KÖPRÜ VE OTOYOLLARIN PARASIZ OLMASI


 Her dinsel bayramda olduğu gibi, bu bayramda da otoyollar, köprüler, Marmaray bedava. Sosyal medyanın akıl küpleri hemen klavye başında döktürmeye başladılar. “Bayramda sokağa çıkma yasağı var; köprüler, otoyollar, Marmaray bedava.” Bu tür iletiler, yağmur gibi yağdı öngünde. Bayramın birinci gününde de sürdü bu ileti yağmuru. Kendileri çok akıllı ya, karşılarındakiler de kendilerine göre akılsız (Sözüm meclisten dışarı)… Aklınca alay ediyor karşısındakinin, yani devlet yöneticilerinin akılsızlığıyla(!). Yanıt vermeyeyim dedim, ama duramıyorum. İşin gerçeğini de söylemek zorundayım.

“Sokağa çıkma yasağı olduğu doğru. Ancak on altı milyonluk kentin günlük gereksinimleri nasıl karşılanıyor. Her gün tükettiğimiz besinler, diğer gereksinmelerimiz uzaydan mı geliyor, yoksa bu sanal dünyada mı yiyip içmektesiniz?” diye yanıtladım onlardan birkaçını. Arkasından Türkiye’nin her yerine, her gün binlerce kamyon gidip gelmekte. Soframızdaki her şey kırsal alanlardan gelmekte. Ayrıca giyim, temizlik ürünleri gibi insanların birçok ivedi gereksinmesi kentlere, başka yerlerden gelmekte. Gelen ürünler, kent içindeki toptancılardan mahallelere dağıtılıyor. Bütün bunlar, hangi yollardan gelmekte?

Sokağa çıkma yasağı olan günlerde görevliler, çalışanlar var. Fırınlar açık. Fırın çalışanlarının üç gün de olsa Marmaray’a parasız binmeleri kötü bir şey mi? Sağlık çalışanları, güvenlik görevlileri, sucular, gazete dağıtıcıları, nöbetçi eczane kalfaları, kargo emekçileri… Daha usuma gelmeyen birçok kişi, biz evlerimizdeyken çalışmaktalar.

Verdiğim yanıtlara, karşılık alamadım. Neden mi? Birçoğu, sürü psikolojisiyle önüne düşen, güya muhalif bir yazıyı anında paylaşmakta. Orada yazanların doğruluğu, yanlışlığı asla sorgulanmamakta.

Sen, sokağa çıkma yasağından önce torbalar dolusu alışveriş yapıyorsun. Bayram sonrası yasak bitince marketlere saldıracaksın aç kurtlar gibi. Aldıkların torbalara sığmayacak, belin bükülerek taşıyacaksın her şeyi. O torbalara doldurduklarının nereden geldiğini hiç düşünmedin mi? Yoksa market raflarının sürekli bir doğurganlıkla onları ürettiğini mi sanmaktasın? Her gün fırına gidiyorsun ekmek almaya. O ekmeğin unu nereden, kimlerce getirilmekte? Bunu hiç düşünmedin mi? Gece gündüz ülkemizin dört yanında direksiyon sallayan kamyon emekçilerinin yılda üç gün otoyol parası ödememesini çok mu görmektesin? Muhalif olacaksın diye içine doldurduğun nefretin, kinin her gün usunu kemirmekte yırtıcı bir virüs gibi. Bu nefretin, kinin mantığını yok ettiğinin farkında değil misin?

Köprü ve otoyolların parasız olmasıyla dalga geçenlerin büyük bir çoğunluğu kendilerini solcu ve devrimci görenler ne yazık ki. Oysa solculuk, devrimcilik emekçinin, çalışanın yanında yer almaktır.

Neredeyse haftanın her günü bayram seyran demeden çalışan emekçi kamyonculara, biz evimizde keyif yaparken bizim gereksinmelerimizi karşılayan hizmet sektörü çalışanlarının bayram süresince otoyollardan, köprülerde bedava geçmesini; Marmaray’a parasız binmelerini eleştirmek düşüncesizliğinin adı devrimcilik değil, olsa olsa liberalizmdir. Bu liberalizmi solculuk sananlar toplumsal düşünme yerine bireyciliğin bencilliğinde debelenmekteler.

Sen dışarı çıktığında bazı hizmetlerin parasız olması doğal, ama sana neredeyse yirmi dört saat hizmet eden emekçilerin yararlanması göstermelik ya da aldatmaca, öyle mi?

Adil Hacıömeroğlu 

25 Mayıs 2020

 

RUANDA’NIN SOYKIRIMCISI KİM?


“Ruanda soykırımının sorumlularından Felicien Kabuga yakalandı” başlık bu biçimde. Yakalama, Uluslararası Ceza Mahkemesi kararıyla olmuş. Çok güzel… Suçu ne? Yüz binlerce insanın öldürülmesi… Diğer sorumlular da mahkeme kararıyla aranıyormuş. Bu da güzel… Nerde yakalanmış? Fransa’da… Bu da güzel…

Peki, güzel olmayan ne?

Ruanda’yı oluşturan Tutsilerle Hutuları birbirine düşüren kim? Fransa…

Soykırımcı Hutuların destekçisi kim? Fransa…

Fransa Askeri İşbirliği Misyonu Şefi General Jean Varret’in soykırım olacağı yolundaki öngörülü uyarısını kulak ardı eden kim? Fransa…

Sekiz yüz bin kişi, kurbanlık koyun gibi doğranırken sessiz kalıp hatta bu vahşeti, dünyadan saklayarak katiller sürüsünden oluşan hükümeti destekleyen kim? Fransa…

Peki, soykırım suçuyla aranan Kabuga, nerede saklanmış? Fransa’da…

Niçin Fransa’da değil de başka bir ülke de saklanmamış? Çünkü efendisi ve suç ortağı Fransa... En fazla korunacağı, yardım göreceği ülkede saklanmasından daha doğal olan ne var?

Uluslararası Ceza Mahkemesi kimleri yargılıyor? Maşaları… Asıl suçlular, timsah gözyaşlarıyla insanlık, demokrasi ve özgürlük yalanlarıyla insanları kandırmayı sürdürmekteler. Asıl suçlular cezalarını bulmadan dünyada bu tür kitlesel kıyımlar önlenemez. Bir maşa gider, yeni bir maşa bulunur. Tarihin bize öğrettiği bu. Bu nedenle asıl suçluları, emperyalistleri, sömürgecileri, kara kıtanın al kanıyla toprağı sulayanları yargılamalı.

Fransız emperyalizmin ellerinden kan damlarken dünyaya insan hakları dersi vermesi ne büyük çelişki değil mi?

Adil Hacıömeroğlu

16 Mayıs 2020

 

ASKIDA VEKİL


CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Deva ve Gelecek partilerinin olası seçimlere katılabilmeleri için onlara milletvekili vererek TBMM’de grup kurmalarına yardımcı olabileceğini söyledi. Daha önce aynı şey, İyi Parti için de yapılmıştı. Bunun adı hülle...

 Ne yazık ki halka çözüm içeren izlenceler sunamayanlar, hülleci demokrasiyi buldular.

 Hülle yapacağına, siyasal partiler ve seçim yasasının değişmesi için uğraşsana be adam! Hangi alanda olursa olsun hülle, yanlış bir iş! Hülle demek, aldatma demek.

 “Hülle” sözcüğü, dilimize Arapçadan girdi. “Medeni Kanun’un kabulünden önce, kocasından üç kez boşanan kadının, yine eski kocasıyla evlenebilmesi için yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikâhlanması” demek hülle. Hülle konusunda halk arasında ilginç öyküler anlatılır. Bu öykülerin nerdeyse hepsi yüz kızartıcıdır. Hülle yoluyla bir nevi çokeşlilik yaygınlaşmaktaydı. Medeni Kanun’la kadın korundu bu saçma sapan gelenekten.

 Şimdi kalkmış Kılıçdaroğlu, bu ayıplı ve çoktan yok olmuş bir geleneği siyaset sahnesinde canlandırmaya çalışıyor. Ne kadar kötü değil mi?  

 Askıda ekmek, askıda çorba, askıda faturayı görmüştük daha önce. Şimdi de Kılıçdaroğlu sayesinde askıda milletvekili dönemini de göreceğiz. Dürüst(!) denen bir genel başkan, siyasette büyük bir yozlaşmanın öncüsü olmakta. Hülle yoluyla yasaları delmenin peşinde.

 Askıda vekil işi, ABD’nin “Ankara’daki adamımız” dediği Davutoğlu ve küresel sermayenin gözdesi Babacan’ın kurduğu partiler için söz konusu. Zaten küreselciliğe de hülle yakışır.

                                                                                   14 Mayıs 2020

 

 

SOSYAL MEDYADAKİ BOZGUNCULUK


Sosyal medyada, Türkiye’ye saldırılar sürüyor. Özellikle korona salgınına karşı savaş yürüttüğümüz bir zamanda bu saldırıların olması ilginçtir. Toplumsal birliğe, dayanışmaya, yardımlaşmaya en çok gereksinim duyduğumuz bir dönemde birtakım kötü niyetli kişiler, ülkemizi zayıflatmak için ellerinden geleni yapmakta. Böyle bir dönemde eleştiri olmayacak mı? Elbette olacak… Eleştiriler yol gösterici, salgınla savaşın kazanılmasına yardımcı olmalı.

İç cepheyi bölecek çamur atmalar, asılsız haberler yaymalar, kışkırtıcı söylemleri dile getirmeler, sağlık çalışanlarımızın morallerini bozacak nitelikte yayınlar, saygısızlığı özgürlük sanan paylaşımlar, küfretmeyi beceri olarak anlayanlar…

Emperyalizmin algı operasyonlarında görev alanların yaptıkları eleştiri değil; bozgunculuktur.

Türkiye’nin silahlı ordusuyla sağlık ordusu iki ayrı cephede büyük bir savaş yürütmekteler. Bu savaşta yerimiz Türkiye’nin yanıdır. Sağlık ordusunun ölümüne yürüttüğü bir savaşta her türlü bozgunculuk düşmana, koronaya yarar. Ayrıca başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler, korona salgınıyla ekonomik olarak zor durumdaki ülkelerde kışkırtmalar körükleyerek ulus devletleri bölmek peşinde. Anlaşılacağı üzere salgına karşın kışkırtıcılıktan vazgeçmiyor emperyalizm.

Sosyal medyadaki kişilerin çoğunun adları sahte… Fotoğraf yerine ya yumurta kafa var ya da farklı bir varlığın fotoğrafı. Bazı sahte adların kişisel fotoğraf bölümüne, insanların ilgisini çekecek bir resim konmuş. Bu sahte kişilerin çoğu, Türkiye’ye karşı konumlanmaktalar. Kendilerince muhalif olan birçok kişi, bu sahte hesapların kimliğini, kim adına davrandıklarını, amaçlarını, siyasal düşüncelerini, hangi devletin ya da örgütün adamı olduklarını bilmeden muhalefet içerikli bu paylaşımları yaymaktalar bilinçsizce. Bu paylaşımlar; hükümete muhalif olmaktan çok devlete, ulusa, halka, özellikle de ulus devlete yönelik. Eleştiriden çok kavga var paylaşımlarda. İnsanların birbirinden nefret etmelerine yol açacak nitelikte içerikler bulunmakta bunlarda. Türk ulusunu ortadan bölme, kamplaştırma amaçları çok açık.

Sosyal medyada az da olsa düşünsel tartışmalar olur, ancak genellikle siyasal yarış küfür, hakaret, aşağılama biçimindedir. Sakladıkları kimlikleri ve yüzleriyle insanlara uluorta hakaret etmeyi bir siyasal savaşım sanan zavallılarla doludur bu sanal âlem. Hangi görüşten olursa olsun neredeyse herkes, karşı tarafı bir küçümseme içinde. Ne kadar çok saldırgan olunursa o kadar takipçi kazanmaktalar.

Karşıtını küçük görerek büyüyeceğini sanan bir aymazlık var nedense. Oysa büyük adamların düşmanları da büyük olur. Karşıtını aşağıladığında sen büyümezsin, onu yendiğinde büyürsün.

Yaşa, deneyime, düşünceye, mesleğe, uzmanlığa, kişiliğe, insana saygı hak getire... Sosyal medya öyle bir yer ki insanlar; hiç tanımadıkları, yüzünü görüp sesini işitmedikleri, birikimi, yetenekleri hakkında bir tümcelik bile bilgisi olmadan karşısındaki kişiyi yargılayabiliyor. Hatta o kişi hakkında tinsel çözümlemeler yapıp kesin yargılarda bulunulabiliyorlar.

Bir kişinin dili sürçmeye görsün… Anında linç başlar. Bilgiçler çetesi çıkar ortaya ne edep ne de insanlık vardır yazdıklarında. Bilinçaltlarında çakılı bir ezikliğin kiniyle ezip lime lime ederler karşısındakini.

Sosyal medyanın toplumuza en büyük zararı uzmanlığa, bilgiye, insana, mesleğe, birikime, başarıya, emeğe saygıyı yok etmesidir. Kim olursa olsun fırsatı bulunca karşısındakini linç etmekten canice keyiflenen kişiler var ne yazık ki. Birini, bir düşünceyi, bir kümeyi, özellikle de karşıt olarak bellediklerini linç etmek siyasal bir başarı olarak görülmekte ve bundan da zevklenilmekte. Karşıtlık, düşünsel farklılık olarak düşünülmüyor. Karşıt, düşman olarak algılanıyor ve hiçbir biçimde en küçük bir olasılıkla da olsa uzlaşma, uslarda bulunmuyor. Herkes, silahlarını kuşanmış ve savaş alanına çıkmış durumdadır. Burada amaç, karşıtını tamamen yok etmektir.

Sosyal medyada kendilerini aydın sanan yeni tipler türedi. Kendilerini ilerici, çağdaş, modern, devrimci, hatta Atatürkçü görmekteler. Yüksek dağları ben yarattım, havası içindeler. İnsanların yoksulluğu, bilgisizliği, okumamışlığı, dindarlığı, inancı, mesleği, giyimi, bedensel kusurları, engelli olması, usu, zekâsı, ailesiyle dalga geçmekteler. İnsanları aşağılamaktan keyiflenmekteler. Hiçbir değere saygı duymayan birilerinin, siyasette başarılı olmaları kadar beni ürküten bir şey yok!

Kendisini devrimci olarak gören birisi, hele de Atatürkçü olduğunu da belirtiyorsa halkın yoksulluğu, bilgisizliğiyle dalga geçer mi? Atatürk’ten zerre kadar bir şey anlamamış bu kişiler. Ya bilerek ya da bilmeyerek Atatürk’ü halkın gözünden düşürmek için çalışmaktalar.

Sen aydınsan, aydınlatacaksın bilgisizi. Bencilce davranıp onu itip kakmayacaksın. Eğer ona ışığını iletemiyorsan, demek ki sende ışığın zerresi yok! Karanlığı aydınlatmak, bir aydın sorumluluğuysa neden bunu yapmıyorsun? Yoksa korkun, aydın olamadığının ortaya çıkması mıdır?

Sen, ne biçim devrimcisin? Toprağında çalışan köylünün nasırlı elleri, fabrikada alınteri döken işçinin kir pas içindeki giysisi, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ başında Allah’ından başka sığınacak bir güç bulamayan bir adamın inancıyla, asgari ücretle ev geçindiren ve boğazını doyurmak için büyük bir yaşam kavgası içinde olan birinin ekmeğin kutsallığına olan inancıyla nasıl dalga geçersin?

 

                                                                       13 Mayıs 2020

 

DOLARIN YÜKSELMESİ



Korona salgınıyla dünya ekonomileri gerilemekte. Var olan ekonomik bunalım, gittikçe derinleşmekte. Ekonomik bunalıma bağlı olarak işsizlik artmakta. Üretimden kopan ülkemiz ekonomisi, zorluklar içinde. Tam da böyle bir dönemde hem salgını hem de ekonomik bunalımı fırsat bilen ABD, ülkemize karşı döviz silahıyla saldırıya geçti. Amaç, Türkiye’de karmaşa yaratarak ülkemize diz çöktürmek…
Ülkemize, emperyalizmin finans teröristleri saldırırken FETÖ’nün propagandasına kapılan muhalefet ne yapıyor? Sanki saldırıya uğrayan kendi ülkesi değilmiş gibi her gün artan dolar karşısında neredeyse zil takıp oynamadıkları kaldı. Türkiye’nin iflas ettiğini, ekonominin çöktüğünü; hatta bazı densizler, işleri daha da ileri götürüp maaşların bile önümüzdeki günlerde ödenemeyeceğini yaymaktalar. Zaten emperyalistlerin de istediği bu. Psikolojik savaşla toplumun devlete güvenini zedelemek… Algı operasyonlarıyla toplumun özgüvenini ve dayanışmasını kırmak…
Sosyal medyada emperyalizmin işbirlikçisi PKK ve FETÖ’cülerin Türkiye’ye karşı başlattıkları bir saldırıya gözü kapalı piyonluk yapan sana sorsalar kendini “Atatürkçü, devrimci, milliyetçi, solcu, dindar…” gibi sözlerle tanıtacaksın. Sen, ülken emperyalist bir saldırıya uğrarken nasıl ellerini ovuşturup sevinirsin? Sen; nasıl bir insansın ki milyonlarca insanın ekmeği, küresel finans çetelerinin saldırısıyla ellerinden alınırken kıs kıs gülersin? Sen; kimsin ki yaşadığın topraklar, harabeye döndürülmek istendiğinde bunu görmezden gelirsin?  Sen; nesin ki emperyalizmden iktidar, finans çetelerinden umar beklersin? Seni topraklarına, yurttaşlarına, ekmeğini yediğin yurduna yabancılaştırıp düşmanlaştıran nedir? Sen, nasıl Damat Feritlerin ihanet çizgisini benimsersin?
“Mahallede yangın çıkınca yosma camda saçını tarar.” demiş halkımız. Ey emperyalizmin dolmuşuna binip tam gaz giden kişi; mahallede, memlekette yangın var. Hem de çok büyük bir yangın! Öyle bir yangın ki içten içe yanmakta. Dokunduğu yeri kül etmekte. Türkiye, büyük bir salgının pençesinde kıvranırken sen, ne yapıyorsun? Ülkemizin düşmanlarını sevindiriyorsun yaptığın işlerle. Kendi ülkenin zor durumda kalması için çabalamaktasın.
Türkiye üç büyük düşmanla savaşıyor. Birincisi emperyalizm ve işbirlikçileri FETÖ ve PKK… İkincisi ise korona…  Üçüncüsü de ekonomik bunalım… Savaş büyük… Hem de çok büyük… Bu savaşı, ne olursa olsun kazanmak zorundayız; ülkemiz, ulusumuz, hatta tüm insanlık adına.
Ey emperyalizmin algı operasyonlarına bilerek ya da bilmeyerek alet olan sen, Türkiye çökerse sen çökmeyecek misin? Türkiye, yoksullaşırsa sen nasıl varsıllaşacaksın? Türkiye olmadığında sen olabilecek misin?
Türkiye’nin küresel saldırıları savuşturacağı kanısındayım. Ancak başta Erdoğan olmak üzere hükümet üyelerinin bu saldırıyı doğru algılayarak küresel finans teröristleriyle cepheden savaşmaları gerekiyor. Konuyu, halka dosdoğru anlatmalılar. Halk, o zaman üzerine düşen özveriyi gösterir. Bu saldırıya karşın bu küresel çetelerle iyi geçinme umudu, Türkiye’ye zarar verir. Bundan sonra Atlantik sistemiyle dostluk olanaksızdır. Bu gerçeği, AKP’nin yöneticilerinin tümü görmeli. Özellikle Erdoğan’ın salgını fırsata çevirerek başta Suriye ve Mısır olmak üzere bölge ülkeleriyle ilişkileri düzeltmesi gerekir. Önümüzdeki günlerde Türkiye ile Atlantik arasındaki kavga daha da şiddetlenecek. Bu nedenle Türkiye’nin dost komşulara ve güvenilir bağdaşıklara gereksinimi var. Bu nedenle Avrasya’daki dostlarımızla ilişkiler sıkılaştırılmalı. Bu arada şunu da söylemeliyim ki Atlantik’le kavga ederken Atatürk ve Cumhuriyet’le hesaplaşılmaz. Atatürk ve Cumhuriyet, Atlantik’le savaşın itici gücü, motorudur. Atatürk’e ne kadar çok yaklaşırsan Atlantik’e karşı o kadar güçlenirsin. Atatürk’ten uzaklaştığında ise Atlantik’e teslim olursun.
Hükümet, finans teröristlerinin Türk Lirasına yaptıkları saldırıyı önlemek için öncelikle ulusal paralarla uluslararası ticarete yönelmeli, hem de ivedilikle. Tarihimizde bunun örneği var. Atatürk döneminde özellikle Sovyetler Birliği’yle ulusal paralarla ticaret yapıldı. Dolarla ticaret yapmak, halkımızın emeğini ABD’ye peşkeş çekmektir. Ayrıca yurtiçinde, dövizle her türlü alışveriş yasaklanmalı. Türkiye’de her türlü alışverişte ulusal paramız, zorunlu olarak kullanılmalı.
Türkiye ekonomik sorunlarından kurtulmak, işsizliği çare bulmak için üretmek zorunda. Üretmeyen bir ülkenin ayakta kalması zor. Bu nedenle ivedilikle üretmek zorundayız. Üretime öncülük etmeyen siyasetçiler ayakta kalamaz. Bu da böyle biline…
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       9 Mayıs 2020


1 MAYIS BÖYLE Mİ KUTLANIR?



Ülkemizde ve dünyada koronavirüs salgını var. Bu salgının önlenmesinin en etkili yolu sosyal yalıtım… Sosyal yalıtımı sağlamanın iki yolu var. Birincisi, evde kalıp elimizden geldiğince insanlardan uzak durmak... İkincisi ise işe gitmek ya da günlük gereksinmelerimizi karşılamak için dışarı çıkmak zorundaysak diğer kişilerle aramızdaki sosyal mesafeyi korumak…
Korona salgınından korunmak için toplumsal bir seferberlik var. İşyerlerinin çoğu kapanmış. Çalışanların çoğu işsiz kalmış. İnsanlar tüm yaşam zevklerini ertelemekteler. Ekonomi durma noktasında… İnsanlar, ilk kez bir baharın nasıl gelip gittiğini fark etmiyorlar bile. Ülkemizde her gün onlarca kişi yaşamını yitirmekte. Dünyanın birkaç ülkesi dışında neredeyse tüm ülkelerde durum aynı.
1 Mayıs… İşçinin, emekçinin bayramı… Tüm emekçilerin bu bayramı kutlamak hakkı…
Peki, bayramı tek tipleştirmek, bunun için kutsal yerler yaratmak doğru mu?
Bir bayramı kutlamak için alanlara çıkıp slogan atmak, caddelerde yürümek dışında bir seçenek yok mu?
Dünyayı yaptığı üretimle sırtlayan işçi sınıfı, yeni kutlama seçenekleri üretme konusunda yaratıcılığını kullanacak güçte mi değil? Bence işçi sınıfının bu yeteneği var, ama sendikacılar onlara bu yeteneklerini kullanma olanağı vermemekteler.
İstanbul Valiliği, tüm sendika konfederasyonlarına, Taksim Anıtı’na çelenk koyma hakkı tanıdı. Bütün sendikalar salgına karşı gerekli önlemleri alarak çelenklerini sundular. Ama nedense DİSK yöneticileri bu kurala uymadılar. Sosyal yalıtım kuralına uymayarak insanları, otobüslere üst üste bindirerek Taksim’e getirdiler. Meydan’da kol kola girerek sosyal mesafe kurallarını hiçe sayıp Anıt’a yürüdüler.  Polis barikatını aşmak için itiş kakış yaptılar.
Bir işçi sendikasının üyelerini kolayca salgın tehlikesinin içine atması düşündürücüdür. Sendika yöneticileri, üyelerini salgından korumama sorumsuzluğu insan haklarına aykırıdır. Sen, nasıl onlarca kişiyi böyle bir duruma sokarsın? Böyle sorumsuzluk olur mu? Devrimcilik sizin bildiğiniz gibi sorumsuzluk değil, tersine büyük bir sorumluluktur. Üyelerinin, polisin, halkın sağlığını koruma sorumluluğu taşımayan kişilerden devrimci olmaz.  Bu nasıl bir yöneticilik hırsıdır ki, bencilliğin uğruna onlarca insanın sağlığını tehlikeye atıyorsun?
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı evlerde kutladık ulusça. Alanlar, caddeler, parklar, okul bahçeleri bomboş kaldı. Evlerde öyle bir kutlama yaptık ki uzun zamandır böyle birlik içinde bir bayram kutlamamıştık. O 23 Nisan ki ulus devletimizin kuruluşu ve ulus egemenliğimizin ve Türk Devrimi’mizin başlangıcıdır. Bu kadar önemli bir günü bile evlerde kutlama olgunluğu, sorumluluğu gösterdi halkımız. Pencerelerimiz, balkonlarımızdan sel olup taştık, emperyalizmin bentlerini aştık.
Neden Taksim? Neden salgının kol gezdiği bir kentte, kitlesel kutlama yapma inadı?
Taksim bir kutsal yer midir? Salgını yok sayarak inatlaşmak, bilim adamlarının uyarılarını kulak ardı etmek neden? Bilimsel kuralları, bir ortaçağ kafası vurdumduymazlığıyla yok saymak neden? Bilim adamlarının ısrarla önerdiği “sosyal yalıtım” ve “sosyal mesafe” kurallarına uymamak, gericilik değil de nedir? İlericilik, bilimsel düşünce ve uygulamayla olur. Bilimin kurallarına göz yumanlardan devrimci olur mu?
Türkiye’de seksen bin camide toplu namazlar yasaklandı. Doğru düzgün bir karşı çıkış gördük mü? Görmedik… Bir dinsel lider, bu konuda sorulan soruya: “Namaz konusunda fetvayı doktorlardan alırım.” demekte. Yine salgın döneminde oruç tutulup tutulmaması konusunda diyanet yetkilisine sorulan sorulara, yetkili: “Buna doktorlar karar verir.” demekte.
Şimdi insanın kafasına şu soru takılıyor: Kim ilerici, kim gerici?
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       2 Mayıs 2020