1 KASIM’DA CUMHURİYET Mİ OYLANACAK?


YCHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bir televizyon kanalındaki söyleşisinde “1Kasım’da Cumhuriyet’in sandıkta oylanacağını” söyledi. Bu söylem ilk değil. YCHP ve MHP yöneticileri daha öce de benzer söylemlerde bulundular. Özellikle YCHP yöneticileri bu söylemle AKP ile iki partiye dayalı sistemin oluşmasına, seçmenin kamplaşmasını sağlamaya çalıştılar. Zaten AKP de 2002’den beri iki partiye dayalı sistemin oluşması için olağanüstü çaba harcadılar. AKP, bu kamplaşmadan karlı çıktı. Merkez sağ seçmeni kendi yanına çekti.
Türk siyasetinde ikili sistem AKP’nin güç kaynağı oldu. Kutuplaşma, siyasal tutuculuğu getirdi. Tutuculuğun olduğu yerde mantıklı düşünmekten, akılcı çözümlemeler yapmaktan söz edilemez. Bu durumda partilere körü körüne inanç gelişir.
AKP’nin siyasette olmasını istediği iki partiye dayalı sisteme son yıllarda YCHP de katkı sunmakta. Çünkü böyle bir sistemde YCHP yöneticileri iktidar olmasalar dahi kadrolu ana muhalefet görevlerini sürdürebilir. İktidar mı? Kimin olacağı çok da önemli değil, bu yöneticilerce. Önemli olan kendilerinin durumlarını korumaları...
2011 seçimlerinde “köprüden önce son çıkış” sözünden esinlenerek sloganlar üretildi. 2011 seçimlerinden sonra her şeyin biteceğini Türkiye’nin katı bir şeriat rejimi ile yönetileceği söylendi. “Aman oylar bölünmesin!” denerek YCHP’nin oy yitirmesinin önüne geçildi. Ama bunda asıl amaç, CHP’deki Kemalistlerin tasfiyesiydi. RTE düşmanlığıyla partide derin bir tasfiye operasyonu yapıldı. Parti, köklerinden koparıldı ve liberal bir çizgiye çekildi. Seçmen ikili sisteme zorlanırken ve hedef şaşırtılırken parti de CHP tabanının elinden uçup gitmişti. Sonuç mu? AKP 2011 seçimlerinde en büyük başarısını gösterdi. Demek ki oluşturulan sistem AKP’ye yaradı.
Yıl, 2014... Yerel seçimler öncesi... Yine “köprüden önce son çıkış” sözleri... Sanal dünyada büyük bir kuşatma başlatıldı. Seçmen terörize edildi. YCHP’ye oy vermemek neredeyse vatan hainliğiyle itham edilmeye başlandı. Bu seçimlerde ilginç olan bir şey daha ortaya çıktı. Tıpkı “aktroller” gibi YCHP’nin “liberal trolleri” ortaya çıktı. Farklı düşünenlere, YCHP yönetimini azcık olsa eleştirenlere saldırlar başlattı bu uzaktan kumandalı hazır kıtalar. En büyük silahları hakaret ve küfür... Hakaret ve küfürle YCHP’ye oy toplamaya çalıştılar kendilerince. 1 Kasım seçimi öncesinde de aynı yöntem dozu artırılarak sürdürülmekte. Yerel seçimler, YCHP’nin hezimetiyle Haziran direnişiyle sarsılmış AKP’nin utkusuyla sonuçlandı. İki partiye dayalı sistem yine AKP’ye yaradı, yıkılmakta olan AKP iktidarına can simidi oldu.
2014 Yılı yazı... Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Yine “köprüden önce son çıkış” sözleri ortalığı kapladı. Mısır’dan ithal İhsanoğlu ile Cumhuriyet’in oylanmasına(!) gidildi. En küçük eleştiriler bile dinlenmedi. Cumhuriyetçi bir adayın çıkmasına olanak tanınmadı. Baştan yenilgi kabul edilmişti oysa. RTE’yi, cumhurbaşkanı yaptılar elbirliğiyle. Yine AKP kazandı.
Yıl, 2015... 7 Haziran seçimleri öncesi yine aynı propaganda... “Köprüden önce son çıkış” sözleri uçuşmakta havalarda. AKP iktidarını yıkmak istemekteler güya... “Yine “Oyları bölmeyelim.” teraneleri... İşaret parmakları insanların gözlerine sokulmakta, “Sandıktan Cumhuriyet mi çıkacak, yoksa şeriat mı?” denerek. Sanal medya küfürbazları yine işbaşında. Onların kitabında tartışmak, konuşmak, ikna etmek yok! Hakaret edersin, bir iki küfür patlatırsın oyları kazanırsın havasındalar... 
Sonuç mu? Cumhuriyet kazanacak derken Cumhuriyet’e kurşun sıkan bir bölücü örgütün uzantısı olan parti Atatürk’ün kurduğu TBMM’de. Hem de oy patlaması yaparak... Oylar bölünmedi, ama Türkiye bölünmenin eşiğine geldi.
Kılıçdaroğlu ve arkadaşları, “Cumhuriyet oylanıyor” diyerek Cumhuriyet’e seçim kaybettiriyorlar. Çok sıkıştıklarında da “Biz yenilmedik, Cumhuriyet yenildi.” demek içindir bu çabaları.
Şimdi önümüzde 1 Kasım seçimleri var. Kılıçdaroğlu, kalkmış Cumhuriyet’in oylanacağını söylemekte. Cumhuriyet’in temel direkleri olan anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilebileceğini söylüyor heyecanla PKK’ya yakın televizyonun ekranlarında. Tepkiler çığ gibi artınca da kesinlikle ilk dört maddeye dokumayacaklarını söylemekte bir gün önce ağzından çıkanları unuturcasına.
Televizyonlarda, mitinglerde açılımın TBMM’de görüşülmesi gerektiğini savunmakta. Yani bölünmeyi TBMM’de yasallaştırmanın peşinde. AKP’nin halk tepkisi karşısında terk ettiği açılımcılığı üstleniyor. PYD/PKK’nın silah bırakamayacağını söylemekte... Partisinin çiçeği burnun Derviş patentli yöneticisi ise genel başkanından geri kalmıyor. O da oyuna giriyor tüm gücüyle... PKK ile görüşebileceklerini açıklıyor. Tepkiler gelince de... “Yanlış anlaşıldık.” sözü tedavüle çıkıyor. Ekonomist bildiğimiz yöneticinin PKK severliği ilginç...
Ey Kılıçdaroğlu! Bir şeyi iyi bilmelisin. Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmadı ki sandıkla yıkılsın. Cumhuriyet, Türk Milletinin kanı canı pahasınadır. Bölücülükle kol kola girerek Cemaat’e gülücükler saçarak Cumhuriyet korunmaz. Hele seçimlerden sonra koşar adım AKP ile koalisyona giderek Cumhuriyet hiç korunmaz.
Cumhuriyet’i hainler yıkmak isterken gaflet içinde olanlar da bu hainlerin işlerini kolaylaştırır. Onların gidecekleri yollardaki engelleri kaldırır. Cumhuriyet’i öncelikle gaflet içinde olanlardan arındırmalı.
Ey Kılıçdaroğlu! Unutmayın ki Cumhuriyet’i savunacak olan Atatürkçülerdir. Türk Devrimi’ni ödünsüz savunanlarla Cumhuriyet yaşam bulur. Yoksa liberallerle kol kola girerek, tarikat erbabını okşayarak, bölücülüğü destekleyerek Cumhuriyet savulamaz.
Sayın Kılıçdaroğllu, size önerimdir: Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni döne döne okuyun! Belki kendinize bir pay çıkarırsınız oradan.
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           30 Ekim 2015



ÇÖLAŞAN NEREYE KOŞUYOR?

                                  
Emin Çölaşan, Sözcü gazetesindeki köşesinde 29 Ekim 2015 günü “Şimdi Cemaati Savunma Zamanı” başlıklı bir yazı yazmış. Yazıyı okuyunca şaşırdım, diyemem. Çünkü yılların köşe yazıcısının bugüne kadar olaylara çözümlemeci bir yaklaşımını görmedik. Çözümleme yerine bol dedikodulu, daha çok da kişilerle uğraşan bir gazetecidir kendisi. Bugüne kadar gerçekleşen bir öngörüsünü ben görmedim, görenler varsa söylesin.
Çölaşan ve benzer köşe yazıcıları, rakip olarak gördükleri siyasetçilerle dalga geçmeyi, onlara inceden hakaretler etmeyi düşünce savaşımı sanırlar. Ne yazık ki okuyucuları da bu kısır döngüde sıradan yazılarla tatmin olurlar. Bu tür gazetecilerin görevi seslendikleri kitlelerin gazlarını almak, basit formüller öne sürerek kitleleri yanlış, gerçek dışı yollara sürüklemektir. Bunun nedeni de kendilerinin sağlam bir ideolojik birikime sahip olmamalarıdır.
Çölaşan ve benzer merkez medya kökenli yazarlar, Cumhuriyet’i savunurken(!) emperyalizm olgusundan söz etmezler. Olayları Çok yönlü olarak görmezler. Büyük resimle değil, küçük ayrıntılarla oyalanır, oyalarlar insanları. Sistemle değil de kişilerle uğraşmak asıl amaçlarıdır. Kişiler değişse de var olan bozuk sistemin benzer kişileri sürekli olarak ortaya çıkardığını göremezler. Böylece de sistem hep sürer. Bu köşe yazıcıları da işlerini korurlar.
Çölaşan’dan on beş gündür AİHM’in “Ermeni Soykırımı” kararıyla ilgili bir yazı yazmasını zayıf da olsa umut ettim. İstedim ki yıllardır gazete köşelerini işgal eden bir yazıcı, Türkiye’yi yıllardır uğraştıran, sıkıntıya sokan bir konunun zaferle sonuçlanmasından gururlanarak kalem oynatsın. Ne gezer... Doğu Perinçek’i överse belki birkaç oy Vatan Partisi’ne kayar, o zaman Çölaşan çok üzülür. Olur mu böyle şey?
AİHM utkusunu yazmayan Çölaşan, Cemaat sıkışınca ona yardım elini cömertçe uzatmakta. Cemaat yayın organlarının muhalif basın olduğunu söylemekte Emin Bey. Uydurma kumpaslarla akıl almaz iftiralarla yurtseverleri hapislere dolduran bu Cemaat değil miydi? İnsanlara iftiralar atarak onların yaşamlarını karartan, bazı kişilerin ölümlerine neden olan bu Cemaat yayın organlarının olduğunun farkında değil mi Çölaşan? Bu sözde basın organları ne zaman gazetecilik yaptılar ki? Cumhuriyet’e saldırarak onun kurumlarının çökertilmesini biricik amaç sayan bu sözde medya organlarıydı.
Çölaşan’ın “muhalif basın” dediği yayın organlarının hasta yatağındaki İlhan Selçuk’u, Türkan Saylan’ı acımasızca linç ettiklerini ne tez unuttu Sayın köşe yazıcısı?
Türk ordusunun en seçkin yurtsever subaylarını ipe sapa gelmez iftiralarla karalayanlar kimlerdi ey Çölaşan?
TSK’nın mahremi olan kozmik odaya girip buradaki bilgileri kopyalayanları anımsar mı Çölaşan?
Ya hapiste ölenler... Ya ölüm döşeğinde linç edilenler... ÇYDD’den burs alan kızların iffetlerine dokunan, namuslarını lekelemeye çalışan iftiraların sahipleri kimlerdi?
Gencecik subayları “fuhuş, casusluk...” gibi asılsız iftiralarla suçlayıp tutukevlerinde çürütenlere ne oldu?
Cumhuriyet’in tüm kurumlarına temelsiz yalanlarla saldıranlar,  Atatürk’ün en büyük eserini yıkmak için seferber olanlar kimlerdi Sayın Çölaşan?
Çölaşan gündemi de izlemiyor. “FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü)” sözü, RTE/AKP’nin ortaya attığı bir tanım değil. Yıllardır Aydınlık gazetesi/dergisi bu tanımı kullanmakta. Gazeteci Dink’in öldürülmesi konusundaki Aydınlık yayınlarını okusaydı Çölaşan, bu sözü de anımsardı.
TSK’ya, yurtsever aydınlara, Cumhuriyet kurumlarına asimetrik bir savaş uygulayan gruplara terör örgütü denir Emin Bey. Cumhuriyet’e karşı psikolojik savaş yürüten gruplar da terör örgütüdür Sayın Çölaşan.
Çölaşan’ın Cemaat sevgisi, koruyuculuğu tam gaz sürerken birden yazının devamında HDP/PKK severliği ortaya çıkmakta. “AKP’nin en çok korktuğu parti HDP” imiş Çölaşan’a göre. İşte, resmin tamamını göremezsen Cumhuriyet’in en büyük düşmanını kurtarıcı görürsün. AKP de PKK/HDP de ABD’nin Cumhuriyet’i, yıkmak, Türkiye’yi parçalamak için kullandığı piyonlardır. AKP ve PKK, birbirlerinin karşıtı değil; müttefikidirler. İkisinin de ortak düşmanı Atatürk Cumhuriyetidir.
Çölaşan HDP/PKK’ya oy devşirme peşinde. Bir yandan da Cemaat savunuculuğunda.  ABD emperyalizminin Türkiye’nin başına bela ettiği Atatürk düşmanı, Cumhuriyet karşıtı odaklardan umar beklemekte. Bugüne kadar olduğu gibi bu tespitlerinde de yanılacak Çölaşan. Cumhuriyet duvarına taş koyayım derken Cumhuriyet yıkıcılarına güç kazandırıyor da farkında değil.
Çölaşan’ın asıl korkusu, yazısında belirttiği gibi Cemaat medyasından sonra sıranın Sözcü ve Doğan grubuna geleceği... Yani biraz da işsiz kalma korkusu bu. Asıl muhalif basın kuruluşlarını muhalefetten saymıyor Emin Bey. Neden mi? O diğerlerinde para pul yok. Yani Çölaşan’ın çalışabileceği yayın organları değiller de ondan.
Ha, unutmadan söyleyeyim.
Ecevit’in başında olduğu elli yedinci hükümetin kundaklanmasında emeği az değildir Çölaşan’ın. Ecevit’le ilgili akıl almaz çirkin yazılardaki imza Çölaşan’ındır. O zamanki patronu Aydın Doğan’la birlikte kazdılar Ecevit hükümetinin kuyusunu. Yani anlayacağınız üzere AKP’nin iktidar yolunu açan uluslar arası projede emeği inkâr edilemez.
Çölaşan nereye mi koşuyor? Cemaat’e... HDP/PKK’ya... Dolayısıyla AKP’ye...
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           30 Ekim 2015



CUMHURİYET’E VE ULUS DEVLETE SON KAZMA KILIÇDAROĞLU’NDAN


YCHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, PKK’ya yakınlığıyla bilinen IMC televizyonunda bir programa konuk oldu. Programda PKK/HDP çizgisini meşrulaştırmak isteyen sorular ağırlıktaydı. Bir başka deyişle Kemal Bey’i bölücü örgütün propagandasına yakın tutma gayreti açıkça görülmekteydi.
Anayasa değişikliğiyle ilgili bir soru üzerine konuşulurken soru soran bir kadın gazeteci, “Anayasanın ilk üç maddesini de değiştirir misiniz? diye sordu. Kemal Bey: “Tabi, söyledik bütün bunların tamamını. Buyurun, gelin, yapalım bütün bunların hepsini...” diye yanıtladı soruyu.
Anayasanın “değiştirilmesi dahi teklif edilemez” ikinci ve üçüncü maddelerinde ne var?
“Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik, sosyal bir hukuk Devletidir.” Bu maddede Cumhuriyet’in nitelikleri tanımlanmaktadır. Bu nedenledir ki Cumhuriyet’e karşı olan irticacı din bezirgânları, bölücüler, emperyalizme uşaklığı görev edinmiş liberaller, vatansız solcular gibi tescilli Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarını Anayasamızın bu maddesi rahatsız eder. Bunu biliyoruz... Ancak Kılıçdaroğlu’nu rahatsız eden yanı nedir?
Kılıçdaroğlu, devletin biçiminin belirlendiği ikinci maddedeki hangi sözcükten rahatsız olmaktadır? Yukarıda belirttiğimiz tescilli Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının Anayasanın 2. Maddesinde bir türlü kabul edemedikleri “Atatürk milliyetçiliği sözüdür. Kılıçdaroğlu da bu kervana katıldığına göre onun da rahatsızlığı sanırım aynı doğrultudadır.
Gelelim Anayasanın 3. Maddesine...
“Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili, Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı “İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır.” Bu maddenin değiştirildiğinde Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet ortada kalmaz. Bölücülerin ısrarla ortadan kaldırılmasını istedikleri anayasa maddesi, bu. Bu anayasa maddesinin ortadan kaldırılması demek, Türkiye’nin bölünmesi demektir. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in yok edilmesi demektir.
Kılıçdaroğlu’nun Anayasanın ikinci ve üçüncü maddelerinin değişikliğine bilerek ya da bilmeyerek onay vermesi oturduğu koltuğa ihanettir. Cumhuriyet’i kuran partinin genel başkanlık koltuğunda oturan birinin böylesine bir eylem içinde olması düşünülemez.
Yarın çıkar Kemal Bey, “Dil sürçmesi oldu.” “Söylediklerim çarpıtıldı.” “Şaşırdım.” “Soruyu anlamadım, yorgun olduğum için.”gibi sözlerle konuyu örtmeye çalışır. “Boğaz dokuz, kırk boğumdur.” demiş atalarımız, bunu unutma Kemal Bey! Siyaset sorumluluk işidir. Sözü söylerken iyi düşünmeli. Söz ağızdan çıktığında bir daha geri gelmez ok gibidir. Konuk olunan yerdeki ortama uyup sözler söylemek tutarlı siyasetçinin işi olmasa gerek. Şunu da eklemeliyim ki kimi zaman kişi, uygun ortam bulduğunda bilinçaltında sakladıklarını açık edebilir.
Ey CHP’li yurtsever arkadaşlarım, Kılıçdaroğlu ve ekibinin Cumhuriyet’i koruma gibi bir amacının olmadığını hala anlamadınız mı? Asıl amaçlarının AKP ile koalisyon kurarak açılımı sürdürmek ve Anayasayı değiştirmek olduğunu artık anlamanın zamanıdır.
Ey CHP’li arkadaşım, yoldaşım... İrtica ve bölücülük, yıllardır Cumhuriyet’i yıkmak, Atatürk’ü topraklarımızdan silmek için uğraşmakta. Bu konuda en büyük destekçileri ise dün İzmir’den denize dökülen sömürgeciler ve onların piyonları. Başka kimler mi var? Her dönemin ihanetçisi liberaller ile dönek solcular...
Ey Cumhuriyet ateşiyle yanıp tutuşan CHP’li yoldaşım! Bugün YCHP yönetimine bir bakıver. Dincisi, bölücüsü, liberali, AB solcuları var da bir şey yok. Kendisini Kemalist ya da Atatürkçü olarak tanımlayan kimse yok! Bu ilginç değil mi?  Haziran da koşa koşa AKP ile istikşafi görüşmelere gidenler, yarın 1 Kasım sonrası da yine AKP ile koalisyon kurmak için çırpınacaklar. Kılıçdaroğlu AKP ve HDP ile Cumhuriyet’e son kazmayı vuracak. Bu kazma ulus devleti de oradan kaldıracak. İleriyi görecek akılcı çözümlemeler varken o zaman bu inat niye?
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                              27 Ekim 2015

ANKARA’YA BOMBA 3

                                               
Türkiye’nin kalbine saldırılmasında AKP hükümetinin rolü nedir?
AKP hükümetinin ihmalleri saymakla bitmez. Yanlış iç ve dış politikalarla teröristlere uygun bir alan yarattı. Ergenekon, Balyoz... gibi kumpaslarla güvenlik ve istihbarat güçlerini çok fazla zayıflatarak bu tür olaylardaki caydırıcı, önleyici gücü zaafa uğrattı. AKP ne Türkiye’nin ne de Ortadoğu’nun gerçeklerini öğrenemedi. Kasaba esnafı kurnazlığıyla uluslararası alanda gülünç, acıklı siyasetlere imza attı, bu yanlışlarını da sürdürmekte ısrarlı.
AKP yöneticilerinin yanlış politikaları gördüklerinde geri adım atma, özür dileme, özeleştiri yapma gibi bir alışkanlıkları yok! Oysa böyle davranmak insanlık erdemi... Yanlışta ısrar etmek, kara cehaletin göstergesi. Bu nedenle bu kara cehalet, Türkiye’ye çok pahalıya mal olmakta.
AKP ve RTE bu tür saldırıları planlayabilirler mi? Çok zor... Bu iş çok yönlü bir iş... AKP’de böyle yetenekler yok! Saldırı planı Atlantik’ten... AKP yalnızca seyirci, her şeyde olduğu gibi... AKP Ortadoğu’da oyun kurucu değil, kurulan oyunda yardımcı rollerde oynayan bir siyasal oluşum.
Ankara saldırısı yaklaşan seçimler de göz önüne alındığında AKP’ye oy yitirtir. Yurttaşlarının güvenliğini sağlayamayan bir iktidar, bunun bedelini sandıkta ama az, ama çok öder.
Türkiye, yanlış Ortadoğu politikaları yüzünden Pakistanlaşmakta, bir terör üssü olmakta. Türlü adlar altında birçok İslamcı terör örgütlerine “bizim çocuklar” anlayışıyla bakmakta AKP. Onları, mezhepçi bir anlayışla kontrol edeceğini düşünmekte. Oysa o örgütlerin kontrolü tamamen büyük istihbarat örgütlerinde, tıpkı PKK gibi. ABD ve İsrail başta olmak üzere bazı batılı ülkeler Ortadoğu’yu kana bulayan terör örgütleri, askeri, siyasi, ekonomik, lojistik alanlarda desteklemekteler. Onların hedeflerini belirlemekteler. Onlara yön göstermekteler.
Suruç ve Ankara saldırılarının bombacılarının IŞİD militanı oldukları belirlendi. Bu durum, saldırılardaki Atlantik etkisini, rolünü değiştirmez. IŞİD, bu işlerde piyondur. Türkiye’nin savaşı ABD ile sürmektedir. ABD, yeri geldiğinde İslamcı terör örgütlerini, yeri geldiğinde ise bölücü PKK/PYD’yi kullanmakta Türkiye’ye karşı.
Dünyada emperyalizm gerçeğini bilmeden Ortadoğu’daki çatışmalar, Türkiye’deki olaylar doğru açıklanamaz, kavranamaz. Tetiği çekenden çok, tetiği çektirenlere bakmalı.
Özellikle HDP ve PKK’nın kuyruğuna takılmış kimi gruplar, Suruç ve Ankara saldırılarının devlet tarafından yapıldığını vurgulamaktalar. Devletle iktidar partisini bir tutmak büyük bir siyasal ve mantıksal hatadır. AKP’nin yaptığı yanlışlardan AKP sorumludur, devlet değil. Devleti sorumlu ilan edenler, yarın iktidar olduğunuzda aynı devleti yönetmeyecek misiniz?
Her olayda devleti sorumlu tutmak, emperyalist bir projeye hizmettir. Emperyalizm, yıllardır Atatürk’ün kurduğu laik, bağımsız devleti yıkmak için uğraşmakta. Sürekli olarak devleti karalayan propagandalar yapılmakta. Ne yazık ki Türkiye’de İslamcılarla bölücüler, liberaller ve vatansız solcular bu propagandalara alet olmaktalar. Burada görüldüğü gibi biçimsel olarak karşıt görünen bazı gruplar, özünde aynı yere hizmet ettiklerinden farklı değiller. Bu grupların hepsi emperyalizmin güdümünde...
Devleti yıkılacak bir aygıt olarak görmek ya da göstermek Türkiye’nin yurttaşlarına hizmet etmez. Hangi görüşten olursa olsunlar onların acı çekmelerine neden olur. Bunu anlamak için uzağa gitmeye gerek yok! İşte Irak ve Libya... Devlet yok... Her gün iç çatışmalarda onlarca insan yaşamını yitirmekte. Ülke kaynakları heba edilmekte... Bu konuda Suriye gerçeği de gözümüzün önünde durmaktayken benzer hatalarla ülkemizi kan gölüne döndürmenin kime yararı olur ki?
Ankara saldırısından AKP elbette sorumludur. Yurttaşlarının güvenliğini sağlayamayan bir hükümet akan kanın her damlasının hesabını vermeli. Kendi ordusuna kumpas kuran, istihbarat kuruluşlarını günlük siyasal çıkarlara feda eden, komşularına kan ve gözyaşı ihraç eden, terör örgütleriyle kucak kucağa olan bir siyasal iktidarın sorumsuz olması düşünülebilir mi? Türkiye gibi önemli bir ülkenin yönetimi, erken ergenlik dönemini yaşamakta olan bir kişinin başbakanlığına terk edilebilir mi? Bu iş çocuk oyuncağı mı?
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           22 Ekim 2015



ANKARA’YA BOMBA 2

                                               
Ankara’daki cankırımının kimler tarafından yapıldığını ortaya çıkarmak için öncelikle patlama öncesi oluşan siyasal gelişmeler, açıklamalar iyi anlaşılmalı. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu cankırımı, Ortadoğu’daki olaylardan bağımsız değil.
İntihar bombacılarının kim oldukları, hangi örgüte bağlı oldukları çok önemli değil. Çünkü bu tür örgüt ve kişiler bölgemizde çoktur. Ortadoğu’da ve Türkiye’de birçok terör örgütü büyük güçlerce beslenip büyütülür. Zamanı geldiğinde de kullanılır. Bu nedenle tetikçi piyonlarla değil, olayı planlayıp uygulayan asıl gücü ortaya çıkarmak önemlidir. Planlayan güç, hep ortada durur; ancak piyonlar zaman içinde değişir.  Bu nedenle terör olaylarını bitirmek için öncelikle yıkıcı eylemleri planlayıp destekleyen asıl güçle savaşmalı.
“Ankara Garı önündeki patlamalar kime yarar getirmiş, kime zarar vermiştir?” sorusunun yanıtı, bizi olayın failinin kimler olduğu gerçeğine götürecek en kestirme yoldur.
Sorumuzu yanıtlamaya başlayalım...
Ankara patlaması kime zarar vermiştir? Tabi ki Türkiye’ye... Ölenler, yararlananlar Türk yurttaşlarıdır. Saldırı, başkent’te gerçekleşmiştir. Bu nedenle saldırganlar, Türkiye’nin kalbine nişan almışlardır. Bu yönüyle Türk devletine bir tehdit ve uyarı söz konusudur. “Bu tehdit ve uyarının nedeni ne olabilir? Son aylarda değişen nedir?” soruları, uyarı ve tehdidin kaynağını bulmak için önemlidir.
Son aylarda Türkiye’nin politikalarındaki en önemli değişiklik, bölücü terörle mücadelede oldu. TSK’nın teröre karşı operasyonları başlayınca açılım süreci sona erdi. Terör örgütü PKK ağır kayıplar verdi. İşin en ilgi çeken yönü ise PKK’nın ayaklandırma girişimlerine karşı bölge halkı devletin yanında yer aldı. TSK operasyonlarıyla Suriye’de oluşmakta olan İkinci İsrail koridoru planı suya düştü. PKK’nın hem Türkiye içinde hem de Irak’ın kuzeyinde tutunması olanaksızlaştı. Terör örgütü, belki de tarihinin en zor dönemini yaşamakta.
TSK’nın bölücü terör örgütüne karşı operasyon başlatmasının ardından Rusya, Suriye’deki terör hedeflerini vurmaya başladı. Rusya’nın müdahalesiyle rahatlayan Suriye, kara güçleriyle saldırıya başladı. Emperyalist Batı’nın Suriye’deki bütün planları böylece çöküverdi. ABD’nin kara gücüm dediği PKK/PYD, hem Türkiye hem de Suriye cephelerinde yenilmeye başladı. Bu durum, doğaldır ki PKK/PYD’nin müttefiklerini rahatsız etti. Bu nedenle ABD, kara gücünün yenilgisini oturup izleyemezdi. İzlemedi de...
Peki, Ankara’ya saldırı kimlere yarar sağlamıştır?
Öncelikle Ankara saldırısı, en büyük yararı ABD’ye sağlamıştır. Türkiye’deki kutuplaşmayı artırmıştır bu saldırı. Emperyalizmin “Böl, parçala, yönet!” ilkesi doğrultusunda toplumun bölünmesine hizmet etmekte patlama. Etnik ve mezhep temelindeki ayrışmayı körüklemekte. Toplumu korkutarak çökmekte olan BOP’u yaşama geçirme amacı taşımakta.
Saldırıdan ikinci büyük yararı, PKK/HDP’nin sağladığını söyleyebiliriz. 7 Haziran seçimlerinden sonra kamuoyundaki imajı bozulan HDP’nin bir yardıma gereksinimi vardı. İşte, o yardım eli ona, okyanus ötesinden geldi. Nasıl mı? Ankara’daki patlayıcılarla...
7 Haziran’dan sonra HDP’nin yalnızca medya desteğiyle toplumda oluşturduğu algı çökmedi. Bu algıyla türlü kesimlerle kurduğu seçim ittifakı da çöktü. Bu nedenle çöken ittifakı yeniden onarmak da büyük ağabeye düştü. Büyük cankırımıyla HDP/PKK masum ve mağdur durumuna sokuldu.
Ankara patlamasının en ilginç yanı şudur: Neredeyse her kentimize cenazeler gitti. Bununla yapılmak istenen PKK’nın yalnızca bölgesel bir örgüt değil, Türkiye’nin tümünde temsil edilen siyasal bir oluşum olduğu algısını yaratmak içindi. Bu nedenle patlayıcıların patlatıldıkları yerler özel bir dikkatle ve çalışmayla seçildi, diyebiliriz. Bu durum göstermektedir ki miting öncesi eylem çok iyi çalışılmış. Yürüyüşü düzenleyen gruplar iyi incelenmiş. Hangi grupların nerelerde toplanacağının bombacılarca bilindiğini söylersek yanılmayız sanırım.
Ankara saldırısıyla neler yapılmak istenmiştir? Bu soru can alıcıdır.
Öncelikle Ankara saldırısından sonra HDP/PKK’nın seçim barajında kalma olasılığı azalmıştır artık. 1 Kasım seçimlerinden sonra HDP’li seçenekler daha çok gündeme gelecek.
7 Haziran seçimlerinden sonra CHP yönetiminde tavır değişikliği oldu. PKK eylemlerine karşı çıkıldı. TSK operasyonları haklı görüldü. Hatta Vatan Partisi ile seçim işbirliği güdeme geldi. Bu nedenle Ankara patlamalarıyla CHP yönetiminin açılımcı çizgiye dönmesi istendi. Özellikle HDP/PKK’nın siyasal alanda tecride uğramasının önüne geçilmesi amaçlandı bu yolla.
AKP’ye ileti çok açık... İktidar partisine açılımı yeniden başlatması için bir çağrı bu. Açılım yoluyla yenilen PKK’yı kurtarması istenmekte AKP’den. ABD, kara gücüne açık destek iletisini patlayıcıların üzerine yazıp gönderdi.
Asıl büyük ileti TSK’ya. PKK’ya karşı operasyonların bitirilmesi istenmekte. Türkiye’nin kalbinin hedef alınması bundandır. Yine bu yolla Türkiye’den Ortadoğu cephesinde ABD’nin yanında durması istenmekte. Avrasya cephesine geçmemesi için bir tehdit ve uyarı yapılmıştır Ankara saldırısıyla. TSK, bu saldırıya karşı teslim olmadığını PKK’ya karşı operasyonlarını sürdürerek göstermiştir. Burada önemli bir nokta ise siyasetçilerin bu tehdit ve uyarıya ne yanıt vereceğidir.
Ankara bombasıyla Rusya’ya da ileti gönderildi. Suriye’deki ABD müttefiki terör gruplarına karşı harekâtını durdurması istenmekte. Rusya’nın da benzer terör saldırılarına hedef olabileceği uyarısı var burada.
Ankara’ya saldırıyla 1 Kasım sonrasında siyasal partilerin önüne bölücü anayasa konmakta. Bakalım, partilerin buna yanıtı ne olacak? Teslimiyet mi, yoksa Türkiye’yi savunmak mı?
Patlayıcıların fabrikasyon olduğu AKP Hükümeti sözcüsü tarafından açıklandı. Burada asıl soru şudur: Bu patlayıcılar hangi ülkenin, hangi fabrikasından çıktı? Hangi ordunun envanterine kayıtlıdır bu iki patlayıcı? Evet, yanıtı aranması gereken soru budur.
Peki, benzer saldırılar yine olur mu? ABD, Ortadoğu’daki mevzilerini kolay kolay terk etmeyecek. Bu nedenle benzer saldırılar hem Türkiye’de hem de komşu ülkelerde olabilir. Hatta Rusya da bu tür terör olaylarının hedefindedir. Görüldüğü gibi Ortadoğu BOP’u yırtarken bazı saldırıları da göğüslemek zorunda.
Saldıran, öldüren emperyalizm; ölenlerse mazlum halklar...
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           21 Ekim 2015


BAYRAK SEVGİSİNİ ÇOCUKLARDAN ÖĞRENİN

                        
Diyarbakır’ın Bağlar İlçesindeki Fatih Ortaokulunun bahçesinde Atatürk Büstü var. Büst’ün yanında da bayrak direği... Direkte dalgalanan ay yıldızlı bayrak... PKK’lı vatansız teröristler, o bayrağı direkten indirip yere atıyorlar.
PKK’lıların Türk Bayrağını yere atmaları şaşırtıcı değil. “Biji Serok Obama!” diye bağıranlardan Türk Bayrağına saygı ve sevgi beklemek boşunadır. Çünkü onlar, emperyalist boyunduruk altında piyon olmayı çoktan kabullenmişler. Piyon olanların bayrağı da efendilerinin bayrağı olur.
PKK’lıların okul bahçesine attıkları bayrağı, iki çocuk yerden alıyor. Önce daha kısa boylu olanı, bayrağı öpüp alnına koyuyor. O öperken bayrağı, yanındaki de bir başka köşesini öpmekte bağımsızlık simgemizin. Arkasından üçüncü bir çocuk geliyor gururla. Bayrağı alıyor, öpüp başına koyduktan sonra bayrak direğine tırmanıp asıyor al yıldızlı gururumuzu olması gereken yere. Dördüncü bir çocuk yetişiyor hemen ve çocuklar alkışlamaktalar bayrağı ve direkteki arkadaşlarını.
Üç tane aslan yürekli çocuk... Bakmayın boylarına, onlardaki yürek, o kadar büyük ki sığmaz göğüs kafeslerine. Bayrağı yerden alarak öpüp direğe asan duygu nedir? Yurt sevgisi... Kocaman yüreklere yer etmiş bu yurt sevgisini, küçücük bedenlerden söküp alabilecek bir güç var mı? Tabi ki yok!
Türk Bayrağına savaş açanlar, televizyon ekranlarından sözü eveleyip geveleyen sözde aydınlar, bayrak düşmanı liberaller, vatansız Sorosçu solcular, Türk bayrağının altında yaşamanın özgürlüğünü kavramayıp “eşit yurttaşlık(!)” peşinde koşan şaşkın politikacılar, ulus olmanın verdiği güveni anlamayıp bilisiz tarikat liderlerinin peşinden koşan aymazlar... Görün, anlayın bu çocukları... Bu çocuklardan utanın, utanın! Yüzünüz kaldıysa eğer kızarsın birazcık. Vicdanınızdan küçük bir kırıntı varsa içinizde, bu kahraman çocukların gösterdiği yurt sevgisi karşısında sızlasın, sızlayabildiği kadar...
Fatih Ortaokulunun bahçesindeki o çocuklarda, o yürek varken Türkiye bölünmez, bayrak da yere düşmez. Bölücüler mi? Yaptıkları hainlikle kalırlar. Hem de emperyalist uşaklığıyla yaftalanarak...
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       19 Ekim 2015


BİR KAHRAMANI KARŞILARKEN


Doğu Perinçek, bazı Avrupa ülkelerinin düşünce özgürlüğüne aykırı, Türkiye’yi önyargılarla yargısız infaza mahkûm eden uygulamalarına karşı AİHM’deki davayı kazandı. Bu dava, Türkiye’ye büyük bir utku kazandırdı. Bu utkunun kahramanı da Doğu Perinçek’tir.
16 Ekim 2015 günü, Doğu Perinçek’i karşılamak üzere yurtseverler Atatürk Havaalanındaydı. Perinçek’i taşıyan uçak alana inmek üzereydi, ancak bekleyenlerin sabırsızlığı gözlerinden okunmaktaydı. Herkes sevinçli ve coşkuluydu. Uçak, alana indi. Dakikalar geçmek bilmiyordu. Sloganlar, ciğerlerden sökülüp gelmekteydi. Bayrak denizinde coşkun bir dalga vardı.
Nihayet, Doğu Perinçek’in kürsüye gelmekte olduğu haber verildi. Bayrak denizinde coşkun dalgalar arttı, Her yer kırmızı beyazdı. Türk bayraklarıyla Vatan Partisinin amblemleri gökyüzüne selam göndermekteydi. Atatürk posterleri ellerde gururla yükseğe kaldırılmakta.
Doğu Perinçek, kürsüye çıktığında bayrak denizi daha bir coşkun dalgalandı. Birçok kişinin gözlerinde sevinç gözyaşları vardı. 
Lozan, Montrö antlaşmalarıyla Hatay’ın anavatana katılmasından bu yana Türkiye’nin yıllar sonra uluslar arası alanda kazandığı büyük bir başarıydı AİHM utkusu. Yıllardır her türlü suçlamaya, iftiraya karşı suskun kalan siyasetçinin yarattığı umutsuzluk havasının dağıtılmasıydı. Umudun filizlendiği büyük bir utkunun kutlanması tüm ulusun hakkıydı.
İsterdik ki o gün Perinçek’i tüm parti liderleri, yandaşlarıyla orada karşılasınlar. Büyük ve haklı bir utkuyu birlikte kutlayalım. Liderler gelemedi, diyelim... Partilerin en yakın ilçe örgütlerinden temsili bir kitlenin orada olması beklenirdi gelecek adına. Ne yazık ki böylesine uygar davranışı görmek olanaksız oldu. Ancak farklı partilerin üyelerinden kişisel katılımlar vardı karşılamada.
Perinçek’in konuşması heyecan vericiydi. Gururdan çok alçakgönüllülük vardı tavrında. Başarıyı herkesle paylaşma ve tüm ulusa mal etme düşüncesi okunuyordu her sözcüğünden. Büyüklük gösterisi yerine, görevini hakkıyla başarmış birinin iç rahatlığı okunmaktaydı yüzünden. Yeni başarılara ulaşmanın planları vardı sanki gözlerinde. İşte, lider olmanın, büyük olmanın paylaşımcı tavrı. Her türlü kompleksten arınmış bir adam. Hiç kimseye, yoluna taş koyanlara bile en küçük bir sitemde bulunmayan bir yüce gönüllülük... Atalarımız: “Başak olgunlaştıkça başını aşağı salar.” dememiş boşuna. Perinçek Türkiye topraklarının verimliliğinde olgunlaşmış bir başak gibi durmakta karşımızda.
Vatan Partisi, yüzde yarım oyla Avrupa’yı dize getirdi. Atatürk’ün “Bir Türk dünyaya bedeldir.” özdeyişini yaşama geçirerek kanıtlamış oldu Doğu Perinçek.
Siyasette niteliğe değil de niceliğe önem verenlerin düşünmesi gereken bir durum. Demek ki partilerin, liderlerin gücü aldıkları oyla orantılı değil. Önemli olan doğru siyaset, doğru düşünce, sağlam bir inanç, yenilmez bir mücadele azmi, halka kendini adama ve ulusa olan sonsuz sevgin gerekmekte. Doğu Bey’de ve Vatan Partisi’nde bu saydığımız nitelikler fazlasıyla var. Oyunu çoğaltan bir Vatan Partisi neler yapmaz ki?
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                               18 Ekim 2015

ANKARA’YA BOMBA 1


10 Ekim günü Ankara’da “emek, barış, demokrasi” adıyla yapılan mitingde iki ayrı patlama oldu. Patlamayla büyük bir cankırımı yaşandı. Doksan dokuz yurttaşımız yaşamını yitirdi. Yüzlerce insanımız da yaralandı.
Peki, 10 Ekim’e gelinceye kadar neler oldu? Ankara Garı önünde cankırımının olacağına ilişkin belirtiler var mıydı? Öncelikle bu soruları yanıtlamalı.
CİA’nın eski Türkiye uzmanı Henri Barkey 12 Eylül 2015 günü “Seçimlerden ya aynı sonuç çıkacak ya da HDP, Meclis’e giremeyecek ve şehirler havaya uçacak” demişti. Açıkçası Barkey, burada Türkiye’yi tehdit etmekte. HDP’nin ne pahasına olursa olsun seçim barajını aşması gerektiğini söylemekte.
Birçok yurttaşımız, Barkey’in HDP sevgisini anlamakta güçlük çekebilir. Ancak ABD’nin HDP/PKK sevgisini, ilişkisini anlamadan yaşadığımız terör sürecini açıklamamız olanaksız.
Amerikalıların düşüncesini yukarıda açıkladık. Acaba İngilizler neler söylediler?
İngiliz Independent gazetesi 22 Eylül 2015 günü yayımlanan yazıda, Türkiye’nin PKK/PYD ile yan yana getirilmesi için baskı yapılması istemekte. Aynı yazıda “ABD’nin Türkiye’den PKK’ya yönelik saldırıları durdurmasını en şiddetli biçimde istemesi gerektiğini” söylenmekte. ABD’lilerden sonra İngilizlerin de büyük bir PKK/PYD sevgisinin olduğu görülmekte. Üstelik bu açıklamalar, bizzat ABD yöneticilerinin “PYD/PKK bizim kara gücümüzdür.” dedikleri bir zamana rastlamakta. Bu da üzerinde durulması gereken önemli bir nokta.
Ankara’daki patlamadan yaklaşık iki hafta önce PKK liderlerinden Murat Karayılan: “Ha yarın onlar şehirlerde daha fazla katliama yönelirlerse o zaman Ölümsüzler Taburu da metropollerde harekete geçer.” demişti. Karayılan’ın burada “onlar” diye anlatmak istediği güvenlik güçleri. “Ölümsüzler Taburu” ise canlı bombalar... Bu sözler oldukça açık, açıklamaya gerek var mı?
PKK’nın Avrupa’da yayın yapan Yeni Özgür Politika gazetesinde “Hüseyin Ali” adıyla yazan PKK’nın liderlerinden Mustafa Karasu, Ankara’daki bombalı saldırının istihbaratının bir hafta önceden Kürt siyasetçilere geldiğini yazmış. “Kürt siyasetçiler” sözüyle anlatılan, HDP yöneticileri olsa gerek. O zaman sormazlar mı adama: “Patlamanın olacağını bile bile o mitingi neden yaptınız?” diye. Barış güvercini maskesiyle dolaşan HDP yöneticileri bu sorunun yanıtını vermeliler.
ABD Dışişleri Bakanlığı, patlamadan üç gün önce Çarşamba günü Ankara’daki elçiliğine bir mektup göndererek “Türkiye’de çalışan yurttaşlarının güvenliklerini sağlayamayacaklarını, aileleriyle ABD’ye dönmek isteyenlerin masraflarının devletçe karşılanacağının” bildirildiği gazetelerde yayımlandı. Ne kadar ilginç değil mi?
Gelelim TSK’nın uyarısına... 3 Temmuz 2015 tarihli Aydınlık gazetesinin manşetinde “TSK: Müdahale ABD Planlarını Bozar” başlığı vardı. Nereye müdahale? Kürt koridoruna... Kimin müdahalesi? TSK ya da başka bir gücün? Bu haberde TSK’nın bir de uyarısı vardı hükümete. “ABD yurt içinde provokasyonlar yapabilir.” diye... Dinleyen oldu mu? Neyi dinliyor ki AKP hükümeti? TSK’nın uyarısını mı dinleyecek...
Yukarıda Ankara patlamasından önce birtakım gelişmeleri anlatmaya çalıştık yorumsuz... Bütün bu belirtilere karşın patlayan bombalar ve ölen onlarca insan... Sorumlular mı? Her zaman ki gibi sorumsuzca ve pişkince ortalıkta gezmekteler... Kimi barış diye diye... Kimi şaşkın ördek misali... Kimi de yeni canları toprağa düşürecek yeni planların peşinde...
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           15 Ekim 2015



YÜZ YILLIK YALANIN SONU


Yüz yıldır Türkiye, bir yalan ve iftirayla uğraşmakta. 1915’te Ermenilerin tehciriyle soykırım yapıldığı suçlamasıydı bu.
Her 24 Nisan geldiğinde Türkiye dokuz doğururdu. Neden mi? ABD başkanı ne diyecek? Soykırım olduğunu söyleyecek mi? Avrupa ülkeleri hangi kararı alacaklar? AB, soykırım konusunda ülkemizi sıkıştıracak mı? Bu sorular, böylece uzayıp giderdi. Bu yüzden 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını bile doğru dürüst kutlayamazdık.
ABD ve İngiliz emperyalistleri, Türkiye’Yİ sıkıştırıp kuşatmak, güçsüzleştirmek ve Ortadoğu’da istikrarsızlık yaratmak için bir soykırım yalanı uydurdular. Birçok ülke de bu yalana inandı. Ya da çıkarları gereği bu iftira kervanına katıldı. Mazlum bir ulusu, yalan ve iftirayla tutsaklaştırmak içindi bu gayret...
Soykırım yalancıları, 1914’ten başlayarak 1922’ye kadar süren zaman diliminde olan tüm olayları soykırım süreci olarak belirlediler. Yani Kurtuluş Savaşımızı da soykırım olarak nitelediler utanmadan. Sömürgeciliğe karşı kazanılan ilk kurtuluş mücadelesini bu yolla karalamaya çalıştılar. Emperyalistler ve kuklaları, 1922’deki yenilgilerinin öcünü almak için yalana başvurmaktalar. Çünkü Atatürk’ün Cumhuriyet’i, tüm mazlumlara örnek oluşturmakta.
Üzülerek söylemeliyiz ki bugüne dek birçok siyasetçi, devlet yöneticisi emperyalistlerin soykırım yalanına çaresizce boyun eğdi. Türkiye’yi savunamadılar. Türkiye’nin hukukunu korumak yerine, yalanları gerçekmiş gibi kabul etmeye başladılar. Kimi zaman da utangaç, çekingen bir tavırla susmayı yeğlediler. Birçok sözde aydın, emperyalizmin yalancılar korosunda yerlerini aldılar.
Emperyalist ülkeler soykırım yalanını yaymakla kalmadılar, yalana karşı gerçeği savunanları cezalandırmayı eklediler yasalarına. Bu, düşünce özgürlüğünün ortadan kaldırılması demekti. Daha açık bir dille söylersek herkesi yalanı savunmaya mecbur bırakmaktı amaçları. İşte, Doğu Perinçek buna isyan etti. Düşünce özgürlüğünün yanında oldu.
AİHM’in verdiği karar bir utkudur Türkiye için. Bugün tarihi bir gündür. Sayın Perinçek bu utkuyu Mehmetçik’e armağan etti. Mehmetçik siperde yüz yıldır... Kime karşı? Emperyalizme karşı... Perinçek, AİHM savaşını kime karşı verdi? Emperyalizme karşı... İşte, Mehmetçik ile Doğu Bey’i aynı noktada, aynı safta buluşturan budur. Emperyalizmle savaş...
AİHM, bugün verdiği kararla yalnız Türk yurttaşlarına değil, Avrupalılara da düşündüğünü söyleme özgürlüğünü tanıdı. Sayın Perinçek, AİHM’de tüm insanlığın yalana karşı gerçeği söyleme hakkını savundu.
AİHM kararıyla hem Ermenistan yurttaşları hem Türkiye’deki Ermeniler hem de diaspora Ermenileri büyük bir baskıdan kurtuldular. Emperyalist dayatmalarla Türkiye’ye düşmanlık etme çıkmazından kurtuldular.
Ülkemizde gereksiz işlerle, kayıkçı kavgalarıyla halkı uyutan politikacıların Doğu Perinçek’ten öğreneceği çok şey var. Yeter ki öğrenmek istesinler. Yapacakları tek şey vatanı, milleti kayıtsız koşulsuz sevmeleridir. Bir de Atatürk’ü kılavuz edinmeliler...
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           15 Ekim 2015


BİR CUMHURİYET ADAMI, LEVENT KIRCA


Levent Kırca’yı, sahnede defalarca izledim. Kimi zaman kahkahalarla güldüm, kimi zaman da kara kara düşündüm.
Kırca, bizden biriydi. Yani halktandı. Halkın yüreğinden geçeni anlatırdı sahnede. Halk gibi güler, halk gibi düşünürdü. İçten, yalın, özgür... Şöhretin getirdiği şımarıklığın “ş”sini göremezdiniz O’nda. O,            sade bir yurttaştı. Afra tafra yoktu sözünde, davranışında.
Levent Kırca, sözü eğip bükmeden dosdoğru söylerdi. Böyle söylediği içindir ki herkes onu çok iyi anlardı. Yakın bulurdu kendisine. Sanki kırk yıllık arkadaş, dost gibi olurdu onunla karşılaşmalar. O’nu ilk görenlerdeki izlenim de böyleydi. Televizyonlarda herkesin söylemek istediklerini dillendirdi yıllarca. Bu nedenledir ki halk sanatçısı oldu.
Halk, Levent Kırca’yı çok sevdi. O da halkını. Bundandır ki Levent Kırca, halka yol göstermeyi görev edindi. Gerektiğinde halkla omuz omuza oldu haksızlıklara karşı savaşımda.
AKP iktidarlarıyla Atatürk ve Cumhuriyet’e karşı saldırılar başladığında tereddütsüz saf tuttu Kemalistlerin yanında. Cumhuriyet’i savunmak için tazyikli suya, biber gazına aldırmadan en önde yürüdü karanlığın üstüne. Baskıların şiddetlendiği, yurtseverlerin zindanlara atıldığı karanlık bir dönemde ışık oldu Türkiye’ye. O ışıktır ki çoğalarak Silivri zindanlarını deldi geçti, duvarları yıktı.
Hastalığını işittiğimde içimden bir tel koptu. Yüreğim kanatsız bir kuş gibi umarsızca çırpındı. Ölümünü duyduğumda derin bir üzüntüye gömüldüm. Bir mücadele arkadaşımı, önümde yürüyen bir ışığı, halkın sesi olan bir yiğit adamı yitirmenin acısını duyumsadım derinden...
Levent Kırca, ölümün üstüne yürüdü. Korkmadı... Vasiyeti olarak kabul edebileceğimiz mektubunu yazdı. Mektubun her tümcesi derslerle dolu. Toplumun her kesiminden insanın döne döne okuması gereken bir mektup. Her yurttaşın bu mektubu, çerçeveleterek duvarına asmasını dilerim. Assın ki arada sırada okuma fırsatı bulsun.
            Cenazesinde halk vardı. Kameralara poz vermek için gelen kadrolu cenaze kaldırıcıları yoktu. Yağan yağmura karşın her yan tıklım tıklımdı. Gülüp eğlenip söyleşenlere rastlamadım Şişli Camisinin avlusunda. Herkes üzüntülüydü. Ağlayanlar da vardı.
Toprak ağlıyor, gök gözyaşı döküyordu. Alkışlar arasında yükselen “Mustafa Kemal’in askeriyiz!” sloganıyla tabutu omuzlandı.
Özü sözü bir insanı, bir yurtsever adamı, bir Atatürk hayranı aydını, bir Cumhuriyet çocuğunu, bir adam gibi adamı toprağa verdik dün. Türk Ulusunun başı sağolsun.
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           14 Ekim 2015


CUMHURİYETSİZ DEMOKRASİ OLUR MU?


CHP Seçim Bildirgesinde Türkiye’nin beş temel sorununa dikkat çekilmekte ve bunların çözüm yolları gösterilmekte. Bu sorunlar: Toplumsal Çatışma ve Kürt Sorunu, Darbe Hukuku ve Otoriterleşme Sorunu, Dış Politika Sorunu, Ekonomi Sorunu, Eğitim Sorunu.

Bildirgede saptanan sorunlara bakıldığında önemli bir eksiklik dikkatlerden kaçmamakta. Türkiye’de Cumhuriyet’in yıkılması, ortadan kaldırılması önemli bir sorun değil mi? Yine buna bağlı olarak Türkiye’nin bölünme tehlikesi yaşanması, dolayısıyla bağımsızlığının tehlikeye girmesi ülkemiz açısından önemli, yaşamsal bir sorun sayılamaz mı? CHP yönetiminin beş ana başlıkta topladığı ve ivedilikle çözülmesi gereken sorunların hepsinin kaynağında Cumhuriyet’in kundaklanması var. Bu sorunları destekleyen en önemli etmen de bölücülüğün hortlamasıdır. Cumhuriyet yeniden inşa edilmeden bu sorunları çözmek olanaksızdır.

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu çıkmazların nedeni, Cumhuriyet ilkelerinden ve Atatürk’ün çağdaş yolundan sapılmasıdır. Atatürk’ün olmadığı, Cumhuriyet kurumlarının yıkıma uğratıldığı bir Türkiye sorunlarını çözemez, aksine sorunlarını daha da çoğaltır.

Cumhuriyet’in var olması; bölücülüğü, toplumdaki her türlü ayrımcılığı, sosyal çatışmaları yok eder. Yurttaşlar arasındaki eşitsizliğin asıl nedeni, Cumhuriyet düşüncesinden uzaklaşmaktır. Ekonomik sorunlar, Cumhuriyet’in karma ekonomi anlayışından uzaklaşıp liberal soygun düzeninin uygulanmasıyla çığ gibi büyümekte. Kamunun ekonomiden çekilmesi, ulusal sanayicinin yok edilmesi, köylünün ve işçinin bir dilim ekmeğe muhtaç edilmesi Cumhuriyet’in devletçi anlayışının terk edilmesindendir.

Eğitim sorununun asıl nedeni, çağdaş eğitimin ortadan kaldırılmasıdır. Cumhuriyet olmadan, çağdaş eğitim olmaz. Cumhuriyet olmadan eğitimdeki eşitsizlikler giderilemez.

YCHP yönetiminin asıl sorunu soyut bir demokrasi kavramının peşinden gitmesidir. ABD ve AB’nin dayattığı Cumhuriyetsiz demokrasiyi kutsamasıdır asıl sorun. Cumhuriyet olamadan demokrasi olursa Libya, Irak… gibi olur. Türkiye’de demokrasinin kökleşmesi, toplum tarafından bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi ancak yerleşmiş bir Cumhuriyet yönetiminin temelleri üzerinde olur. Öncelikle şu bilinmelidir ki, Türkiye’de Cumhuriyet yoksa demokrasi de yoktur. Bugün olduğu gibi…

Peki, Cumhuriyet’imizi kim ya da kimler kundaklamıştır? ABD ve AB (kısacası emperyalizmin) desteğiyle AKP ve PKK kundaklamıştır Cumhuriyet’i. Tabi ki daha önceki iktidarların özellikle de 12 Eylül darbesinin bu konudaki ödünleri, saldırıları yadsınamaz.

O zaman ne yapmalı?

Cumhuriyet yıkıcılarına karşı savaşım vermeden Cumhuriyet geri kazanılamaz.

Cumhuriyetsiz bir demokrasiyi düşünmek, amaçsız ve boşuna bir çabadır. Bu çaba, başta emperyalistler olmak üzere, Cumhuriyet’in tüm yıkıcılarının ekmeğine yağ sürer.

Cumhuriyetsiz bir demokrasi, sandığı kutsayan, hukuku ve özgür bireyi bir kenara atan bir anlayıştır. Amaç, halkın kafasını sandığa sokarak, bir başka deyişle kıstırarak Türkiye’nin asıl ve yaşamsal sorunlarının görülmesinin engellenmesidir.

Dileğimiz odur ki, YCHP yönetiminin Cumhuriyet’in yıkılması ve bölücülük yüzünden bağımsızlığımızın tehlikeye girmesi sorununu ön plana çıkarmasıdır.

Ey YCHP yöneticileri ve Kılıçdaroğlu, şunu iyi bilmelisiniz ki, Cumhuriyet olmazsa Cumhuriyet Halk Partisi de olmaz. Bu nedenle önce Cumhuriyet, Cumhuriyet, Cumhuriyet…

                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           6 Ekim 2015

 

CHP’NİN TARAFSIZ(!) SURİYE POLİTİKASI


ABD, AKP, Suudi Arabistan, Katar ve AB üyesi birçok ülke “Esat gitsin, Suriye’ye demokrasi gelsin.” diyerek savaş başlattılar. Bu ittifak, sözde demokrasiyi uluslararası teröristlerle getirmek için yola çıktı. Bu teröristlere “muhalif gruplar” adı verildi. Dinci fanatizmi siyaset yolu olarak seçen bu teröristlere silah, mühimmat, para, lojistik destek verildi.

Güzelim Suriye, teröristlerin saldırılarıyla harabeye döndü. İnsanlar, ülkelerini terk ettiler. Göç yollarında binlerce kişi öldü. Yüzlerce kadın tecavüze uğradı. ABD ve müttefiklerinin demokrasiyi getirmek için kiraladıkları teröristler, kadın ve çocukları pazarlarda sattılar. Bu demokrat teröristler, kendilerinden olmayanların başlarını keserek ün saldılar. Dünya, demokrasi adına sergilenen vahşeti ürpererek izledi. Bu vahşetten terör örgütleri kadar onları destekleyenlerin de sorumlu olduklarını söylersek yanlış olmaz sanırım.

YCHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, 27 Eylül 2015 günü Viyana’da yaptığı açıklamada “Bizim için önemli olan Suriye’de barışın sağlanmasıdır. Esatlı, Esatsız Suriye’de barış mutlaka sağlanmalıdır.” demekte. Şu bir gerçek ki Suriye’de Esat yönetimi giderse yerine IŞİD, El Nusra PYD/PKK gibi terör örgütleri gelir.

Kılıçdaroğlu; “Esatsız barış” derken IŞİD, El Nusra ya da PYD/PKK’nın yönetimde olduğu, parçalanmış bir Suriye’den söz ettiğinin farkında mı? Suriye’de barışı bozan, ülkeyi kan gölüne döndüren emperyalizmin desteklediği terör örgütleri... Onlarla barışı düşünmek nasıl bir akıldır?

Almanya, İngiltere, Avusturalya başta olmak üzere birçok batılı ülke Esatlı bir geçiş ve barış dönemini düşündüklerini açıkladılar. ABD de bu çözüme yaklaşmış durumda. Ne yazık ki Kılıçdaroğlu ve arkadaşları gelişmelerin farkında değiller. Hâlâ Davutoğlu’nun stratejik derinliğinde debelenmekteler açılım müsteşarıyla birlikte.
 
Tam da Kılıçdaroğlu’nun Viyana’da dili sürçmüştür dedik kendi kendimize. 1 Ekim 2015’te seçim bildirgesini açıkladı. O da ne? Aynı görüşler orada da var. “Suriye halkının dostumuz olduğunu hiç unutmadan, iç savaşın taraflarıyla görüşebilen bir siyasi parti olarak, Suriye’ye barış ve güven getirmek için samimiyetle çalışmaya devam edeceğiz. (CHP Seçim Bildirgesi, sf. 205)” yazmakta bildirgede. Nasıl bir tarafsızlık bu? Esat yönetimiyle teröristler arasında tarafsız mısınız ey Kılıçdaroğlu ve YCHP yöneticileri?

Suriye’nin meşru yönetimiyle PYD/PKK gibi bölücü ya da IŞİD, El Nusra gibi çağdışı örgütler arasında tarafsız mısınız ey Kılıçdaroğlu?

Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için çırpınan Esat yönetimiyle ülkeyi bölmek isteyen emperyalist destekli terör örgütleri arasındaki savaşta tarafsız mısınız ey YCHP yöneticileri?

Ülkesinde kamu düzenini sağlamak için savaşım veren Esat yönetimiyle kafa kesen, sağı solu bombalayan IŞİD ve El Nusra arasında tarafsızlığınızı hala korumakta mısınız Ey Kılıçdaroğlu?

Suriye’de laikliğin, çağdaşlığın simgesi olan Esat’la tutsak ettiği kadınları pazarlarda satan IŞİD arasında tarafsız olmak nasıl bir şeydir ey Kılıçdaroğlu?

Suriye’de ulusal bütünlük için savaşan Esat’la İkinci İsrail’i kurmak için kan döken PYD/PKK arasında eşit uzaklıkta mısınız ey Kılıçdaroğlu ve YCHP yöneticileri?

Seçim Bildirgesinde “iç savaşın taraflarıyla görüşebilen bir siyasal parti” olunduğundan söz edilmekte. Esat’la görüşülmesini anlarız da çağdışı ve bölücü terörist örgütlerle ne görüşmekte YCHP yöneticileri?

Suriye’de gerçek ve kalıcı bir barışın ancak Esat yönetimiyle sağlanacağını herkes bilmekte. Tüm dünyada bu yönde bir değişim ve eğilim de gözlenmekte. Durum böyle iken çağdışı ve bölücü terör örgütlerini muhatap kabul etmenin mantıklı yanı var mıdır?

Dünyadaki gerçekleri yakından izleyemeyen ve bölgesindeki olayları açıkça göremeyen bir parti yönetimiyle Türkiye esenliğe çıkabilir mi? Soyut bir barış sözcüğüyle barışa değil de savaşa hizmet edildiğini anlamak çok mu zor?

Kılıçdaroğlu’na küçük bir anımsatmada bulunmak isterim. Kurdun kuzuyu boğduğu bir yerde tarafsızlık olmaz. İlle de “Ben tarafsızım.” Diyorsanız, biliniz ki kuzunun boğulmasından yanasınız. Bilmem başka söze gerek var mı?

Not: 5 Ekim 2015 tarihli Aydınlık gazetesinde yayımlanmıştır.

                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           2 Ekim 2015