HALKI BİRLEŞTİREN CUMHURİYET


Cumhuriyet’in 91. Yıldönümünde yurdun büyük bir bölümünde coşku vardı. Halk, Cumhuriyet’in birleştiriciliğiyle alanlara toplanıp bayramını kutladı. Ben de 29 Ekim günü, ilk olarak TGB’nin Kadıköy’de düzenlediği yürüyüş ve mitinge katıldım.

Yürüyüş, Moda İlkokulu’ndan başladı. Birçok demokratik kitle örgütü katıldı bayram kutlamasına. Coşku üst düzeydeydi. Katılımcılar, vatan sorumluluğu taşıyan bir disiplin içindeydi.

Yürüyüşçülerin ellerinde Atatürk posterleri ve Türk bayrakları çoğunluktaydı.

Yürüyüşçüler, ellerinde “Rauf Denktaş, Tevfik Fikret, Hasan Ali Yücel, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Deniz Gezmiş, Resneli Niyazi, İsmail Hakkı Tonguç, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Talat Paşa, Mahir Çayan, Bahriye Üçok, Yusuf Aslan, Turan Dursun, Taylan Özgür, Uğur Mumcu, Nazım Hikmet, Hüseyin İnan, Neşet Ertaş, Aşık Mahsuni Şerif, Orhan Veli, Eşref Bitlis, Hasan Tahsin, Kubilay, Gaffar Okkan, Muammer Aksoy, Türkan Saylan, Erkan Yücel, Tıbbiyeli Hikmet, Necip Hablemitoğlu... ” nun fotoğraflarını taşımaktaydı. Seçilen bu kişiler önemliydi. Hiçbiri yaşamda değildi, ama bugün de yaşamımıza yön veren kişilerdi.

Türkiye’nin yüz elli yıllık devrim sürecinin değerlerini, aydınlarını görüş farkı olmaksızın sahiplenmek, ulusu birleştirmeyi amaçlamaktaydı. Tabi, bu aydınların tümü, Türk Bayrağı altında Atatürk’te birleşmenin simgesiydi.

TGB’nin Kadıköy’deki Cumhuriyet kutlamasına uluslararası destek de vardı. Birçok ülkeden antiemperyalist gençlik örgütü temsilcileri kortejde ve miting alanında yerlerini aldılar.

Miting alanında yapılan konuşmalar, Cumhuriyet’in birleştiriciliğini ve antiemperyalist özünü vurgulayıcı nitelikteydi. Konuşmalar bitinceye dek katılımcıların miting alanından ayrılmaması ise ilgi çekiciydi.

Kadıköy’deki miting biter bitmez oradaki kişilerin çoğu gibi ben de Bağdat Caddesi’ndeki yürüyüşe katılmak için koşturdum. Suadiye ışıklarda başlayan Cumhuriyet yürüyüşü coşkuluydu. Katılımcıların çoğunun kadın olması ise çok önemli. Katılanların çoğunun çocuklarıyla hatta bebekleriyle yürüyüşe gelmeleri Cumhuriyet’e bağlılığın bir göstergesi. Parti flamaları yok denecek kadar azdı. Bağdat Caddesi tamamen kırmızı beyazdı. Neredeyse herkesin elinde Atatürk posterlerinin bulunması, Atatürk dışında yol arayan siyasetçilere bir uyarıydı.

Kılıçdaroğlu, Bağdat Caddesi yürüyüşünde beklediği ilgiyi göremedi. Alkış yoktu, ilgisizlik çoktu. Çoğu kişi, YCHP Genel Başkanını dinlemeden yürüyüşünü sürdürdü. Kılıçdaroğlu, Bağdat Caddesi’nde kendini dinletemiyorsa bu düşündürücüdür. 

Yurdun birçok yerinde Cumhuriyet Bayramı coşkuyla kutlanırken Güneydoğu’daki bazı illerimizde bölücü örgüte destek gösterilerinin düzenlenmesi üzücüdür. Cumhuriyet’in birleştirici şemsiyenin altından kaçanlar, “Biji Serok Obama!” diye bağırarak emperyalizmin askeri olmak için can atmaktalar. Çok yazık, çok!
                                               Adil Hacıömeroğlu
                                               31 Ekim 2014

            

CUMHURİYET’E DÜŞMANLIK NİYE?


13 Eylül 1920 günü Büyük Millet Meclisi’ne Atatürk tarafından Halkçılık Programı sunulur. Düşman daha kovulmamıştır. Vatan kurtulmamıştır. Ancak Mustafa Kemal ve arkadaşları, yurdu hem işgalcilerden hem de Ortaçağ karanlığından kurtarmak için yoğun çalışma içindedirler. İşte, Halkçılık Programı tarihimizin en önemli sayfasıdır. Bu nedenle günümüzde daha da anlam kazanmaktadır.

Halkçılık Programının Maksat ve Meslekler Bölümü:

“Madde 2: Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti hayat ve bağımsızlığını kurtarmayı yegâne ve mukaddes gaye bildiği halkı, emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtararak irade ve hâkimiyetin hakiki sahibi kılmakla gayesine ulaşacağı inancındadır. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt 9, sf. 323)”

Emperyalist ülkelerin neden doksan bir yıldır Cumhuriyet’imizin üzerine çullandığı, bu maddeden anlaşılmıyor mu?

Aç gözlü kapitalizmin yıllardır halkımızın kanını emmek için neden devletçiliği modası geçmiş gibi göstererek devlete ait ne var ne yoksa yağmalamalarının nedeninin asıl kaynağının ne olduğu açık değil mi?
Burada ulusun yaşaması ve bağımsızlığının biricik yolunun emperyalizm ve kapitalizmden kurtulmakla olacağı anlatılmakta. Liberalizmi, özelleştirmeleri savunarak ve emperyalist projeleri savunarak bağımsızlık korunamaz.

“Madde 3: Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti, milletin hayat ve bağımsızlığına suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzlerine karşı müdafaa ve harici düşmanlarla işbirliği yapıp milleti aldatmaya ve ifsada çalışan dâhili hainlerin cezalandırılması için orduyu sağlamlaştırmayı ve onu milli bağımsızlığın dayanağı bilmeyi borç sayar. (ATABE, Cilt 9, sf. 324)”

Emperyalistlerin, BOP’çuların, Soros solcularının, bölücülerin, Ortaçağ özlemcilerinin Türk ordusunu neden hedef seçtiklerini 3.madde bize açıkça anlatmıyor mu?

Ergenekon, Balyoz... gibi bir dizi kumpasın kimlerce, neden kurulduğunu anlamamak olanaklı mı?

“Madde 4: Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, halkın maruz bulunduğu sefalet ve sebeplerini gidererek saadet ve refahının gereklerini ve vasıtalarını temin etmeyi esas ilke ve dolayısıyla toprak, maarif, adliye, maliye, iktisat ve genel olarak toplumsal meselelerde asrın icabına ve halkın hakiki ihtiyacına göre gereken yenilikleri ve tesisleri vücuda getirmeyi başlıca vazife sayar. Ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi gaye ve maksatlarını temin için bütün mesai ve icraatında millet ve memleketin maruz bulunduğu fiili tecavüzlere ve ifsatlara karşı milletin birlik ve dayanışmasını halele ve müdafaa ve mücadele kuvvet ve kudretini eksilmeye uğratmaktan ehemmiyetle kaçınır. Siyasi, toplumsal ilkelerini milletin ruhundan almaya ehemmiyet atfeden Büyük Millet Meclisi hükümeti bu ilkelerin tatbikatında milletin hakiki eğilimlerini ve ihtiyaçlarını nazarı dikkatte bulunur. (ATABE, Cilt 9, sf . 324)”

Halkımızın neredeyse üçte biri açlık ve yoksulluk sınırında yaşamakta. Halkçı olmayan hükümetlerce ülke kaynakları bir avuç yandaşa peşkeş çekilirken ulusun büyük çoğunluğunun geçim darlığı çekmesindeki neden şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu?

Cumhuriyet, Halkçılık Programı üzerinde yükselen emperyalizme, kapitalizme ve Ortaçağ karanlığına karşı özverili savaşımlarla kurulan, gücünü savaş alanlarından alan halk iktidarıdır. Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin Cumhuriyet’in halkçı yönünü ortadan kaldırmak için var güçleriyle çalışmasının nedeni, 1923 ışığının gözlerini kamaştırmasıdır.

Cumhuriyet, emperyalizme karşı kuruldu ve yine ona karşı mücadele içinde var olacaktır.

Cumhuriyet, Altıok’la vardır. Altıok’u değiştirme isteği, emperyalizme hizmet etmektir.

Cumhuriyet’i emperyalizme, kapitalizme ve işbirlikçilere karşı kurduk. Bugün de içerden ve dışarıdan tüm saldırılara karşın onu emperyalizme, kapitalizme ve işbirlikçilere karşı savunmayı sürdüreceğiz.
                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               29 Ekim 2014

MİSİLLEME


“23 Ekim’de Kağızman’da üç HPG gerillasının infazından sonra, Yüksekova’da üç asker öldürüldü.” Bu sözler, TBMM’de temsil edilen HDP’ye ait. Üç PKK teröristine karşılık, üç Türk askerini şehit ettik, demek istemekteler.

Yukarıdaki sözler, bölücü örgütün açılım süreciyle ulaştığı özgüveni göstermesi açısından önemlidir. PKK, Türkiye Cumhuriyeti devletine meydan okuyup güç gösterisi yapmakta. “Senden aşağı kalmam, istediğim zaman istediğim kadar asker-polis öldürürüm.” demekte. Kendisini hem siyasal hem de askersel alanda devletle eşdeğerde tutmakta.

Yüksekova eylemi gösterdi ki PKK dağlarda değil, kentlerde eylemler yapacak bundan böyle. Çünkü dağdaki militanlarının çoğu kentlerde konuşlanmış durumda.

Açılım öncesi bölücü örgüt militanları, eylemlerine ilkbaharda başlar; sonbaharda üslerine çekilirdi. Kış boyunca PKK saldırıları çok az görülürdü. Kentlere yerleşen bölücü örgüt, artık yaz-kış demeden eylem yapacak konumdadır. Çünkü dağlardaki zor doğa koşullarıyla mücadele etmesi gerekmeyecek. Üstelik kentlerdeki eylemlerinde kitle desteğini de arkasına alacak.

Kentlerde saklanmak, PKK militanları için daha kolay. Çünkü onları koruyacak binlerce ev var.

PKK’nın kentlerde eylem yapması, bölücü örgüt yandaşı birçok gencin de silahlanmasına neden olacak. Gençlerin dağa çıkmasına gerek kalmayacak; çünkü dağ kente, halkın içine inmiştir. Bunu da yapan AKP iktidarıdır.

HDP, artık çekinmeden bölücü örgütü açıkça savunmaktadır. Ne yasalardan korkmakta ne de halktan utanmaktadır. Çünkü yasalar bölücü örgüte göre düzenlenmekte. Ayrıca kamuoyu da açılım propagandalarıyla bölücü örgütü hoş görür duruma getirildi.

HDP’yi bir kenara bırakalım. Zaman zaman AKP sözcüleri bile PKK liderlerini övmekteler.

Eli, kolu bağlanan askerin etkisizleştirilmesi, bölücü örgütün eylem alanlarını genişletti. Özgüvenini artırdı.

PKK’nın bir gün sonra misilleme yapması, açılımın geldiği ihanet boyutunu göstermekte. AKP, açılımla PKK’yı halka açtı. Ona güç kazandırdı.

Aslanı kafese kapatırsan, meydan çakallara kalır. Açılım sürecini, bundan başka özetleyecek bir söz olamaz sanırım.
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           28 Ekim 2014

CHP GENEL BAŞKANI BÖLÜCÜLÜĞÜ DESTEKLER Mİ?



Kılıçdaroğlu, İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Kulübü üyeleriyle bir araya geldi. Burada yaptığı açıklamalar ilginçtir.

“PYD’nin silahlı gücü YPG’yi terör örgütü olarak değil, vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşum olduğunu” söylemiş Kılıçdaroğlu. Kemal Bey, PYD’nin PKK’nın Suriye’deki kolu olduğunu bilmemesi olanaksız. PKK/PYD, Türkiye’nin bölücü terör örgütü olarak gördüğü oluşumdur. Otuz yıldır Türkiye’de asker-sivil herkesin kanını döken bir örgütü, vatansever(?) ilan etmekte Kılıçdaroğlu.
           
       Önce PYD’nin savunduğu Ayn El Arap’ın, Suriye’nin bir parçası olduğunu söyleyelim. Buna göre Ayn El Arap’ı vatanseverlik duygusuyla savunmak için Suriye’yi savunmak gerek. Suriye’nin vatanseverleri, Esat yönetimine bağlı orduda emperyalistlere ve onların işbirlikçilerine karşı vatanlarını savunmaktalar.
            
       Suriye, başta ABD olmak üzere bölge gericiliğinin saldırısına uğradı. Amaç, ülkeyi etnik ve dinsel temelde bölmek. Suriye’deki çağdaşlaşma adımlarını yok etmek... Bu durumda Suriyeli vatanseverler ne yapmalı ülkelerini savunmalı, kanlarının son damlalarına dek. Oysa PYD ne yapmakta. Suriye’nin içine düştüğü zor durumdan yararlanarak etnik temelde devletçikler kurmakta “kanton” adı altında. Yani vatanını bölüp parçalamakta. Hem de emperyalizmle ve Ortadoğu’nun gericileriyle işbirliği yaparak...

Şunu unutmamalı ki PKK/PYD de IŞİD de ABD’nin yarattığı Ortadoğu bataklığının piyonlarıdır. Piyondan, vatansever olmaz.

Ey Kılıçdaroğlu; dünyanın neresinde, ne zaman emperyalizmin desteğiyle vatan savunması yapıldığı görülmüş? Dünyanın hangi mazlum milleti, emperyalizme ya da sömürgeci güçlere dayanarak vatanlarını korumuşlar? Söyleyin de bilelim...

PYD militanlarının vatanlarına kasteden ABD. Vatanlarına saldıran ABD ve işbirlikçileri... Sen saldırganlarla bir olup vatanı savunacaksın öyle mi? Buna yalnızca kargalar değil, cümle mahlûkat güler.

CHP Genel Başkanı, hem Türkiye’yi hem de komşu ülkeleri bölmeyi amaçlamış bir terör örgütünü destekler mi? Onu, vatansever ilan eder mi?

Ey Kılıçdaroğlu, açıkça söyle gerçek düşüncelerini! İnsanları kandırma! Bu düşüncelerinden anlaşıldığı gibi CHP’li değilsin. CHP’nin kuruluş ve var olma ilkelerini içine sindiremedin bir türlü. Truva atı olarak CHP’ye de Türkiye’ye de büyük zararlar vermektesin. Bu açıklaman da göstermemektedir ki emperyalizme ve bölücülüğe hizmet etmektesin. Düş, CHP’nin yakasından. Düş de AKP’den kurtaralım güzelim Türkiye’mizi...
                                               Adil Hacıömeroğlu
                                                22 Ekim 2014



ABD-AKP, İKİNCİ İSRAİL’İ KURUYOR


“AKP Tezkeresi” Erbil’den Akdeniz’e uzanacak Kürt koridorunu açmak için çıkarıldı TBMM’den. Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyetinin geleceğini tehlikeye düşürecek bu girişim TBMM’de ciddi bir direnişle karşılaşmadı. Oy versin vermesin iktidarıyla muhalefetiyle neredeyse milletvekillerinin tümüne yakını Lozan’ı ortadan kaldıracak bir tezkereyi desteklediler.

RTE, Doğu Karadeniz illerindeki gezisinde PKK/PYD’ye esti gürledi. Terör örgütleriyle işbirliği yapmalarının olanaklı olmadığını avazı çıktığı kadar bağırdı. Oysa RTE, gırtlağını yırtarken çoktan iş pişirilmişti bile.

ABD Dışişleri Bakanı, PKK/PYD’ye silah yardımında bulunacaklarını açıkladı. 20 Ekim 2014 günü ABD uçakları Ayn El Arap’a yirmi dört ton silah ve sağlık gereci attı havadan. Tabi havadan atılan silahların bir bölümünün IŞİD’in eline geçme olasılığı da var. Böyle olursa ABD, bunun yanlışlıkla olduğunu söyler, geçer. ABD, yanmakta olan Ortadoğu kazanının altına sürekli odun atmakta, ateşi beslemekte. Yangın ne kadar büyürse ABD çıkarlarına o kadar hizmet eder.

ABD’nin Ayn El Arap’a silah göndermesinden sonra Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, PKK/PYD’ye yardım için Barzani peşmergeleri için geçiş izni vereceklerin açıkladı. Barzani güçlerin Ayn El Arap’a gidebileceği tek nokta Türkiye sınırı. Anlaşılacağı üzere peşmergeler, Suruç üzerinden geçecekler Ayn El Arap’a. Yani yabancı bir silahlı güç Türkiye topraklarını kullanarak savaşa gidecek.

Suruç’tan Suriye topraklarına yalnızca peşmergeler mi geçecek acaba? Peşmerge kılıklı PKK militanlarının bu yolu kullanmaları nasıl engellenecek? Türkiye, peşmergelere geçiş koridoru sağlarken savaşın tarafı olmakta. Yani, ABD-PKK/PYD safında yerini almakta.

Şimdi şu sorunun yanıtını almak zorunludur: ABD, 20 Ekim’den önce PKK/PYD güçlerine silah yardımı yaptı mı? Yaptıysa bunu hangi yoldan ulaştırdı Ayn El Arap’a?

21Ekim 2014 tarihli Aydınlık Gazetesinin manşeti ilginçtir: “PYD ve Delta Force Birlikte Savaşıyor”. Delta Force, ABD Özel Birliklerinden Yeşil Bereliler... Peki, ABD Özel Kuvvetleri, ne zamandan beri oradalar? Ayn El Arap’a hangi yolla ulaştılar? Eğer hava indirmesi yapılamamışsa gidecekleri tek yol, Suruç’tur. Eee, Yeşil Bereliler oraya silahsız gitmeyeceğine göre daha öncesinden silah geçişi olmuş demektir. O zaman şunu diyebiliriz ki, RTE’nin Afganistan dönüşü sırasında uçakta yaptığı Obama ile telefon görüşmesinden önce ABD’nin silah sevkiyatı başlamıştı.

RTE, ne zaman PKK’ya yüklense altından kesinlikle bölücü örgütle bir anlaşması çıkmakta.

Dış politika, iç politika aracı olarak kullanıldığından Türk diplomasisi çökmüştür. Buna bağlı olarak da sınır güvenliğimiz yok olmakta. AKP’nin dış politikası tamamen ABD istekleri doğrultusunda biçimlenmekte. Bugün ak dedikleri, yarın birden karaya dönüşmekte.

ABD-AKP işbirliğiyle Erbil’le Suriye’nin kuzeyindeki Kürt kantonları birleştirilmekte. El birliğiyle İkinci İsrail’i kurmaktalar, hem de Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehlikeye atarak.

AKP iktidarı, Türkiye’nin geleceğini düşünmüyor da muhalefet ne yapıyor? Onlar da meleklerin cinsiyetiyle uğraşmaktalar.

Damat Feritler, Türkiye’nin üzerine bir kâbus gibi çökerken Türk Milleti, Samsun’dan doğacak güneşi beklemekte umutla.
                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               21 Ekim 2014

VAHŞETLE BARIŞ, DEMOKRASİ VE KARDEŞLİK OLUR MU?


PKK’lıların ve bölücü örgütün siyasal uzantılarının dillerinden düşürmedikleri üç sözcük var: Barış, demokrasi, kardeşlik... Neredeyse her tümcelerinde bu sözcüklerden biri yer alır. Tüm siyasal propagandalarını da bu sözcükler üzerine oturturlar.

PKK ve yandaşları “barış, kardeşlik, demokrasi” sözcüklerini içtenlikle mi kullanırlar; yoksa içlerindeki şiddet duygusunu örtmek için mi?

Atalarımız, “İş, kişinin aynasıdır.” sözünü boşuna söylememişler. Bu nedenle PKK yandaşlarının sözlerine değil, uygulamalarına bakmak gerekli.

PKK militanları, HDP Genel Başkanının çağrısıyla sokaklara çıktılar. Yaktılar, yıktılar, taşladılar, yağmaladılar, öldürdüler...

Yakıp yıkana “Dur!” diyen bir PKK ya da HDP yöneticisi çıktı mı? Çıkmadı... Demek ki yakıp yıkmayı yöneticiler de istediler.

Dükkânları yağmalayanları engelleyen PKK ya da HDP’den bir yöneticiyi gören oldu mu? Olmadı... Bu demektir ki bölücü örgütün kuracağı düzen yağma ve talan üzerinedir.

Gelelim can alıcı noktaya...

PKK’nın ayaklanması sırasında onlarca yurttaşımız yaşamını yitirdi. Bu yurttaşlarımızın önemli bir bölümünü, PKK’lılar öldürdü. Görüşü ne olursa olsun her insanın yaşama hakkına saygı gösterilmeli. Hele silahsız kişileri hunharca öldürmek bağışlanamaz.

Kurban bayramının dördüncü gününde yurttaşlara et dağıtan dört Hizbullah (Görüşlerinin hiçbirine katılmam.) yandaşının öldürülme biçimleri kabul edilemez. Bu konuda basında çıkan iddialar var. Biri elli yerinden bıçaklanmış, üçüncü kattan atılmış, sonra da arabayla ezilmiş.

Diğerleri hem silahla vurulmuş hem de bıçaklanmış. Yine üçüncü kattan atılan bu kişilerin başları ya taşlarla ya da arabayla ezilmiş.  Öldürmek, bir kişiye işkence yapmak insanlık ayıbı ve suçtur. Hele insanları işkence ederek öldürmek asla kabul edilemez. Üstüne üstlük işkenceyle ölen kişiye işkence yapmak vahşetin doruğa çıktığı noktadır.

Peki, işkenceyle öldürmeler sokaklarda yaşanırken PKK/BDP yöneticileri neredeydiler?

Karşıtını işkence yaparak öldürme duygusuyla dopdolu, vahşeti bir savaşım biçimi olarak benimsemiş kişilerin ağzına “barış, kardeşlik, demokrasi” sözcükleri hiç yakışır mı?

Halkımızın önemli ve güzel gelenekleri var. Can korkusuyla kaçarak kendisine (evine, işyerine, toprağına) sığınmış bir kişiyi, düşmanı dahi olsa, onu korur, teslim etmez.

“Sığındıkları evdeki kadın onlara karışmamış; fakat eşi saldırganlara telefon açıp ‘IŞİD’çiler burada.’ demiş. (Habertürk gazetesi, 16 Ekim 2014)” Bu sözler ölen gençlerden birinin babasına ait.

Ne oldu bu toprağın güzel insanlarına? Evine sığınmış insanların öldürüleceğini bile bile onları hangi duyguyla haber veriyor bölücü örgüte?

Gözünü kırpmadan insanlara işkence yaparak öldüren militanlar hangi nefret tarlalarında yetiştiler? Onları bu duruma getiren siyaset anlayışı, düşünce yapısı nasıl oluştu? Öldürmeyi yaşam biçimi olarak benimseyen bu anlayışla uzlaşmak, demokratik kurallar içinde yaşamak olanaklı mı?

Hizbullah, domuz bağıyla işkence yaparak öldürüyordu karşıtlarını. IŞİD, kafa keserek yok etmekte beğenmediği düşüncede ya da inançta olanları. PKK da akla gelmeyecek işkencelerle hunharca öldürmekte kendinden olmayanları. Ne farkları var bunların birbirlerinden? Vahşette yarışmakta bu tür örgütler, insanlık da değil.

Barış, kardeşlik, demokrasiyi savunmak kim; siz kimsiniz? Bu kadar büyük vahşeti örtecek cilalı söz hiçbir dilde yok! Yıllardır kandırdığınız kişilerin uyanma zamanıdır.
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           17 Ekim 2014

SURİYE, EKONOMİK YÜK


Türkiye’nin Suriye konusuna bulaşması; insani, siyasi sorunların yanı sıra ekonomik külfet de getirmekte. Gerek Suriye ile ticaretin yok olması gerekse sığınmacılara ve sınır güvenliğine yapılan harcamalar Türkiye bütçesini zorlamakta.

Yaklaşık iki milyon olan Suriyeli sığınmacıların beslenme, barınma, giyinme, sağlık ve diğer giderleri Türkiye’nin bütçe olanaklarını zorlamakta. Önümüz kış... Bu giderlere ısınma da eklenecek. Sığınmacılara yapılan bu masraflar, Türk halkının vergilerinden karşılanmakta. Oysa Türkiye’de, sosyal yardımlara gereksinim duyan milyonlarca insan var.

Türkiye’nin Suriye konusunda ikinci masraf kalemi ise askeri harcamalar. Birçok birliğin sınır bölgesine sevk edilmesi önemli bir masraf kapısı. Ayrıca uçakların ve kara araçlarının her gün hareket durumunda olması da askeri giderleri artırmakta.

Sınırda güvenlik önlemi almak için kazılan hendekler, çekilen dikenli teller de parayla olmakta.

Angajman kuralları gereğince ateşlenen her silah para kusmakta.

Kendi ülke güvenliğimizle ilgili hiçbir sorun yokken bunca askeri masrafı yapmak niye?

Suriyeli işsiz sığınmacıların bir bölümüne çalışma izni verilmesi büyük yanlış. Zaten Türkiye’de işsizlik oranı yüksek. Suriyeliler, ucuz işgücü olarak çalışma yaşamında yerlerini alacaklar. Bu da haksız bir rekabet oluşturacak. Tabi bu durum, yurttaşlarımızın aleyhine işleyecek. Böylece Türkiye’de işsizlerin sayısının artması kaçınılmaz.

Türkiye’de çalışma izni alan sığınmacılar, zamanla kendi sosyal düzenlerini oluşturacaklar. Birçoğu burada kendine göre bir düzen kuracak. Daha sonra Suriye düzelse bile bu insanlar memleketlerine gitmez, Türkiye’de kalırlar.

Suriye ile Türkiye arasında ticaret son yıllarda gittikçe artmaktaydı. İlişkilerin gerginleşmesi, önemli bir ticaret kanalının kapanmasına neden oldu. Bunun faturasını da halkımız ödemekte.

AKP hükümetinin düşünmeksizin yaptığı Suriye hesapları baştan sona yanlış. Suriye konusu, siyasal alanda olduğu kadar ekonomik alanda da Türkiye’yi zorlamakta.

Güvenlik konusuna gelince...

Bu günler, iyi günlerimiz... Önümüzde felaket olarak adlandırılacak günler var.

“Zararın yarısından dönmek kârdır.” demiş atalarımız. Akıl, duyguya galip gelip bu siyasal aymazlıktan kurtulmanın zamanı daha gelmedi mi?
                                   Adil Hacıömeroğlu
                                   16 Ekim 2014


CUMHURBAŞKANININ BÖYLESİ


RTE, Cumhurbaşkanı seçildi, seçilmesine ama hala AKP genel başkanlığını bırakmış değil. Yasal olarak partisiz görünse de konuşmalarına, uygulamalarına, tavırlarına bakıldığında AKP üyesi gibi davranmakta.

Anayasaya göre cumhurbaşkanı tarafsız olmalı. Ancak RTE’de tarafsızlığın “t”si yok! Cumhurbaşkanı, anayasaya göre ulusun tümünü temsil eder; ama RTE, ısrarla AKP’lileri temsil ediyor.

Muhalefet partilerine oy veren yurttaşları temsil etmeyen bir cumhurbaşkanı var. Çıkıyor, muhalefet partileri sözcülerine hakaret edip onları eleştiriyor. Eski alışkanlıklarını aynen sürdürmekte. Kavgacı, saldırgan huyu değişmedi, koltuğu değişince. Muhalefete bağırıp çağırıyor. AKP adına muhalefetle savaşını sürdürmekte Erdoğan.

Ey Erdoğan, sen hala kendini AKP genel başkanı sayıyorsan Davutoğlu ne işe yarıyor? Onun görevi ne?

RTE, toplu açılışlar yapmakta. Buralarda AKP’nin propagandasını yapmakta. Kısacası, AKP’ye oy devşirmekte.

Yargıya müdahale etmekte tarafsız(?) cumhurbaşkanı. HSYK’ya el atıyor. Savcı ve yargıçların özgür iradelerine karışıyor.

Yargı ve yürütmeye açıkça müdahale ediyor da yasamaya etmiyor mu? Etmez olur mu? TBMM’nin 14 Ekim’den sonra hangi yasaları çıkarması gerektiğini de söylüyor Hazret!

Eylemsel olarak başkan desek, değil. Çünkü devlet başkanları, anayasanın kendilerine verdikleri yetkilerin ve görev alanlarının dışına çıkmaz. Başkan da olsalar, onları denetleyen bir devlet aygıtı vardır.

RTE, hem anayasal yetkilerini aşıp görev sınırlarının dışına çıkmakta hem de denetlenememekte. Devletin hangi işi varsa oraya müdahale etmekte.

Erdoğan, hem gelenekleri hem de anayasayı zorlamakta. Türkiye, bu durma ne kadar dayanabilir?

Demokrasi, RTE’nin uygulamalarıyla çoktan rafa kalktı. Bu demokrasicilik oyunu ne zaman sona erip gerçek demokrasinin çarkları işler acaba?

Türkiye’nin sorunları olağanüstü derecede artarken siyaset tek kişinin buyruğunda can çekişmekte. Cumhurbaşkanının böylesi hiç görülmedi. RTE kurtuluyor belki, ama ülke batıyor belirsiz bir rotada. Kişisel saplantılar ve hırslar yüzünden koca bir ülke uçuruma sürüklenmekte hızla. Yazık oluyor yurttaşa... Yazık ediliyor Türkiye’ye...
                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               13 Ekim 2014

TÜRKİYE TERÖR ÜSSÜ OLUYOR


RTE, ABD’lilerle anlaşarak “eğit, donat” düşüncesini yaşama geçirmek için gerekli alt yapıları hazırlamak için çalışmalara başladı. Bu kapsamda Türkiye’de bazı illerde kamplar kurulacak. Buraları, Türk ve Amerikalı askeri yetkililer yönetecek. Eğitim, iki ülkenin subaylarınca verilecek.

Türkiye’de kurulacak kamplarda kimler eğitilecek? Esat ve IŞİD karşıtı Suriyeli muhalifler... Eğitilen kişiler, kime karşı savaşacak. Öncelikle IŞİD’e karşı... Anlaşılacağı üzere önce IŞİD’i saf dışı bırakacaklar, sonra Esat’ı.

IŞİD, Esat yönetimine karşı savaşmak için oluşmadı mı? Evet... ABD yetkilileri, defalarca IŞİD’in yok edilmesinin uzun yıllar alacağını söylemedi mi? Söylediler... Bazıları, bu örgütle savaşımın otuz yıl sürebileceğini de belirttiler. Bu durumda kısa vadede ABD ve AKP’nin hedefinde ne var? Esat yönetiminin devrilmesi... İşin aslının böyle olduğunu dünya bilmekte. Ancak kamuoyu yanıltılmakta...

Peki, bu kamplarda El Kaide, El Nusra gibi örgütlerin yandaşları eğitilecek mi? ABD ve AKP yöneticileri “Hayır!” demekteler bu soruya şimdilik. ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) üyelerinin eğitileceği söylenmekte. İşin en gülünç yanı da burası. Suriye’de Esat yönetimine karşı savaşan en zayıf grup ÖSO. Bedavadan aldığı silahı satıp evine dönen adamlardan oluşan bu örgüt mü hem IŞİD’i hem de Esat’ı alt edecek? Güldürmeyin adamı, bu kadar acıların yaşandığı bir yerde?

Yukarıda saydığımız Esat muhaliflerinin dışında başka kimler var? PYD... Yani PKK’nın Suriye kolu... Bu grupla ilgili söylenen bir şey var mı? Şimdilik yok! Yoksa düşünmek gerek bu konuda. ÖSO’nun yanı sıra PYD’de eğitilip donatılacak bu kamplarda. Sonra da Türkiye’nin eğitip donattığı militanlar, Türk askerine kurşun sıkacak.

Yarın IŞİD, El Kaide, El Nusra, ÖSO ve PYD militanlarının elinde MKE damgalı silahlar görülürse şaşırmamalı.

Kamplardaki eğitim nedeniyle teröristlerin Türkiye’ye serbestçe giriş çıkışları ise önlenemez dertler açacak ülkemizin başına. Herhangi bir terörist grupla sonsuza kadar anlaşmak olanaksız. Türkiye’nin eğitip donattığı teröristlerin silahlarını ne zaman, kime karşı kullanacağı ise belirsiz. Bu nedenle Türkiye, ABD eliyle büyük belaların içine sürüklenmekte. “Esat” takıntılı RTE ve Davutoğlu da bu tuzağa balıklama atlamaktalar.

Türkiye, hangi amaçla olursa olsun sınırlarını her türlü yasadışı örgüte kapatmalı. Teröre kırk bin yurttaşını kurban vermiş bir ülke, komşularına terör ihraç etmez. Hele yoksul halktan kesilen vergilerin terörist etkinlikler için harcanması bağışlanamaz bir suç.

AKP hükümeti suç işlemeyi sürdürüyor terör kampları kurarak. Tarih de halk da bu kadar çok suç işleyeni affetmez.
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           15 Ekim 2014

PKK İSYANININ BİLANÇOSU


İçişleri bakanı Efkan Ala, PKK’nın Ayn El Arap’ı bahane ederek çıkardığı isyanın bilançosunu açıkladı.

Otuz bir kişi (12 Ekim 2014 günü, Gaziantep’te üç kişinin daha öldüğü açıklanınca sayı otuz dörde çıktı.) yaşamını yitirdi.

İki polis şehit oldu.

İki yüz yirmi bir yurttaşla yüz otuz dokuz polis yaralandı.

İki yüz on iki okul, altmış yedi emniyet, yirmi beş kaymakamlık ve yirmi dokuz parti binası yakıldı.

Kızılay kan merkezleri, belediye hizmet yapılarının da aralarında bulunduğu yedi yüz seksen bina zarar gördü. Tamamen yakılıp kül olan binalar hiç de az değil.

Yakılan özel araçların, polis ve belediye hizmet araçlarıyla cankurtaranların sayısı ise bin yüz yetmiş yedi.

Kundaklanan banka ve işyerlerinin sayısı yok! Kundaklanan bankalardan çalınan paralar, marketlerden aşırılan malların dökümü de yok!

Kırılan kalplerin, bozulan dostlukların, yok olan değerlerin bilançosu çıkarılmamış.

En önemlisi de yakılan Atatürk heykellerinin ve Türk bayraklarının sayısını vermemiş Sayın Ala. Acaba Atatürk heykelleri ve Türk bayraklarının bina, arabalar kadar değeri yok mu AKP hükümetince?

“Çözüm süreci, açılım, barış...” dendi. Bölücü teröristlerin dağdan inerek düz ovada siyaset yapacakları anlatıldı uzun uzun. İleri demokrasinin nimetlerinden(!) dem vuruldu aylarca.

Türk Ulusu, ileri demokrasinin ne olduğunu yaşayarak öğrendi: vurma, kırma, yıkma, yakma, öldürme...

Bakalım, bundan sonra demokrasinin(!) hangi aşamasına geçeceğiz? Merakla beklemedeyiz.
                                       Adil Hacıömeroğlu

                                      12 Ekim 2014

OLMUYOR KEMAL BEY, HİÇ OLMUYOR


Türkiye yakılıyor, yıkılıyor.  İnsanlar can veriyor azgın terörün ellerinde. Atatürk heykellerine, büstlerine benzin dökülüp yakılıyor.

Atatürk’ün büstü yerlerde sürüklenip başıyla top oynanıyor. Bölücü örgüt yandaşı aymaz, Atatürk’ün yerdeki başına ayağıyla basarak poz vermekte. Türk bayrakları yakılıp yırtılmakta herkesin gözleri önünde... Atatürk’ün kurduğu partinin yöneticileri sus pus...

PKK, genel bir ayaklanmanın provasını yapmakta. Lozan’da, Türkiye’nin haklarını söke söke alan İsmet Paşa’nın partisinden ses yok!

Irk, din, dil, cinsiyet ayrımı yapmadan tarihin emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını veren Türkiye, bölücü örgüt tarafından yok edilmeye çalışılmakta. Kurtuluş Savaşının öncüsü, Müdafaa-i Hukukçuların Sivas Kongresinde temelini attıkları parti sessiz.

İrtica ile bölücülüğün aymazlığı, emperyalizme hizmette sınır tanımamaları yüzünden İslam ülkeleri arasında ilk aydınlanma devrimini, çağdaşlaşma uygulamasını yapan Türkiye parçalanmak üzere... Devrimin öncüsü CHP’nin yöneticileri kış uykusunda...

Sınırlarımız yanmakta... Bölücü ve irticacı örgütler dış güvenliğimizi tehdit etmekteler densizce... Misak-ı Milli’nin koruyucusu parti, mescit açmakla uğraşmakta parti genel merkezine...

Tam da CHP yöneticileri için kayıp duyurusu yapılacakken Kılıçdaroğlu ortaya çıktı. Müthiş çözümünü(!) açıkladı. Açıkladı, açıklamasına da şehitlerin, Atatürk ve arkadaşlarının kemikleri sızladı.

Ayn El Arap için özel tezkere çıkarılmasını istedi Kemal Bey. Türkiye’nin yalnız Ayn El Arap’a müdahale etmesini ve oradaki IŞİD kuşatmasını yok etmek için bir tezkere...

Ayn El Arap, kimin yönetiminde? PYD’nin... PYD kim? PKK’nın Suriye’deki uzantısı...

Peki, günlerdir Türkiye’yi yakıp yıkan PKK ne istemekte? Türkiye’nin Ayn El Arap’taki IŞİD kuşatmasına karşı PYD’ye yardım etmesini... Yani yıllardır Türk askerine kurşun sıkan bölücü örgüte, TSK yardım edecek öyle mi? Yardım edince ne olacak? PKK/PYD’nin kendi devletlerini kurmak için oluşturdukları kantonlar ayakta kalacak. Anlaşılacağı üzere Kürt devletinin kuruluşu TSK eliyle yapılacak öyle mi? Kurnazlığın böylesine gülünür.

Evet, Kılıçdaroğlu ne istiyor bu öneriyle? PYD’nin güvenliğinin sağlanmasını... Bir CHP Genel Başkanı bölücü örgütün isteklerini dile getirir mi? CHP’nin kurduğu bir devletin yıkılması için altına dinamit yerleştirilmesine ön ayak olur mu? Devletin kurucusu bir partinin yöneticisi, devletin kuruluş ilkeleriyle ters düşer mi?

Olmuyor Kemal Bey, olmuyor. Hem de hiç olmuyor. Söylediklerine ve yaptıklarına bakılınca CHP’li değilsin. CHP’nin tarihini içine sindiremediğin apaçık. CHP; emperyalist politikalara hizmet etmek için kurulmadı, tersine emperyalizme karşı ulusun haklarını savunmak için halkın bağrından doğdu. Düşün CHP’nin yakasından, gidin görüşlerinize uygun bir partiye...

Ey CHP’li arkadaş! Sana oynanan oyunun farkında değil misin? Doksan beş yıllık kurucu ve devrimci partin bölücülüğün aleti yapılmak istenmekte. Devrimler, YCHP’nin yardımıyla bazen de göz yummasıyla yok edilmekte. Ne zamana kadar katlanacaksın bu duruma? Silinmek istenen, senin tarihindir. Yıkılmak istenen, senin Cumhuriyet’in, senin devletindir. Yumruğunu masaya vurma zamanı gelmedi mi daha?
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           11 Ekim 2014

FUTBOLDA ÇÖKÜŞ


Türkiye’de en çok konuşlan iki şey var: siyaset ve futbol... Neredeyse herkes; yetişkin olsun, çocuk olsun siyasetin ve futbolun uzmanı sayılır.

Halkın büyük çoğunluğu siyasette de futbolda da tuttuğu parti ya da takıma körü körüne bağlanır. İyisiyle kötüsüyle sever partisini de futbol takımını da...

Bir kişinin gönül verdiği bir futbol kulübüne normal düzeyde bir eleştiri yöneltmek için kavgayı göze almalısınız. Çünkü çoğu kişide futbol takımı, neredeyse kişisel kutsallar arasına girmiştir.

İnsanlar hafta sonu dinlencesini bitirip pazartesi işe başladıklarında sabahın mahmurluğunda futbol konuşur. İşyerinde şakalar, takılmalar futbol üzerinden yapılır. Takım formaları yengiler alındığında gururla giyilir.

Genellikle taraftarlar yenilgiyi kabullenemezler. Her yenilen golün onurlarına bir darbe vurduğunu düşünürler.

Türkiye’de spor denince uslara yalnızca futbol gelir. Futbolda ufak da olsa bir uluslararası başarı kazanıldığında insanlar büyük küçük, yaşlı genç, kadın erkek sokağa dökülür. Sabahın ilk ışıklarına değin korna sesinden uykular kaçar. Diğer spor dallarında kazanılan başarılarının farkına bile varılmaz.

Toplumun büyük çoğunluğu düzenli spor yapmaz. Türkiye’deki lisanlı sporcu sayısı gelişmiş ülkelerin çok gerisinde. Spor yapmayız, ama futbol için canımızı veririz. Futbolu, çoğu kez savaş gibi algılar spor yapmayan kitleler. Onun bir spor dalı olduğunu unutarak...

Anlı şanlı futbol kulüpleri altyapılara önem verip dünya yıldızları yetiştirememekte ne yazık ki. Eğitim her işte olduğu gibi ikinci plana itilir. Hazırcılık egemendir. Süper Lig’de savaşım veren takımların oyuncularının yarısı yabancı. Anlayacağınız yabancılar oynuyor, yerliler izliyor. Genç nüfusuyla övünen bir ülkenin gençleri eğitilip yeşil alanlarda boy gösterememekte. Her yıl milyonlarca lira, yabancı futbolcu alımı nedeniyle uçup gitmekte. Yoksul halkın üç kuruşu heba edilmekte...

AKP iktidar oldu. Cami, kışla, mahkeme ve okula siyaseti soktu. Camiye siyaset girince din bezirgânları türedi.

Kışlaya siyaset sokulunca asker özgüvenini yitirdi, meydan bölücü örgüte kaldı. Mahkeme siyasetçinin çıkarları için kullanılınca adalet zorbaların elinde oyuncak oldu. Hırsız, arsız, yalancı, iftiracı, suçlu adalet dağıtır duruma geldi. Böyle olunca da suçsuzlar, tutukevlerini doldurdu.

Okullar siyasetin emrine girince eğitimde Ortaçağ düşüncesi egemen oldu. Bilim, sanat ve kültür ayaklar altına alındı.

Eee! Cami, kışla, mahkeme ve okula siyaset girer de futbol unutulur mu? AKP, futbolu da kendi günlük, güdük siyasetine alet etmeye başladı. Yandaşlarca yönetilen bir futbol ortaya çıktı. RTE’nin her alanı yönetme hastalığı futbola da bulaştı.

Sonuç nu? Dünya üçüncüsü olan bir ulusal takım, dış sahada İzlanda gibi küçücük bir ülkeden üç gol yiyor. Nüfusu Türkiye’nin yedide biri bile olamayan Çek Cumhuriyetine kendi sahasında boyun eğiyor.

Şimdi kalkıp oyuncuların ruhsuzluğundan, hakemin yanlılığından söz etmeyin. Yenilgiye mazeret üretmesin kimse.

Türkiye’nin siyaseti yerle bir.  Ekonomisi çökmekte... Bilimin esamisi okunmamakta... Sanat ve kültürden söz eden yok! Eğitim, Ortaçağ’ın kara zindanında can çekişmekte... Toplumsal doku çatır çatır çatırdamakta... Güvenlik eşkıyaya emanet... Halk yoksullaşmakta... Artık hırsızlık ahlaksızlık sayılmamakta... Siyasetçinin tek amacı, türbanı devletin ve halkın başına geçirmek... 

Her şey bozulunca, AKP eliyle laçkalaştırılınca futbol bunun dışında kalır mı? Kalmaz, kalamaz. Toplumsal alanların tümündeki çöküş futbolu da içine alıyor. O da çöküyor... Büyük hayaller pompalanmakta halka. Büyük beklentiler yaratılıyor futbolda. Sonunda büyük hayal kırıklıkları...
           
         Türkiye’de en çok konuşulan iki şey: Siyaset ve futbol... Herkesin çok iyi bildiğini sandığı, ne yazık ki kimsenin anlamadığı iki konu... İkisi de çöküşte. İkisi de hayal kırıklıklarıyla dopdolu...
                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       11 Ekim 2014