyükelçisi Cihangir Karamat; onların yanında daha önce de anlatıldığı gibi, 1 Eylül sonrasında general Müşerref’i ve Pakistan’ı Taş Devri’ne döndürme tehdidiyle bazı çevrelerde muazzam bir prestij kazanan eski dışişleri bakanlığı mensubu Richard Armitage) oluşan panel yeni çoğulculuğu yansıtıyordu.”[13] ABD’nin resmi ağızlardan Pakistan’ı Taş Devri’ne döndürme tehdidi ilginçtir. Kendi çıkarlarını korumaktan başka hiçbir insani düşüncesi olmayan vahşi bir emperyalizmle karşı karşıyayız. Pakistan’da ne bu tehditlere karşı duracak bir siyasal irade ne de toplumsal bir uyanıklık söz konusudur. İşte böyle bölünmüşlükler içinde bir Pakistan, ulusal varlığını ve bütünlüğünü korumada büyük zafiyetler içindedir.

            “Asıl şov ise Richard Armitage mikrofonu aldığında başladı. Diplomatik nezaket faslını kısa kesen Armitage, Pakistan’ın bir karışıklık içinde olduğuna, zaten 1947’den beri bu halden hiç kurtulamadığına ve artık tek bir ülke değil dört ayrı ülke (dört eyalete gönderme yapıyordu) sayılması gerektiğine, hatta biraz daha ileri gidilirse Veziristan’a Kaidistan denebileceğine dikkat çekti. Bu karışıklıkta ABD adına ancak sınırlı bir sorumluluk kabul ediyordu ve o da Sovyet-Afgan Savaşı sırasındaki müdahale tarzlarından ibaretti: ‘O dönemde Pakistan’da ne yapmakta olduğumuzu ve çekildiğimizde Afganistan’da neler olacağını harfi harfine biliyorduk. Bu bir sır değildi.’ Diğer bir deyişle, ülkeyi dinci gruplara ve ISI’ye teslim ettiklerini gayet iyi biliyorlardı. Yapmakta oldukları şey, Pakistan’ı (üst düzey bir yetkilinin Denis Kux’a dediği üzere) ‘peçete’ olarak ya da emekli olmuş ve hayat küsmüş bir generalin vaktiyle bana ‘stratejik ilişki’yi izah ederken başvurduğu daha yerinde ifadeyle ‘prezervatif’ olarak kullanmaktı. (…) 1951’den bugüne Pakistan’ın iç ve dış politikasını ABD’nin öncelikleri belirledi. Uzun ön sevişme dönemi, Afgan halvetinde doyuma ulaştı ve Pakistan ordusu bu tecrübeyle öylesine büyülendi ki, bir prezervatifin tek başına beceremeyeceğini unutup Keşmir ve Kargil’de tekrarlayacak kadar azgınlaştı.”[14]

            ABD’nin müttefiklerine bakış açısını anlamak için yukarıdaki örnek ibret vericidir. Kişiliksiz, çıkarcı, yurt ve ulus sevgisinden yoksun yöneticilerin bir ülkeyi düşürecekleri onur kırıcı durum bu olsa gerek. Kısa vadeli çıkarlar ve iç politik hesaplaşmalar uğruna koskoca bir ulus böylesine aşağılanacak bir duruma getirilebilir.

            “Britanya’nın en kendini beğenmiş Hindistan valisi Lord Curzon şu meşhur yorumu yapmıştı: ‘hiçbir derme çatma plan Veziristan sorununu çözemeyecektir… Ordu lokomotifi bir baştan bir başa ülke üzerinden geçmedikçe barış falan olmayacaktır. Fakat o makineyi çalıştıran insan da kendim olmak istemem.”[15] İki farklı zaman diliminde iki ayrı sömürgeci gücün sözcülerinin söyledikleri, değerlendirmeleri birbirine e kadar da çok benziyor. Sömürdükleri ve kendi çıkarları için kullandıkları halklara bakış açıları örtüşüyor. Burada suçlu olan sömürgeciler mi, yoksa onlara bu densizliği yapma fırsatı veren ufuksuz yerli siyasetçiler mi?

            Siyasallaşmış İslam, emperyalist güçlerin oyuncağı oluyor, çoğu yerde kopmaz bir işbirlikçilikle ülkelerin ve dinlerine büyük kötülükler yapıyorlar. Emperyalizme karşı olduklarını söyleyenlerinse yaptıkları akıl almaz eylemler, sömürgecilerin eline koz veriyor. Olansa yoksullukla ve gerilikle boğuşan zavallı halklara oluyor.
SONUÇ
“Hint Müslümanları için bir temiz ülke oluşturma ideali ile kurulmuş olan Pakistan devletinin emperyal güçler arasındaki çekişmelere sahne olması ve bu doğrultuda sürekli kaos ve karışıklık olaylarına mahkum edilmesi, Pakistan’ı tam anlamıyla bir kirli işler ülkesi olarak Kirlistan’a çevirmiştir. Çok kritik bir jeopolitik konuma sahip bulunan bu ülkenin yeniden temiz bir ülkeye dönüşebilmesi için bütün İslam ülkelerinin ve komşularının bu ülkeye yardımcı olmaları gerekmektedir. Türkiye’nin her koşulda en büyük destekçisi ve yardımcısı olan Pakistan’a bu kritik dönemde daha yakın olması ve her türlü emperyalist baskıdan bu dost ülkenin kurtulabilmesi için elinden gelen yardım ve desteği vermesi gerekmektedir. İslam dünyasında ABD üzerinden yürütülen İngiliz ve İsrail çekişmesine karşı, bölge ülkeleri bir araya gelerek dayanışma içinde hareket etmelidir. Pakistan’da her türlü kirli emperyal oyun bozulmalı, ülke de örnek bir İslam demokrasisi olmalıdır.”[16]

            Pakistan’ın bunalımlı bu dönemden kurtulması için en çok gereksinim duyduğu iki ülke Türkiye ve Hindistan’dır. Türkiye, laik demokrasisi ve modernleşme deneyimiyle bu dost ülkeye elini uzatmalıdır. Hindistan ise kendi geleceğini düşünerek komşusuna, akrabasına el uzatmalıdır. Parçalanan ve radikal İslamcıların denetimine giren bir Pakistan’ın en büyük zararı komşusu Hindistan’a olur. Çünkü Hindistan’da iki yüz milyonu aşkın Müslüman yaşamaktadır.

            “Siyasal İslam’a gelince, o da farklı biçimlerde ve renklerde ortaya çıkıyor. NATO’nun Türkiye’deki, dibine kadar neo-liberal olan İslamcıları Batı’da oldukça popüler. Mısır’daki Müslüman Kardeşler ABD’yle çalışmaktan aynı derecede mutlu olurdu, fakat Gazze’ye komşu olduğu için belki Filistin konusunda ters düşerlerdi. Başka yerlerde ortak yönleri olan yeni güçler ve yüzler ortaya çıkıyor. Mukteda, Haniye. Nasrallah, Ahmedinecad; bu isimlerin hepsi, kendi bölgelerindeki (Bağdat, ve Basra, Gazze ve Cenin, Beyrut ve Sidon, Thran ve Şiraz) kentli yoksulları örgütleyerek yükseldiler. Hamas, Hizbullah Sadr tugaylarının ve Besiçlerin kökleri varoşlarda. Batı’nın bel bağladığı Hariri’ler, Çelebi’ler, Karzai’ler, Alavi’ler (yani dışarıdan gelme milyonerler, dolandırıcı bankacılar, CIA’nın seyyar satıcıları) ile tezat ancak bu kadar keskin olabilirdi. Dünyanın, muazzam petrol zenginliğiyle kuşatılmış ahir zaman ezilmişlerinin dar sokaklarından ve gecekondularından radikal bir rüzgâr esiyor. Şu an için Kuran’ın yörüngesinde kalan bu radikalizmin sınırlarını kestirmek zor. Bu hareketlerin ortaya koydu merhamet ve dayanışma duyguları, emperyalist açgözlülükten ve kompradorlara karşı boyun eğmekten sonsuz derecede daha iyidir elbet, fakat önerdikleri yeniden inşadan ziyade teskin etmekle sınırlı kaldığı sürece, er geç mevcut düzenin dümen suyuna girmeye mahkûmdurlar. Ulus veya cemaate dayalı bölünmelerin üstesinden, birlik duygusu ve bundan kaynaklı kendine güvenle gelmeye muktedir bir vizyona sahip liderler henüz ortaya çıkmış değil.”[17]

            Pakistan’da radikal İslam’ın güçlenmesi ülkenin birliği için ciddi bir tehdittir. Ayrıca çok parçalı gevşek yapısı, dış müdahaleleri kolaylaştırıyor. Ekonomik yoksulluk ülkenin en büyük düşmanı. Yoksulluğun olduğu ülkelerde gelir dağılımındaki adaletsizlik de söz konusudur. Bu da yolsuzlukların yaygınlaşmasına neden oluyor.

            Pakistan’daki Balkanlaşma olasılığı, Afganistan’dan beter ve acıklı bir durumun ortaya çıkmasına neden olur. Bu, bölgedeki tüm istikrarı yok eder. ABD’nin olası bir İran müdahalesi Pakistan’daki çözülme sürecini tetikler. Eğer Pakistan bu süreçten sağlam olarak geçmeyi başarabilirse modernleşme yolunda adımlar atabilirse dünya güç merkezlerinde ve dengelerinde önemli değişikliklerin olmasının başlangıcı olan bir çığırı açabilir.

KAYNAKÇA

KİTAPLAR

Celal Muhammed Numan, “Butto Suikasti ve Pakistan’ın Geleceği” Mısır, Çev: Halil

Çelik, 30.12.2007

Tarık Ali, Düello- Amerikan Gücünün Uçuş Rotasındaki Pakistan, Agora Kitaplığı, 2008

MAKALELER

Çeçen Anıl, Pakistan’dan Kirlistan’a 2023 Dergisi, 15 Ocak 2008, sayı 81

Tansı Deniz, ABD Ektiğini Biçiyor, Strateji Dergisi, 07.01.2007, sayı 184

Veliev Cavid, Bir Ülke Geleceğini Arıyor, 2023 Dergisi, 15 Ocak 2008, sayı 81

Yavuz Celalettin, GOP'un Pakistan Ayağında Enerji Hatları ve Terörü Besleyen Oyunlar,

2023 Dergisi, 15 Ocak 2008, sayı 81

İNTERNET



















[4] Yavuz Celalettin, 15 Ocak 2008, GOP'un Pakistan Ayağında Enerji Hatları Ve Terörü Besleyen Oyunlar, 2023 Dergisi,81, 5.
[5] Muhammed Numan Celal, “Butto Suikasti ve Pakistan’ın Geleceği” Mısır, Çev: Halil Çelik,30.12.2007, 
[6] Veliev Cavid, Bir Ülke Geleceğini Arıyor, 2023 Dergisi, 15 Ocak 2008, sayı 81, ss 19-20
[7] Veliev Cavid, Bir Ülke Geleceğini Arıyor, 2023 Dergisi, 15 Ocak 2008, sayı 81, s. 19
[8] Tansı Deniz, ABD Ektiğini Biçiyor, Strateji Dergisi, Sayı:184, 07.01.2007,s.11
[9]  Çeçen Anıl, Pakistan’dan Kirlistan’a 2023 Dergisi, 15  Ocak 2008, sayı 81, s.37
[10] Ülsever Cüneyt, “Butto’yu Kim Öldürdü?, Hürriyet Gazetesi,30.12.2007
[11] Ülsever Cüneyt, a.g.m
[12] Ülsever Cüneyt,a.g.m.
[13] Tarık Ali, Düello- Amerikan Gücünün Uçuş Rotasındaki Pakistan, Agora Kitaplığı, 2008,ss. 269-270
[14] Tarık Ali, Düello- Amerikan Gücünün Uçuş Rotasındaki Pakistan, Agora Kitaplığı, 2008,ss. 271-272
[15] Tarık Ali, Düello- Amerikan Gücünün Uçuş Rotasındaki Pakistan, Agora Kitaplığı, 2008,s. 273
[16] Çeçen Anıl, Pakistan’dan Kirlistan’a 2023 Dergisi, 15  Ocak 2008, sayı 81, s.37
[17] Tarık Ali, Düello- Amerikan Gücünün Uçuş Rotasındaki Pakistan, Agora Kitaplığı, 2008,ss. 285-286+

3 yorum:

  1. Yine dinci örgütlerin ortalığı karıştırması, Abd., İngiltere'nin güdümündeki hareketler. Ne zaman vazgeçilecek bunlardan? Demokrasi umarım sağlanır. Ülkeler huzura kavuşur.

    YanıtlaSil
  2. Pakistanın bağımsızlık sürecinden bizim çıkaracağımız dersler.. Milleti ayakta tutan unsurlar,dil birliği,din birliği,gelenek ve görenekler... Dil ve din birliği olmayınca,Pakistan ve Hindistanı bir arada tutmaya,tek başına gelenek ve görenekler kafi gelmedi... Bizde de kürtçenin ana dilde eğitim konusu yapılması benzer sonuçları doğuracağı kaçınılmaz. Gandi'yi daha ileri görüşlü buldum.Ne yazıkki M.A.Cinnah,Gandinin bölünmeyelim teklifini kabul etmeyerek, büyük resmi göremedi.Ama emperyalistler büyük resmi görerek,Pakistan ve Hindistanı böldüler. Pakistanın halen okur yazar oranın düşük olması,bizim kültürümüzde olduğu gibi,insanları iki teneke zeytinyağı ile yönetme bakımından,sömüren devletler için münbit bir zemin hazırladı. Cinnah büyük resmi görerek birlik içinde kalsaydı,Hindistanda bugün yaşayan 200 milyon müslümanla bağları kopmayacağı gibi belki bugün kültür etkileşimiyle Hindistanın müslüman olmasını sağlayacakdı. Okuma oranıda düşük olunca,keskin sirkenin küpüne zarar vermesi gibi Pakistan bölünmeye yüz tuttu. Cahil toplum,yabancı güçler için iyi bir av.Kültürlü toplumu ise peşinizden sürükleyemezsiniz,köklerini koparamazsınız.

    YanıtlaSil
  3. Asya kıtasına,bu ismi verenler Avrupalılar... Asya'nın anlamı,birbirinden farklı kültürlerin oluşturduğu,aldatıcı birliktelik. Büyük oyunu kuranlar,her şeyi iyi planlamışlar.Ne yazık ki biz müslümanlar her zaman zokayı yutuyoruz.

    YanıtlaSil