tag:blogger.com,1999:blog-35541307576585169352024-03-19T11:48:36.988+03:00Adil HacıömeroğluAdil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.comBlogger1812125tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-47773503821968039462024-03-18T13:26:00.006+03:002024-03-19T09:18:05.056+03:0018 MART ÇANAKKALE ZAFERİ<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Osmanlı
Devleti’ni savaş dışı bırakmak için İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal etmek
için kolları sıvadılar. Bunun için de Çanakkale’den deniz yoluyla geçip
İstanbul’a varmaktı amaçları. Bu amaca ulaşmak için İngiliz ve Fransız
donanmaları Çanakkale önüne geldi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Osmanlı
Genelkurmay’ı İtlaf Devletlerinin Çanakkale’yi geçmek için saldırı
düzenleyeceğini öngördüğünden Boğaz’daki savunma hatları güçlendirildi.
Tabyalar düzenlendi. Buralara toplar yerleştirilip askerlerimiz için sığınaklar
yapıldı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">İtilaf
donanması, Türk savunma hatlarına ilk saldırısını 19 Şubat 1915 Cuma günü
yaptı. Sabah saat 06.30’da düşman gemileri, Boğaz’a yaklaştılar. Tabyalara 17
kilometre kala ateş düzeni alıp Amiral Gemisi Queen Elizabeth’in işaretiyle top
saldırısı başladı. İlk ateşi, Cornwallis zırhlısı yaptı. Bu sırada saatler 09.50’yi
göstermekteydi. Böylece Çanakkale Savaşı başlamış oldu. Ağır topları ateşi
aralıksız saat 13.00’e dek sürdü. Bu sırada gözcülerin dışındaki Türk askerleri
sığınaklara girdiler. Çünkü gemiler, Türk topçusunun menzili dışındaydı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Türk
topçusu, yaklaşık üç saat süren bombardımana karşılık vermeyince düşman
gemileri daha yakına gelip ateş etmeye başladı. Saat: 14.00’tü. Türk topçusu,
menziline giren gemilere tabyalardan karşılık vermeye başladı. Türk topçusunun savuma
atışlarıyla düşman gemilerinin bazıları isabet aldı. Topçumuzn kullandığı
mermiler zırh delici olmadığından bu gemiler ucuz kurtulmuştu. Düşman
gemilerinden bazıları yara almıştı. Bu saldırılarda 4 şehit, 11 yaralı verdik. İki
topumuzda kullanılmaz duruma gelmişti. Düşman gemileri havanın kararmasıyla
saat 17.30’da geri çekildi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Ateşin
kesilmesiyle Türk askerleri sığınaklardan çıkıp topları temizlediler. Gerekli
önlemler alındı. Şehitler, toprağa verildi. Yaralılar, Alçıtepe köyüne
götürüldü.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Hava
bozdu beş gün boyunca şiddetli lodos esmeye başladı. Bu nedenle düşman,
saldırılarına ara vermek zorunda kaldı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">25
Şubat 1915 Perşembe sabahı, lodos kesilince düşman saldırısı kaldğ yerden
sürdü. Saat 10.15’te Queen Elizabeth büyük toplarıyla Seddülbahir tabyasını bombaladı.
Düşman gemilerinin diğerleri de tabyalarımızı vurmaya başladı. Topraklarımıza
ateş kusan gemiler, kıyılarımıza 3 kilometreye dek yaklaştılar. Ertuğrul tabyasındaki
Türk topçuları ölüme meydan okuyarak silah başı yaptılar. Türk topçusu, düşman
gemilerini ateş altına aldı. Agamemnon zırhlısı on dakikada yedi isabet aldı.
Üç düşman askeri öldü, beşi de yaralandı. Dublin kruvazörü, Türk topçusunun
ateşi karşısında geri çekildi. Fransız Gaulois zırhlısı Türk toplarına hedef
oldu, 9 Fransız askeri öldü. Gaulois kaçmak zorunda kaldı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Seddülbahir
ve Anadolu yakasındaki Yeniköy yanıyordu. Bazı tabyalarımızda ağır hasar vardı.
Devre dışı kalan topların yerine dört top yerleştirildi. 13 şehidimiz toprağa
verildi alacakaranlıkta. 19 yaralımız, Alçıtepe’ye götürüldü sağaltım için. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Düşman
saldırıları, lodoslu günlerde durdu. Lodos dindiğinde saldırılar yeniden
başladı. İngilizlere ait Ark Royal uçak gemisinden kalkan uçaklar alçaktan
uçarak keşif uçuşları yaptı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Nusret
Mayın Gemisi, Boğaz’ın en dar yeri olan Kilitbahir ve Çanakkale kent merkezi
arasındaki alana mayın döşedi. Topçu tabyaları da hazırdı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Derken…
18 Mart Perşembe gününe gelindi. Gün doğmak üzereydi. Hava açıktı. Lodos az da
olsa duyumsanıyordu. Önce düşman uçakları havalanıp bölgeyi gözetlediler. Her
şeyi kendileri için uygun buldular. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Düşman
zırhlıları üç bölüme ayrılmıştı. İlk bölümde İngiliz gemileri vardı: Queen
Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson, Inflexible.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">İkinci
grupta ise Fransız gemileri bulunmaktaydı: Gaulois, Charlemagne, Suffren ve
Bouvet. Bu iki grubun sağında ve solunda Prince George ve Triumph vardı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Üçüncü
grupta sekiz İngiliz zırhlısı bulunuyordu: Majestic, Ocean, Vengeance, Irresistible,
Albion, Swiftsure, Cornwallis, Canopus. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Saatler
10.30’u gösterdiğinde başta mayın arama gemileri olmak üzere birçok küçük savaş
gemisi Boğaz’a girdi. Ardından zırhlılar göründü uzaktan. Bunlar Çanakkale’ye
16 kilometre kala savaş düzeni aldı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Saat
11.15’te Triump zırhlısı ilk ateşi açtı. İntepe’deki bataryamız anında karşılık
verdi. Böylece dünya tarihinin önemli bir sayfası olacak olan Çanakkale Deniz
Savaşı başladı. Boğaz, cehenneme döndü bir anda. Düşman, tüm hedefleri yok
etmek için durmaksızın saldırdı. Türk topçusu, düşman gemileri menzile
girinceye dek suskun kaldı. Bundan yüreklenen düşman zırhlıları, Boğaz’a iyice
girince Türk askeri ölümü hiçe sayarak yüklendi toplara. Şimdi cehennemi yaşama
sırası düşmandaydı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Çanakkale
ve Kilitbahir alevler içinde kaldı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">İlk
ateşlerle Fransız zırhlısı Bouvet’te yangın çıktı. Suffren, Gaulois,
Charlemagne önemli yaralar aldı. Tam da bu sırada Seyit Onbaşı ortaya çıktı
yokluğa, yoksulluğa yetersizliklere meydan okuyarak. Yüklendiği top mermisi
Bouvet’i Boğaz’a gömdü.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Düşman
zırhlıları ilerledikçe mayınlara çarpmaya başladılar. Ağır kayıplar verip geri
çekildiler. <o:p></o:p></span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 16pt; text-indent: 35.4pt;">Bu
sırada saatler 18.00’i göstermekteydi. (Yararlanılan kaynak: Turgut Özakman,
Diriliş Çanakkale 1915)</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">İngiliz
ve Fransızlar geri çekilirken beş yüze yakın ölü bıraktılar Boğaz’ın serin
sularına. Biz ise 28’i Alman olmak üzere 58 şehit verdik bu zafer gününde.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Çanakkale
Deniz Zaferi’nin mimarı, Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Çobanlı Paşa idi. Çanakkale’yi
denizden geçemeyeceğini anlayan İtilaf devletleri bir ay sonra kara savaşlarını
başlatmak zorunda kaldı. Burada da karşılarında Mustafa Kemal’i bulacaklardı.
Bu büyük zafer ulusumuza kutlu olsun. Çanakkale’nin eşsiz komutanlarını,
yürekli Mehmetçiklerimizi saygıyla anıyorum. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>18
Mart 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-12139718097743473142024-03-17T12:07:00.006+03:002024-03-17T17:57:36.240+03:00İZLEDİĞİM İLK TRABZONSPOR MAÇI (Pazar Yazıları)<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Çocukluğumda
futbol maçlarını radyodan dinlerdim. Ayrıca evimize birden çok gazete girdiğinden
spor sayfalarından bilgilenirdim futbol takımlarıyla ilgili. Birinci Lig’de oynayan
takımların bazılarının ilk on birlerini ezbere sayardım. Bununla kalmaz. Batı Almanya,
İtalya, Hollanda, Brezilya gibi dünya futbol devlerinin kadrolarını da
ezberlemiştim. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Foto
Maç diye haftalık bir futbol dergisi çıkardı. Onun neredeyse her sayısını alıp
okurdum. En ilgi duyduğum ise “George Best Futbol Öğretiyor” sayfasıydı. Kendimce
oradan futbol öğrenirdim. Öğrendiklerimi de arkadaşlarıma öğretmeye çalışırdım
kendimce. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Çocukluğum,
yazın köyümüz Gülderen’de; okullar başladığında ise Hayrat’ta geçti. Doğru
düzgün top oynayacak yer yoktu ne yazık ki. Çünkü arazi düz değil. Boş bulduğumuz
her yerde top oynardık. Takımlardan biri yokuş yukarı, diğeri yokuş aşağı
oynardı. Yokuş yukarıya doğru hücum etmek zorunda kalan takım, diğerine gör iki
kat fazla yorulurdu. Saate karşı oynanmazdı maçlar. Devre ve maç bitimleri gol
sayısına göre belirlenirdi. Örneğin, beşte haftayım, onda maç biterdi. Kimi
zaman gol olmazdı uzun süre. Böyle bir durumda maç saatlerce sürerdi. Açlık
duymazdık. Susuzluğumuzu ise mahalle çeşmelerinden ya da oynadığımız yere,
dereye yakınsa çakıl taşlarını yalayıp geçen berrak sudan karşılardık. Su
içerken elimizi, yüzümüzü, boynumuzu yıkamayı unutmazdık. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Genellikle
okul kıyafetlerimizle oynardık futbolu. O dönemde kösele ayakkabı giyen azdı.
Bunlar, topa vurdukça patlardı sağından solundan. Eve gidince anneler, babalar
çıkışırdı bu duruma. Bu konuda kara lastik giyenler şanslıydı. Üstelik okul
kıyafetleri de çamur içinde kalırdı. Zaten bir tane takım elbisemiz ya da önlüğümüz
vardı. O da çamur içinde kalınca ertesi gün okula neyle gidecektik? Çamaşır
makinesi yok, yıkama işi elle yapılmakta. Evlerde sobalı, ısıtaç (kalorifer)
henüz yaşamımıza girmemiş. Diyelim ki yıkandı giysi, nasıl kuruyacak sabaha
dek. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Her
şeyde olduğu gibi çözümü annelerimiz bulurdu. Babalarımızın kızmasını önlemek
için çabucak giysimizi yıkar, sobanın önündeki bir sandalyeye ya da soba
borularına çamaşır kurutmak için takılan metal çubuklara asardı ıslak giysiyi. Sabaha
dek kururdu giysimiz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Ortaokulun
birinci sınıfındaydım. Kurban Bayramı yaklaşmaktaydı. Kurbanımızı köyümüzde
keserdik. Çünkü ninem (babaannem) ve amcamın ailesi köyde yaşardı. Ayrıca orada
geçmişimiz vardı. Dedemin, amcalarımın, amca çoklarımın, küçük yaşta
yitirdiğimiz kız kardeşim Sevil’in gömütlüğü bulunmaktaydı. 14 Şubat 1970 Cumartesi
günü öğlende okullar dağıldı. 1973’e dek cumartesileri okullara gidilirdi. 1973’te
çalışma günleri, cumartesinin dinlence olmasıyla beş güne indi. Annem, babam ve
biz dört kardeş yola dizildik köye gitmek için. O günlerde araba zor bulunur
bir şeydi. Yürüyerek giderdik neredeyse her yere. Hepimizin elinde, sırtında
yükler vardı. Yüklerimiz; bayramlık giysilerimiz, yedek çamaşırlar ve
köydekilere götürdüğümüz ufak tefek armağanlardan oluşmaktaydı. Dimdik yokuşu
çıktık. Bir saat olmadan köyümüze geldik. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Babam,
hemen kurbanlık ineğine yedinci ortak olarak girdiğimiz komşumuzu bulmak için Caminin
Yanı’na gitti. Yanında ben de vardım. Hoşbeşten sonra kurban parasını ödedi. Köy
kahvesindeki gençler arasında bir devinim vardı. Gençlerden biri, babama: “Hocam,
sizde gelmek ister misiniz maça?” diye sorunca babam düşünmeden “Evet!” dedi.
Ertesi gün Trabzonspor- Karşıyaka maçına gideceğiz. Yenersek Birinci Lig’e
yükselme şansımız artacak. Çünkü bulunduğumuz kümenin lideri Karşıyaka.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">15
Şubat Pazar sabahı erkenden kalktık. Sıkıca kahvaltımızı yaptık. Benim
heyecanım dorukta, ilk kez maça gideceğim. Neredeyse herkes toplanmıştı.
Dolmuşa bindik. Ben küçük olduğumdan babamın kucağına oturdum. Dolmuş on beş
kişilik… Önceki gün kararsız olanlardan birkaçı da gelince sayımız çoğaldı. Dolmuş,
on beş kişilik. Sıkış tıkış bindik. Önce ilçe merkezimiz Of’a uğradık. Böylece
yolun on yedi kilometresi bitti. Geri kaldı elli iki kilometre. Zaman
geçirmeden yola koyulduk. Yol boyunca konumuz Trabzonspor’du. Birinci Lig’e yükseleceğimize
inananlar çoktu. İşimizin zor olduğunu söyleyenler de vardı içimizde. Dolmuşta
en yaşlı kişi babamdı. Ayrıca okumuş biriydi. Anlaşmazlıklarda ona
soruyorlardı. O da bildiği kadar yorum yapıyordu. Dolmuştaki bazıları bana,
Trabzonspor’un hangi on birle sahaya çıkacağını soruyorlar. Ben de ezberimdeki
takımı bir çırpıda sayıyorum. Eğlence olsun diye Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş,
Eskişehirspor ve Göztepe’nin ilk on birlerini saydırıyorlar bana. Ben söylüyordum.
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Söyleşerek,
tartışarak stadyumun yakınına geldik. Dolmuştan inip biletlerimizi aldık. Bana
bilet almadı babam. Yaşıma göre zayıf ve çelimsizim. Babamla birlikte girdim açık
tribünlere. Köylülerimizle bir aradayız. Erkenci olduğumuz için tribünün ortasında
bir yerdeyiz. Görüş açımız çok iyi. Maçın başlama saati: 14.00… O dönemde gece
maçları yok henüz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Hüseyin
Avni Aker, benim için o anda kutsal bir yer. İlk kez takımımızı izleyeceğim.
Zaman geçmek bilmiyor. Beklerken tribünlerin her yanı doldu. Neredeyse boş yer
yok! Maç saati yaklaştıkça heyecan artmakta ve izleyicilerin sesleri gökyüzünü
kaplamakta. Derken ısınmak için takımımız çıktı alana. Yer gök inledi birden. Ben,
neredeyse sevinçten ağlayacağım. Adlarını ezberlediğim futbolcularımız, önümde
ısınmaktalar sağa sola koşarak. Kimi zaman da birtakım hareketler yapmaktalar.
İzleyicilerin sevinç gösterilerine kendilerince yanıt verdiler sık sık. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Karşıyaka
takımı da çıktı sahaya. Onlara “Yuh!” çekildi. Doğrusunu söylemek gerekirse bu
bağırışa ben katılmadım. Ne de olsa konuğumuz onlar. Köylülerimiz, Karşıyaka’nın
on birini soruyorlar bana. Stadyumun sesbüyütücüsünden takım kadroları
duyuruldu. İyi dinleyince birkaç as oyuncusunun olmadığını söyledim
yanımdakilere. Derken saatler 14.00’ü gösterdiğinde maçın hakemi Nevzat Tansuk,
düdüğünü öttürdü ve maç başladı. Yerimde duramıyorum. Takımımız ileriye gidince
bende gidiyorum onlarla. Savunmadayken ben de savunmadayım. Derken maçın 13. dakikasında
oyuncularımızdan Ahmet Ziya Genç ilk golümüzü attı. Oyuncularımız orta
yuvarlakta, bizler tribünlerde sarmaş dolaşız. Takımımız çok iyi, kazanmak için
sürekli gol arıyor. Oyun, Karşıyaka’nın yarı sahasında. 20. Dakikada Ahmet
Tanrıkulu, ikinci golümüzü attı. Sevincimiz bin kat çoğaldı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Devre
arası oldu. Kemençe eşliğinde sevinçli yorumlar sürdü on beş dakika boyunca.
Oyun başladı. Maçın 65. dakikasında Ahmet Tanrıkulu, üçüncü golümüzü filelere
gönderdi. Çok sayıda gol kaçırdık. Ancak üzülmedik buna. Maç bitince arabamıza yürüdük.
Herkes oturunca yerine, yola çıktık. Çok sevinçliyiz. Takımımıza duyduğumuz
güven üst düzeyde. Birinci Lig’e yükseleceğimize inanç tam. Dönüşte ilçe
merkezimize uğramadık. Dolmuşumuz Eskipazar’da, Baltacı Deresi kıyısındaki
fırının önünde durdu. Herkes indi ekmek almak için. Babam çokça ekmek aldı bayram
nedeniyle. Sıcak ekmeklerin bir bölümü dolmuşta yendi iştahla. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Akşamleyin
eve vardık. 16 Şubat, bayramın öngünü. 17 Şubat 1970 Salı günü Kurban Bayramı. Çifte
bayram yaptık o gün Trabzonspor sayesinde. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Ne
yazık ki 1969-70 futbol sezonunda Trabzonspor Birinci Lig’e yükselemedi. Üç
sıfır yendiğimiz Karşıyaka çıktı o yıl birinci lige. Düşlerimizi gerçekleştirmek
için daha çok zamana ve sabra gereksinmemiz vardı. Sonunda 1973-74 sezonunda şampiyon
olarak 1. Lig’e yükseldik. Bundan sonra Türk futbolunda yeni bir tarih
yazılamaya başlandı. <o:p></o:p></span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 16pt; text-align: left;">Bu tarih, futbolumuzdaki Anadolu devriminin tarihiydi.</span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 6;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 6;"> </span>17
Mart 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-55380433785495316092024-03-15T14:21:00.005+03:002024-03-15T14:21:46.209+03:00CUMHURİYETİN AYAK SESLERİ<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Ülkemizin
cumhuriyetle yönetilmesi düşüncesi, Atatürk’ün kafasında gençlik yıllarından
beri vardı. Bu düşüncesini, zaman zaman arkadaş çevresiyle paylaşmıştır. Bazı
arkadaşları onun bu düşüncesini gerçeğe aykırı buldular. Ancak o, bu ülküsünden
hiç geri adım atmadı. Tersine her geçen gün bu düşüncesi olgunlaştı kafasında.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Amasya
Genelgesi’nde yer alan “Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı
kurtaracaktır.” maddesi, aslında ulus egemenliğine giden yolun, yani cumhuriyet
yönetimine geçileceğinin bir belirtisi sayılabilir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Erzurum
ve Sivas kongreleri, ulus egemenliğinin yapı taşlarıdır. Ardından Ankara’da
toplanan TBMM, cumhuriyete geçileceğinin habercisi. Atatürk’ün 2 Şubat 1923’te,
İzmir’de halka verdiği söylevde Türkiye’nin yönetim biçiminin ne olacağı
konusunu aydınlatmakta. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Arkadaşlar,
yeni Türkiya devletini idare eden Türkiya Büyük Millet Meclisi hükümetini bence
artık izaha hacet kalmamıştır. Ancak milletimizin belki ifade edemediği ve
fakat böyle el ele temas ederekten tuttuğu ve sahip olduğu hükümetimizin
mahiyetini henüz tanımayan düşmanlar vardır veyahut tanımamak isteyen düşmanlar
vardır. Onun için biz de düşmanlarımızı dahil olduğumuz bu mesut ve çok şey
vaat eden istikametteki isabete ikna edebilmek için çok söylemeyi, bundan çok
bahsetmeyi, genel milli vazife olarak görmeliyiz. Şimdiye kadar mevcut
kitapları okuyanlar bilirler ki ve okumayanlar dahi fiilen tanımakla bilirler
ki, insanlar birtakım hükümetler teşkil etmişlerdir ve teşkil ederler. (Atatürk’ün
Bütün Eserleri, Cilt: 15, Birinci Basım: Şubat 2005, s. 72)” Büyük Kurtarıcı,
burada TBMM hükümetini tanımayan, anlamayan düşmanlardan söz etmekte. Peki, bu
düşmanlar kimlerdir? Baştan beri Ankara’da kurulan hükümetlere, yurdun ve ulusun
kurtarılması için gecesini gündüzüne katan Gazi Paşa ve arkadaşlarına düşmanlık
yapan emperyalistlerle onların işbirlikçileridir. Ne yazık ki emperyalistler,
bazı saf yurttaşlarımızı da kandırmaktaydı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Efendiler,
hükümet teşkil etmekten maksat, bir toplumun mevcudiyetini muhafaza etmek ve o
toplumu manen ve maddeten müreffeh ve mesut etmektir. Toplumda insanlar bu iki
şey için hükümet teşkil etmek zarureti karşısındadırlar. Hükümet toplumsal bir
ihtiyacın zaruretidir. Ve onun gerektirdiği bir şey vardır. Muhtelif şekil ve
mahiyette birtakım hükümetler vardır. Bildiklerimizi beraber hatırlayalım:
mutlakiyet hükümeti vardır, meşrutiyet hükümeti vardır, cumhuriyet hükümeti
vardır. Bugün dünya üzerinde gördüğümüz şekillerdir. Fakat bütün bu isimleri iki
sınıf ile ifade edebiliriz. Şahsi saltanat vardır veyahut meşruti saltanat
vardır. Ben bu ifade tarzımla cumhuriyetle meşruti saltanat arasında çok ufak
bir fark gördüm. Bence saltanat, cumhuriyet şeklinde belirli zaman için değişmez
salahiyetlere sahip geçici bir sultan vardır. Diğerinde ise ömrü oldukça sultanlık
eden ve öldükten sonra da evladına veyahut akraba ve yakınlarına miras olarak
kalan sultanlık vardır. Ve ister meşruti saltanat olsun, ister cumhuriyet
olsun, bunların dayandığı mahiyet, biliyoruz ki, parlamenter denilen bir
şeydir. Yani kuvvetler dengesi esaslarına dayalı bir şekildir. Veyahut kuvvetler
ayrılığıdır. Diğeri ise malumdur. Bir adamın, bütün bir millete hâkimlik etmesi,
müstebitlik etmesi, bütün bir memleketi malikâne kabul etmesi ve milleti de kendi
emrine kayıtsız şartsız tabi bir köle sürüsü olarak görmesidir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Efendiler,
Türkiya Büyük Millet Meclisi hükümeti bu saydığımızı hükümet şekillerinden
hiçbirisine benzemez. Çünkü arz ettiğim gibi, onların dayandığı esas, kuvvetler
ayrılığı, kuvvetler dengesidir. Halbuki bizim hükümetimiz kuvvetler birliği
esasına göre kurulmuş bir hükümettir. Bu şekil ve mahiyette hükümet, denilebilir
ki, bugün mevcut değildir. Ancak mevcut olmayan bir şey, hiç vücut bulmamış bir
şey de yapmış değiliz. İnsanlık tarihi incelenirse görülür ki, aynı mahiyette
kurulmuş ve faaliyette bulunmuş hükümet vardır. Ancak arada tamamen farksızdır
denilemez. Kuvvetler birliği esasına göre kurulmuş olan hükümetimizin menfaatlarını
ve faydalarını izah için, arzu ederseniz hep beraber, kuvvetler dengesi esasına
göre yapılmış ve mevcut olan hükümetlerle ufak bir mukayese yapayım. Biliyorsunuz
ki, bu kuvvetler dengesi teorisi esasen Monteskiyö tarafından ortaya konulmuş
bir teoridir. Monteskiyö bu teorisini yaparken dünyada mevcut modellerden birisini
aramıştır ve onu İngiltere’de bulmuştur. İngiltere’de ve her yerde krallar
vardı. Krallar herkesçe malum olduğu üzere, aynı zamanda Allah tarafından dahi
kuvvetlere sahip tasavvur olunurdu. Kralların, hükümdarların, imparatorların
şahıslarında mevcut tasavvur edilen icra kuvvetinin geri alınmasına zihinler
bile meyledemeyecek kadar kökleşmiş bir halde bulunuyordu. O zamanın bütün
filozofları, bütün kanun koyucu insanları, bütün zekâları, insanlığın selamet
ve saadeti için teoriler düşündükleri zaman, usul düşündükleri zaman, değişmez
ve değiştirilemez gibi gördükleri noktalara taarruz etmekten korkuyorlardı.
Dolayısıyla Monteskiyö değişmez, sabit bir karar kabul etmişti. Bu esas
noktadan yürüyerek şimdi bu kralın idare ettiği, kendi hüküm ve istibdadı
altında idare ettiği milleti hakiki saadete sevk edebilmek için ne yapmak imkânı
vardı. Fakat bunu düşünürken Monteskiyö dahi biliyordu ki, bu ancak ve ancak milletin
hakimiyetini millete vermekle mümkün olur. Fakat buna imkân tasavvur
edemediğinden dolayı, bu milli hakimiyet -ki kralın elindedir- bunun hiç
olmazsa bir parçasını millete verelim; kısımlara ayıralım, kral istediği gibi
hareket edemesin. Az çok milletin arzu, emel ve hakimiyeti de kralın hareketleri
üzerinde tesirli olsun ve bu surette zarar yarıya insin. İşte kuvvetler dengesi
teorisinin esasını koyan Monteskiyö’nün zihniyeti bu idi arkadaşlar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Bu
teori ile bir icra heyeti -ki reisi hükümdardır- ve bir mebuslar meclisi -ki vazifesi
kanun yapmaktır- sonra Fransız milleti, insanlığını, benliğini temin edebilmek
için yaptığı genel mücadelesinde muvaffak olduğunu zannetti. Ve bu muvaffakiyetini
muhafaza etmek ve devam ettirebilmek için Monteskiyö teorisine kendi millet ve memleketinde
tatbik mahalli aradı. Yalnız orada kuvvetin ikiye ayrılması kâfi görülmedi. Bir
bağımsız kuvvet daha icat olundu: Adli kuvvet… (Aynı yapıt, s. 72-73)” <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Atatürk,
yukarıdaki anlatımından anlaşılacağı üzere Fransız Devriminin bir kopyacısı
değil. Türk Devrimi, bize özgü bir devrim. Fransız Devrimi, kuvvetler ayrımını
savunup uygularken, Gazi Paşa kuvvetler birliğinden yanadır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Atatürk,
yukarıdaki konuşmasında kişisel saltanatla cumhuriyet arasındaki farkı çok açık
anlatmıştır. Kişisel saltanat bir aileye, cumhuriyetteki saltanat (yanı
yönetim) ise halka aittir. Bu nedenle cumhuriyet yönetimi, halka dayandığı için
meşrudur.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Mustafa
Kemal Paşa, düşünceleri ve uygulamalarıyla yalnızca bize değil; tüm dünya
uluslarına yol göstermekte. Dünyanın kan gölüne döndüğü günümüzde onun
düşünceleri daha da önem kazanmakta. Onun gösterdiği yolda ilerlemek Türk
ulusunun vazgeçilmez görevi. Atatürk, dünyanın her yanındaki ezilenlerin güneşi.
Yeter ki ezilen uluslar, güneşin ışığını kesmeye çalışan kara bulutları dağıtsın.
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>15
Mart 2024<o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-19092890055861292792024-03-14T13:39:00.005+03:002024-03-14T14:15:27.609+03:00ATATÜRK VE TESETTÜR<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Atatürk,
özellikle batılıların Türk kadınını peçe takan, kafes arkasında oturan, doğru
düzgün dışarı çıkmayan biri olarak göstermesinden çok rahatsızdı. Ne yazık ki
bazı Türk aydınları da Türk kadını konusunda batılılarla aynı düşünmekteydi. Bu
kişilerin düşüncelerinin oluşmasında batılı yazarların romanlarının neden
olduğu düşüncesindedir Gazi Paşa. Oysa durum böyle değildi. Neredeyse yaşamın
birçok alanında Türk kadını, yaşamın içindeydi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Atatürk
2 Şubat 1923’te İzmir’de halkla söyleşirken şöyle demekte: “Belki kitaplarda ve
romanlarda okumuştur; daha çok Batı romanlarında okumuştur, o da kafes romanı. Ben
zannediyorum ki, bu millete ve memlekete -hepimize malum olduğu gibi- nereden
geldiği, şuradan ve buradan geldiği muhakkaktır. Şuradan ve buradan intikal
etmiş olan bu yanlış âdet -ki ne din, ne hayat ve tabiat bunu kabul eder ve ne
de Allah emretmiştir- bu kötü halleri Batı’nın süslü romanlarına süslü bir
tarzda geçirenler yine saraylardır. Çünkü saraylar hakikaten yukarıdan aşağı
düpedüz bir kafesle ayrılmış birtakım mahluklarla doludur. (Atatürk’ün Bütün
Eserleri, Cilt: 15, Birinci Basım: Şubat 2005, s. 71)” Burada da anlatıldığı
gibi kadını kafesin, peçenin arkasına saklayarak yaşamdan koparmak İslam’ın bir
buyruğu değil, bir saray geleneği. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">“Kasabalarda
ve şehirlerde yabancıların nazarı dikkatini çeken mühim manzara ve ifade olunan
mühim hal, hepimizce malumdur ki, daha çok tesettür şekli üzerinde toplanıyor. Bu
tesettür şekline bakanlar hükmediyorlar ki, kadın evinden başka bir yer görmez
ve göremez. Çünkü sokağa çıktığı zaman bile gözü ve her tarafı kapalı olmaya
mahkûmdur. Efendiler, bu tesettür şekli dahi din icabı değildir. Hatta o kadar
değildir ki, gayri meşrudur. <b>Din icabı olan tesettürü ifade etmek lazım
gelirse, kısaca diyebiliriz ki, tesettür kadınlara külfet vermeyecek ve adaba
muhalif olmayacak basit şekilde olmalıdır</b>. Bu dediğim ifade ile hasıl
olacak olan tesettür şeklinin belki Batı alemindeki tesettür şeklinden az çok
farkı olabilir. Fakat meselenin mühim noktası her hususta benzememek de
değildir ve böyle bir şey aramaya da mecburiyetimiz yoktur. <b>Yeter ki tesettür
şekli kadını hayattan, faaliyetten ve insanlıktan tecrit edecek, gayri meşru
aşırı mertebeye gelmiş olmasın. </b>(Aynı yapıt, s. 71)” Atatürk’e göre tesettür,
kadını yaşamdan, çalışmadan, insanlıktan çıkarmamalı. İslam’ın gereği olan
tesettür, kadınların yaşamını zorlaştırmıyor. Ancak saray ve çevresinin geleneği
olan kapanma ise kadınları yaşamdan kopartmakta. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">“Kadınlarımızın,
İslam kadınlarının ve Türk kadınlarının ilimde ve fazilette ve faaliyette çok
ileri gitmiş olduklarını tarih bize söylemektedir. Benim bugün burada yaptığımı
çok arzu ederim ki, hanım arkadaşlarımızdan birisi yapsın ve hanımlarımız bunu
yapar. Hiçbir şer’i mâni ve tabii mâni yoktur ve olmamalıdır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Efendim,
yeri gelmişken söyledim, asıl silsileye devam edeceğim. Müsaade buyurursanız,
bu noktaya ait son sözlerimi şu suretle ifade edeyim: Adam olmak istiyoruz.
Bizi adam edebilecek analarımız olmak lazım gelirdi. Edebildikleri kadar
etmişlerdir. Fakat bugünkü seviyemiz, bugünkü esas icaplara ve ihtiyaçlara,
asırların geçmesiyle bizi maruz bıraktığı zayiatı telafiye kâfi değildir. Başka
zihniyette, başka fikirde, başka olgunlukta insanlar lazımdır. Bunları bize
yaratacak olanlar, bugünden sonra yetişecek validelerdir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Memleket,
millet, bağımsızlık, hakimiyet, şeref, her ne telaffuz ediyorsak, güzel şey
yalnız ve ancak kadınlarımızın feyzi ve irfanı sayesinde hasıl olacaktır. Dolayısıyla
hanımefendi, bundan sonra yeni Türkiya devletinin takip edeceği programın esas
noktasını bu maruzatımın özü teşkil etmesi lazımdır ve inşallah teşkil
edecektir. (Aynı yapıt, s. 71)” <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Atatürk,
2 Şubat 1923’te İzmir’de yaptığı konuşmanın tamamı orada kendisini dinlemeye
gelen halkın sorularına verdiği yanıtlardan oluşmakta. Yukarıda, kadınlar
hakkında söyledikleri de dinleyiciler arasındaki bir kadının sorduğu soruya
karşılıktır. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Atatürk,
kadınlarda tesettüre karşı değil; kimilerinin kişisel ya da sınıfsal çıkarları için
uydurdukları giyim ve yaşam biçimine karşı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Kız
ve erkek çocuklarının yurduna bağlı ve çalışkan olmalarındaki asıl etken
anneleridir. Bir ülkenin kadınını peçe ve kafes arkasında tutsaklaştırıp yaşamdan,
eğitimden, Türk töresinden, bilimden uzaklaştırdığınızda onların yetiştireceği
çocuklar da bilgisiz olacaklar. Bu nedenle her alanda ileri bir toplum
oluşturmak istiyorsak öncelikle kadını peçeden de kafesten de kurtarmak gerek.
Kadınlar ve onların giyimleri üzerinden siyaset yapıp oy devşirmek bir ülkeye
verilecek en büyük zarardır. Bu, böyle biline…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>14
Mart 2024<o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-46972995677295009612024-03-11T13:16:00.000+03:002024-03-12T13:17:26.863+03:00ÇOCUKLAR, SANAL BAĞIMLILIKTAN NASIL KURTARILIR?<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Sanal
bağımlılık, çağımızın en büyük sorunu. Çevremizde ellerinde telefon ya da tablet,
dünyayla ilişkisi kesmiş çocuklar görmekteyiz sıkça. Bu oyunlar, saatlerce sürmekte.
Bu sırada çocuklar çevresiyle bağlarını tamamen koparmaktalar. Ne doğa ne
arkadaşları ne de aileleri uslarına gelmekte. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Oyun
bağımlılığı, çocukları yaşamın gerçeklerinden koparmakta. Somut gerçekçilik,
yerini sanal bir dünyanın dipsiz kuyusuna bırakmakta. Çünkü bu bağımlılığın
sonu, çok karanlık ve bilinmez. Yaşamla ilgisini kesmiş birinin yaşama dayalı
düşler kurması çok zor. Sanal dünyada geçen her an, çocukları düşlerinden ve
amaçlarından o denli uzaklaştırmakta. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Sanal
bağımlılık çocukları, gelecekleriyle ilgili amaçlarının oluşmasından
alıkoymakta. Amaç edinmek için insanın yaşamla ilişkisi olmalı. Bu, olmayınca amaç
da olmuyor. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Sanal
bağımlılığın önemli bir nedeni, aile içi iletişimsizlik. Aile üyelerinin
geçimsizliği, bağırıp çağırması, ev içindeki mutsuzluk çoğu zaman çocukların sanal
dünyanın boşluğuna sığınmalarına neden olmakta. Aslında sanal dünya onun için
bir kaçış alanı, sığınma yeri. Niye mi? Çocuk mutlu olmak istiyor tüm insanlar
gibi. Onu, gerçek yaşamda bulamayınca sanal dünyada aramak içindir bu çabası. Yani
çocuk, yağmurdan kaçarken doluya tutulmakta. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Ekran
bağımlığı olan çocukların nedensiz öfkelenmeleri sıkça görülen bir durum. Bunun
nedeni, telefon ya da tablette oynadığı oyunlar. Oyunları vurdulu kırdılı, bağırtılı
çağırtılıysa çocuk da vurmayı kırmayı, bağırıp çağırmayı öğrenmekte. Oyunlarda
öfke, şiddet, küfür varsa çocuk bir süre sonra bunları iletişim biçimleri
olarak kullanmakta. Bu nedenle çevresindekilerle öfkelenerek iletişim kurmayı,
sorunlarını çözmeyi düşünmekte. Bu durum, giderek alışkanlığa dönüşmekte. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocuğu,
ekran bağımlılığından kurtarmanın yolu, aile içi iletişimi kurmak. İletişimin
olmasıyla çocuk, diğer aile üyeleriyle söyleşme fırsatını yakalayacak. Bu da
onu, sanal bağımlılıktan uzaklaştıracak. Bir çocuğu gerçek dünyaya döndürecek
en önemli yer, ailesi. Orada yaşamın gerçek yüzünü tanıyıp öğrenir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocuğu
gerçek yaşama döndürmenin bir diğer yolu, onu özellikle arkadaşlarıyla bir
arada olacağı etkinliklere katmak. Örneğin; yüzme, voleybol, basketbol, futbol,
hetbol gibi sporları yapmasını sağlamak. Takım ruhu, onu gerçek yaşamda
birlikte iş yağabilmeye, dayanışma ve yardımlaşmaya yönlendirecek. Bu da ona
yeni ufaklar açacak. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Ekran
bağımlılığın sağlatımında kitap okumak önemli. Okunan kitaplar aile üyeleriyle
paylaşılmalı. Kitaplar konusunda tartışmalar yapılmalı. Çocuğun görüşleri
dinlenmeli. Ailecek yapılan kitap okuma etkinliği, çocuğun dünyasını renklendirecek,
ona yeni kapılar açacak.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocukları
bağımlılıktan kurtarmak için tiyatro, müzik ve resim kursları gibi uğraşlar çok
önemli. Kitap okuma; spor, sanat ve kültür alanlarındaki etkinlikler onu gerçek
yaşamda amaçlar oluşturmasını sağlar. Bu da onun sanal dünyadan uzaklaşmasını kolaylaştırır.
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocuğun
sanal mutluluk yerine gerçek mutluğu yaşaması bağımlılığın sonunu getirir. Bu
nedenle ona, yaşamın gerçek mutluluğunu tattırıp vermeli. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 6;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 6;"> </span>11
Mart 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-39576556218190638552024-03-10T13:46:00.000+03:002024-03-11T13:54:03.144+03:00ÖNYARGILARLA BAŞARISIZ KILINAN ÇOCUKLAR<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">Son
yıllarda televizyon karşısına oturan, sosyal medyada az da olsa boy gösteren çoğu
kişi, her konuda uzman. Bu kişilerin çoğu tinbilimci, toplumbilimci,
sağaltımcı… Neredeyse her konuda kesin yargılarda bulmaktalar. Söylediklerini,
kesin yargılarını tartışmazlar bile. Biraz sorgulamaya başlasanız onların kesin
yargılarını, bilgisizlik ve anlamamazlıkla suçlanırsınız. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">Televizyon
ve sosyal medya karşısında oturarak uzmanlaşanların en önemli özelliklerinden
birkaçı; söylediklerinden düşünsel derinliğin, kanıtın olmaması. Düşüncelerinin
oluşmasında gözlem, deney, karşılaştırma yoktur. Televizyonda izlediklerinden,
sosyal medyada okuduklarından yarım yamalak bilgiler edinirler. Bu üstünkörü
bilgiler, onlara göre ansiklopedi gibidir ve ciltlere sığmaz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">Çocukların
çoğu, yetiştikleri ortam gereği biraz çekingendir. Anne ve babaları, onlardan
çoğu zaman başkalarının yanında becerilerini, yeteneklerini göstermeleri ister.
Evlerine gelen konuklar, sosyal ortamlarda, çay bahçelerinde, yolda izde
tanıştıkları kişiler de çocuklara sorular sorup görünüşte iletişim kurmaya
çalışırlar. Doğaldır ki çocukların çoğu, genellikle sorgulayıcı, sıkıcı,
anlayışsız, küçük bireylerin tinsel durumunu hesaplamadan kurulmaya çalışılan
bu tür bir iletişim tek yanlı ve göstermeliktir. Çocuklar, bu iletişim
biçiminin içtensizliğini kolayca anlar. Anladıkları için de bu tür
konuşmalardan uzaklaşıp kurtulmaya çalışırlar. Böyle bir durumda anne ve baba
ya da iletişim kurmaya çalışan üçüncü kişiler, hemen yargıya varırlar çocuklar
için: “Bu çocuk utangaç ve çekingen…” diye.<span style="mso-spacerun: yes;">
</span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">Çocuğun
istemediği, hatta çoğu zaman zorlandığı olumsuz bir iletişim gösterisinde
çocuğa anında utangaç ve çekingen damgası vurulmakta. Ne yazık ki yıllarca bu
damga çocuğun belleğinde yer etmekte. Tinsel sağlığını, kişisel gelişimini
etkilemekte. En kötüsü de sosyal iletişimine en büyük darbeyi indirmesi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">Çocuklar
utangaç da çekingen de olabilir. Ancak bunun geçici bir durum olduğu bilinmeli.
Birçok olumsuz davranış gibi utangaçlık da çekingenlik de zaman içinde sosyalleşerek
aşılabilecek olumsuzluklar. Ancak çocuğun belleğine, bazı olumsuzlukları
yerleştirdiğinizde bunların sağaltımı da giderek zorlaşmakta. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">Çocuklara
“Sen şusun, sen busun…” gibi kesin yargılar içeren tümceler kullanmamalı.
Onların özgürce gelişmelerini, kendileri olmalarını engelleyecek
davranışlardan, önyargılardan uzak durulmalı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;">Büyüklerin
sözleri, davranışları çocuklar için çoğu zaman onları çok etkilemekte. Bu da
onların davranışlarına, bilinçlerine olumsuz olarak yansımakta. Bu nedenle
çocukları sürekli olumsuzluklar üzerinden tanımlamak, onların tinlerinde onulmaz
yaralar açmakta. Ne yazık ki bilinçsizlik ve sorumsuzluk yüzünden çocuklarımızı
başarısız kılmaktayız. Bu nedenle çocuklara karşı kullanılacak dile özen
göstermeli. Atalarımız: “Bir akıllıya kırk gün deli dersen deli olur.” sözünü boşuna
söylemedi. Ataların sözlerinden ders almalı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> 10</span> Mart 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 14pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-7275788683788337762024-03-08T13:46:00.004+03:002024-03-08T13:46:25.571+03:00ATATÜRK VE TÜRK KADINI<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Atatürk,
Türk insanını iyi tanıyordu. Çok farklı cephelerde, çok farklı yörelerimizden
insanlarla karşılaştı. Türk yurttaşlarını savaş alanlarında tanıdı. Onların
duygu, düşünce, gelenek, göreneklerini yakından anlama fırsatını yakaladı. Olanak
buldukça askerleriyle söyleşti onları tanımak için. Cephede Mehmetçikleri
tanırken kadınları tanımamak olmazdı. Bu nedenle gittiği her yerde Türk
kadınıyla söyleşme fırsatı yakalamaya çalıştı. Kadınlarımızın tinsel, duygusal,
düşünsel, geleneksel, sosyal dünyalarını öğrenip duyumsadı. Onları yaşamın
içinde tanımaya özen gösterdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Atatürk
fırsat buldukça köyleri dolaşırdı. Bu gezilerinde kimliğini saklar, normal bir
yurttaş, tanrı misafiri gibi kapıları çalardı. Böyle anlarda genellikle
kadınlar tarafından karşılanırdı evlerde. Bir gün Akşehir’de çok yağmur
yağıyordu. Hava da çok soğuktu. Herkes, yani Büyük Taarruz’a hazırlanan
Mehmetçikler ıslanıp üşümemek için bir yana sinmişti. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Akşehir’in
soğuk yağmurlu gününde otomobiline biner. Çevrede bir köye gider. Köyün girişinde
otomobilden iner. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Tek başına yürüyerek önüne
çıkan bir evin kapısını çalar. Bir genç kız açar kapıyı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Atatürk:
“Hemşire!” der ve sözlerini şöyle sürdürür: “Çok soğuk ve yağmur var, beni
kabul eder misiniz? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Genç
Kız: “Buyurun!” der.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Önce
Atatürk’ü bir odaya alırlar. Soğuk olan odayı ısıtmak için ateş yakmaya
çalışırlar. Ancak soba yansa da odanın ısınması zaman alacak ve konukları
üşüyecektir. Evdeki kadınlardan biri:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Bizim
kendi odamız vardır. Orada ateş yanıyor, oraya gelmez misiniz?” <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Atatürk:
“Pekâlâ…” der ve onlarla sıcak odaya girer. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Ocağı
tüten sıcak odada oturduktan sonra bir komşu kadın daha gelir. Az sonra neredeyse
ona yakın genç, yaşlı kadın doluşur odaya. En sonunda ardı ardına iki erkek gelip
oturur odadaki yerlerine. Atatürk konuşmaya başlar oradakilerle. Kadınlarından
biri Atatürk’e:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Sana
sütlü kahve yapayım.” der. Bu öneriyi Atatürk teşekkürle karşılar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Kadın,
Atatürk’e sütlü kahve yapıp getirir. Söyleşi başlar ve Gazi’ye en çok soru
soran kadınlar olur. Askerin durumunu sorarlar. Askerlerden bazılarının çıplak
olduğu dikkatlerini çekmiş. Düşmanın durumunu ve en önemli düşmanın hangisi
olduğunu sorarlar. Kocaları askerde olanlar vardı. Onlardan aldıkları
mektuplardan edindikleri bilgileri Atatürk’e anlatır kadınlar. Kadınlar hiç
çekinmeden, mükemmelen ve insanca Atatürk’le konuşurlar.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Sonradan oraya Atatürk’ün birkaç arkadaşı
daha gelir. Söyleşi tüm doğallığıyla sürer. Daha sonra konuklarının Mustafa
Kemal Paşa olduğunu anlarlar. Anlayınca kendilerine bir zararın geleceğini düşünerek
az da olsa heyecanlanıp telaşlanırlar. Çünkü bu kadınlar, o ana dek bir resmi
kişiyle hiç karşılaşıp konuşmamışlardı. Bir resmi adamla açıkça konuşmayı bir
suç olarak gördüler kendilerince. Bundan sonrasını Atatürk’ün sözleriyle
anlatalım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Biraz
sonra büyük bir ağırlık kafalarında baskı yaptı. İhtimal ki, o güzel hareketlerinden
dolayı kendilerini hatalı göreceğimi zannettiler. Zira babaları, anaları, silsilesi
ona onu öğretmiştir. O halde baştan nihayete kadar çoğunluk, kadınların çoğu toplumsal
hayatta beraberdir, mesai hayatında beraberdir. İlim ve irfan hayatında
beraberdir efendiler… Çünkü hangi köyde bütün erkekler okumuştur da kadınlar
cahil kalmıştır. Hayır, eğer bir köyde bir tane ve iki tane okumuş erkek varsa mutlaka
bir tane ve iki tane okumuş kadına tesadüf edersiniz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Eğer
cehalet varsa bu geneldir; yalnız kadınlarımıza ait değildir, erkeklerimizi de
kapsamaktadır. Yalnız büyük şehirlerimizde ve kasabalarda bu izah ettiğim hayattan
ayrılan, bununla çelişen bazı manzaralara tesadüf ediyoruz. (Atatürk’ün Bütün
Eserleri, Cilt: 15, Kaynak Yayınları, Birinci Basım: Şubat 2005, s. 70-71)”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Türk
kadınının geleneğinde kaç göç yok! Kadın ve erkek, binlerce yıldır yaşamın
güçlükleriyle birlikte savaştı. Kadınlar, sosyal yaşamda erkeklerle söyleşip
konuşurlar eskiden beri. Üretime erkeğiyle katılan kadınlarımız özgüvenlidir. Zaten
halk oyunlarımıza bakıldığında kadınla erkeğin el ele, omuz omuza oynadığını
görürüz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Son
yıllarda bazı kimseler, kendi dar görüşlü siyasetlerinin gereğince kadını kafes
arkasına kapatmaya çalışmakta. Erkekle kadını birbirinin karşıtıymış, düşmanıymış
gibi algılatmaya çalışmaktalar. Oysa kadınla erkek birbirini tamamlayan iki
farklı cins. Biri olmazsa diğeri de olmaz. Halkımızın deyişiyle bir elmanın iki
yarısı. Elmayı ikiye bölün bakalım <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>çürütmeden
saklamamız olanaklı mı? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>8
Mart 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-34393745803480074582024-03-07T14:47:00.004+03:002024-03-08T12:07:51.157+03:00ATATÜRK’TEN BİR MEDRESE ANISI<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Atatürk,
Akşehir’dedir. Nasrettin Hoca’nın bu güzel yerleşiminde okulları gezerken o
yörenin en ünlü ve halk tarafından en iyi eğitimi verdiği söylenen medresesine
gider. Gazi’nin medreseye yöneldiği görülünce çarşıda, pazarda, dükkânda, her
yanda olan genç adamlar çabucak buraya dönerler. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Mustafa Kemal Paşa, medreseye ivedilik göstererek gelenleri
hemen tanır. Bu gençler, burada eğitim gören kişilerdir. Çünkü kıyafetleri ulema
giysisiydi. Cübbeleri, sarıkları vardı üstlerinde. Atatürk, onlardan önce medreseye
girdiğinden kapıyı kapatır. İçerisi bomboştu. Burada ders görmesi gereken
gençler, çarşıda pazarda boş boş zaman geçirmekteydiler. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>İçeride birkaç kişi çok sefil ve perişan durumda
oturmaktaydı. Bazıları fasulye pişiriyor, kimileri de uyuyordu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk, medresede rastladığı birine sorar: “Ne yapıyorsun
burada?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>O: “Maksud okuyorum.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk: “Ne demektir maksud?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>O: “İsmi meful…” der.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk: “Burada hoca yok mu? Bir müdür yok mu? Bir intizam
yok mu?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Oradakiler: “Var…” dediler ve “Müftü buradadır, ders
vermekle meşguldür.” diye sürdürdüler konuşmalarını.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk: “Bunlar tembel olacaklar, dersten kaçmışlar.” diyerek
sürdürür sözlerini.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Gerçekten Müftü Efendi, bir odada öğrencisine ders
vermekteydi. Oda küçücüktü. Müftü de öğrencisi de yerde oturmaktaydı. Kara
tahtada Arapça bir şeyler yazıyordu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk: “Ne ile meşgulsünüz?” diye sorar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Müftü: “Arapça öğretiyorum.” yanıtını verir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk: “En az bildiğim bir şeye temas ettim. Zararı yok
dinleyeceğim.” <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk, dersi dinlemeye başladığında eksik ve yanlış
şeylerin öğretildiğini görür. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk: “Bu efendi Arapça bilir mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Müftü: “Hepsi bilir.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk: “Sen bilir misin Arapça?” <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Müftü: “Tabii…”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk: “O halde ben size bir şey sorayım ki, siz tercüme
ediniz.” der. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk, Arapça bilmemektedir. Ancak bir süre Arabistan’da
bulunduğu için Müftü Efendi’den daha iyi Arapça bildiğini anlar. Sorusuna yanıt
alamaz Gazi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk: “Neden böyledir Müftü Efendi?” diye sorar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Müftü: “Bu efendi yeni gelmiştir. Şunları da askerden yeni
getirebildik.” der.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk: “Rica ederim, sen de bilmiyorsun.” deyince…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Müftü: “Doğru…” diye yanıtladı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk, şöyle sürdürdü sözlerini: “Rica ederim. Talebe
bilirse neyi bilecektir. Yani en nihayet Arapça lisanını öğrenecektir. Bu
Arapça lisanını öğrenmek için Suriye’ye, Arabistan’a gönderelim, Arapça
öğrensinler. Fakat bütün medreselerimizde anlamayan, anlatamayan kimselerin
böyle faydasız şeylerle meşgul olmasına mahal yoktur. Yani bu milletin
evlatları bu kadar çok zaman sarf etmeye salahiyettar değildir. Az zamanda çok
şey öğrenmek çok şey yapmak mecburiyetindeyiz.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Müftü Efendi: “Tamamen sizinle hemfikirim.” diyerek sürdürdü
konuşmasını: “Fakat öteden beri adet olmuş, böyle gidiyor.” dedi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Atatürk, karşılaştığı bu durumla ilgili şu sonuca varıyor: “Ve
diğer birçok gördüğüm misallerle anladım ki bugün medreselerde muhtaç olduğumuz
ilimler ve fenler vesaire verilmiyor. Yani yanlış program üzerinde çok meşgul
olunuyor. Bence bir defa her Müslüman İslami hükümleri bilmeye mecburdur. O
halde mekteplerimizde zaten İslami hükümleri öğreteceğiz. Lakin bunun haricinde
ve üzerinde nasıl ki doktor, mühendis yetiştiriyor, yüksek meslekler erbabı
yetiştiriyorsak, tabii dinimizin bütün hakikatlerini ve felsefesini hakkıyla
bilen alim insanlara ihtiyacımız var. Fakat emin olalım ki, bu insanı
medresenin odasından çıkaramayız ve yetiştiremeyiz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Daha evvel verilecek çok şeyler vardır. İlmin, fennin ve hayatın
gerektirdiği çok şeyler vardır. Onların hepsini öğrendikten sonra asıl, dinin
esaslı hükümlerine geçmek lazım gelir. Çünkü o zaman ancak insan da öğrenmek
kabiliyetine sahip olabilir. Böyle yapılmak lazımdır. (Atatürk’ün Bütün
Eserleri Cilt: 15, Kaynak Yayınları, s. 95-96)”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Medreseler, dünya gerçeklerinden kopmuştu. Bilgisiz hocalar,
bilgisiz öğrenciler yetiştirmekteydi. Buralarda asıl ders Arapça olduğu halde bu
dil bile öğretilemiyordu. Ezbere dayalı eğitim sistemi, öğrenmeyi sağlamıyordu.
Din adamı yetiştirme amacı taşıyan bu eğitim kurumları, buradaki öğrencilere
bile İslam’ın esasını öğretemiyordu. Atatürk de bu durumu yerinde görüp
belirlemiş, bu nedenle de medreseleri kapatmıştır. Bu da aydınlık Türkiye’nin
oluşmasına büyük katkı yaptı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Günümüzde medreseleri yeniden canlandırmaya çalışanlar,
ülkemizin geri kalmasına yol açmak için kolları sıvadılar. Ne yazık ki bu
kişiler, dünün medreselerini bilmiyorlar. Bilmedikleri bir şeyi, güzel
sanmaktalar. Çok yazık, çok…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 9;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 9;"> </span>6
Mart 2024<o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-14983887672816724602024-03-05T15:00:00.000+03:002024-03-06T15:04:45.656+03:00TÜRKLERİN ANADOLU’YA GELİŞİ<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Türklerin
Anadolu’ya ilk olarak ne zaman geldikleri tartışma konusu olsa da şu anda
okullarda okutulan tarih ve sosyal bilgiler kitabında Malazgirt Utkusu’ndan
sonra Anadolu kapılarının Türklere açıldığı yazmakta. Oysa Atatürk döneminde
yazılan ve liselerde on yıl (1931-1941) boyunca okutulan kitaplar, bu tezi
doğrulamıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Türklerin
Orta Asya’dan göçleri iki koldan yapılmış. Birinci kol, Karadeniz’in kuzeyinden
gitmiş batıya doğru. Diğer kol ise Hazar Denizi’nin güneyinden ilerlemiş yeni
yerleşecekleri topraklara. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Güney
yolunu takip edenler (Türkler-AH) Mezopotamya’ya, Anadolu’ya oradan adalara
geçmişlerdir. Ön Asya’ya gelmiş olanlardan Suriye’ye sapanlar, Palestin
(Filistin-AH) üzerinden Mısır’a gitmişlerdir. İberler’in de Hazar civarından bu
yolla Afrika’nın kuzeyine ve oradan İspanya’ya geçtiklerini söyleyenler vardır.
Kuzey yolunu takip edenlerden bir kısmı Karadeniz’in kuzeyindeki sahalarda,
Tuna Havzası’nda ve Trakya’da yerleştiler. Sonraları bunlardan bazı kabileler Makedonya’ya,
Teselya’ya ve en nihayet asıl Yunanistan denilen yarımadaya gelip yerleştiler.
Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçerek Anadolu’ya batı yoluyla girmiş
olanlar da bu Trakya ve Tuna bölgelerinde yerleşmiş Türk kabileleridir. (Tarih
I Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri, Kaynak Yayınları, 7. Basım: Ekim 2016, s. 29)”
Görüldüğü gibi Malazgirt Utkusu’nda çok önce Türkler, Anadolu topraklarına
gelmişler. Ayrıca Batı Asya’nın birçok yerini yurt edinmişler. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Mezopotamya’daki
Sümer ve Elam uygarlıklarının bu topraklara yerleşen Türkler tarafından
kurulduğu belirtilmekte kitapta. “Türk’ün en az yedi bin yıldan beri gelip
yerleşerek kendine kutsal yurt edindiği Anadolu’da yapılan araştırmalar, bugün
milattan evvel 4.000 yıla çıkarılan Anadolu-Eti medeniyetinin kıdemini her an
birkaç asır daha geçmişe götürmektedir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Anadolu
medeniyetinin, Mezopotamya veya Mısır medeniyeti kadar eski olmadığı iddiası
geçerli değildir. Çünkü söylediğimiz gibi, Mezopotamya ile Anadolu’yu işgal
eden insanlar aynı ırktan ve aynı kökendendirler. Bu itibarla geldikleri
yerlerden aynı devirlerde aynı medeniyeti getirmiş olmaları doğaldır. Alişar Höyüğü
kazılarında derin tabakalara doğru indikçe elde edilen eserler ve Karkamış
harabesinin daha altında bulunan Birinci Karkamış eserleri bu gerçeği
doğrulamaya hizmet edebilecek delillerdir. (Aynı yapıt, s. 30)” Bu yazılanlardan
da anlıyoruz ki Türkler, insanlığın bilebildiği en eski zamanlardan beri Anadolu’da
varlar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Ülkemizin
Atlantik sürecine girmesiyle Atatürk döneminde liselerde okutulan ders
kitapları kaldırıldı. Onların yerine batıcı bir anlayışla yazılan kitaplar
okutulmaya başlandı öğrencilere. Okullarımızda okutulan tarih ve sosyal bilgiler
kitaplarında Türkler, sanki yaşadığımız topraklara çok sonradan gelmiş konuklar
gibi gösterilmekte. Batılı emperyalistler de bu toprakları kendi uygarlıklarına
ait görerek Türkleri, geldikleri yere göndermek için yüzyıllardır savaşmakta.
En son emperyalistlerin bu düşlerini, Büyük Taarruz’da bozguna uğratsak da
onların bu isteklerinden vazgeçmeleri söz konusu değil.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Atatürk,
iki önemli kuruluşumuzun adını Etibank ve Sümerbank koyarak emperyalistlerin safsatalarına
karşı durdu. Anadolu ve Mezopotamya’da kurulan ilk devletlerin, uygarlıkların
adını yaşatmak istedi bu iki kurumla. Ancak Cumhuriyet’imizin bu iki anlamlı
kurumu, emperyalistlerin isteği doğrultusunda özelleştirme adı altında perişan
edildi. Bu yolla bu topraklardaki kökümüz kurutulmak istndi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Günümüzün
ivedi gereksinimi, 1931-41 yılları arasında liselerde okutulan tarih
kitaplarının yeniden okullarımızda ders kitabı olması. Atatürk’ün tarih
anlayışı, yeniden ülkemiz eğitimine egemen kılınmalı. Emperyalistlerin
çıkarlarına uygun bir tarih anlayışının okullarımızda okutulması, ülkemize
derin zararlar vermekte. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bu doğrultuda
Etibank ve Sümerbank kuruluş amaçlarına uygun olarak yeniden ayağa kaldırılmalı.
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Unutulmasın
ki kökü kuruyan ağaç yaşayamaz. Tarihsel kökleri bilinçli olarak yok edilen
uluslar da yaşamsal birçok sorunla karşılaşır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>5
Mart 2024<o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-52332489685786249592024-03-04T15:37:00.000+03:002024-03-05T15:40:20.558+03:00MEDRESELER NEDEN KAPATILDI?<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">3
Mart 1924’te çıkarılan devrim yasalarından biri de Öğretim Birliği Yasası (Tevhidi
Tedrisat) dır. Bu yasayla türlü kurumlara bağlı olarak farklı eğitim yapan okulların
hepsi, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Ayrıca bu okulların tümü, bakanlığın
belirlediği izlencelere bağlı kalarak eğitimlerini sürdürdüler.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">3
Mart 1924 öncesinde okullarda okutulan dersler birbirinden farklıydı. Üstelik
emperyalist ülkelerin ülkemizde kurduğu yabancı kolejler ise misyoner
okullarıydı. Bunların amaçları, ülkemizi içerden çökertmek ve ulusumuzu eğitim
yoluyla bölüp parçalamaktı. Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız, İtalyan,
Avusturya kolejleri kendi ilkeleri doğrultusunda eğitimlerini
sürdürmekteydiler. Bunların çoğunda rahip ve rahibeler ders vermekteydi. Ne
yazık ki bu okulların kurulmasına izin veren de Müslümanların halifesiydi.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra yalnızca Anadolu’da iki yüze yakın Amerikan koleji
kapatıldı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Ülkemizde
yaşayan azınlıkların hepsinin okulları vardı. Bu okulların izlenceleri azınlık dernek,
vakıf ve ibadethanelerince oluşturulmaktaydı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Medreseler,
Osmanlı sınırları içinde yaşayan Müslümanların gittiği yerlerdi. Buralarda matematik
ve fen bilimlerinden daha çok dinsel eğitim yapılırdı. Bunların yanı sıra
çağdaş okullar da bulunmaktaydı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">İşte,
Öğretim Birliği Yasası ile ülkemizdeki tüm okullar MEB’e bağlandı. Okulların
hepsi MEB’in ilkelerine uygun eğitim izlencesine bağlı kaldı. Böylece
eğitimimiz millileşti. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Peki,
medreseler niye kapatıldı?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Osmanlı,
1843’te çıkardığı bir yasayla zorunu askerliği getirdi. Bu yasayla medrese hoca
ve öğrencilerine askerlikten muafiyet ayrıcalığı tanındı. Askere gitmek
istemeyen, vatan hizmetinden kaçmak isteyen birçok kişi medreseleri doldurdu. Bu
da ordumuzun zayıflamasına neden oluyordu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Başına
sarık takıp medreseye giden herkes ulema sınıfından kabul edilmekteydi. Buralarda
matematik ve fen bilimleri eğitimi yok denecek kadar azdı. Yıllarca medreseye
gidip doğru düzgün bir tümce kurup yazamayanlar çoktu. Bu nedenle halk arasında
ve medrese çevrelerinde buralarda eğitim görenlerin bazılarının bilgi düzeyini
anlatmak için “Okuması var, yazması yok.” denirdi. Ne yazık ülke topraklarına
dağılmış binlerce medrese buralara gidenleri okur yazar yapamamıştı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Medreselerde
düzenli, disiplinli bir eğitim yaşamı olmadığı için buraya devam eden kişiler
tembellik, miskinlik içinde zaman geçirirlerdi. Bu kişiler, çalışmazlardı. Geçimlerini
halkın yardımları ve vakıf gelirleriyle sağlarlardı. Ulema sınıfının Osmanlı
döneminde yenileşmenin, gelişmenin önünde en büyük engel olduğu da bilinmekteydi.
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Atatürk,
2 Mart 1923’te İzmir’de yaptığı uzun konuşmada medreselerin kapatılacağını
açıkça söyledi. Bu uzun konuşma, ülkemizin tüm sorunları ve bunlara bulunacak
çözümler açısından çok önemlidir. Herkesçe okunmalı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Bir
de ‘medreseler ne olacak?’ dendi. Müsaade ederseniz bu noktayı da ifade edeyim.
Öteden beri hepimizin işittiğimiz ve az çok mütehassıs olduğumuz bir şey
vardır; o da bu gibi meselelere temastan kaçınmamızdır. Ve bu temas, dine
tecavüz mahiyetinde anlaşılır. Derhal bir mukavemet ve karşı koymaya maruz
kalırız. Ne için ve neden dolayı? Medreseler ne olacak, vakıflar ne olacak
dersiniz, derhal bir mukavemete maruz kalırsınız. Ne için? Ve bu mukavemeti
yapanların ne hak ve salahiyetle bunu yaptıklarını sormak lazımdır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Arkadaşlar,
bizim dinimiz İslam dini, en makul, en tabii bir dindir ve ancak bundan
dolayıdır ki son dindir ve en mükemmeldir. Tabii olabilmek için makul olması lazımdır.
Akla, ferasete, muhakemeye, mantığa, ilme ve fenne, hapsine tamamen uygun
olması lazımdır ki, uygundur. O halde bu kadar açık bir hakikati bir defa
anladıktan sonra, tekrar anlatabilmek için, İslam toplumsal hayatında özel bir
sınıf halinde mevcudiyete hiç kimsenin hakkı yoktur. Kendisinde böyle bir hak,
bir sıfat görenler, muhakkak asıl şeriat hükümlerine muhalif olarak hareket
etmiş olurlar. Çünkü biliyorsunuz ki, bizim dinimizde ruhbanlık yoktur. Bizim
dinimizde ilmin ve faziletin istisnasız kazanılması vardır, tahsili vardır ve
tatbiki vardır ve kimse bundan müstesna tutulmamıştır. Ve kimseye müstesna olarak
bu ayrıca verilmiş değildir. Dolayısıyla hepimiz eşit olarak din ne ise,
hükümleri ne ise bunların hepsini öğrenmeye mecburuz ve öğreniriz. Dolayısıyla
bence söz konusu olacak şey, ayrı ayrı medrese ve aynı mektep değildir. Millete
dinini, imanını, bütün insani ihtiyaçlarını vermek için bir yer vardır ki, ona
mektep derler. İsterseniz medrese diyelim. Fakat ona başka, ötekine başka bir
şey demeyelim. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 15, Kaynak Yayınları, Birinci
Basım: Şubat 2005, s. 95)” Görüldüğü gibi Atatürk, medreseleri çok iyi gözlemlemiş
ve gerçekleri açıkça dile getirmiştir. Üretime katılmayan, doğru düzgün din
eğitimi bile yapamayan medreselerin açık olması halkımıza zarar verirdi. Zaten
bunca verdiği zararla toplumuz geriliğin, yoksulluğun pençesinde kıvranmaktaydı.
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Medreselerin
kapatılmasındaki asıl amaç, İslam dinine aykırı bir biçimde ilmiye sınıfı adı
altında ruhbanın oluşması. Allah’la kulun arasına giren ruhban, çoğu zaman
kendi çıkarları için birtakım dinsel saptırmaların da içine girmekteydi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Atatürk:
“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce
haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve
istikballerini kaybederler.” diyerek Türk toplumuna yeni bir ufuk açtı. Artık
medreselerin miskin havasından kurtulup bilimin aydınlığında gelişmenin zamanı
gelmişti. Böyle de oldu. Eğer bugün ülkemiz, İslam ülkelerinin en gelişmişiyse bunun
önemli bir nedeni de medreselerin uyuşturucu havasından kurtulmamızdır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>4
Mart 2024<o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-63210263777115316012024-03-03T18:13:00.001+03:002024-03-05T10:36:38.621+03:00HALİFELİĞİN KALDIRILMASI<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Halifelik,
3 Mart 1924’te TBMM’de kabul edilen devrim yasası ile kaldırıldı. Aslında ne Kuran’da
ne de sünnette yer almayan bir unvan ve bu unvana bağlı yönetim anlayışı
ortadan kalktı. Kuran ve sünnette bulunmayan bir unvanın İslam’ın olmazsa olmazı
olarak gösterilip kabul edilmesi anlaşılmaz bir durum.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Müslümanlar,
ilk başta azınlıktaydı. Bu nedenle azınlıkta olan Müslümanlara Hz. Muhammet
imamlık etmekteydi. Müslümanların sayısı giderek arttı. Arabistan’ın birçok
kentinde, kasabasında ve köyünde Müslümanlığı kabul edenler oldu. Doğaldır ki
sayıları artan ve ülkenin birçok yerine yayılan Müslümanların hepsine Hz.
Muhammet’in tek başına imamlık yapması olanaksızdı. Bu nedenle peygamber, baş
imam oldu. Her bölgedeki Müslümanlara namaz kıldırmak için bazı kişilere
imamlık yetkisi verdi peygamber. Bu baş imamlık, yönetme yetkisini de
içermekteydi. Çünkü İslamiyet’i kabul eden kitlenin günlük ve toplumsal
sorunları vardı. Bu kitlenin yönetilmesini de Hz. Muhammet üstlendi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Peygamber
öldükten sonra yerine seçimle Hz. Ebubekir geldi. Ona halife dendi. Ardından
gelen diğer üç halife de seçilerek yönetme yetkisini aldılar. Seçimlerin
bugünkü gibi olduğu düşünülmemeli. Bu seçimlerde de muhalif olanlar oldu. Bu
nedenle dört halifeden üçü öldürüldü hem de Müslümanlarca. Daha sonra iktidar Emevî
ailesince gasp edildi. Seçimle iş başına gelen halifelik sistemi, bir ailenin
saltanatına dönüştü. Bu nedenle seçimle işbaşına gelen halifelik sistemi bir
sülalenin eline geçtiği için bu kurum, ortadan kalkmış olarak düşünülebilir. Emevîler
dönemi, aynı zamanda Müslümanlar arasında ayrılıkların, çatışmaların başladığı
bir dönem. Emevî sulatanlarının halife unvanını almaları bile ayrılıkları
önleyemedi ve İslam birliği bir türlü kurulamadı. Demek ki baştan beri halifelik
kurumu, Müslümanların tümünü kucaklayamadı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Emevîlerden
sonra halifelik, Abbasilere geçti. Bu dönemde de İslam dünyasında tam birlik
sağlanamadı. Moğol hükümdarı Hülagü, Irak’ı işgal ettiğinde son Abbasi Halifesi
Mutasım’ı idam etti. Böylece halifelik sona erdi. Daha sonra aynı soydan
olduklarını söyleyen bazıları halife olduklarını savladılar Abbasilerin yıkılışından
sonra (1258). Yavuz Sultan Selim, 1517’de Mısır’ı alınca orada “Halife Mütevekkil
Alâllah” unvanlı ve Mısır Hükümeti’nin sadakasıyla geçinen birinden halifelik
unvanını aldı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Halifeye
“Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” ya da “Kâinat nizamının düzenleyicisi” unvanları
verildi. Bu sıfatların İslam’la bağdaşmadığı çok açık. Halifelik kurumu giderek
bir din adamı sınıfını oluşturdu. Bu, bir nevi ruhban sınıfını yarattı. Oysa
Allah, Kuran’da: “Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler
fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız. (Kaf-16, Yaşar
Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali, Yeni Boyut Yayınları, 4. Baskı,
İstanbul-2015, s. 476)” demekte. Eğer Allah, biz insanlara şah damarımızdan
daha yakınsa aracıya, ruhbana ne gerek var? Çünkü şah damarımızla bizim aramıza
herhangi birinin girmesi olanaksız. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Yavuz’la
başlayan Osmanlı halifeliğini üç padişah kullandı. Birincisi, Genç Osman… Bu
padişahın başına gelmeyen kalmadı. Müslüman kulları tarafından iğrenç bir biçimde
öldürüldü. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Halifelik
gücünü ikinci olarak kullanan padişah, II. Abdülhamit... O da bu gücü, ABD’ye
karşı bağımsızlık savaşı veren Filipinli Müslümanları susturmak için kullandı (Bkz.
ABD Müslüman mı Yoksa <a href="https://adiladalet.blogspot.com/2012/05/abd-musluman-mi-yoksa.html">https://adiladalet.blogspot.com/2012/05/abd-musluman-mi-yoksa.html</a>).<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Halifelik
unvanını ve gücünü üçüncü kullanan padişah ise Mehmet Reşat. I. Dünya Savaşı
sırasında cihat ilan etti. Fransa’nın egemenliğindeki Senegalli Müslümanlar,
cihada kulak asmadılar. Çanakkale’de efendilerinin yanında halife ordusuna karşı
savaştılar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Hintli
Müslümanların bir bölümü ile Arapların bazıları halife ordularına karşı
İngiltere’nin yanında silah kuşandılar. Haşimi soyundan gelen Şerif Hüseyin,
cihat çağrısına isyanla karşılık verip Türk ve Müslüman kanı döktü Arap
çöllerine. Demek ki sanıldığı gibi halifelik, İslam dünyasını birleştiren bir
kurum değildi. (Ayrıntılı olarak bakınız. <a name="_Hlk160466580">Tarih IV
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri [1931-1941], Kaynak Yayınları, 6. Basım, Ekim
2016, s. </a>156-162)<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">“Bunun
gibi, mensup olmakla rahat ve mesut bulunduğumuz İslam dinini, asırlardan beri
olageldiği üzere bir siyaset vasıtası mevkiinden tenzih etmek ve yüceltmek elzem
olduğu hakikatini gözlemliyoruz. Mukaddes ve ilahi olan itikatlarımızı ve
vicdaniyatımızı muğlak ve değişken olan ve her türlü menfaat ve ihtiraslara
tecelli sahnesi olan siyasetten ve siyasetin bütün uzuvlarından bir an evvel ve
katiyen kurtarmak, milletin dünyevi ve uhrevi saadetinin emrettiği bir
zarurettir. Ancak bu suretle İslam dininin yüce fikirleri tecelli eder. (Atatürk’ün
Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt:6, Birinci Basım: Mayıs 2005, s. 230)”
Atatürk’ün 1 Mart 1924’te TBMM’de yaptığı konuşmasında vurguladığı gibi
halifeliğin kaldırılmasıyla İslam dini hem siyasete alet edilmekten hem de din
üzerinden kişisel çıkar sağlamak isteyen asalakların elinden kurtarılmak
istendi. Din, insanların vicdanından çıkarılıp siyaset düzenbazlarının ve çıkar
çevrelerinin cüzdanına girdiğinde özünden şaşar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Osmanlı
hükümeti, dolayısıyla halifesi Sevr Anlaşmasında yer alan “Türkiye, herhangi
bir devlet tabiiyetinde veya himayesinde bulunan Müslümanlar üzerinde her tür
nüfuz, hakimiyet ve yargı haklarından resmi olarak feragat eder. (Tarih IV
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri [1931-1941], Kaynak Yayınları, 6. Basım, Ekim
2016, s.160)” fıkrasıyla zaten farklı ülkelerde yaşayan Müslümanlar üzerindeki egemenliğinden
vazgeçmişti. Kısacası hilafet makamı, İngilizlerin kontrolüne girmişti. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“…Çünkü
İstanbul hükümeti, padişah ve halife olan zat, bendegânından olan birtakım
insanlara Sivas’ı basmak ve orada toplananları asmak için emir vermiştir. Biz
bir taraftan Kongre müzakerelerini başarmaya çalışırken diğer taraftan da
hakikaten şurada burada, kuzeyde ve güneyde toplanan olumsuz kuvvetlerin ve
üzerimize gelmekte olan hücumların def ve reddi için tedbirler almak mecburiyetinde
bırakıldık. Fakat millet gerçekte bizim tarafımızda mütehassis bulunuyordu.
(ATABE, Cilt 15, s.64)” Atatürk ve yurtsever arkadaşları, Sivas Kongresi’nde yurdun
kurtulması için çareler ararken padişah ve halife, İngilizlerin isteği
doğrultusunda Kongre’ye katılanların yakalanıp idam edilmesi için büyük çaba
göstermekteydi. Bu iş için de Elazığ Valisi Ali Galip Bey’i görevlendirmişti. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Padişah
ve halife, Anadolu’da işgallere karşı savaşan Atatürk ve arkadaşları için idam
fermanı yayımladı. Kurtuluş Savaşını engellemek için her türlü yola başvurdu. Bu
dönemde işgalcilere karşı bir tek eleştirisi, karşı çıkışı, fetvası, cihadı oldu
mu halifenin? Üstelik Osmanlının son padişahı ve aynı zamanda halife Vahdettin,
İngilizlerin Malaya zırhlısıyla kaçmayı yeğledi. Yurt toprağını korumak için
ölümü göze alamayan halife, canını kurtarmak için düşmana sığınmayı seçti. Bu
durumda ne yapılacaktı? Ülkesinin, halkının yanında olamayan birinin saltanatının
sürmesi doğru olamazdı. Olmadı da…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: right 16.0cm; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Atatürk:
“Arkadaşlar, sarayların içinde Türk olmayan unsurlara dayanarak, düşmanlarla
ittifak ederek Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının
Türk vatanından kovulması, düşmanların denizlere dökülmesinden daha kurtarıcı
bir harekettir. Türk milletinin mübarek ecdat emaneti olan bu topraklarda tam
manasıyla efendi olarak yaşaması, ancak o fuzuli ve manasız olduktan başka, mevcudiyetleri
tam bir zarar ve felaket olan makamların bertaraf edilmesiyle mümkün olabilirdi.
(Aynı yapıt, s. 287)” Yurdumuzun efendisi, egemeni Türk ulusu mu; yoksa düşmanla
işbirliği yapmış bir aile mi olacaktı? Elbette Türk ulusu egemen olmalıydı ve
öyle de oldu. Hiçbir kişi ve aile bir ulustan daha büyük, daha güçlü, daha hak
sahibi ve ayrıcalıklı olamaz. Ayrıcalık, güç, hak savaş alanında kanıyla
toprağını sulayan, alınterini yurdunun kurtulması için döken, gözyaşını yitirdiği
canlar için akıtan ulus için olmalı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: right 16.0cm; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">İşlevi,
etkisi, gücü ve yaptırımı olamayan halifeliğin var olmasının ne Türk ulusuna ne
de İslam dünyasına bir yararı vardı. Yararından çok zararı olan bir kurumun
ayakta kalması egemenliğimiz için tehlikeliydi. Bu nedenle halifeliğin kalkması
zorunluydu. Büyük olan halktır, bir aile değil. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: right 16.0cm; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-spacerun: yes;">
</span>Adil Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: right 16.0cm; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>3
Mart 2014<span style="mso-tab-count: 1;"> </span><o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-58418584662185805462024-02-28T13:46:00.008+03:002024-02-28T17:25:51.303+03:00OF DİRENİŞİ VE KURTULUŞ<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Birinci
Dünya Savaşı birçok cephede tüm şiddetiyle sürerken 1916 başında Ruslar, Doğu
Karadeniz Bölgesini işgale başladılar. Rusları bu işgal sırasında en çok
zorlayan yer, Trabzon’un Of ilçesi oldu. İşgalciler, Of topraklarına saldırmaya
başladıklarında halk tarafından büyük bir direniş başladı. Bu direnişin ana gövdesini
yetersiz sayıda olan askeri birlikler oluşturmaktaydı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">Of
halkının yetersiz olanaklarla ellerine ne geçirdilerse topraklarını savunmaya
koşması övgüye değer. Aslında Kurtuluş Savaşı’mızın ilk halk direnişidir bu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Doğu Karadeniz Bölgesini savunmakla görevli cephe komutanı Fevzi
Çakmak’tı. Of ve çevresindeki birlikleri de Avni Paşa yönetmekteydi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>“Of’un doğusunda bir savunma hattı oluşturularak, Rus
ilerleyişinin durdurulması ile büyük bir bölümü ailelerini göç ettirmek telaşı
içinde köylere dağılmış bulunan gönüllüler tekrar cephede toplanmaya başlamıştı.
Gönüllülerin bazıları kendi derme çatma tüfekleri ile gelmişti fakat çoğu
silahsızdı. Avni Paşa silahsız olan gönüllüleri: </span><span style="font-family: "Informal Roman"; font-size: 16pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Çanakkale’den
birlikler yola çıkmış geliyor. Onlar yetişene kadar Rusları burada durdurun. O
zaman size silah ve cephane dağıtacağım. Bu silahları isterseniz köylerinize
bile götüreceksiniz</span><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;">, diyerek cephede tutmaya çalışıyordu. (Mehmet
Bilgin, Rus İşgalinde Trabzon Direnişi, Serander Yayınları, 2. Baskı, Ocak 2014,
s. 36)” Oflular, öncelikle işgal olasılığına karşı kadın, çocuk ve yaşuluların
batıya doğru göç etmelerini sağladılar. Bundan sonra cepheye koşup savunmaya
geçtiler. Avni Paşa’nın sözleri ise bir çaresizliğin göstergesi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>“Askeri bakımdan yetersiz olan Avni Paşa’nın durumu 3.
Mıntıka Komutanı olarak cepheden sorumlu olan Fevzi Paşa’yı endişelendirmiş.
Çoruh Cephesi Kumandanı Deli Halit Bey’i Sahil Cephesi’ni düzenlemek ve takviye
gönderilen birlikler bölgeye varıncaya kadar cepheyi tutmak üzere bölgeye
göndermişti. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Baltacı Deresi boyunca çatışmalar, İyidere’nin denize
döküldüğü yerin batısında, Kelali Tepelerindeki Türk ileri karakollarının,
Ruslara taarruz ve oyalama çatışmaları şeklinde başlamıştı. Rus donanmasının bu
bölgeyi denizden bombalaması üzerine buradaki kuvvetler, Baltacı Deresi boyunca
uzanan ana savunma mevzilerine çekildi. Baltacı Deresi boyunca uzanan Türk
savunmasının merkezini, Cos Dağı teşkil ediyordu. 26 Mart’tan itibaren 19. Türkistan
Alayı’nın Cos Dağı’na 3 gün süren taarruzunda, alaya önemli ölçüde zayiat
verdirilmişti. (Aynı yapıt, s. 37)” Of direnişi, bu saldırıyla kırıldı. Savunma
hattı önce Solaklı Deresi’ne taşındı. Sonrasında Sürmene’de direniş sürdü. Rusların
karargâhı köyümüzde (Gülderen) kurulmuştu. Dedelerimizden kalan tarihi ev,
Ruslarca yakıldı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Dillere destan Of direnişinin ilçede bir anıtının olmaması
en büyük üzüntüm. Bu eksikliğin giderilmesi gerek. Bu nedenle Of kaymakamlığı ve
belediyesi kolları sıvamalı. Ofluların kahramanlığını anlatan “Direniş Anıtı”
tez zamanda yapılmalı. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span> </span><span> </span><span> </span><span style="font-size: 16pt;">Of Direnişi’nin
simgelerinden olan Alay Komutanı Hopalı Binbaşı Mamovizade Ali Rıza Bey’in Hopa
ve Of’ta bir </span></span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 16pt; text-align: left;">adının bir caddeye, meydana, spor alanına, sağlık kuruluşuna ya da okula verilmemesi</span></p><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: Aptos; mso-fareast-language: EN-US; mso-fareast-theme-font: minor-latin;"></span><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="font-size: 16pt;">büyük bir eksiklik. (Ali Rıza Bey, Büyük Taarruz
sırasında Yunan Başkomutanı Trikopis’i esir alan askerlerimizin bağlı bulundukları
birliğin de komutanıdır.)</span></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>1917’de Bolşevik Devrimi’nin olmasıyla Rus işgali gevşedi. İşgalcilerin
savaşma isteği azaldı. Ruslar, işgal ettikleri topraklardan çekilmeye başladı.
28 Şubat 1918’de Of, işgalden kurtuldu. Of’un düşman işgalinden kurtuluşunun
106. Yıldönümü kutlu olsun.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>28
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-73715435055511271662024-02-26T12:33:00.004+03:002024-02-26T12:33:51.844+03:00ÇOCUKLARA ÖDEV ALIŞKANLIĞI NASIL KAZANDIRILIR?<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Belki
de çocuklara en zor kazandırılan alışkanlıklardan biri, ödev yapma sorumluluğu.
Çocukların büyükleri örnek aldıklarını birçok kez belirttim. Anne ve babanın
davranışı; çocuklar için yol gösterici, belirleyici olmakta çoğu zaman. Bu
nedenle anne ve babalar; attıkları her adımı, söyledikleri her sözü, yaptıkları
her davranışı bir sorumluluk içinde yapmalı. Sorumsuzca söylenen bir söz,
atılan bir adım, yapılan bir davranışın çocukları yollarından nasıl
saptırdıklarını bilmeliler.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Anne
ve babalar, evdeki iş bölümünü yardımlaşma ve dayanışma içinde yaptığında çocuk
için bir ders niteliğindedir bu. Kendi işlerini aksatmadan ve büyük bir
sorumluluk içinde yapan ebeveynler, bu sorumluluk duygusunu çocuklarına da
aşılar. Atalarımız: “Hayvan süre süre, insan göre göre öğrenir.” sözünü boşuna
mı söylemiş? Çocuklar da davranışa dönüştürdükleri birçok şeyi görerek öğrenmez
mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocuklara:
“Ödevin var mı?” sorusu sorulmamalı. Anne ve baba, çocuğun tepesinde
Demokles’in kılıcı gibi dolanmamalı. Bu soruyla çocuk, sürekli bir denetimin
rahatsız edici baskısının altında ezilmemeli. Baskıyı duyumsayan çocuk; bıkkınlık,
yorgunluk, boş vermişlik, şaşkınlık içinde kalır. Sürekli uyarılma ve
sorgulanma duygusu, onu derslerden uzaklaştırıp ödevlerini zamanında
yapamamasına neden olur. Ayrıca her saniyesi denetlenen bir çocuk bocalar.
Böylece çocuğun kaygısı çoğalır. Kaygı, ister istemez başaramama, yapamama korkusunu
da ortaya çıkarır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Bir
çocuk öğrenciyse ne yapması gerektiğini, sorumluluklarını bilmeli. Bu nedenle
ona: “Ödevini yaptın mı?” sorusu sorulmamalı. Hangi yaşta, düzeyde insan olursa
olsun ona sorumluluklarını anımsatmak kişiyi mutlu etmez. İster istemez böyle
bir soruyu kişi; kendi benliğini, usunu, varlığını yok sayma olarak algılar. Çocuğa
sürekli karışma durumu, onu rahatsız etmesi olağan. Bu nedenle çocuğun
denetleyicisi değil, anne ve babası olmalı; ona sonuna dek güvenmeli. Aşırı
denetleme isteği, çocuğun özgüvenini yok eder. Bu da başarısızlığın asıl
nedenlerinden. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çoğu
anne ve baba, çocuğu ödev yaparken onun yanında oturur. Ya onun ödevini yapar
ya da ona yardımcı olmaya çalışır. Böylece çocuğu denetler. Onların yaptığı bu
davranış, çocuğun bir işi kendi başına yapmasına izin ve fırsat vermez. Böylece
çocuğun tek başına iş yapabilme girişimi elinden alınır. Çocuk, velisine
yanıtını bulamadığı bir soruyu sormadığı sürece ona yanıt vermemeli. Bazı
ebeveynler, çocukları yardım istemeden gidip sorularını yanıtlar. Bu,
çocukların hem araştırma yapıp öğrenmesini engeller hem de başarma umudunu kırar.
Yardım istemeyen bir çocuğa yardım etmek, biraz da çocuğu yok saymak demek. Yok
sayılan birinden başarı beklenebilir mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocuklar,
bizden yardım istediğinde onlara yardım edelim. Bu yardımlar da onların
sorumluluklarını tamamen üstlenme, işlerinin hepsini yapma biçiminde olmamalı. Onlara
en büyük yardım, yol göstererek bilgiye nasıl ulaşacaklarını anlatmaktır.
Çocuğunun ödevini yapan veliler, onları hazırcılığa alıştırır. Bu da onları
yaşam boyu başarısızlığa tutsak eder. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocuklara
ödev yaptırmak için velilerin başvurduğu en olumsuz davranışlardan biri
ödüldür. Veliler, çocuklarına: “Ödevini, yaparsan sana şunu veririm, senin için
şunları yaparım, sana istediğin şeyi alırım.” demekte. Bu son derece yanlış. Ödev
yapmak, öğrencinin görevi. Kişi, görevini yaptı diye ödül kazanmaz. Görevini
yapmak, kişinin sorumluluğunu yerine getirmesidir. Veliler annelik, babalık
görevlerini yerine getirdiğinde onlara ödül mü veriliyor? Onlara verilen en
büyük ödül; sevgi dolu bir ortamda yaşamak, erinç içinde yaşam sürmek, uyumlu
bir ailede bulunmaktan başka bir şey değil. Çocuklar da ödevlerini yaptıklarında
ailelerinin sevgi, uyum, erinç, mutluluklarına katkı yapmaktalar. Ayrıca kendi
geleceklerini sağlam temeller üzerinde oturtuyorlar böylece. Ödev yapan öğrencinin
özgüveni atar, bakış açısı gelişir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Her
ödevde çocuğa ödül verilirse bir süre sonra o, karşılıksız iş yapmamaya başlar.
Her yaptığı işten bir karşılık, ödül bekler. Yarın bir göreve geldiğinde bu
ödül alışkanlığı, armağan almaya giderek rüşvete dönüşür. Çocuğuna yardım etmek
gibi iyi niyetli bir davranışın ona nasıl da zarar verdiğini, onu nasıl kötü
bir geleceğe hazırladığını bilmeli her veli. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Ödevini
yapmayan çocuğa ceza vermek de ödül gibi zararlı sonuçlara ulaşabilir. Bu
nedenle ödev yapmayan çocuğu ikide bir cezalandırmak doğru değil. Ödüle de cezaya
da alışan çocuk, giderek kendi başına iş yapama alışkanlığını yitirir. Bu
durum, onu sorumsuz bir birey yapar. Veliler, kendi elleriyle çocuklarını
olumsuz bir duruma sürükler farkında olarak ya da olmayarak. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Yaşamda
herkesin bir sorumluluk anlayışı ve görev bilinci olmalı. Çocukları buna göre
yetiştirmeli. Onların işlerini yaparak aslında onları kolsuz kanatsız bırakmakta
çoğu veli. Bu, çocuğa yapılan en büyük kötülük değil de nedir? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 6;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 6;"> </span>26
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-8698001366176933472024-02-24T12:57:00.001+03:002024-02-25T12:58:33.349+03:00TRABZON’UN KURTULUŞU<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Sarıkamış
bozgunundan sonra Doğu cephesinde Rusların üstünlüğü söz konusuydu. Mehmetçik, Çanakkale’de
İngiliz ve Fransız güçlerine karşı destansı bir savaş kazanmıştı. Ruslar, Alman
cephesinde zor durumdaydı. Bu nedenle Kafkas cephesindeki bazı birliklerini
oraya götürmüşlerdi. Bu nedenle Rusların Sarıkamış’tan sonraki ileri harekâtları
bir yıl kadar gecikmişti. 1916 Yılı başında ileri harekât başlamış ve özellikle
Karadeniz kıyısındaki Türk yerleşim yerlerinin işgaline girişmişlerdi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“10
Ocak’ta sahil bölgesinde, Arhavi deresi boyunca, 11 tabur piyade, 3 bölük
süvari ve 24 topu olan Rusların karşısında Türklerin 7 tabur piyade, 1 takım
süvari ve 6 toptan oluşan Sahil Müfrezesi vardı. Ruslar, Erzurum üzerinden
taarruza başlamadan bir hafta önce sahil bölgesinde taarruza geçmişlerdi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">5
Şubat’ta başlayan Rus taarruzunu, denizden Rostislav zırhlısı ile 7 muhrip,
Türk mevzilerine bomba yağdırarak destekliyordu. 10 Şubat günü gemilerin ağır
bombardımanı, kuvvetlerimizin önemli miktarda zayiat vermesine neden olmuş,
ardından Rusların 19. Türkistan Alayı, cepheden yaptığı taarruzlarla sahil
cephemizin kuzey kanadını Sümle-Fındıklı (Viçe) hattına çekilmeye mecbur
etmişti. (Mehmet Bilgin, Rus İşgalinde Trabzon Direnişi, Serander Yayınları, Trabzon,
2. Baskı, Ocak 2014, s. 31)”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Ruslar;
6 Mart 1916’da Pazar ve Çayeli’ni, 8 Mart’ta da Rize’yi işgal ettiler. Trabzon’a
doğru yürüyen Rus güçleri, işlerini kolaylaştırmak için 7 Nisan 1916’da denizden
Rize’ye Avrupa cephesinden getirdikleri 35.000 kişilik bir askeri güç
çıkarmışlardı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">İyidere’ye
dayanan Rus işgalciler, burada Oflu milis güçleri ve askeri birliklerin birlikte
yaptığı önemli bir direnişle karşılaştılar. 26 Mart’ta Of işgal edildi. Ardından
14 Nisan’da Sürmene’yi ele geçirdiler. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“15
Nisan 1916’da Trabzon’a 18 kilometre kadar yaklaşan Ruslar Türk kuvvetlerini
arkadan vurmak amacıyla Akçaabat’a kuvvet çıkarmak üzereyken Trabzon’un
boşaltıldığı haberini almışlardı. Şehir 15-16 Nisan gecesi tahliye edilmiş,
Türk halkının büyük kısmı şehri terk etmişti. Trabzon Rumları da 18 Nisan’da Rus
komutanına bir temsilci göndererek Türklerin şehri boşalttıklarını bildirmişler,
dolayısıyla Trabzon’un topa tutulmamasını rica etmişlerdi. Ruslar böylece 18
Nisan akşamı herhangi bir direnişle karşılaşmadan Trabzon’a girmişlerdi. Rumlar
ve Ermeniler başlarında metropolit ve papazları olduğu halde Rus Kafkas Ordusu
Komutanı General Yudeniç’i sevinç çığlıkları atarak karşılamışlardı. Rum metropolitinin
maiyetindeki 20 papazla birlikte gerçekleştirdiği dini törende imparatorun
(çarın) sağlığına, Rus ordusunun kesin zaferine ve Hıristiyanların Türk
boyunduruğundan kurtarılmasına dualar edilmişti. (Sabahattin Özel, Milli
Mücadele’de Trabzon, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı, 2012, s.
10-11)” <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Trabzon
işgal edildikten sonra Rus işgal güçleri batıya doğru ilerleyerek Harşit Çayı’na
kadar olan bölgeyi ele geçirirler. Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey, işgal sonrası
görevini Ordu’da sürdürür. Yaklaşık 80.000 mülteci Ordu, Giresun, Tirebolu’ya göç
eder. Daha sonra Trabzon ve ilçelerinden göç eden Türk halkı daha batıda yer
alan yerleşim yerlerine giderek muhacir oldular uzun süre. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Bilindiği
gibi Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’ndeki Türk zaferi Rusya’nın
mevcut sıkıntılarını daha da artırmış, baş gösteren Ekim 1917 Bolşevik İhtilali
bütün cephelerde Rus birliklerinin dağılmasına yol açmıştı. Kafkas Cephesi’nde aradaki
mesafenin uzaklığı ve irtibatsızlık gibi nedenlerle ayakta kalabilen Rus
kuvvetleri de Kasım 1917 sonlarında çözülmeye başlamışlardı. Rus siperlerinden
zaman zaman ‘Çanakkale’yi istemiyoruz, Boğazlar’ı istemiyoruz’, ‘Harbe son
verin’ pankartları yükselir. Türk askerine karşı dostluk gösterileri
yapılırken, Trabzon’daki Rus kuvvetleri arasında da disiplinin zayıfladığı,
emirlere uyulmadığı birbirine resmi selam yerine ‘yoldaş’ şeklinde hitap
ettikleri görülmekteydi. (Aynı yapıt, s. 17)”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">18
Aralık 1917’de Osmanlı devleti ile Rusya, Erzincan mütarekesini imzaladı. Bu
anlaşmadan sonra Rusların işgal ettikleri Türk yerleşim yerlerinden çekilmeleri
hızlandı. Bu çekiliş sırasında Ermeniler, milis güçleri oluşturarak Türk kıyımı
yapmak için kolları sıvadılar. Trabzon’da büyük insan kıyımı olmamışsa buna
engel olan işgal güçleri arasında bulunan Türk kökenli Rus askerleridir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Ermeni
Taşnak Komitesi’nin ileri gelenlerinden Tigranyun 400 atlıyla Trabzon’a gelerek
Rum gençleriyle anlaşmış, Türkleri katletmek için hazırlıklara girişmişti.
Rusların, kendilerini silahlı Kürtlere karşı koruyabilmeleri bahanesiyle
silahlandırdıkları Ermeniler Türk ve Müslümanlara karşı bir program dahilinde
baskı ve zulüm yapmaya başlamışlardı. Ermenilerin Trabzon’un kenar
mahallelerinde 38 Müslüman’ı katlettikleri söylenmekteydi. (Aynı yapıt, s. 19)”
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Ermenilerin
bir Türk kıyımına girişeceklerini anlayan Rus komutanlar, birliklerinde görevli
Ermeni asıllı subay ve erleri önceden tahliye etmeye çalıştılar. Erzurum’dan
gelen Ermeni Yüzbaşı Bedros, Ermenilerden oluşan 250 kişilik bir birliği vapura
bindirmedi. Trabzon’a Türk birliklerinin girmesinden iki gün önce Bedros, türlü
bahanelerle Kemeraltı Cami’sine topladığı 200 kişiyi yakmak istedi. Bunu
öğrenen Türklerin camiye hücum etmesi ve Cemiyet-i Hayriye-i İslamiye
derneğinin karşı çıkmasıyla bu kıyım önlendi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Bedros
ve 260 kişilik çetesi aynı günün gecesi Türk mahallelerine baskın girişiminde bulunmuşsa
da silahla karşı konulması üzerine Erzurum’daki komiteye katılmak üzere Trabzon’u
terk etmişti. Maçka Rumlarının yardımıyla Zigana Dağı’nı aşmışsa da Torul
halkının karşı koyması üzerine pek çok ölü ve yaralı vererek geri dönmek zorunda
kalmıştı. Bunlardan Trabzon’a dönebilen 61 çeteci Ermeni, Rus ordusunun mensupları
olarak vapura binebilmişti. (Aynı yapıt, s. 23)” Torul’da halkın bu
kahramanlığını anlatan bir anıt var mı acaba?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">“Türk
kuvvetlerinin Trabzon’a gireceği gün Türk askerini karşılamak üzere bir Rus
mürettep piyade alayı ile süvari birliği, bandoları eşliğinde Kavak Meydanı
yönünde şehrin girişinde yerlerini almışlardı. Bu arada 37. Tümen’den önce Trabzon’a
giren milis kuvvetleri mahalle içlerini, köprü başlarını ve kavşak noktalarını tutmuşlardı.
O sırada Ortahisar’daki müftülük binasının önündeki bayrağın altında toplanan
Trabzonlular, bşlarında müftüleri olmak üzere tekbirler getirerek
kurtarıcılarını karşılamaya çıkmışlardı. Nihayet beklenen an gelmiş, 37. Tümen
Trabzon’a girerken Türk donanması da kurtarma harekâtına denizden katılmıştı. Cemiyet-i
Hayriye-i İslamiye başkanı ve üyeleri Soğuksu’da karargâh erkânıyla birlikte
Rus gemilerini ve Değirmendere’deki cephaneliği gözlemekle meşgul bulunan tümen
komutanına veda etmişler, karşılama görevini yapan son Rus kuvvetleri de vapura
binmişlerdi. Bayram havası içindeki şehirde her taraf bayraklarla donatılmış,
Türk birlikleri resmi binaları işgal ederek, iaşe ve malzeme depolarına el
koymuşlardı. (Aynı yapıt, s. 23-24)” <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Trabzon’a
giren milis güçleri arasında üç kadın asker vardı. Bu üç kahraman kadın milis, işgal
sırasında ahlaki düşkünlük gösteren otuz Türk kadınının peşine düştü. Bu
kadınlardan onu ele geçirilmiş, on beşi intihar etmiş, beşi ise bulunamamıştı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Türk
ordusu, yaklaşık iki yıl süren bir işgalden sonra 24 Şubat 1918’de Trabzon’u teslim
alıp kurtarmıştı. Bu güzel günün 106. yıldönümü Trabzon’umuza ve tüm ulusumuza
kutlu olsun.<span style="mso-tab-count: 4;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>24
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-35095684676517930232024-02-23T13:34:00.005+03:002024-02-23T13:34:39.681+03:00ÇOCUĞA, İNSAN OLMAYI YASAKLAMAK<p><br /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">İnsanlar
üzülünce eğni ya da tini acıyınca ağlar. Ağlama, insanın tinsel irinini
akıtmasıdır. Zaman zaman insan ağlamalı, yoksa tinsel irinle dolar içi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Bazı
ağlamalar yardım çağrısıdır. Kişi, ağladığında çevresindekilere, özellikle de
sevdiği kişilere, “Gel, bana yadım et. Sorunumu birlikte çözelim. Düştüğüm kötü
durumdan kurtulmam için bana destek ol!” der gözyaşlarından oluşturduğu köprüyle.
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bu köprü, insanlar arasındaki en sağlam
bağlardan biri. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Kimi
zaman ağlama, bir karşı çıkış, direnmedir. İnsan ağlayarak boyun eğmediğini söyler
karşısındakine. Ağlayarak kendi kişisel alanını savunma ve düşüncesini anlatıp
dinletme isteği, özgürlüğünü kullanma amacı gözyaşlarıyla akmaktadır. Bu
gözyaşları, birey olarak kabul edilme savaşımının bir belirtisi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Kişilerin
ağlamalarında kimi zaman bir teslimiyetin, çaresizliğin sesi ve gözyaşları
vardır. Her gözyaşı damlası, her hıçkırık çekilen acının, içine düşülen çıkmaz
durumun simgesi. Kişi gözyaşlarını akıttıkça, hıçkırıklarını çoğalttıkça
içindeki yangın sönmeye başlar. Son hıçkırıklar, kesik kesik işitilir. Bunlarla
insanın yangın yeri olan yüreği soğumaya başlar ve yavaş yavaş soğuyan yürek
ferahlar, sıkıntı ve acı gözyaşlarıyla toprağa akıp hıçkırıkların derin
soluklarıyla havaya karışır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Kimi
ağlamalar sevinç ve mutlulukla doludur. Bu ağlamalarda gözyaşları akarken gözbebekleri
güler. Hıçkırıkların yerini bir mırıltı, gülüşle karışık bir ses alır. Bu,
mutluluğun gözyaşına dönüşmesidir. Her gözyaşı, bir gül goncası. Bu goncalar,
ağladıkça açılır ve sonunda güllere dönüşür rengarenk. Güzellikleri, gözyaşlarıyla
sulanmalarındandır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">İnsan
bazen sıkıntıdan, içinde oluşan boşluktan ağlar. Bu ağlayış, yavandır. Karşısındaki
kişiler pek etkilenmez bundan. Bu ağlayışla kişi, sıkıntısını az da olsa azaltıp
içindeki boşluğu doldurur. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">İnsan,
yakınlarını ya da sevdiklerini sonsuzluğa uğurladığında ağlar. Bu; bir kopuşun,
yaşamımızda yer eden birini sonsuza dek göremeyecek olmanın sesidir. İçten
kopan bu hıçkırıklar, üzüntülü bir uğurlamanın tükenmez dalgaları. Gözyaşları,
uçmağa varır ve melek olur. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">İnsanoğlu
ağlar. Ağlamazsa içini soğutamaz. İnsanın içi soğumayınca içten içe eritir onu
yüreğindeki yangın. İnsan taş olsa yangına dayanamaz. Bu yangın insan yüreğini,
gönlünü kül eder. Dıştan bakılınca donuk bir cisim gibi dolaşır ortalıkta.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocukların
bazılarına ağlamak yasaklanır anne ve babalarınca. Ağladıklarında sert bir
biçimde uyarılırlar. Hele erkek çocuksa “Erkekler ağlamaz. Kadın gibi ağlama!”
diye çıkışılır onlara. İnsanın erkeği, kadını mı olur? İnsan olan ağlar. Hem de
yeri geldiğinde feryat ederek salya sümük. Bir tinsel boşalma insana yasaklanır
mı hiç?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocuklarına
ağlamayı yasaklayanlar, onları tinsiz, duygusuz bir kalıba dökmek isterler. Bu
da onların yetişkinlikte birçok sorunla karşılaşmasına neden olmakta. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocuklar
ağladığında bırakalım içlerini döküp yüreklerini soğutsunlar. Hıçkırıklarla,
gözyaşlarıyla anlatmaya çalıştıkları dertlerini, sorunlarını anlayalım. Onların
dertlerine ortak olup sorunlarının çözmek için gidecekleri yolda birlikte
yürüyelim. Gerektiğinde birlikte ağlayalım. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Ağlamak
kötü bir şey olsaydı göz pınarlarımızda ve onlardan akan gözyaşlarımız olur
muydu hiç? Çocuğa, yetişkine insan olmak yasaklanır mı, böyle bir şey olanaklı
mı?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>23
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p><br /><p></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-9790056693208276502024-02-22T12:36:00.004+03:002024-02-22T12:36:47.897+03:00ÇOCUKLARA KÜSÜLÜR MÜ?<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocukların
en büyük korkusu, anne ve babasını yitirmektir. Onları yitirme korkusunu çocuklara
veren genellikle ebeveynleri. Anne ya da babaların çocuklarıyla ilişkilerinde tehditkâr
bir dil kullanması, onlara yersiz, anlamsız bir kaygı yükler. Bu kaygı, giderek
büyür ve derin bir korkuya dönüşür. Kaygı ve korku giderek özgüven eksikliğini
getirir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Çocuklara
verdiğimiz cezalar, çoğu zaman onlara kaygı ve korku yükler. Kaygı ve korkunun çocuğun
tinsel sağlığına çok fazla zarar verdiğini söyleyebilirim. Bu nedenle çocukta, kaygı
ve korkuyu oluşturacak her türlü sözden, davranıştan kaçınmalı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Anne
ve babaların çocuklarını küsmekle tehdit etmesi sıkça görülen bir davranış. “Bak,
söylediklerimi yapmazsan sana küserim.” der bazı anne ve babalar. Bu tümce,
çocuğu kaygıya boğmaya yeter de artar bile. Çocuğa küsmek, olmaması gereken bir
şey. Çünkü böyle bir durumda çocuk, kendini yalnız, terk edilmiş olarak
duyumsar ve kaygılanır. Bu nedenle anne ve babalarının dediklerini yapar. Giderek
“hayır” sözcüğünü sözlüğünden çıkarır. Başta ebeveynlerine hayır demez, sonrasında
arkadaşlarına ve çevresinde olan hiç kimseye. Doğru ya da yanlış olsun her şeye
“evet” diyen bir çocuk, sonrasında bir yetişkin ortaya çıkar. Bu durum,
kişiliksizliğe sürükler çocuğu. Böyle yaparak sorun çözüldü mü? Hayır! Sorun,
büyük bir sayrılığa dönüştü ebeveynlerce. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Bazı
anne ve babalar, çocukları sözlerini dinlemediğinde çok sinirlenip
üzüldüklerini söyler. Hatta bu yüzden sağlıklarının bozulup sayrılandıklarını haykırırlar
çocuğun yüzüne karşı. Sayrı olmak, güzel bir durum değil insanlar için. Sürekli
sayrılananların sonu ölüm. İşte, bu çocuktaki kaygıların en büyüğü. Bir gün
kendi yüzünden anne ya da babasını yitirme kaygısı. Bu, giderek derin bir
korkunun karabasanına, umutsuzluğuna dönüşür. Çocuk, ne yapacağını şaşırır. Çözümü,
anne ve babasının her dediğini yapmakta bulur. Olumlu ya da olumsuz söylenen
her şeyi yapar. Böylece kendi kimliğini, kişiliğini, beğenilerini yitirmeye
başlar. Özsaygısı yok olur böylece. Özsaygısı olmayanın özgüveni olur mu hiç? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Artık
çocukta, kim olursa olsun karşısındaki kişinin her söylediğini kabullenip yapma
düşüncesi egemendir. Bu neden bu çocuklar iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini, zararlıyla
yararlıyı ayırt edemezler. Yanlışı çok yapar, kendilerine zarar verirler. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Anne
ve babanın çocuğu yetiştirirken yaptıkları yanlış davranışlar, kullandıkları
hatalı sözler en sevdikleri yavrularını başkalarının kuklası yapar ister
istemez. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;">Aile
ortamı bir kumar masası değil. Çocuklar da bu kumarın aracı olamaz. Onları
yetiştirirken tehdit, şantaj gibi insana yakışmayan yöntemler kullanılmamalı.
Onları kaygılandıracak, korkutacak söz ve davranışlardan kaçınmalı. Bilerek ya
da bilmeyerek yapılacak küçük yanlışların büyük sorunlara yol açacağı
bilinmeli. Bu nedenle çocuklara karşı kullanacağımız her sözü, onlara
göstereceğimiz her davranışı iyice ölçüp biçmeli. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>22
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 115%;"><o:p> </o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-51264787524097664972024-02-20T11:41:00.002+03:002024-02-20T11:41:15.161+03:00AYNADA GÖRÜLEN SOYSUZLUK<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Eski
Rize Belediye Başkanı ve aynı ilin eski milletvekili olan Şevki Yılmaz’ı,
kamuoyu Atatürk ve cumhuriyet karşıtlığı, düşmanlığıyla tanır. Yılmaz, her
fırsatta Atatürk ve devrimlerine karşı düşmanlığını kusar. Bunu da Müslümanlık
ve Osmanlıcılık adına yapar. Söylemlerindeki kin, öfke ve kötücül dil ilgi çekici.
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">II.
Abdülhamit’in torunlarından Berna Osmanoğlu’nun düğününe nikâh şahidi olarak
katılan Şevki Yılmaz, mikrofonu bulmuşken bir de konuşma yaptı. Bağışlayın bu
bir konuşma değil, kuduz bir varlığın salyalarını ortalığa saçması. Yılmaz, evli
çiftlere mutluluk dilemek yerine “Osmanlıyı süren soysuzları da lanetle
anıyorum.” diyerek nefretle çoğalttığı salyalarını kustu. Gittiği düğüne de
kuduz virüsünü bulaştırmaya çalıştı. Osmanoğlu ailesine yaranmaya çalışırken genç
çiftlerin yaşamlarının en büyük mutluluk anı olan düğünlerine kara bir leke
düşürdü. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Şevki
Yılmaz’ın “Osmanlıyı süren soysuzlar” dediği kimler? Başta Atatürk olmak üzere cumhuriyetimizin
kurucuları. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Atatürk’ün
soyu sopu belli. Bu konuda yazılan onca araştırma sonunda yazılan kitaplar var.
Birkaçını buraya yazayım, belki Şevki Yılmaz ve onun gibiler okuyup öğrenir. 1-
Mehmet Ali Öz, Atatürk’ün Ailesi; 2- Ali Güler, Atatürk’ün Saklanan Şeceresi;
3- Ali Güler, Benim Ailem Atatürk’ün Saklanan Ailesi; 4- Vasilis Dimitriadis, Bir
Evin Hikayesi…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Atatürk
düşmanları, ikide bir soy sop konusunu gündeme getirirler, neden? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Psikolojide
yansıtma yöntemini burada anımsatmam gerek. Peki, yansıtma nedir? “Bireyin
kendinde bulunan kusurları, eksiklikleri başkalarında görme davranışının”
adıdır yansıtma. Toplumda bazı kişilerde sıkça rastlanan bir davranış biçimi
bu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Kendi
soyu sopuyla ilgili bilinmemesi gereken şeylerin olduğunu bilen biri,
başkalarını soysuzlukla suçlar. Aslında insanoğlu bir ayna. Karşınızdaki kişiye
baktığınızda kendinizi görürsünüz aslında. Soylu biri aynada soyluluğunu,
soysuz biri ise soysuzluğunu görür. Ayna asla yalan söylemez. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Şevki
Yılmaz da Atatürk aynasına baktığında kendini görmekte. Onun adına üzüldüğümü
söyleyebilirim. Ne de olsa kılığı kıyafetiyle insan görünümlü biri. Biz, ondan kendi
soyağacını kamuoyuyla paylaşmasını bekliyoruz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Atalarımız,
tinbilimdeki yansıtma yöntemini yıllar önce “İşkilli büzük dingilder.” sözüyle dile
getirmiş. Ancak ne yazık ki bazılarının ağızları dingildemekte. Ne denli acı
bir durum değil mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>20
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-55256395847735498042024-02-19T13:33:00.002+03:002024-02-19T13:33:17.655+03:00LANSMAN, LOKASYON DA NE?<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Türkiye’de
batılılaşma eğilimleri Osmanlının gerilemesiyle hız kazandı. Çünkü gerileme,
toplumsal bir özgüven eksikliği oluşturdu. Tanzimat dönemi, batılılaşmanın
büyük atılımı. Batılılaşma olur da batıcılık olmaz mı? Nedense batı hayranları;
Avrupa’nın sanayileşmesini, bilimsel gelişimini değil de dillerini,
davranışlarını, yaşam biçimlerini örnek aldılar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Tanzimat’la
başlayan batıcılık özentisi, önce dile yansıdı. Özellikle aydınlar, kentliler,
okumuşlar günlük konuşmalarına Fransızca sözcükler serpiştirdiler. Güzel
Türkçemiz yabanıl sözcüklerle kirlenmeye başladı. Yabancı sözcüklerle kirlenen,
anlaşılırlığını, ezgisini yitiren bir dil ortaya çıktı. Bunu da kültürlü
görünmek adına yaptılar. Halkın anlamadığı sözcükleri kullanmanın dillerini,
düşüncelerini, bakış açılarını, yaşamlarını varsıllaştırdığını sandılar. Oysa
bu durumlarıyla gülünç duruma düştüler. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Yabancı
dillerin etkisiyle kirlenen bir dil, zamanla anlatım gücünü yitirir. Bu da yurttaşlar
arasındaki anlamayı, anlaşmayı, iletişimi güçleştirir. Giderek toplum;
anlamadığı, anlatamadığı, doğru düzgün konuşup yazamadığı bir dilin tutsağı
olur. Bu da dilde ve kültürde yok oluşu getirir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Kişi,
anadiliyle düşünüp yazar ve konuşur. İnsanın düşünsel gelişimini sağlayan onun
anadili. Bir kişi, anadilini ne denli güzel konuşup yazarsa o denli kültürlüdür.
İnsanlar yabancı dil öğrenmeli. Ancak öğrendiği yabancı dilin sözcükleriyle ana
sütü gibi temiz Türkçesini kirletmemeli. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Günümüzde
türlü nedenlerle yabacı kültür özentisi içinde olanlar var. Bu kişiler, hayranı
oldukları dillerden sözcükler taşımaktalar sorumsuzca, duyarsızca ve bilinçsizce.
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">İslamcılar,
günlük konuşma dillerinde çokça Arapça sözcük kullanarak daha iyi Müslüman olduklarını
düşünmekteler. Bu biçimsellik, ne yazık ki özü yok etmekte. Oldum olası
İslamcılar da batıcılar gibi güçlüye hayranlar. Batıcılar, emperyalist kültürün
savunusunu açıkça; İslamcılar ise bunu açıkça değil, gizli bir utangaçlıkla yaparlar.
Bu durum kendi diline, kültürüne, toplumuna yabancılaşmadır. Bunu yapanlarda
özgüven yoksunluğundan söz edebiliriz. Bu kişiler; kendilerine, toplumlarına,
tarihlerine, dillerine, kültürlerine, halklarına güvenmiyorlar. Onların bu
zayıflığı, içlerinde yabancılara karşı derin bir özentiyi, sevgiyi, hayranlığı
beslemekte içten içe. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Son
yıllarda hem batıcılar hem de İslamcılarda emperyalist ülkelerin dillerine
karşı bir yönelim var. Birçok sözcüğün Türkçesi varken yabancı kökenli olanı
kullanmak niye? Bakanlar, milletvekilleri, gazeteciler, devlet görevlileri,
sanatçılar(!), spor adamları, televizyon sunucuları, radyo konuşmacıları, üniversite
öğretim üyeleri ve birçok kişi Türkçe olan “tanıtım” yerine, Fransızca “lansman”
sözcüğünü kullanmakta. Yine Türkçe “konum” sözcüğünün yerine ise İngilizce “lokasyon”u
dilimize sokmaktalar. Böylece Güzel Türkçemiz, yabancı sözcüklerle
kirletilmekte. Bu, her şeyden önce büyük bir duyarsızlık ve sorumsuzluk. Ayrıca
ulusal dile ve kültüre karşı saygısızlık. Bu yapılanı, düşman bile yapmaz bize.
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Yurdumuzun
kurtarıcısı, devletimizin kurucusu, cumhuriyetimizin ve devrimlerimizin önderi
Atatürk: “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini
de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” diyerek dilimizin bağımsız
yaşamamız, ulusal varlığımız için ne denli önemli olduğunu belirtmiştir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Dil
yoksa ulus da yok! Dil olmadığında kültür de olmaz. Bir ulus, dili ve kültürüyle
var olur. Bunları yok ettiğinizde ulusal kimlik yitirilir. Ulusal kimlik
yitirildiğinde ne ulus kalır ne de ulusun yaşadığı yurt toprakları.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Bir
sözcüğün Türkçesi varsa onu kullanmalı. Yoksa yabancı dil istilasını engellemek
için o sözcüğe, Türkçe karşılık bulmalı. Bir kişi, anasından öğrendiği dil
yerine niye başka anaların dillerine özenir? Ana sütü gibi tertemiz Türkçemizin
içine yabancı sözcükleri sokarak kültürel kirlenmeye yol açanlar, kartal
yürüyüşlü kargaya benzemekteler. Türkçemizde ana sütü tadındaki “tanıtım, konum”
sözcükleri varken “lansman ve lokasyon” da ne? İnsan, ana sütünü kirletir mi
hiç?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>19
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-71912011881019971602024-02-18T17:28:00.004+03:002024-02-18T17:28:38.689+03:00ANNE VE BABA SÜREKLİ KAVGA EDERSE (Pazar Yazıları)<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Bazı evlerde, anne ve babalar sürekli
kavga eder. Bu evlerde, bağrış çağrış eksik olmaz. Anne ve baba, en küçük
sorunda ya da normal olarak sakince konuşulacak bir konuda avazı çıktığı kadar
bağırırlar. Bu bağrışların sonrasında olan kavgaların aile içinde en çok etkilediği
kişiler ise çocuklar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Olur olmadık yerde bağırıp çağırma,
çoğu kişilerde öğrenilmiş bir davranış. Bazılarında ise ciddi anlamda tinsel
bozukluk. Tinsel bozuklukların çoğunun da kökeni kişinin yetiştiği aile ortamı
ve çevresine dayanmakta. Okullarda yaşanan bazı olumsuzlukların da bu tinsel
bozukluktaki etkisi yadsınamaz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Sürekli bağıran bir anne ya da babanın
bulunduğu bir evde tinsel sağlığı bozulmayan bir çocuk varsa, ki bazen olmakta,
bu çocuk gerçekten çok güçlü. Bağrışmalara ister istemez çocuklar da bir süre sonra
katılıyor. Bu katılmalarda kimi zaman annesinin, kimi zaman da babasının
yanında yer almakta. Eşine bağıran ebeveyn, çocuğuna da bağırıyor. Önceleri
susan çocuk, bir süre sonra bağırarak kendini savunma yolunu seçmekte. Çünkü
gördüğü savunma biçimi, bu. Unutmayalım ki çocuklar, çok iyi kopyacıdır.
Büyüklere öykünüp onlardan öğrenirler. Yanlışı da doğruyu da büyüklerinden
öğrenir çocuk. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Bağırmalar yüzünden eşler artasında
saygı kalmaz. Saygının olmadığı yerde güven ve sevgiden eser kalmaz. Birbirini
sevmeyen, bağrışmalar sırasında nefret kusan bu eşlerin çocuklarına iyi, güzel,
doğru örnek olması olanaksız. Böyle bir ortamda çocuğun sorumluluk duygusu çok
zor gelişir. Bu nedenle bu tür bir aile içinde büyüyen çocuk, genellikle
başarısız olur. Çevresiyle uyumsuzluğu da ilgi çeker. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Anne ve baba, birbirine saygı
göstermeyince zamanla çocuk da her ikisine karşı saygısını yitirir. Saygı yok
olunca söz dinlemez bir çocuk çıkar ortaya. Anne ve babanın uyarıları,
görevlendirmeleri, çocuğun umurunda bile olmaz. Bu tür ortamdaki çocukların
çoğunun öğrenilmiş bir davranışla bağırıp çağırdığını söylemiştim. Çok azı ise pasif
bir savunma içinde göğüsler yaşadığı ortamdaki saldırganlığı, kargaşayı. Olana
bitene kayıtsızlık en belirgin davranış. Hiçbir konuda düşüncesini söylemez.
Birçok şeyi susarak karşılar. Evde çok az da olsa olan söyleşilere katılmaz. Düşüncesi
sorulduğunda susmayı yeğler. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Bağrış çağrışın, kavgaların olağan duruma
geldiği evlerde aile bağları gevşer. Zamanla da kopar bu bağlar. İçtenlik,
yardımlaşma, dayanışma yitiverir. Çocuk, özgüven sorunu yaşar. Bu da onu
başarısızlığa iter. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Annesine, babasına saygı göstermeyen
bir çocuk hem çocukluk hem de yetişkinlik döneminde kimseye doğru düzgün saygı
göstermez. Gücün karşısında susup bağlılık gösterir. Zayıfları ise ezmekten zevk
duyar. Dostluklar kuramaz. Kursa da bunlar uzun süreli olmaz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Nice zeki, yetenekli, çalışkan
çocukların ailelerindeki olumsuzluklar yüzünden harcanıp gittiğinin tanığıyım. Bu
nedenle atalarımız çocuklar için: “Yüzü güzel olacağına bahtı güzel olsun.” derler.
Baht güzelliğini oluşturan da çocuklarına taht kuran da anne ve baba. Bu nedenle
hangi çocuk olursa olsun erinçli bir ailede büyümeli. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Çocuklar, bir toplumun geleceği. Bu
nedenle onlara aile, okul ve toplum içinde değer verilmeli. Onların tinsel
sağlıklarını bozan ortamların olmaması çok önemli. Özellikle geçimsizliği,
belirleyici bir davranış olarak benimsemiş kişilerin anne ve baba olmaları toplum
için büyük bir olumsuzluk. Tinsel bakımdan sağlıklı anne ve babalar, tinsel
sağlığı yerinde çocuklar yetiştirir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>18
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-24668952685059852052024-02-17T11:57:00.002+03:002024-02-18T12:23:50.232+03:00ERDOĞAN’N MISIR GEZİSİ<p><br /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, on
iki yıl aradan sona Mısır’a gitti. Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Es Sisi,
Erdoğan’ı içtenlikle karşıladı. İki ülke, on iki yıllık bir aradan sonra
yeniden ilişki kurması umut ve mutluluk verici. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Mısır’la ilişkilerimiz; Erdoğan’ın iş
bilmezliğini, ideolojik saplantılarını Türkiye’nin çıkarlarına yeğlemesi
yüzünden koptu. AKP hükümetinin Mısır konusundaki duyarsız, sorumsuz tavrının
nedenlerinden en önemlisi de iktidar partisi yöneticilerinde tarih bilgisi ve
bilincinin eksikliği. Yüzeysel ve saplantılı tarih bilgisi, onların ufuklarını
daraltıp siyasal olaylara bakışlarını sığlaştırmakta. Tarihsel diyalektiğin
gerektirdiği bakış açısından yoksunlar. Ne yazık ki Türkiye odaklı bir tarih
bilinçlerinin olmaması, onları birçok siyasal kararda yanlışa sürüklemekte. Bu
da ülkemize zarar vermekte. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Mısır, 868 yılından başlayarak 1882’deki
İngiliz işgaline dek kısa kesintilerle bir yılı aşkın bir süre Türk egemenliğinde
(Tolunoğulları, İhşidiler, ve Memlükler) yaşadı. Bu ülkeye asker olarak giden
Türkler, Mısırlı kadınlarla evlenip çoluk çocuk sahibi oldular. Ayrıca son
dönemlerde Mısırlı yöneticilerin çoğu Türk kadınlarla evlendiler. Osmanlı
sarayının damadı olmayan Mısır hıdivi yok gibidir. Günümüz Mısır’ında Türklerin
torunları hâlâ yaşamakta. Bu kişilerin sayıları azımsanmayacak ölçüde. Ayrıca
Türklerin yönetimleri sırasında kültürel iletişim söz konusu. Birçok Türk gelenek
ve göreneği bu ülkeye taşınıp yerleşti. Mısırlıların Türkiye’ye sevgilerini
bilmek gerek. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Mısır ve Suriye, İsrail’le savaşma
geleneği olan iki ülke. Mısır olmadan Araplar, İsrail’le savaşamadılar bugüne
dek. Günümüz Mısır’ı, bölgenin en kalabalık ülkesi. Petrol ülkesi olmamasına
karşın güçlü bir ülke. Aynı zamanda son yıllarda dünyanın yükselen yıldızı
BRİCS’in de üyesi. BRİCS üyesi olmak demek, Atlantik’ten uzaklaşmak demek. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Erdoğan, BOP eşbaşkanlığının verdiği sorumsuzlukla
komşularımızla ilişkileri bozdu. “Arap Baharı” masalıyla “Arap Karakışı”nın
oluşmasına yol açtı müttefikleri ABD, İngiltere, İsrail ve diğer emperyalist
ülkelerle. Birçok Arap ülkesi emperyalist kışkırtmalarla iç karışıklık yaşadı
ve zayıfladı. Arap kanı döküldü. O dönemin Türkiye’sinin Başbakanı Erdoğan,
Dışişleri Bakanı da Ahmet Davutoğlu idi. İşte, BOP’çuluğun egemen olduğu
hükümetin ABD dayatmalarına boyun eğdiği bir dönemde Erdoğan, Mısır’la
ilişkileri kopardı bir anda. Neymiş efendim Sisi darbe yapmış. Kime karşı? İngiliz-ABD
yapımı Müslüman Kardeşler Örgütünün lideri Mursi’ye karşı. ABD’nin demokrasi
şekerine sardığı uyuşturucuyla tarih, ülke bilincini yitirmiş Erdoğan-Davutoğlu,
demokratik olmayan ülkelerle ilişkilerini sürdüremezmiş. Başta Suudi Arabistan olmak
üzere petrol varsılı Körfez ülkelerinde sanki demokrasi varmış gibi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Devletler arası ilişkilerde asıl gözetilecek
olan ülke çıkarları. Ülkemizin güvenlik, ekonomik, siyasal çıkarlarını bir yana
bırakıp ABD’nin dünyada egemenlik kurmak için demokrasi ve özgürlük masallarına
inanarak dost-düşman ayrımı yapmak niye? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Erdoğan, BOP eşbaşkanlığı döneminde
Mısır, Libya, Suriye, Yemen, Irak başta olmak üzere birçok İslam ülkesiyle
ilişkileri kopardı. Bin yılı aşkın süren dostlukları, ABD-İsrail çıkarları için
elinin tersiyle itti. Tarih bilinci eksikliği, yönettiği ülkenin yüksek
çıkarlarını koruyamama sorumsuzluğu, ABD-İsrail politikalarına körü körüne
bağlılık bu büyük yanlışın asıl nedeni. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Yaşam, insanların yaşadıklarından aldığı
derslerle dolu. Bu dersler, zamanla deneyimlere dönüşür. Doğaldır ki
deneyimleri olumlu, doğru bir biçimde yorumlayıp içselleştirmek de tarihsel
birikim, bilinç ve siyasal birikim gerektirir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Erdoğan’ın Mısır’la bozduğu ilişkiler,
yaşamın ve bölgemizin siyasal gerçekleriyle uyuşmadı. Yaşam, bunun yanlışlığını
süreç içinde defalarca kanıtladı. Bu ilişki bozukluğu hem Türkiye’ye hem Mısır’a
hem de Batı Asya’daki komşularımıza çok zarar verdi. Kime mi yaradı Mısır-Türkiye
ilişkilerinin bozukluğu? Başta ABD-İsrail olmak üzere tüm emperyalist ülkelere
ve terör örgütlerine…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Erdoğan, 15 Şubat 2024 günü Kahire’ye
gitti. Sıcak bir biçimde, dostça karşılandı. On iki yıllık bir aradan sonra iki
ülke ilişkileri yeniden kuruldu. Bu, önemli bir girişim. Bu gezinin yararlarını
önümüzdeki günlerde göreceğiz. Tüm bölge ülkelerinin çıkarları açısından çok
önemli Türkiye ve Mısır ilişkileri.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ne
diyelim? Zararın neresinden dönülse kârdır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>17
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p><br /><p></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-9148019263126382552024-02-14T12:30:00.004+03:002024-02-14T12:30:47.053+03:00BİRİLERİ ÇOK PARA KAZANSIN DİYE ÖLÜYORUZ<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Yapsatçılara çok para kazandırmak için
çürük yapılarda oturduğumuz için ölüyoruz topluca.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">İş bilmez yöneticilerin oluşturduğu
çarpık ve altyapısız kentlerde her yağış sele dönüştüğünden ölüyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Maden ocaklarında gerekli önlemler
alınmadığı için ölüyoruz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Trafik kurallarına uymak zor geldiği
için yollarda ölüyoruz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Salgınlarda zamanında davranmadığımız
için ölüyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Ortaçağ kültüründen bir türlü
kurtulamadığımız için töre cinayetlerinde ölüyoruz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Bilginin, bilimin, kültürün, sanatın
gücüne inanmayıp silahlanarak adam olunacağını sandığımız için ölüyoruz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Bize yaşam veren doğanın ne büyük
nimet olduğunu bir türlü anlamayıp onu sürekli zehirlerle kirlettiğimiz için
ölüyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">İşyerlerinde gerekli iş güvenliği
önlemleri alınmadığı için göz göre göre ölüyoruz “iş kazası” adı altında.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Dünyanın neredeyse hiçbir ülkesinde
görülmeyecek bir biçimde ölüyoruz ve bu ölümlere de “kaza” diyoruz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Peki neden ölüyoruz?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Vahşi kapitalizmin özeğinde insan yok,
para var. Bu durum, vahşi kapitalizmin sağ ayağı liberalizm, sol ayağı sosyal
demokrasi için de değişmez. Önemli olan para olduğundan ne yoldan, nasıl
kazanırsan kazan. Kapitalizmin egemenlerine göre insan onlara iyi hizmet ettiği
ve çok para kazandırdığı sürece önemli. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">“Önemli” diyorum, “değerli”
demiyorum. Değer verilen insan pisi pisine ölmez. Kendisini yönetenlerce değer
verilen bir yurttaş, göçükte, yıkıntıda, yollarda arabaların altında, sel sularında
boğularak can verir mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Çok para kazanma, insanları sömürerek
varsıllaşma asıl amaç olduğunda insanın da doğanın da değeri kalmaz. Doğa,
açgözlüler için yağmalanan bir alan. İnsan ise bu yağmada kullanılan bir araç
durumuna getirilmiş durumda.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">13 Şubat 2024 günü Erzincan’ın İliç
ilçesinde altın madeninde toprak kayması oldu ve dokuz işçi toprak altında
kaldı. Yetkililer açıklamalar yapmaktalar “Tüm ekiplerimiz dokuz yurttaşımızı bulmak
için seferber oldu.” diye. Toprak kayması olmadan niye seferber olmadı ekipleriniz?
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Yapılan tüm uyarıları işitip gerekli
önlemleri almak için neden seferberlik yapmadınız zamanında? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Yandaşlara toprağımızı, maden
alanlarımızı, ormanlarımızı peşkeş çekerken onları gerekli iş güvenliği
önlemlerini almak için niçin seferber olup yurttaşınızın canını güvence altına
almadınız?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Yurttaşınızı bir lokma ekmek için ilkel
koşullarda çalıştırılmasına nasıl göz yumdunuz bunca zaman? Toprak kayması
olunca mı aklınız başınıza geldi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Aydınlık gazetesi, aylar öncesinden
iki kez söz konusu madenle ilgili uyarıcı yayınlar yaptı ne yazık ki ne gören
oldu ne de işiten. Gazete, ilk olarak 26 Ocak 2020 günü “Ölmek İstemiyoruz”
başlığını attı. Ölmek istemeyenler kimler mi? Orada çalışanlar ve çevrede
yaşayanlar… Aradan iki yıl geçtikten sonra 22 Haziran 2022’de Aydınlık yeniden uyardı
kamuoyunu ve yetkili yetkisizleri. Bu uyarı da bir işe yaramadı nedense. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Madende altın çıkarmak için siyanür
kullanıldığı bazı basın organlarınca yazılıp söylendi. Kimi aklı erenler bu
konuda uyarılarda bulundu. Ne yazık ki ne yetkilileri ne denetleme görevi
olanlar ne de işletmeciler bu uyarılara kulak asmadı. Dokuz işçi, toprağın altında
kalınca üzüntülü maskeler geçirdiler yüzlerine seferber olarak çalışıyorlar. Dokuz
işçimizin cansız eğinlerini bulunca vicdanınız rahatlayacak mı? Bu
işçilerimizin ailelerin yüzlerine utanmadan nasıl bakacaksınız iş güvenliğini
savsaklayan yetkili yetkisizler.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Bir ülkenin yöneticilerinin görevi, yurttaşlarının
can güvenliğini sağlayıp onlarının sağlıklı bir biçimde yaşamasını sağlamaktır.
<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Siyanürün toprağı, madenin yakınından
geçen Fırat Nehri’ni zehirlemesi söz konusu. Yetkililerin vurdumduymazlığı, bilgisizliği,
sorumsuzluğuyla bir kez daha ölüyoruz ulusça. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Erzincan, ülkemizde en çok ve
şiddetli depremlerin olduğu bir ilimiz. Burada böyle işler yapılırken önlemler
bin kat daha artırılmalı. Önlem almayınca ceza yazmakta resmi görevliler. Ceza
yazınca can güvenliğinin sağlandığını, toprağın ve suyun temiz kalacağını sanmaktalar.
Resmi görevliler de işletme sahipleri de insanı, toprağı, suyu, ülkeyi kurtarmak
yerine günü kurtarmaktalar. Çok yazık, çok… <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Zamanında önlem alacaksın insanını,
suyunu, toprağını, ülkeni korumak için. İş olup bittikten sonra “kriz masası”
kurup iş yapar gibi görünmekle cansız eğinlere can verilmiyor. Akan gözyaşları
dinmiyor. Siyanürle zehirlenen su, toprak ve canlılar temizlenmiyor. Bırakın
halkı aldatmayı da işinizi gereği gibi yapın, Türk halkını enayi yerine
koymayın artık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 6;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 6;"> </span>14
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-17116789885927815972024-02-12T15:23:00.006+03:002024-02-16T09:10:38.376+03:00ÇAMBURNU’NDA ORMAN YANGINI<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">1979’un
yazıydı. Arkadaşım Osman Nuri Saral’la Of sokaklarını arşınlayıp söyleşmekteydik.
İkimiz de Fatih Eğitim Enstitüsü’nü bitirmiştik. O, matematik bölümünü bitirmişti;
ben de Türkçe bölümünden mezun olmuştum. İkimiz de atamamızın yapılması için
kura çekimini beklemekteydik.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Neredeyse
her gün buluşurduk Osman’la. Gün boyu söyleşirdik onunla. Kimi zaman başka
arkadaşlarımızda katılırdı bize. Fırsat buldukça yakın ilçelere, arada sırada
Trabzon ve Rize’ye giderdik gezmek için. Gittiğimiz yerlerde arkadaşlarımızla
buluşurduk. Gençlik tükenmez bir erke, dağ pınarları gibi ne suyu kesilir ne de
sesi. Gençlik ülküleri, bitip tükenmez. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Öğlene
doğru buluşurduk arkadaşlarla. Akşam olduğunda el ayak çekilirdi şirin ilçemizden.
Bazı akşamlar, ıssızlaşmış ilçe alanında futbol oynardık. Ülkemizin belki de ülkemizin
ilk gece maçlarını oynadık sokak lambalarının, kimi zaman da ay ışığının derin,
loş gölgelerle aydınlattığı bir alanda. Kimler vardı kimler… Ali İhsan Coşar, Muzaffer
Taka, Atilla Düzel, Şeref Saral, Sebahattin Öner, Nurettin Malay, Mustafa Saral, Turan Saral, Reşat Saral, Recep Bakkaloğlu,
Raci Sarıalioğlu, Alpaslan ve Yavuz Kalemci kardeşler… Uçmağa varmış
arkadaşlarımız içimizde büyük bir eksiklik…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Kan
ter içinde biten maçlardan sonra Kalyon Fırınına yürürdük arkadaşlarla. Fırına
yaklaştığımızda ekmek kokusu gelirdi burnumuza. Ekmekler yeni çıkardı gecenin sabaha
kavuşmakta olduğu bir zamanda. Sıcak ekmeğin arasına tereyağı da koyardı
fırıncı. Koca ekmeği kaşla göz arasında bitirirdik. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>O ekmeğin tadını yıllarca hiçbir yerde
bulamadım. Ekmek mi lezzetliydi, yoksa biz çok açtık da öylesine iştahla yerdik
koca ekmeği. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">1979
yazında bir gün hava çoktan kararmıştı. Of’un doğudan batıya doğru uzanan Cumhuriyet
Caddesinde yürüyorduk Osman’la. Yürürken derin bir söyleşinin içindeydik. Cumhuriyet
Caddesinden sağa dönüp gündüz insan kalabalığı ve köy dolmuşlarının işgal
ettiği belediyenin önündeki küçük alana yöneldik. Oradan Atatürk Bulvarına döndük.
Yönümüz batıya doğru. Kaşımızda Çamburnu’nun sarıçam ormanları dalga dalga
yükselmekte güneye doğru karartılar içinde. Az sonra karşı tepede, ormanın
içinde bir ışık belirdi. Çok geçmeden ormanın yandığını anladık. Bir şeyler
yapmamız gerek. Yangını olduğumuz yerden izleyemeyiz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Genciz...
Ülkemizle ilgili büyük ülkülerimiz var. Yurdumuzun bir çöpüne bile zarar
gelmesini istemiyoruz. Hele dünyada, deniz kıyısında doğal olarak yetişen
birkaç sarıçam ormanından biri olan bir dünya varsıllığının yanıp kül olmasına seyirci
kalamayız. Hemen ne yapacağımıza karar verdik. Şimdi adını anımsayamadığım, benzinli
testeresi olan Çaykara-Karaçamlı bir tanıdığı bulduk. Osman’ın birkaç yıl önce
aldığı arabasına bindik. Hızla yangın yerine ulaştık. Çevredeki köylerden bazı
kişiler, yangını söndürmek için var güçleriyle uğraşmaktalar. Testereyi görünce
sevindiler. Hemen yangının çevresini açmaya başladık. Bu arada ormancılar da
geldi tüm araç ve gereçleriyle. Ormancılar, yaptığımız işten mutlu oldular.
Osman’la yangına çok yakınız. Söndürmek için elimizden geleni yapmaktayız. Yangını
söndürmeye odaklanmışken arkadaşımın “Yanıyorum!” diye bağıran sesini işittim.
Dönüp baktığımda onun yeni aldığı ve ilk kez giydiği tişört yanıyordu. Hemen onu
söndürdük. Verilmiş sadakası vardı ki derisine bir şey olmamıştı. “Gelen mala
gelsin.” deyip avunduk içinde bulunduğumuz durumla. Bu arada yangın kontrol altına
alınmış, sönmek üzereydi. Biz ormancılardan izin alıp geri döndük. Testerenin
benzini bitmişti. Osmanların yakıtlığından benzin doldurduk testereye. Karaçamlı
emekçi arkadaş bizden para almadı. Of’a gelip evlerimize dağıldık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">İki
genç adamın orman yangınını söndürmek için gösterdiği olağanüstü çaba usuma
geldikçe bir hoşluk duyarım içimden. Osman’la konuştuğumuzda ara sıra bu
anımızı anlatırız. O, tişörtünün keyfini çıkaramadan yandığına hala üzülür. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Ormandan
döndüğümüzde kendimizi bir kahraman olarak gördük. Bu kahramanlığımız günlerce
sürdü. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Memleketime
her gidişimde Çamburnu’ndan geçerken yanık sarıçamlardan çevreye yayılan çıra
kokusu gelir burnuma. Çıra kokusu, yaşamım boyunca sevdiğim en güzel
kokulardandır. Ancak yangın söz konusu olunca güzelliğinin de kokusunun da tadı
kaçmakta. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>12
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-7312143887684966962024-02-11T15:03:00.003+03:002024-02-11T15:03:28.237+03:00TAVUK BESLENMEYEN, MEYVE DİKİLMEYEN KÖYLER (Pazar Yazıları)<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Tavuk ve meyve,
köylerimizin olmazsa olmazı… Köylere gittiğimizde neredeyse her evin
bahçesinde, gübreliğinde eşelenen tavukları görürüz. Hele yaz mevsimiyse kuluçka
bir tavuğun peşinde civcivleri görmek olası. Bir de tavukların reisi horozun
fiyakalı yürüyüşü vardır ki izlemeye doyamazsınız. Horozu, tavukları ve
civcivleriyle görsel, işitsel bir varsıllıktır bu görünüm. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Tavuklar,
bahçelerde sebzelerin yapraklarını yer çoğu zaman. Komşunun bahçesine girip
orada pisler. Bazı komşular, bu durumdan rahatsız olur, bu güzel hayvanların
bahçelerini az da olsa zarar vermelerine, avlularının kirletilmesine karşı
çıkar. Kimi zaman bu nedenlerle komşular arasında kavgalar çıkar. Bu kavgalar,
istenmeyen düşmanlıklara yol açar. Oysa komşunun tavuğundan rahatsız olduğunu
söyleyen kişinin tavukları da diğer komşuların bahçelerinde ve avlularındadır. Ortada
bir zarar varsa herkes için söz konusudur aslında. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Köylerde her
evin bahçesinde bölgenin toprak yapısına, iklimine uygun olarak meyve ağaçları
görmek büyük bir görsel toy. Meyve, çocuklar ve büyükler için bir şölen,
doyulmaz bir lezzet. Çocukları, meyvelerin olgunlaşmaya başlamasıyla ağaç dallarında
görebiliriz. Kimi kuş gibi kanatlanır dallar arasında. Kimi ise sincap
çevikliğinde dolaşır ağacın bedeniyle dalları arasında. Bazı çocuklar, meyve
ağaçlarına tırmanma konusunda çok başarılı değildir. Çoğu zaman dalların
üstündeki kardeşlerine, arkadaşlarına dil dökerler kendilerine bir meyve
atsınlar diye. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Dallardaki
çocuklardan bazıları, dalların gücünü yanlış hesaplayıp dalın kırılmasıyla yere
düşer. Kiminin elleri kayar yaş dallardan ve kendini yerde bulur. Düşerken
dallar çizer yüzlerini, kol ve bacaklarını. Kimi zaman kol ve bacaklar kırılır,
başlar yarılır, burunlar kanar. Her meyve mevsiminde Kırığı çıkığı olan çocuklar
görmek olanaklı. Çoğu zaman bu kırık çıkıklar, zamansız olduğundan il ve ilçe
merkezlerindeki sayrıevlerine gidilemez. Bu nedenle köylerde alaylı kırık çıkıkçılardan
umar beklenir. Bu kişiler, deneyimlidir. İşi, yaparak yaşayarak öğrenmişlerdir.
Olanaksızlıklar içinde sağlatım yaparlar. Kimi zaman kırılan kol ya da bacakların
kırık yerlerini denk getiremezler tam olarak. Bu nedenle kol ve bacaklar eğri,
çarpık olarak tutturulur. Dirsekten başlayan eğri kollar görürseniz, bilin ki
köylerdeki kırıkçı çıkıkçıların işidir bu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Köylerde her
meyve, her bahçede yetiştirilmez. Bazı komşular, komşu çocuklarının bahçelerindeki
meyve ağaçlarından meyve yemelerine karşı çıkmaz, tersine onları bu konuda yüreklendirirler
bile. Doğaldır ki her komşu bir olmaz. Bazıları, çok az sayıda olsalar bile,
meyve ağaçlarına başka çocukların çıkıp yemesinden hoşlanmaz. Bu konuda sorun
çıkarıp yakınırlar. Bu yakınmalar, kavgaya dönüşür kimi zaman. Kavgalar, bazen
büyür; düşmanlıklara yol açar. Bu, istenmeyen bir durum… <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Ülkemizin
köylerine gittiğinizde eğer ev kapılarında tavuklar göremez, seslerini
işitemezseniz bilin ki orada bu konuda kavgalar yaşanmıştır. Komşuların ortak
kararıyla tavuk beslememe kararı verilmiştir. Yine bir köyde meyve ağaçları
yoksa orada komşuluk ilişkilerinin iyi olmadığını, hoşgörünün bulunmadığını, komşular
arasında anlaşmazlıkların olduğunu anlayabilirsiniz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Bir yerleşim
yerinde bulunan tavuklar, meyve ağaçları oradaki hoşgörünün, insanlar
arasındaki anlayışın, dostluğun, yardımlaşmanın, ortak iş yapabilme gücünün, sevginin,
köydeki erincin, kişiler arasındaki saygının göstergesi. Aslında yaşamımızdaki
bazı hayvan ve bitkiler; toplumun sosyal ilişkileri, kişilerin tinsel durumları
hakkında bizlere bilgi verir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Toplumsal yaşamda paylaşmaktan, dayanışma
içinde olmaktan daha güzel bir şey var mı? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>11
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><o:p></o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-76318890208028842972024-02-10T10:46:00.007+03:002024-02-10T11:41:46.033+03:00BOLLUK İÇİNDE YOKSUL ÇOCUKLAR<p></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 70.8pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><br /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Günümüz
çocuklarının bir bölümü bolluk içinde yaşamakta. Bir başka deyişle bir elleri
yağda, bir elleri balda. Anneler ve babalar, çocukları ne isterse almaktalar
onlara. Bu nedenle çocukların çoğu maymun iştahlı...<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Maymun
iştahlı çocuk, doğal olarak hiçbir şeyin değerini bilmemekte. Tabağında yemek
bırakmakta. Tadına bakıp yiyeceği bırakanlar çok. Bu yemeklerin çöpe
dökülmesine içi sızlamıyor bile. Giysi dolapları dopdolu… Özellikle reklamlarda
gördüğü her şeyi istemekte. Çünkü modanın dışında kalmaktan korkuyor deliler
gibi. Bu da aslında çocuğun bağımlılığı… Reklamlarla yönlendirilmekte çocuklar.
Moda denen toplumu ve kişiyi bir kalıba döküp tüketime yönlendirme yüzünden
çocuklarımız elimizden sabun gibi kaymakta. Ne yazık ki giderek modanın,
reklamların ve sanal dünyanın tutsağı olmaktalar. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Çocukların
yediği önünde, yemediği arkasında olduğundan ne yiyip içtiklerinden ne giydiklerinden
ne de yaptıklarından doyuma ulaşmaktalar. Günümüz çocuk ve gençlerinin çoğunda
doyumsuzluk söz konusu. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Bir
bebek doğar doğmaz onu oyuncaklara boğmakta anne, baba ve diğer akrabalar. Oyuncak
nasıl olsa kolayca alınır bir şey olduğu düşüncesi oluşmakta çocukta. Oyuncağı
kırıldığında ya da yittiğinde hemen yenisi alınıp çocuk mutlu(!) edilmekte. Bu
da çocuğun malına sahip çıkmama, onun değerini bilmeme davranışının oluşmasına
neden olmakta. Böyle bir durumda çocuk, oyuncağıyla ve çevresindeki insanlarla
duygusal bağ kuramıyor. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Çocuklarımıza
bol bol oyuncak almak yerine, onlarla oynayalım. Onların düşledikleri dünyaya
ortak olalım. Onlar, düşsel öyküleri kurgulama ustasıdır. Onların düşsel
öykülerini dinleyelim. Bu öykülere, değer verdiğimizi içtenlikle gösterelim. Öykülere
verilen değer; çocuğun kişiliğine, düşüncesine, duygularına, düşlerine,
varlığına verilir aslında. Kendini tüm varlığıyla değerli bulan çocuk, özgüven
kazanıp özsaygısı artar. Özgüveni, özsaygısı tam çocukta duygusal, dinsel varsıllık
gelişir. Bu da duygudaşlık yapmasını sağlar. Duygudaş birey, çevresiyle
uyumludur. Bu da onun yaşamı boyunca barış içinde, umutlu, başarılı, araştırmacı,
tutsaklaştırılamayan, yaşamın zorlukları karşısında yılmayan bir kişi olmasını sağlar.
<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Anne
ve babaların ne işi olursa olsun bu, çocuklarıyla ilgilenmelerini etkilememeli.
Onlarla nitelikli zaman geçirmeli. Çünkü bir ailede en önemli iş, çocuklarla
ilgilenmek, onları dinlemek ve onlarla zamanı paylaşmak… Onların biz büyüklere
saçma sapan gelebilecek düşsel öykülerini, büyük bir ilgiyle dinlemeli. Dinleyişimizdeki
içtenlik ve öyküleriyle ilgili soracağımız sorular güvenli bir konuşmanın,
sağlıklı bir ilişkinin alt yapısını oluşturmalı.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Çocuklara
insan değeri verilmeli. Onları bizimle eşit birey olarak görmeli. Onlara karşı
davranışımız, bir kedi yavrusunu sever gibi sevmek gibi olmamalı. Bir oyuncağa
ya da bir teknolojik ürüne karşı hayranlık gösterir gibi sevmemeli onları. Çünkü
onlar, etten ve kemikten oluşmakta tıpkı büyükler gibi. Onların da duyguları,
düşünceleri, bakış açıları, beğenileri ve kendine özgü davranışları bulunmakta.
Onların farklılıklarına saygı gösterilmeli. Farklılıkların özgünlük, varsıllık
olduğu kabul etmeli. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Kimi
ebeveynler, çocuklarının kendilerine benzemelerini ister. Bu, çocuklara
yapılabilecek en büyük kötülük. Çünkü onun özgürce gelişimi önlenmekte bu
yolla. Çocuğun benzeyeceği tek kişi var, o da kendisi. Bu nedenle onun doğal
gelişimi, doğal yollardan benlik kazanması, yeteneklerinin ortaya çıkması,
becerilerini geliştirmesi engellenmemeli. Unutulmamalı kuşlar, kendi kanatlarıyla
uçar. Kanatları yolunup kırılmış kuş, kuş olmaz; başka bir varlık olur.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Günümüz
çocuklarının çoğu; varlık, bolluk içinde yoksulluk ve yoksunluk çekmekte. Bu;
duygu, sosyalleşme yoksulluğu… Eğinleri sağlıklı görünse de tinsel eksiklikleri
her alanda kendini göstermekte. İnsan yaşamındaki en büyük yoksulluk da
varsıllık da tinsel ve sosyal alanda olandır. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"> Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"> 10
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 70.8pt; text-align: justify; text-indent: 35.4pt;">
</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-size: 16pt; line-height: 107%; mso-ascii-font-family: Aptos; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-hansi-font-family: Aptos;"><o:p> </o:p></span></p><br /><p></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-3554130757658516935.post-28233402462869561832024-02-08T13:52:00.003+03:002024-02-08T21:27:32.372+03:00DEPREM ANITLARI<p><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Ülkemizde
bugüne dek olan deprem ve salgınlarda en çok tartışılan ve üzerinde
anlaşılmayan konu, ölü sayısıdır. Yaşamım boyunca birçok büyük depremin tanığı
oldum. Korona salgınında evlere kapanıp birçok kişinin yaşamdan kopuşunu görüp
işittik. Her felaket sırasında ve sonrasında hep ölü sayısı tartışıldı. Ben de “Türkiye’de
her şey saklanır, ancak ölü saklanmaz.” diyerek bu karşı çıkışlara karşı durmaya
çalıştım. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Kahramanmaraş
merkezli depremler sırasında en çok yıkıntılarda yitirdiğimiz insanlarımızın
sayısı tartışıldı. Depremden epey sonraydı. Bir arkadaşımla baharı solumak için
Marmara Denizi kıyısında bir çay bahçesindeydik. Konumuz, depremdi. Konuşma sırası,
depremdeki ölü sayısına geldi. Arkadaşım: “En az iki yüz bin kişi öldü. Bunun
yüz bini Hatay’da.” dedi. “Bu konuda bir kanıtın var mı?” dedim. “Yok…” deyip
sürdürdü konuşmasını. “Bu, benim tahminim ve sosyal medyada okuduklarımdan edindiğim
bilgiler.” <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Arkadaşımın
gözlerine baktım. “Ülkemizde her şey saklanır, ancak ölü saklanmaz.” dedim.
Yıllardır bu konularda sıkça söylediğim gibi. “Çünkü insan ölüsü ağırdır,
ayrıca hızla kokar.” diye sürdürdüm sözlerimi. “Yurdumuz insanının bir huyu
var. Diriyi arayıp sormaz, ancak ölüsünün peşini bırakmaz. Ne eder, eder ölüsüne
karşı görevini yapar.” sözleri döküldü dilimden. Gerçekten de böyle değil mi? Çoğu
zaman aile bireylerimiz, akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız ve tanıdıklarımızın
değerini yaşadıklarında pek bilmeyiz. Ancak onları yitirdiğimizde içimizde
fırtınalar kopar. Onlara son görevimizi yapmak için çırpınırız. Onların başına
bir gömüt taşı dikmek, bizim erince kavuşmamızı sağlar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Kahramanmaraş
merkezli depremlerde yitirdiğimiz insan sayısı: 53.537… Bu sayıya, ölüsü der dirisi
de bulunamayan yitikler eklenmemiş. Arkadaşıma: “Şu gördüğün kıyı boyunca elli
üç bin beş yüz otuz yedi kişiyi dizsek akşama dek hepsini sayabilir misin?”
diye sordum. Şaşırdı birden. Düşündü bir süre. “Sanırım zor sayarım.” diyerek yanıtladı
beni. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">“Gümüşhane
ya da Korkuteli’ne gittin mi hiç?” diye sordum. “Korkuteli’ne gittim.” dedi. “Sokaklarında
yürümüşsündür sanırım. Bir an düşün! Korkuteli’nin ilçe merkezi ve köylerindeki
insanların tümü yok oluyor birden. Az mı bu insan sayısı?” <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">“Orta
büyüklükte bir kent yok oluyor. Çok bu sayı…” dedi düşünceli düşünceli. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16.0pt; line-height: 107%;">Büyük
deprem felaketinin etkilediği on bir ilde deprem anıtı yapılmalı. Bunun için
kentlerde simgeleşen yıkıntılar var. Bence onlar kaldırılmamalı. Bu yerler
kamulaştırılarak anıta dönüştürülmeli. Ayrıca kent caddeleri boyunca depremde
yaşamını yitirenlerin ad, soyadları, doğum tarihleri, kısa özgeçmişleri yazılı
fotoğrafları asılmalı. Bu yollarda yürüyenler, ister istemez bu kişilerin
gözlerine bakıp derin üzüntü duyacaklar. Bu derin acı, onlarda bir deprem bilincinin
oluşmasını sağlayacak. Halkı kandırarak, yurttaşın gözünü boyayarak ve imar
cambazlıklarıyla kesesini doldurarak oy avcılığı yapan siyaset simsarlarının
peşinden kimse gitmez o zaman. Çünkü insanlar, fotoğraflarla her göz göze
geldiklerinde kendi kendilerine: “Burada benim fotoğrafım da asılı olabilirdi.”
diye içinden geçirecek. Bu da kişisel ve toplumsal duyarlığı artıracak
depremlere karşı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;">Evet,
yüreği yeten bir belediye başkanı, vali, kaymakam, bakan varsa yıkıma uğrayan
kentlerimizde deprem anıtları yapar. Yıkıntılar altında can veren yurttaşlarımızın
fotoğraflarını kent alanlarına ya da caddelerine asar. Bu iş için yürekli,
yürekli olduğu kadar da işini hakkıyla yaptığına inanan yöneticiler gerekli.
Çünkü o fotoğrafların gözlerine en çok yöneticiler bakacak, doğaldır ki
bakabilirlerse…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>Adil
Hacıömeroğlu<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;"><span style="mso-tab-count: 7;"> </span>8
Şubat 2024<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify; text-indent: 35.4pt;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 16pt; line-height: 107%;"><o:p> </o:p></span></p>Adil Hacıömeroğluhttp://www.blogger.com/profile/15787688554559135514noreply@blogger.com3