ATACAN’IN KUZUSU

                                               
Atacan(6), çocukların çoğunluğu gibi pelüş oyuncaklarla oynamayı seviyor. Kuzu, ayı, panda, inek… Bu yumuşacık oyuncaklara kendince kişilikler yüklüyor. Onları konuşturuyor, onlarla saatlerce zaman geçiriyor. Oyuncakların cansız olduklarını bilmesine karşın onlarla bıkıp usanmadan söyleşmekte. Onları temizliyor, tarıyor. Evde, apartmanda, hatta mahallede yaşıtı, arkadaşı olmadığından pelüş hayvanlarla dostluk kurmakta. Bu dostluk çoğu zaman sokakta yaşayan kedi ve köpeklere taşınmakta. Onları beslemek, birincil amacı. Balkonumuza her gün karga, serçe, kumru, güvercinler… için yem atmakta.
Hayvan sevgisi, yaz dinlencelerinde yaklaşık bir ay kalabildiğimiz Mürefte’de doruğa çıkmakta Atacan’ın. Çünkü orada her türlü hayvanla içli dışlı olmakta. Börtü böcekle yaşamakta. Köy yaşamını uzaktan da olsa tanımakta.
Doğa, insan için olmazsa olmaz. Ahlak, vicdan, yaratıcılık, uyum, paylaşma, dayanışma, sevgi, iyimserlik, umut… doğada oluşup gelişmekte. Doğadaki varlıklar arasındaki ilişki insanlar için öğretici bir eylem. Doğa; bilgisi tükenmeyen sonsuz bir hazine, okul…
Geçtiğimiz kurban bayramında Mürefte’deydik. Bir yakınımız kurban kesmeye karar verdi. (Yıllardır aksatmadan kurbanımı toplum yararına bir kuruma bağışladığımı da belirteyim bu arada.) Hep birlikte kurbanlık koç bakmaya gittik. Uzun arayışlardan sonra kurbanlık koçu bulduk. Kısa bir pazarlıktan sonra koç satın alındı. Kurban bayramı sabahına dek koç, aldığımız yerde kaldı.
Kurbanlık seçerken en çok mutlu olan Atacan’dı. Çünkü koyunlarla sarmaş dolaştı. Onları öpüp kokluyor, onlara eliyle ot ve türlü meyveler yediriyordu. Hatta ileri giderek bir kuzu alıp İstanbul’daki evimizin balkonunda beslememizi önerdi bana. Bunun olanaksızlığını, zorluğunu ikna edici bir dille ona anlattım. Ancak ileride yaşam koşullarımız değişirse bir kuzu alacağıma da söz verdim.
Kurban bayramı sabahı kurban kesme işini üslenmek bana düştü. Vekâleti aldık ve eşimle erkenden koçun bulunduğu yere gittik. Bu sırada Atacan uyuyordu. Amacımız o uyanana kadar kurban kesim işini bitirmekti. Uyandığında her zaman olduğu gibi benim nerede olduğumu sordu. Evdekiler: “Babanla annen kurban kesmeye gittiler.” dediler. O: “Hani geçen gün aldığımız koçu mu?” diye sorunca ne yazık ki, “Evet!” yanıtını aldı.
Kuşluk vakti elimizdeki torbalarda etlerle geldik. Atacan, etleri görünce uzaklaştı. Üzüldüğü her halinden belliydi. Bir şey söylemedi. Ben, onun üzüntüsünü gidermeye çalıştıysam da nafile…
Kurban bayramı ertesi İstanbul’a döndük. Evdeki pelüş kuzusu hep elinde... Yürüyüşte, markette, parkta, konuklukta, gezilerde… Çocuğun elinde kuzuyu görenler, “Onu bize ver, keselim.” demekte. Güya çocukla şakalaşıyor bu koca erkekler, kadınlar… Çocuk, bu sözler karşısında kuzusuna sımsıkı sarılmakta. “Bu gerçek kuzu değil, bunun eti yok, siz bez mi yiyeceksiniz?” diye yanıtlamakta bu koca çocukları ve hızla kuzusunu kaçırmakta.
Atacan, kurban bayramı sonrası başta kuzusu olmak üzere pelüş oyuncaklarının tümünü yatağına dolduruyor geceleyin. Onları sarıp sarmalıyor. Her gece iki yanına bir hayvanını alıp uyuyor. Ama bu oyuncaklardan biri, hep kuzucuğu oluyor. Sabahleyin uyanınca okula gitmeden önce onları koltuklara diziyor, “Burada oturun, ben gelinceye kadar olur mu?” diyerek vedalaşıyor hayvancıklarıyla.
Bazı küçük hatalar, dikkatsizlikler, hesapsız davranışlar çocuklarda olağanüstü fırtınalara neden olmakta. Bunların karşısında duyguları allak bullak, darmadağınık... Bu nedenle çocuklarımıza söyleyeceğimiz her söze, onların karşısında yapacağımız her davranışa özen göstermeliyiz. Çocukların ruh sağlığı için özel çaba gerekir; çünkü onlar geleceğimizdir.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       3 Kasım 2017



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder