DAM
ELEŞTİREL BAKIŞ MI, KÖRÜ KÖRÜNE BAĞLILIK MI?
PEKMEZ KAZANI
AĞLAMAKTAN YALVARMAYA
ERDOĞAN’IN SURİYE İTİRAFI
FASULYE TURŞUSU
MISIRLARIN AYIKLANMASI
“TIR”LATMAYIN ADAMI!
ESAT İŞKENCE YAPIYORMUŞ
CHP’Yİ NEDEN ELEŞTİRİYORUZ?
KÖMÜRCÜ, MAKARNACI KOYUNLAR
ÇALİMAT
MÜSLÜMAN RUM DEĞİRMENCİ
KİLİTLENMEYEN DÜKKÂNLAR
2008’in Ağustos’uydu. Bolu’nun Göynük İlçesine bir
yakınımı ziyarete gitmiştik. Göynük, küçük bir ilçe. Tarihsel ve doğal
varsıllığı önemli. Yemekleri lezzetli… İnsanları sıcak ve yardımsever… Dağların
arasında, doğa ananın kucağına uzanmış mavi göğe yoldaşlık eden bir yer.
Göynük’te en ilginç bulduğum şey, bazı dükkânların
gece bile kapanmaması. Kapı açık, mallar ortada. Çok ivedi gereksinimi olan
olursa istediğini alır, ertesi gün ödemeyi yapar dükkân sahibine. Bunu görünce
yıllar öncesine gittim. Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği Of’a…
Of, büyüklüğüne göre ticari hacmi yüksek bir yerdi o
zamanlar. Sıra sıra dükkânlardan her gereksinim sağlanırdı. Dükkân sahibi
yemeğe, namaza, tuvalete gittiğinde kapıları kilitlemezdi. Kapı önüne konan bir
sandalye işyerinin sahibinin olmadığı anlamına gelirdi. Manifatura ve tuhafiye
mağazalarının kapısına bel yüksekliğinde yatay olarak metre konurdu. Bu durumu
görenler, işlerini görmek için kapının önünde işyeri sahibinin gelmesini
beklerlerdi.
Kapatılmayan dükkânlarda, bir hırsızlık olayının
olduğunu hiç duymadım. Dükkân ve içindekiler, toplumun vicdanına emanetti.
Toplumun vicdanı, hırsızlığa karşı en büyük engeldi. Çünkü o zamanlarda
hırsızlık yapan kişiye insan değeri verilmezdi. Hırsızlar, dışlanırlardı
toplumdan. Bu da bir kişinin karşılaşabileceği en büyük ceza idi.
Toplumun sanki gizli bir yasası vardı. Herkes bu
yasaya uymaktaydı. Kapıları kilitlenmeyen dükkânları koruyan toplumsal
aktöreydi.
Yıllar sonra İstanbul’da semt değiştirdim. Anadolu
yakasına yerleştim. Bostancı, Suadiye ve Erenköy’deki sokak çiçekçilerinin
geceleyin tezgâhlarını toplamadıklarını görmekteyim. Hiçbir tezgâha el bile
sürülmemekte her gece. Toplum vicdanına emanet çiçekler, her sabah daha güzel
görünmekte gözüme.
Yaşamımın iki farklı döneminde üç ayrı yerde var olan
bir toplumsal aktöre düzeninden söz ettim. Bu güzel geleneklerimize ne oldu
acaba? Tıka basa malla dolu dükkânlara yan gözle bakmayan insanlar nereye
gitti? Ya toplumun vicdanına mağazasını emanet eden esnaf nerede?
“Aktöre” diye diye aktöre mahvoldu. “Gelenek” diyerek
insan haklarına aykırı feodal anlayışlar baş tacı edildi. Toplumun yüreğinde,
vicdanında olması gereken duygular, inançlar kişilerin çıkarları için dillerde
pelesenk oldu. Paraya tapınma, kişisel amaç edinildi. Özellikle 12 Eylülcüler
ve ardılları, topluma “Ne yaparsan yap, parayı cebine indir!” anlayışını kabul
ettirmek için özel çaba harcadılar. Bir ayağı ABD’de, diğer ayağı Ortaçağ’da olan
siyasal iktidarlar, toplumsal güzellikleri hoyratça yok ettiler.
Değerleri ve güzellikleri yok edilen toplumlar öksüz
kalır. Biz de öyle olduk. Kocaman kentlerde birbirimize yabancı olarak bir yaşamın
cenderesinde çırpınmaktayız.
16 Ocak 2014