Üç
dört gündür kavurucu sıcaklar, insanları olduğu gibi hayvanları da bitkileri de
canından bezdirdi. Toprak üzerinde ne varsa bir tutam esintiye, ferahlatıcı bir
serinliğe özlem duymaktaydı. Her canlı, serin bir kuzey rüzgârının canına soluk
katacağının farkındaydı sanki.
Her
şey sıcaktı. Kum, deniz, toprak, taş, esintiye muhtaç bedenler, soluklanmak
için oturulan koltuklar, sandalyeler, uyumak için uzanılan yataklar… Rüzgâr,
sanki unutulan bir zamanın gelip giden yolcusuydu. Kulaklar, hava durumu
anlatan radyo ve televizyonlardaydı. Herkes, unutulan zamanların yolcusunu
beklemekteydi yanık bir özlemle.
Hava
durumu anlatıcıları, unutulan zamanların yolcusunun geleceğini haber verdi.
Bedenler gevşedi, yürekler ferahladı. Akşama doğru kuzeybatıdan hafif bir yel
esmeye başladı. Yel güçlendi, güçlendi… Denizdeki mavilik, turkuaza döndü önce.
Sonra dalgalar büyüdü, büyüdü kirli açık kahverengi oldu.
Akşam,
gecenin koynunda uykusuna dalarken kızgın sıcak yerini serinliğe bıraktı. Açık
camlar örtüldü. Katlanmış nevresimler, yaz tembelliğinden kurtularak açıldı,
yatakların üzerine serildi. Çıplak bedenler, gecenin üşütücü serinliğinde yazlık
pijamamsı giysilerine kavuştu.
Rüzgârın
şiddetlenmesiyle yaz boyu açık kalan pencerelerin bir kısmı kapandı. Kapılar
örtüldü telaşla… Evlerin büyükleri, çocuklarını uyardı sert ve bağırtkan
sözlerle… “Kapıları, pencereleri kapayın! Camlar kırılmasın!” Bu uyarılar
şangırtıların duyulmasını önledi.
Herkes
rahat bir uykunun koynuna girdi. Sevgililer, sevişmeyi rutine bağlayan evliler
serin gecenin derinliklerinde cennet meyvesinden tatmak için ivedi davrandılar.
Gecenin koynunda, sevgilinin hızlı yürek atışlarının körüğe döndürdüğü göğüs
kafeslerine başlar erinçle yaslandı ve uyku perisinin kollarında düşler görüldü
peş peşe.
Geceyi
azaba döndüren sivrisinekler rüzgârın kovuculuğunda yok olup gittiler. Camın
önündeki vişne ağacının dalları kimi zaman camlara, kimi zaman da evin
duvarlarına vurmakta arsız çocuk gibi. Yavrusunu yitiren kedinin avazı, uluyan
köpeğin sesine karışıyor gecede. Uyku, bölünüyor. Varsın bölünsün… Gece serin,
sivriler yok, denizden dalgaların bitmez şarkısı kulaklarda ya… Vişne
dallarının cama vuruşları bile bir yaşam belirtisi...
Gecenin
sessizliğinde homurtular, hırıltılar, tıslamalar işitilmekte derin derin.
Kendini uykunun kucağına bırakmış bedenler, rahat sakin ve serin bir gecenin
verdiği erinçle kendi doğası içinde seslerle sabaha kavuşmak istemekteler.
Sabah;
önce araba, traktör, pırpırların sesleri ile geldi. Arkasından kuşların neşeli
ötüşleri muştuladı yeni günü. Serin, aydınlık, temiz sabah açılan pencerelerden
odalara doldu. Dinlenmiş, keyfe ve zevke doymuş bedenler kısa, sık, yumuşak
dokunuşlarla günaydınlaştı. Güneş, doğudan Mürefte’nin sonsuz göğünde yavaş
yavaş yükselmekte. Güneşin aydınlık saçları Aşağı Kalamış, Eriklice’yi aşarak
Şarköy’ün yüzüne dalga dalga saçılmakta. Saçların ucu, Çanakkale’nin maviliklerinde
denizkızına dönüşmekte.
Kuşlar
telaşlı... Kırlangıçlar yay gibi uçmakta… Serçeler karınlarını doyurma
kaygısıyla aceleciler… Arılar, bir önceki günden kaldıkları yerden sürdürmekte
çalışmalarını. Çiçekten çiçeğe konma yarışındalar. Karasinekler, buldukları
meyve artıklarına üşüşmekteler. Karıncalar, dur durak bilmeden yorulmaksızın
koşturmadalar. Yükleri kendilerinden ağır. Kediler, yılışık yılışık
kuyruklarını sürtmekteler masalara, sandalyelere ve yerleri süpüren, kahvaltı
hazırlayan yazlıkçılara.
Kahvaltı
masaları hazırlanıyor. Uykulu çocuklar, yavaşça masadaki yerlerini almakta. Dün
havayı döndüren karayel, biraz hafiflemiş gibi. Rüzgâr, kuzeydoğuya dönmekte
hafiften. Poyraz gittikçe hızlanıyor. Poyraz, önce denizin ortasını kabartıyor.
Kıyılardaki su çekilir gibi oluyor. Sonsuz mavilik, tarih öncesinin canavarları
gibi sırtını kabartarak avını bekliyor sanki.
Poyraz;
güne, denize ve doğaya egemen oluyor. Denizin rengi yavaş yavaş değişiyor.
Dalgalar çoğalıyor. Denizin orta yeri laciverte kesiliyor. Kıyıya yaklaştıkça
turkuaz bir kemer oluştu. Karaya yaklaşan dalgalar açık, kirli bir kahverengiye
döndü. Sular bir devin ağzı gibi açılıyor kıyıya büyük bir balyoz gibi iniyor.
Turkuaz kemerden kopan dalgalar, denizin dibinden kopardığı yosunları hoplata
zıplata, evirip çevirerek kıyıya sürüklemekte. Sarıya dönen kahverengi
dalgaların sürüklediği yosunlar ağzında avını taşıyan etçil bir hayvan gibi
kıyıya koşmakta.
Etobur
dalgalar, kıyıdaki çakıl taşlarına vurunca bir süre dinginleşip soluklanıyor.
Arkasından gelen yeni dalganın içinde yitip gidiyor. Etobur yırtıcı ağzındaki
avı kıyıdaki çakıl taşlarının üstüne hışımla bırakıyor. Dinginleşen sular,
yosunları yavaş bir somurmayla içine çekiyor. Dipten sürüklenen yosunlar azgın
bir dalganın ağzında yeniden kıyıya gelmekte doludizgin. Zeytin ağaçları
kollarını açmış, sağa sola sallayarak dalgaları selamlamakta karadan.
Poyraz
durmak bilmiyor. Gün boyu azgın devinimlerle kıyıya saldırmakta. Rüzgâr,
denizin üstündeki buharı dağıtıyor. Her yan berraklaştı. Görüş mesafesi arttı.
Biga yarımadasındaki yapılar görünmekte. Tepelerdeki enerji üreten
rüzgârgülleri tek tek sayılmakta. Sola doğru bakınca Marmara Adası, denizin
efesi gibi olduğu yerde kımıldamadan durmakta. Birilerine, bir yerlere gözdağı
veriyormuş gibi. Marmara adasının ayaklarının dibinden kopan dalgalar, lacivert
mavi dev gövdesiyle kımıldanarak avına yaklaşan koca bir aslan gibi ağzından
köpükler akıta akıta Mürefte kıyılarına ulaşmak için sabırsızlanmakta. Beyaz
köpükler, denizin ortasında bir çiçek bahçesi gibi rüzgârda salınmakta.
Köpükler,
turkuaz bölgede evcil bir beyaz güvercin gibi kanat çırpmakta. Ak güvercinler,
giderek açılmış manolya çiçeklerine dönüşmekte. Lacivert deniz, manolya ormanı
gibi. Dört yana uzanmakta.
Açık, kirli kahverengi, ak güvercinden dönüşen
manolya çiçeklerini bir köpek balığı çevikliğiyle yutmakta. Köpükler yerlerini,
yosunların koyuluğuna terk etmekte. Gün boyu bu durum sürüp gitti.
Gün,
geceye kavuşurken deniz koyulaştı. Dolunay; önce gökyüzünü, sonra denizi tutsak
etti. Çok geçmeden dünyanın çatısını binlerce yıldız kapladı. Karanlık gece,
dolunayla, yıldızlarla aydınlandı. Gece kuşları uçuşmaya başladı. Dalgaların
sesi, yıldızlara alkış tutuyor gibi yorulmadan sürmekte.
Poyrazlı
gecede serinleyen bedenler, dinginleşen tinler demli çayların tüten buharlarında
arındılar. Dolunay, denizin içindeki aydınlık yoldan ilerlemekte. Güneş, geceyi
dolunaya emanet etti. Sabaha dek canlı ve cansız tüm varlıkların nöbetini
tutacak.
Marmara
Adası’nın güneyinde Ekinlik Adasının başladığı noktadan Ay yükselmeye başladı. Kızıl
bir alev gibi kendini gösterdi. Yükseldikçe kızıllık, turuncuya dönüştü. Tabak
gibi Ay’ın ortasındaki karartılar, bir insanın yüzünü andırmakta. Turuncu
kafadan upuzun saçlar serilmekte Marmara’nın göğsüne. Bir kadının saçları gibi…
Saçlar dalgalanmakta geceye karşı. Saçlar uzuyor, uzuyor, uzuyor kıyıya
ulaşıyor. Elimi uzatıyorum okşamak için… Elim havada kalıyor, nazlı sevgili
kızıl, parlak saçlarını kaçırıyor. Saçlar savruluyor her yana. Poyraz üşütüp
ürpertiyor bedenimi. Ruhum alev alev, tıpkı dolunay gibi.
Ay,
yükseliyor . Yükseldikçe güneye doğru kaymakta yavaşça. Önce Ekinlik Adası’nı
boydan boya kat ediyor. Marmara Adası’nın Mürefte’ye bakan kıyısında yer alan
Çınarlı Köyü’nün ışıkları daha da parlıyor Ay’ın güneye kaymasıyla. Hayırsızada
sessiz… Zaten bilmeyenler onu, Marmara Adası’’nın bir parçası sanır. Hayırsızada’daki
deniz feneri yanıp sönmekte. Buranın tek sakini olan deniz fenerinin bekçisi,
acaba dolunayda ne yapıyor?
Ekinlik
Adası’nın üstündeki Ay, turuncudan sarıya dönüyor. Renk açıldıkça ışığı
çoğalıyor Ay’ın. Ekinlik Adası kıyısından tek tük görünen ışıklar, Ay ışığında
iyice silikleşiyor, giderek görünmez oluyor.
Ay,
yavaşça Avşa Adası’nın üstüne doğru geliyor; gökyüzünde asılı büyük bir fener
gibi. Saçlar yavaşça yitip gidiyor. Kocaman bir merdivene dönüşüyor basamak
basamak. Basamaklar, çıkmakla bitmez. Merdivenin ucu bucağı belli değil.
Ay,
Biga Burnu’na doğru yaklaşmakta. Demir Çelik santralinin bulunduğu Aksaz Köyü
ışıl ışıl. Rengi önce açık sarıya, sonra beyaza dönüyor. Merdiven, yerini büyük
bir vatoz balığına bırakıyor. Kuyruğu uzun, kanatlarını denizin üstüne açmış
bir vatoz. Denizde yaşayan canlıları saklayıp koruyan, parlak bir vatoz.
Ay,
denizle neredeyse dik açı yaptığında vatoz, iribaşa dönüşüyor fark ettirmeden.
İribaşın kuyruğu çok uzun. Gecenin ilerleyen saatlerinde kuyruk kısalıyor
yavaşça. Giderek iribaş yok oldu.
Gece,
serin bir aydınlığın koynunda. Işıl ışıl gökyüzü berrak… Saatlerce kayan bir
yıldız görmek için nöbetteyim. Ne yazık ki göremiyorum. İstanbul’da yıllardır
özlediğim başlıca şey çocukluğumun gökyüzü. Yıldızlarla dolu, ışıl ışıl… Kayan
bir yıldızı görmeyeli yıllar oldu. Samanyolunu, büyük ayıyı, küçük ayıyı
izlemeyeli ne kadar oldu anımsamıyorum bile. İstanbul’da geceleri deniz
kıyısında, açık alanlarda gezerken hep dua ederim: “Tanrım, ne olur kentin tüm
ışıkları aynı anda sönsün.” diye. Niye mi? Niye olacak? Yıldızları göreyim,
gökyüzüne doyasıya bakayım diye. Açık hava tutsak evinde gökyüzüne hasretiz.
Yıldızları ancak düşleyebiliyoruz silik görüntülerle.
Gece,
gözkapaklarıma çöküyor yavaşça. Uyku meleği, bedenimi istiyor kucağına. Gece
kuşları, çoktan yok oldu. Yazlıkların birkaçında cılız ışıklar… Kıyının
sessizliğini, dalgaların ritmik sesi bozmakta. Dalgalar yorulmadan, ritmi
bozmadan, sesin düzeyini değiştirmeden kıyıyı dövüyor. Kıyı direnmekte var
gücüyle…
Kulağım
dalgalarda, gözüm yıldızlarda, gönlüm ayda… Geceye, direncim yavaşlıyor.
Yavaşça oturduğum yerden kalktım. Ayakta durdum bir süre. Göz göze geldik Biga
yarımadasının üstündeki kocaman fenerle. O, bana göz kırptı denizle birlikte.
Çocukluğum, gençliğim aktı gökyüzünden dalgaların üstüne. Kapıyı kapadım, içeri
girdim. Uyumak için yatağıma uzandım. Dalgalar uğultuya dönüştü. Uzaktan köpek
havlamaları gelmekte. Ay ışığı perdenin aralığından sızmakta. Çok geçmeden
uyuyorum. Sabaha dek düşümde çocukluğumun yıldızlı gökyüzünü görüyorum. Gece
bitmesin, hep uyuyayım, düşüm sürsün istiyorum. Bir traktörün motor sesi sabahı
yırtıyor orta yerinden. Ben uyanıyorum.
Adil
Hacıömeroğlu
11
Temmuz 2107
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder