“Biz
niye kentleşemiyoruz? Yaşadığımız kente niye aidiyet duymuyoruz?”
sorularını herkesten sıkça işitiriz. Evet, kentlerde yaşayanlar, kendilerini
niye yaşadıkları yere ait görmüyorlar?
İnsanın
kendini, bir yere ait görmesi için onun yaşamında bazı geleneklerin oluşması
gerek. Aslında kişiyi, yaşadığı yere bağlayan onun oradaki kökleri. Bu kökler
de zaman içinde oluşur. İnsanın bir yere kök salması için oradaki yaşantısının
geleneğe dönüşmesi gerekir. Bu da onun yaşam alanlarıyla ilişkili. Bir kentin
içinde bir göçebe gibi sürekli ilçe, mahalle, sokak, ev değiştiren birinin yaşadığı
yere aidiyet duyması epeyce zor. Çünkü böyle olunca yaşadığı yere kök salamıyor
bir türlü kişi. Ayrıca sürekli yer değiştiren insan, kısa süreli yaşadığı
yerlerde kalıcı dostluklar, arkadaşlıklar, komşuluk ilişkileri kuramıyor. Bu da
onun oraya kök salmasının, aidiyet duymasının önündeki en büyük engel.
Ne
yazık ki çürük, sosyal açıdan yaşanmaz kentler oluşturuluyor ülkemizde. Yapılan
konutların ortalama yaşam süresi elli yılı geçmiyor neredeyse. Çünkü yapılarımızın
çoğu, dayanaklı değil. Ülkemiz, deprem kuşağında. Bu nedenle depremlerin yıkıcı
etkisine dayanamayan kentlerimiz çoğunlukta. Böyle olunca kentsel dönüşüm
yapılıyor. Eski yapılar, bir bir yıkılmakta. Yapılan yapıların sağlıklı kullanım
süresi de ortalama elli yıl. Böyle olunca ülkemizin kaynakları elli yılda bir
taşa, toprağa, betona gömülüyor. Yurttaşlarımızın dişiyle tırnağıyla kazanıp
biriktirdiği parası, yeni ev yapımına harcanıyor. Neredeyse her kuşak ev sahibi
olmak için çalışıp yaşamını buna göre düzenliyor. Halkın büyük çoğunluğu ömrünü
bir ev almak için para biriktirmekle geçirmekte.
Yurttaşımızın
yaşadığı yere, kök salmamasının ve gelenek oluşturamamasının en önemli nedeni,
en az üç kuşağın aynı evde peş peşe yaşama olanağını bulamamasından kaynaklanmakta.
En az üç kuşak (Dede, oğul, torun ya da nine, kız ve torun) aynı evi art arda
kullanamıyor. Hem evde hem de evin bulunduğu mahallede anılar biriktirip
gelenek oluşturamıyor. Atalara dayalı komşuluk ilişkileri kuramıyor. Üç kuşak;
aynı berbere, bakkala, terziye, kasaba, manava gidemiyor. Aynı kahvede çay
içemiyor. Aynı aşevinde yemek yiyemiyor. Çocukken aynı parkta oynayamıyor. Aynı
çay bahçesinde soluklanamıyor. Böyle olunca da yaşamın kökleri oluşamıyor bir
türlü. Köksüz bir ağacın toprağa bağlanması nasıl olanaksızsa köksüz birinin de
kısa süreyle yaşadığı yere bağlanıp gelenek oluşturması olanaksız. Bu nedenle
kentlerimizin birçoğunda yaşayanların önemli bir bölümü, kendini yaşamakta
olduğu yere ait görmüyor. Yaşadığı kente yabancılaşıyor. Sokaklarda bir gezgin
gibi dolaşıyor.
Üzülerek
söyleyeyim ki üç kuşak aynı ilkokulda, ortaokulda okuyamıyor. Aynı evde yaşama
geleneği oluşmadığı gibi aynı okulda okuma geleneği de nedense yok! Oysa aynı okula
giden üç kuşak, ortak anılar biriktirecek. Aralarında okuldaşlık olacak. Bir
amaç birliğinin paydasında birleşilecek. O okula aidiyet duyacak üç kuşak. O
okul, onları o semte bağlayacak. Belki de üç kuşak okullarının pilav günlerinde
birlikte gidecekler. Orada köklü sosyal ilişkileri olacak. Bu köklü sosyal
ilişkiler, onların o okul çevresinde sağlam kök salmalarını sağlayacak. Bu da
sarsılmaz, yıkılmaz bir geleneğin temelini atacak.
Okullarımızın
birçoğu zamanla ad ve içerik değiştiriyor. Bir bakıyorsunuz mahalledeki ilkokul
kapanıp yerine ortaokul açılıyor. Bir bakıyorsunuz okuduğunuz ortaokul, başka
bir okula dönüşüyor. Ne yazık ki okul yapıları da evler gibi. Onların da yaşama
ortalaması ne yazık ki elli yıl. Bu nedenle okullarımız da evlerimiz gibi yıkılıp
yapılıyor sürekli
Kişi,
yaşadığı yere aidiyet duymadığından ölüsünü geldiği memleketine götürüyor.
Çünkü bir gün geri dönme olasılığını güçlü görüyor. Yaşadığı kenti ise kendisi
için geçici bir yer olarak algılamakta hep.
Kentlerimizi
oluşturanlar, neredeyse 1500 yıldır ayakta duran Ayasofya’ya bakıp yüzleri
kızarmıyor. Yaklaşık beş yüz yıldır, depreme ve tüm doğa olaylarının yıkıcılığına
meydan okuyan Süleymaniye’ye, Selimiye’ye bakıp ders almıyorlar. Tarihten ders
almayanlar yalnızca yeni yapılar üzerinden para kazanmanın peşine düşüyorlar
kısa yoldan. Ne yazık ki ülkemizin en
önemli geçim kaynağı inşaatçılık. Sanayi gelişmeyince yapılar yıkılıp yapılıyor
sürekli. Yapılanlar da çoğu zaman kendiliğinden çöküyor içinde yaşayanların
başına.
En
az üç kuşak aynı evde yaşadığında, yine üç kuşak aynı mahalledeki okulda okuduğunda
o zaman yaşadığımız kentlere kendimizi ait hisseder, buralara sahip çıkarız.
Adil
Hacıömeroğlu
12 Eylül 2025
Kalemine Efendi Kalan ,Adil öğretmenim,
YanıtlaSilAynı kökten gelen üç kuşağın aynı mahallede yaşayıp aynı okulda okuyamaması, hem kalbe hem belleğe dokunan bir eksiklik… Oysa aynı sıralarda oturup anılar biriktirseydik; aidiyetimiz, kimliğimiz daha güçlü olurdu. Bir okulun çatısı altında birleşen kuşaklar, sadece bilgi değil, sevgi ve geçmişi de paylaşırdı. Mekânın devamlılığı, ruhun derinliğini besler. Ne yazık ki bugün mekânlar değişiyor, hatıralar bölünüyor… Ve biz, aynı evi paylaşıp farklı yolların yolcusu oluyoruz. Yazınız, yüreğimine dokundu. Teşekkürler.Usunuza, yüreğinize sağlık 👏👏💐Kaleminiz var oksun.🙏🏻