AKP BAYRAĞI KEŞFETTİ


Türkiye’de ne zaman AKP iktidarını sarsan cumhuriyetçi eylemler olduysa iktidar partisi Türk Bayrağını keşfediyor. Normal zamanlarda bayrağın adını anmayanlar, birden bayrak sevdalısı kesiliyorlar.

29 Ekim’de Ankara’ya giden yurtseverlerin ellerinde bulunan bayrakları suç unsuru olarak toplayan da AKP iktidarı. Gösterilerde, Türk bayraklarına tazyikli su sıkıp yere düşürenler de AKP’nin polisleri.

2007 baharında Cumhuriyet mitingleri AKP iktidarının uykularını kaçırmıştı. Bu mitingler, adeta bir bayrak deniziydi. Türk bayrakları altında milyonlar bir araya gelmekteydiler. Ankara Tandoğan (14 Nisan 2007), İstanbul Çağlayan (29 Nisan 2007), Manisa (5 Mayıs 2007), Çanakkale (5 Mayıs 2007), İzmir Gündoğdu (13 Mayıs 2007) mitinglerine kadar AKP toplantılarında Türk Bayrağını görmek neredeyse olanaksızdı. Bayrağın gücünü anlayan iktidar partisi, 15 Mayıs 2007’de Erzurum’da düzenlediği seçim mitinginde katılımcılara Türk Bayrağı dağıttı. AKP tarihinin Türk Bayrağı taşınan ilk toplantısıdır bu. AKP seçimleri kazanınca bayrak hevesi bitti. Artık mitinglerinde turuncu ve mavi renkteki ampullü flamalar egemendi, kırmızı beyaz birden yok olmuştu AKP’den.

Gezi Parkı direnişleri yurdun her yanında başladığında alanlara egemen renk, kırmızı beyazdı. Türk Bayrağı, ulusun tümünü AKP’ye karşı birleştiriyordu. Bayrağın ve ulusun gücünü gören AKP, tıpkı 2007’de olduğu gibi bayrağa teslim oldu.

AKP, Gezi Parkı direnişine karşı düzenlediği kışkırtma mitinglerinde katılanlara bayrak dağıttı. RTE, bayrakları balkonlara asma emrini verdi yandaşlarına. Ancak miting alanları boşaltılınca bayrakların yerlere atıldığı gözlendi. RTE’nin anlayamadığı bir şey, bayrak sevgisinin birkaç saatte kazanılmayacağı idi.
RTE, direnişlerde taşınan bayrakların, bayrak kanununa aykırı olduğu söylüyor her seferinde. Atatürklü bayraklar uykularını kaçırdığından onları yasaya uygun bulmamakta. “Bayrakların üzerinde başka bir işaret, başka bir şey olmayacak.” demekte ikide bir. Ulusalcıların bayraklarında ne bir “işaret” ne de bir “şey” var. O bayraklarda kalpaklı Atatürk resimleri var. O kalpak, Kuvay-ı Milliye’yi ifade eder. RTE, Atatürk’ün adını hiç ağzına almıyor. Nedense “Atatürk” demek onu korkutuyor. Hele bir de kalpak olunca ödü kopuyor.
          
         “Bayrak kanunu” demişken usuma takıldı birden. 11 Haziran sabahı polis, Taksim’e girip AKM’ye bayrak ve Atatürk posteri asmıştı. O bayrağa dikkatle bakıldığında, bayrak yasasına aykırı olduğu görülür. Hem de devletin valisi, bayrak yasasına aykırı bayrağı astı AKM’ye. 12 Haziran günü Vali Bey’e gönderdiğim tweet’te (TC Adil Hacıömeroğlu ‏@AdilHaciomerogl12 Haziran
@valimutlu SAYIN VALİ, AKM'YE ASTIĞINIZ BAYRAĞI DEĞİŞTİRİN. BAYRAK YASASINA AYKIRI BİR BAYRAK ASTINIZ.) bu konuda uyardım kendisini. Kısacası, yurttaşlık görevimi yaptım.

            Öncelikle başbakan kendi valilerine bayrak kanununu anlatmalı, yasaya uygun bayrak asmalarını sağlamalı.

            Erdoğan ve AKP, Türk Bayrağına teslim olmuştur. Yıllar sonra da olsa bayrağı keşfettiler. Birkaç ay öncesine kadar Türk bayrağının biçimini tartışmaya açanlar, “Türk” sözcüğünü ağzına almayanlar, devlet dairelerinden “T.C.” yi silenlerin bayrak sevgisinin birden bire ortaya çıkması ilginçtir. Hızlı aşklar(!) saman alevi gibidir, güz gelmeden solar gider. AKP’lilerin bayrak aşkları içten gelmediğindendir ki miting alanlarında üstüne oturanlar çoğunlukta. Hele miting bittiğinde yerlerdeki bayrakları görmeye hiçbir vatanseverin yüreği dayanmaz.

            RTE, Erzurum mitinginde yandaşlarına üç hilalli Osmanlı bayraklarını balkonlarına asabileceklerini söyleyip gerçek niyetini ortaya koyuyor. Oldum olası Türkiye Cumhuriyetini içine sindiremeyen gericiler, hep Osmanlı hayaliyle yaşadılar. Başbakan bu sözüyle Türk Bayrağına karşıtlığını açıklamış oldu.

            Bayrağa sevgi ve saygı akıl, yürek işidir. Atatürk’ü ağızlarına almaktan kokanların, emperyalizmle kol kola yürüyenlerin Türk Bayrağını anlamaları çok zordur, çok…
                                                           Adil HACIÖMEROĞLU
                                                           23 Haziran 2013
            Not: 1 Temmuz 2013 tarihli Ulus Gazetesinde yayımlanmıştır.




GEZİ PARKI YALANLARI 1


Gezi Parkı direnişi başladığından beri iktidar yandaşları da yalan üretmek için adeta yarıştılar. Tabi, başbakan bu yalanları her gün bıkmadan yinelerse iktidarın beslemeleri de yalan üretme konusunda yarışırlar. Yani “imam, cemaat” örneğinde olduğu gibi.
Peki, neden AKP ve yandaş medya, Türkiye tarihinin Kurtuluş Savaşı’ndan sonra en büyük direnişiyle ilgili yalan haber üretme gereği duydular? Gezi eylemi, çok haklı zeminde oldu. Direniş; barışçı, herkesi kucaklayıcı ve kırmızı beyazın egemenliğinde olduğu için halkı birleştirdi. Bu haklı direniş, iktidardakileri de şaşırttı. Direnişe karşı çıkacak, oradaki tezleri çürütecek anti tez geliştiremediler.
AKP ve yandaş medya, demokrat olmadıklarından böylesine haklı bir eylemin hakkını verecek olgunluk ve çağdaşlıkta değiller. Halkın gücüne, usuna, emeğine saygı göstermek için gerçek demokrasiye inanmak gerek. O da AKP cephesinde yok! Gücünü, emperyalizmden ve feodal kalıntılardan alan bir siyasal oluşumun özgür bireylerin sesine kulak vermesi beklenemez.
AKP iktidarı döneminde saman alevi gibi parlayan yandaş gazeteci ROK, Gezi eylemleri için iftiranın büyüğünü attı ortaya. Neden mi? Çünkü kendisi ve eşi AKP ile var oldular. “Hükümet istifa!” sesleri, onların ayaklarını titretmeye yetti. AKP gidince onların da saltanatları, kara çalmaları bitecek. İktidar sayesinde kazandıkları çil çil dolarlar girmeyecek cüzdanlarına.
ROK “ Gezi’de kullanılmış prezervatif bulundu, eşcinsel ilişkiye girmişler.” dedi. Bu genç gazetecinin dedektifliği varmış da bizim haberimiz yokmuş. Gözünle gördün mü prezervatifi? Gördüğünü sanmam. Peki, eşcinsel ilişkide kullanıldığını nereden biliyorsun? Orada mıydın? Orada idiysen, ne yapıyordun orada? Söylenecek çok söz var, ama burada duralım. Öfkemiz usumuza egemen olmasın. Gerçi herkes ne diyeceğimizi de anlamıştır.
İktidardan beslenen tetikçi gazetecilerin iyi yaptıkları tek şey var: Yalan üretip masumlara iftira atmak…
On yıl boyunca ulusumuzun tüm değer sistemine, kudurmuş naralarla saldıran bu güruhtur. Olayları çarpıtmayı, olmamışı olmuş gibi göstermeyi, topluma hizmet etmiş insanlara kara çalmayı, düşünce özgürlüğünü halka sövmeyi gazetecilik sandılar. Ceplerini doldurmak için bir televizyon kanalından diğerine koştular. Her gün aynı sözleri tekrarlamayı düşünce adamlığı sandılar. Efendilerine hizmet etmek için bin takla attılar. Kişisel onurlarını, efendilerinin kendileri için yaratacakları olanaklara tercih ettiler.
Gezi Parkı direnişi, efendilerinin tahtını birazcık sallayacak oldu, korkudan ne yapacaklarını şaşırdılar. Ecellerinin geldiğini sandılar. Onun içindir ki nereye, nasıl pislik atacaklarını bilmiyorlar. Efendilerine yaranmak için telaşla yalan üretmeye koyuldular.
Gezi Parkı direnişleri, onurlu bir halkın ayağa kalkmasıdır. Bunu anlamak için insanların birazcık onurlu yaşamanın ne demek olduğunu bilmeleri gerek.
Kendine saygı duymayan, özsaygısını efendilere hizmet uğruna harcamış kişilerden halkın hak arayış eylemlerine saygı duymasını bekleyemeyiz. Çünkü saygı ve sevgi onların kitaplarında yazmaz.
                                               Adil HACIÖMEROĞLU

                                               25 Haziran 2013

GEZİ PARKI



Gezi Parkı derler, bir yeşil cennet
Havası, tarihi pahasız servet
Aç gözlü irtica bilir mi kıymet
Vurdu baltasını ağaç ağladı
Kor düştü bedene, ruhu dağladı

Kelebek, arıya bakarak yandı
Çınarlar, defneler kış geldi sandı
Zamanın, belleğin durduğu andı
Kepçeler vurunca kuşlar ağladı
Kedinin feryadı yürek dağladı

Doğaya, insana sevgin yok mudur
Akıllı çözüme karnın tok mudur
Atatürk yoluna kinin çok mudur
Gerilik başladı, toprak ağladı
Güneşin gözyaşı yürek dağladı


Pir Sultan yetişti, Köroğlu koştu
Bedrettin dirildi, Gezi’de coştu
Zorbanın amacı yararsız, boştu
Biber gazı attın, bebek ağladı
Tomanın gazabı yürek dağladı

Türkü söyleyene copunu vurdun
Haklı isteklerin önünde durdun
Ulus aleyhine hayaller kurdun
Yaktın çadırları, martı ağladı
Martının çığlığı yürek dağladı

Gencecik insanlar gelecek için
Kıyıda oturan yanmaz mı için
Gıybeti bırakın, şerbetler için
Dedikodu çıktı, gerçek ağladı
Zalim hüküm verdi, yürek dağladı

Adil der ki halkı ulu bilirim
Nerde mazlum varsa yanın gelirim
Sözümün gücünü Hak’tan alırım
Zalim yalanına bayrak ağladı
Yaprak hışırtısı yürek dağladı
                        Adil HACIÖMEROĞLU
                        21 Haziran 2013











ADALETİN RUHUNA FATİHA


Gezi Parkı direnişine, Ankara’da destek veren göstericilere polisin ateş açmasıyla Ethem Sarısülük yaşamını yitirmişti. Ethem’in vuruluş anı, kameralarca kayıt edildi. O görüntüler günlerce izlendi. Bu görüntüleri kaç kez izledim, bilmiyorum. Görüntüde, polisin, Sarısülük’ü vurma anı apaçık ortada.
Polisin, sivil bir yurttaşı gösteri yaparken vurması, görevi kötüye kullanmaktır. Yetkiyi aşmaktır. Bu durum, dünyanın her yerinde cinayet olarak değerlendirilir. Sırtını devlete dayamış memurların cinayet işlemesi ancak diktatörlüklerde görülür.
Önce tetiği çeken polisi, kamuoyundan sakladılar. Olay görüntüleri çok açık olduğundan en sonunda yargı süreci işledi. Mahkeme, polisin “meşru müdafaa yaptığına” karar verdi.
Ethem’in elinde silah var mı? Yok! Ethem’in elinde kesici, öldürücü alet var mı? O da yok! Demek ki polis memurunun bir ölüm tehlikesi karşısında “meşru müdafaa yapacağı” bir durum da yok.
Polisin, göstericilere ideolojik saplantılarla düşmanca davrandığı defalarca yazıldı, söylendi. Biber gazı fişeklerini hedef gözeterek insanların yüzlerine attıkları belgelendi. Plastik mermi kullanımı had safhada.
RTE “Polisin Taksim’de kahramanlık destanı yazdığını” söylemekte. Kahramanlık destanlarını milletler, kendilerini yok etmek isteyen düşmanlara karşı yazar. Milyonlarca yurttaşa saldırmak kahramanlık değil, faşistliktir. Hak arayan millete saldıranlar tarihe kahraman olarak değil, ihanet şebekesi olarak geçerler. Sivil insanları öldürerek, yaralayarak kahraman olunmaz. Devletin güvenlik güçleri, kendi halkına silahını doğrultmaz.
Erdoğan “Polise emri ben verdim.” demekte. O zaman göstericilere ateş açılmasının sorumlusu da Erdoğan’dır. Yargının hesap soracağı kişilerin başında başbakan gelmekte.
AKP, kendi yargısıyla polisin saldırganlığını cesaretlendiriyor. Hakkını aramak için direnen millete, “Vur!” emrini yargı aracılığıyla veriyor. Bundan sonra benzer olaylara sıkça rastlarsak şaşırmam.
Ethem’i vuran polis aramızda dolaşıyor. AKP yargısı, onun arkasında durarak ona destek verdi. Bir nevi ödüllendirdi. Yargı öldü, Allah rahmet eylesin!

                                               Adil HACIÖMEROĞLU
                                               24 Haziran 2013



KARANFİLLERE NASIL KIYDINIZ?


22 Haziran Cumartesi günü Gezi Parkı direnişlerinde ölenleri anmak için Taksim’de toplanılacaktı. Yine heyecanla evden çıktım. Bu kez maskemi ve şnorkel gözlüğümü yanıma almadım. Ölen kişilere saygılı olmak toplumumuzun geleneklerinden olduğu için böyle bir anmaya polisin müdahale etmeyeceğini düşündüm. Diriye saygılı olmayanların ölüye saygı göstereceğini sandım.
Önce Ataköy’e gittim. Bir arkadaşımın amcasının oğlunun cenazesine katıldım. İkindi namazı sonrası kaldırıldı cenaze. Birkaç tanıdıkla ayaküstü söyleştim. Vedalaşarak ayrıldım. Hızla Bakırköy’e yürüdüm. Oradan Taksim dolmuşlarına binip yola koyuldum. Gerek dolmuş kuyruğunda beklerken gerekse yolculuk sırasında insanların Taksim’e akışını izledim, gururlandım. Dolmuşta yanımda oturanlarla söyleşmeye başladık. Hepimiz aynı nedenle yolculuk yapmaktaydık. Yeni dostlar edindim. Gezi Parkı eylemlerinin en güzel yanlarından biri de bu: Yeni dostluklar kuruluyor.
Taksim’e varınca kalabalığa karıştık yeni arkadaşım Uğur’la. Benim tempoma nadiren ayak uyduran biri Uğur. Çünkü ben bir yerde duramam, sürekli dolaşırım alanı. Gözlem yapmak isterim hep.
Partiler ve dernekler bu kez kendi bayrak ve flamalarını getirmediler. Grupçuluk, siyasal yarar elde etme amacı yok kimsede. Alana taksim Dayanışması flamaları, Türk Bayrağı ve Atatürk posterleri egemen. Topluluğa siyasal iletilerini vermek için kendilerine özgü sloganları bağıran birkaç kişiye kimse katılmayınca onlar da vazgeçtiler bu davranışlarından. Koşturmaca sırasında çiçek almayı unutmuşum. Nerede bulurum, diye düşünürken liseli Oytun, imdadıma yetişti. Elindeki bir demet karanfilden birini bana verdi. Çok sevindim, liseli arkadaşımın inceliğine.
Yalnızca Galatasaray taraftar grubu Tek Yumruk’un flaması var. “Faşizme karşı kardeşimsin Çarşı!” diye bağırmaktalar. Yıllarca kavga eden taraftar gruplarını Gezi Parkı direnişi, yurt sevgisi birleştiriyor.
Meydan’ın orta yerinde birkaç genç, bayraklarla çevirdikleri, Atatürk fotoğraflarıyla süsledikleri, direniş sırasında ölenlerin fotoğraflarının bulunduğu bir yer hazırladılar. Burası temsili bir mezar gibiydi. Burayı görenler, ellerindeki karanfilleri saygıyla bıraktılar. Kimileri saygı duruşunda bulundu, kimileri de dua okudu. Gezi direnişlerinde yitirdiğimiz Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş ve Mustafa Sarı’ya Tanrı’dan rahmet diliyorum. Onlar, Cumhuriyet şehitleri olarak tarihimizdeki onurlu yerlerini aldılar.
Direnişçilerin amacı, Gezi Parkı’na girip anmayı orada yapmaktı. Karanfiller, oraya bırakılacaktı. Belediyenin yıllarca ihmal ettiği, bakım ve onarımını savsakladığı, bazı ağaçları da söktüğü Gezi Parkı’nda anma yapmak direnişçilerin hakkıydı. İBB, Gezi Parkı’nı çiçeklendirip yeni ağaçlar dikmişti. Halka açılacaktı park güya. Ama halkı sokmamak için parkta yüzlerce polis konuşlanmıştı.
Taksim Dayanışmasının basın açıklamasından sonra polisin, göstericilerin dağılması yolundaki duyurusu işitildi. Topluluk sloganlarla karşılık verdi duyuruya. Gezi’ye girmek için hamle yaptı kalabalık. Polis kalkanları engel oldu. Az sonra TOMA’lar, akrepler hareket etti. Ardından polisler, alanı kuşattı. Direnişçiler, ellerindeki karanfilleri polise attılar. Kimileri TOMA’ları çiçeklerle süsledi. Ama nafile… Buyruk, büyük yerdendi.  Bu sırada alan: “ Polis, halkına ihanet etme!” ve “Polis simit sat, onurlu yaşa!” sloganlarıyla inlemekteydi.
Ne yazık ki polis, karanfillere kıydı. Önce tazyikli suyla sonra biber gazıyla geceyi kâbusa döndürdü. Belki de yaşamında ilk kez zarif bir elden alınan çiçeğin değeri bilinmedi.
Müdahale başladığında Gümüşsuyu tarafındaydım. Arkamdan gür bir çocuk sesi. Arkama döndüm; zayıf, esmer, ufacık bir kız çocuğu bağırmakta. Sesi alanın her yerinde çınlamakta. Belki on, belki yüz kişilik bağırmakta. Bir ara boğaza patlayacak sandım. Yavaşça ona yaklaştım sarıldım, dağılan saçlarını okşadım. Heyecandan bir şey söyleyemedim. Biber gazı atılmadan gözlerim yaşarmıştı bile. Boğazım düğümlendi. Geleceğin Türkiye’si için inancım arttı. Bir süre sonra normale döndüm. Adımı söyledim, tanıştık. Sekizinci sınıfı yeni bitirmiş. Annesi ve onuncu sınıfa geçen kuzeniyle gelmiş Taksim’e. Gecenin ilerleyen saatlerinde ayrıldı bizden. Gecenin karanlığında Dolmabahçe’ye doğru bayrağını sallayarak ve bağırarak kayboldu. Ardından uzun süre bakakaldım. Alan’daki karmaşayı unuttum.
Taksim’in en güzel karanfili, çiçeğiydi o. Tazyikli suya, biber gazına aldırmadan bağırıyordu. O sesi işiten, o güzelliği gören bir polis oldu mu acaba? İşitip gördülerse yüreklerinin bir yanında küçük de olsa bir sızı duydular mı?
Gece eve dönerken gözümün önündeydi. Eve geldim, sesi kulaklarımdaydı. Gecenin puslu ışığında parlayan o iki kararlı gözü hiç unutmayacağım. O gözler, o ses, o elde gururla sallanan bayrak varken Türkiye’de Cumhuriyet yıkılır mı hiç?
                                                                           Adil HACIÖMEROĞLU

                                                                           22 Haziran 2013

ERDOĞAN VE DİLMA ROUSSEFF


Türkiye’de Gezi Parkı direnişleri başladıktan birkaç gün sonra Brezilya’da halk sokaklara döküldü. Burada da gösterilerin başrolünde gençler var.
Brezilyalı gençler; daha iyi okullar, daha iyi eğitim, daha iyi ulaşım istiyor. Cumhurbaşkanı Dilma Rousseff gençler haklarını aradıkları için onlarla gurur duyduğunu söylemekte.
Rousseff, gösterilerden bir gün sonra şu açıklamayı yapıyor: “Hükümetim değişim isteyen sesleri duyuyor. Dünkü gösterilerin boyutu demokrasimizin ne kadar güçlü olduğunun kanıtıdır.” Gençlerin ayaklanmasını demokratik bir hak olarak gören bir devlet yöneticisine şapka çıkartılır. Sokakta hakkını arayan halka saygı duymak, onların ne istediğini anlamak ise demokrat nitelikli siyasetçilerin işi.
Gezi Parkı direnişi başladığından beri Tayyip Erdoğan, göstericilere söylenmedik kötü söz bırakmadı. Baştan beri hakaret dili egemen başbakanın söylemlerinde. Milyonlar ayakta. Başbakan onları marjinal illegal gruplar olarak görüyor. “Çapulcu, ayyaş, kökü dışarıda, terörist” nitelemeleri her tümcesinde var. Göstericileri, İslam karşıtı gibi göstermesi ise bir kışkırtma. Baştan itibaren kendi seçmenlerini direnişçilerle çatıştırmanın peşinde. “Halkı halka kırdırma” oyunu AKP zihniyetinin ülke sorumluluğunun olmadığının bir göstergesi.
Direnişçilere, polisin insanlık dışı müdahaleleriyle övünen bir başbakan var.
Sürekli direnişçilere iftira atan başbakan ve partisi, iç çatışmaları körükleyici bir rol oynamakta. Siyasal iktidar böyle bir yol izleyince yandaş ve iliştirilmiş medyada kraldan çok kralcı kesilmekte. İftira yarışında, iktidar partisinin önüne geçmiş durumda.
Demokrasi çarşıdan, pazardan alınıp giyilen bir elbise değil. Kişinin ruhunda, aklında boy atıp filizlenen bir şey. Bir yaşam biçimi, bir toplumsal anlayış. “Demokratım!” demekle demokrat olunmuyor. Kişinin demokrasi anlayışı zorluklar karşısında sınanır. Demokrasi ambalajına sarılmış despot siyasetçi, zor zamanlarda ambalaj çözülünce dımdızlak diktatör olarak ortaya çıkmakta.
Yukarıda iki devlet yöneticisinden örnekler verdik. Brezilya Cumhurbaşkanı, Rousseff’in Ulusal bütünlüğü sağlayıcı, sorumlu devlet adamlığına karşı, RTE’nin ulusal bütünlüğü zedeleyici, sorumsuz, despot, kışkırtıcı, sürekli suçlayıcı, sürekli hakaret eden tavrı ilgi çekici.
Brezilya’daki göstericilerin bazılarının ellerinde Türk bayrakları var. Dillerinde Gezi parkı direnişiyle simgeleşen sloganlar… Bunları kötüye yorup göstericilere “Kökünüz dışarıda!” diyen bir cumhurbaşkanları yok! Dünyada hak aramak için yapılan tüm direnişlere saygı ve sevgi var.
Demokrasi yalanlarıyla halkı kandıran siyasetçinin maskesi kolayca düşüyor bir toplumsal olayda. Yaşamının hiçbir alanında demokrasi olmayan birinin demokrat olarak kendisini satması ise gülünçtür. Demokrasi; Hikmetyarın dizinin dibinde, Suudi Kralı’nın otel odasında, Katar Emiri’nin kukla devletçiğinde, Hamas’ı savunmak için hamasi söylemler ederek öğrenilmiyor.  Demokrasi, bir yaşam biçimi… Önce ruh ve akıl özgürleşmeli, demokrat olmak için. Sonrasında ise erdemli olmak, yalan ve iftiradan arınmış olmak gerek.
                                                           Adil HACIÖMEROĞLU
                                                           22 Haziran 2013


TÜRKİYE’NİN İTİBARI


Gezi Parkı direnişinin Türkiye’nin dış itibarına zarar verdiği AKP sözcüleri ve yandaş medya tarafından söylenip durmakta. Gerçekten tüm Türkiye’deki Gezi olayları Türkiye’nin itibarını nasıl etkilemiştir?
Yukarıdaki soruyu yanıtlamak için öncelikle Türkiye’nin son on yılda, hatta 12 Eylül darbesinden sonra uluslar arası arenadaki imajına bakmak gerekli.
12 Eylül darbesiyle birlikte Türkiye’nin demokratik imajı ortadan kalkmıştır. Binlerce kişinin sorgusuz sualsiz hapishanelerde tutulması, sıkça yapılan idamlar, şüpheli ölüm olayları diktatörlüğün tüm dünyaca kabul edilmesi sonucunu doğurmuştur. Daha sonra farklı hükümetler döneminde bu imajın değiştirilmesi yolunda önemli adımlar atılmıştır. Ancak 2002’de AKP hükümetinin işbaşına gelmesiyle 12 Eylül yeniden hortlamıştır.
AKP’nin çeşitli adlar altında muhaliflere, cumhuriyetçilere karşı düzenlediği sürek avı 12 Eylülcüleri aratmamıştır. AKP, selefleri gibi idam etmiyor; ama tutukluların hapishanelerde ölmesine neden oluyordu. Kanser hastalarının bile doğru düzgün tedavi edilmediği hapishane koşulları, tutukluları yavaş yavaş ölüme götürmekte. Tıpkı AKP de 12 Eylül yönetimi gibi başta ABD olmak üzere dünyadaki en gerici yönetimlerce desteklenmekte. Suudi Arabistan, Katar gibi emperyalizme göbeğinden bağımlı ülkeler, AKP’nin BOP’ta da en büyük müttefikleri. Türkiye’de bir tek RTE’nin sesi çıkıyor. Ülke, tek adamın her alandaki buyruklarıyla yönetilmekte. Bu görüntü de Türkiye’yi dünyada yalnızlaştırmaktaydı.
Yurdun dört köşesinde başlayan Gezi Parkı direnişleri zorba diktatörün baskılarına bir başkaldırıdır. Malumun, zalime “Dur!” demesidir. Ortaçağ özlemi içindeki diktatörün Cumhuriyet değerlerini kundaklamasına karşı Atatürk’ünü, Cumhuriyetini arama mücadelesidir.
Barışçıdır Gezi Parkı direnişi. Polisin tüm zorbalığına ve saldırganlığına karşı onurlu bir savunmadır.
Dünyanın neresinde olursa olsun, diktatörleri yıkmak için ayaklanan halkın direnişi onurludur. Çünkü insanlar; özgürlüklerini, onurlarını, yurtlarını, kültürünü, tarihini, ailelerini, komşularını, yurttaşlarını korumak için yaşamlarını ortaya koyarlar. Vicdanlı insanların toplumsal sorumlulukla ayağa kalkmasına saygı göstermekten başka ne yapılabilir?
Türk halkı, 1919’da sömürgeciliğe karşı ayaklanarak dünyanın tüm ezilen uluslarına örnek olup yol gösterdi. Bu nedenle de haklı bir saygınlık kazandı tüm dünyada.
1 Haziran direnişi dünyanın en haklı, en namuslu, en vicdanlı eylemlerinden biridir. Her yaştan, her kesimden insanın katılımıyla olmuştur. Zorbaya karşı özgürlüğün, karanlığa karşı aydınlığın, umutsuzluğa karşı umudun, Ortaçağ’a karşı çağdaşlığın sesi olmuştur. Bu nedenle de Türkiye’nin, Türk Ulusu’nun saygınlığı dış dünyada artmıştır. 1919’un itibarlı yıllarına dönüşün habercisidir bu. AKP ile yiten saygınlığı yeniden kazanan bu halka binlerce teşekkür etmek gerek…
                                                           Adil HACIÖMEROĞLU
                                                           18 Haziran 2013
Not: 24 Haziran 2013 tarihli Ulus Gazetesinde yayımlanmıştır.
Yazılarımın tümünü http://adiladalet.blogspot.com dan okuyabilirsiniz.


HALK OYLAMASI DOĞRU ÇÖZÜM MÜDÜR?


Başbakan, 12 Haziran günü Gezi’yi temsil etmeyen Gezi Parkı temsilcileriyle görüştü. Görüşmeden Gezi Parkı için halk oylaması yapılması, RTE demokrasisinin bir gereği olarak temsilcilere dikte edildi. İki tane sağlam tümce kuramayan elçiler de RTE’nin bu önerisini(!) ballandıra ballandıra anlattılar basın toplantılarında.
Halk oylaması düşüncesinin ortaya atılmasının nedenleri nelerdir acaba? Öncelikle bu sorunun yanıtını vermeli.
Tüm yurttaki direnişin, yalnız Gezi’deki on beş ağaca indirgenmesidir amaçlardan biri. Milyonların ayağa kalkması, on yılı aşkındır süren AKP despotizmidir. AKP’nin Cumhuriyet yıkıcılığına karşı bir direniştir bu. Bardağı taşıran son damlayı görüp bardağın içindeki birikimi yok saymak amacındadır iktidar. Bu nedenle genellikle AKP’ye yakın ya da tüm iktidarlarla iyi geçinen beşinci sınıf sözde sanatçılarla eylemi sulandırma yolu seçilmiştir. Özellikle 12 Eylül sonrasında gelişen liberal düzenin ortaya çıkarıp parlattığı medya yıldızlarının(!) bu iş için kullanılması ilginçtir. Bu kişilerin konudan hiç haberleri yok. Kulaktan dolma bilgilerle ahkâm kesmekteler ekranlarda. Birçoğunun da konuştuklarını anlayan varsa tabi ki…
Halk oylamasındaki ikinci amaç, AKP’nin halkı cepheleştirme isteğidir. Güç yitirdiğini anlayan iktidar partisi, halkı birbirinden nefret eden, düşman iki cepheye bölmek istiyor. Cepheleşme, halkın sağlıklı düşünmesini önleyeceğinden AKP’nin yaptığı yanlış uygulamaları, bir kesimin görmesi geçici bir süre de olsa engellenecek. Kemikleşmiş bir kitlenin kendilerini iktidarda tutmasını sağlamak için yapılan boş bir hamledir bu.
RTE’nin bu hamleyi yapmasındaki diğer bir amaç toplumu inanan, inanmayan temelinde ayrıştırmaktır. Gezi oylamasına Taksim’e cami yapılması, şark kurnazlığıyla sokuşturulacaktır. İnsanlar camiden yana olanlar ve camiye karşı olanlar biçiminde ikiye ayrılacaklar. Bu da büyük provokasyonları beraberinde getirir. Ulusal bütünlüğümüzün hızla parçalanacağı bir sürecin kapısı açılmak istenmekte bu yolla.
Mahkeme kararının olduğu bir konuda halk oylaması yapmak yargıyı tamamen rafa kaldırmaktır. Güçler ayrımını yok etmek için bir girişimdir bu. Üstelik oylama milyonların karşı çıkışıyla yurdun hemen hemen tüm meydanlarında yapıldı.
İstanbul’da yaşayanların yarısı, Taksim’e yaşamı boyunca gelmemiştir ve Gezi Parkını bilmez. Gezi’yi bilmeyen biri, parkın geleceği için belirleyici olacak, öyle mi? Yani siz, ömrü boyunca portakal yemeyen birine, “Portakalın tadının iyi mi, kötü mü?” olduğunu soracaksınız. Sonrasında da portakalın tadının nasıl olduğunu belirleyeceksiniz.
Ağaçları kesmenin, kısacası bir canlıyı öldürmenin oylaması yapılacak. Ağacı, yalnızca bir bitki olarak düşünmemeli. Bir ağaca bağımlı birçok yaşam var. Otlar, mantarlar, çalılar, kuşlar, gövdede ve köklerde yaşayan böcekler, arılar, memeliler, sürüngenler ve birçok canlının yaşamı ağaca bağlıdır. Bir ağacı kesmediniz, taşıdınız diyelim, ona bağımlı yaşayan onlarca canlıyı ne yapacaksınız?
Yaşamsal konularda halk oylaması yapılamaz. Bu, toplumun geleceğini olumsuz etkileyecek birtakım düzenbazlıkların yolunu açar. Galile, halk oylamasına sunulsaydı, sonuç ne olurdu acaba?
 AKP iktidarı, halk oylaması yapmaya çok istekliyse öncelikle bölücü başı ve açılım süreciyle ilgili halka gitmeyi denemeli.
RTE, Gezi Parkı direnişini kırmak ve hedefi daraltmak için elinden gelen çabayı göstermekte. Eylemlerin asıl amacı, AKP diktatörlüğünün yıkılmasıdır. Yağmalanan kentleri, yok edilen doğa ve tarihi, kundaklanan Cumhuriyet kurumlarını, bölünen vatanı kurtarmaktır asıl istenen.
                                               Adil HACIÖMEROĞLU
                                               14 Haziran 2013
Not: 17 Haziran 2013 tarihli Ulus Gazetesinde yayımlanmıştr.
Yazılarımın tümünü, http://adiladalet.blogspot.com dan okuyabilirsiniz.


GEZİ PARKI’NIN KUŞLARI


            11 Haziran sabahı televizyonu açtığımda tüm haber kanalları canlı yayındaydı. Polisin Taksim’e girdiği haberi tekrar tekrar veriliyordu. Gezi Parkı direnişini günler sonra görüp yönünü değiştiren(!) medya bu kez canlı yayındaydı.
Polise, bazı grupların Molotof kokteyli ve taş attıklarını izliyorduk. Ancak bu kişilerin eylem biçimi, direnişçilere benzemiyordu. Polisin müdahalesi de göstermelikti. Koskoca Meydan’da halkı kandırmak için bir senaryo canlandırılmaktaydı. “Eylemcilik” oynuyorlardı. Senaryo basit, oyuncular acemiydi. Bu durum, direnişe müdahalenin alt yapısını hazırlamak içindi.
Müdahale kokusu ortalıkta solunurken tüm yurtseverler gibi ben de orada olmalıydım, evde değil. Öğleden sonra maskemi, şnorkel gözlüğümü alarak yola çıktım. Tren, Taksim’e gidenlerle doluydu. İşten çıkan hemşireler, Gezi Parkı’ndaki revire yetişmek için heyecanlıydılar. Herkeste bir telaş. Geç kalmanın sıkıntısı sezilmekteydi bakışlarda. Haydarpaşa’dan motora binilip Karaköy’e varıldı. Herkes, koşar adım Tünel’e. Yolculuğa başlarken birbirini tanımayanlar İstiklal’e vardıklarında kırk yıllık dost gibiydiler.
Taksim’de biber gazı ve yanan lastiklerin kokusu birbirine karışmıştı. İnsanlar tedirgindi. Her yandan insan seli akıyordu Meydan’a. Gezi Parkı, büyük bir revire dönmüştü. Adım başı acil müdahale birimleri vardı. Genç kızlar, sirkeli bezleri, Talcidli suları, limonları özenle hazırlamaktaydılar. Herkes üzerine düşen görevi layıkıyla yapmanın uğraşındaydı. Gelenlerin çoğu çocuklarını da yanında getirmişlerdi. Hamile kadınlar, yaşlı sayılabilecek yurttaşlar keyif içindeydi. Gezi Parkı, üç kuşağı birleştiren bir yerdi.
 Daha çok yabancı kanallardan oluşan televizyonlar röportaj ve çekim yapmaktaydılar. Ne yazık ki yandaş ve merkez medya polislerin yanından ayrılıp halkın sesini yansıtmıyorlardı. Tüm parkı dolaştıktan sonra Meydan’a gittim. Çarşı grubunun kendine özgü tezahüratlarıyla gelişini zevkle izledim. Çarşı ve TGB, AKM’nin önünde durmakta olan polislerin tam önünde konuşlandılar. Ben de onlara katıldım. Bir nevi açık hava eğlencesine dönüşmüştü direniş. İstiklal Marşı’nı gururla gür sesle söyledik.
Bir anda patlama sesleri duyuldu. Üzerimize yağmur gibi biber gazı fişekleri yağdı. Plastik mermileri de unutmamak gerek. Ortalık karıştı, güzelim bir İstanbul akşamı cehenneme döndü. Hemen gözlükler, maskeler takıldı. Göz gözü görmüyordu. Bütün bir alan nasibini aldı bu saldırıdan. Gezi Parkı’na da gaz fişekleri atıldı. Sivil ve silahsız bir topluluğa bu denli bir saldırıyı yapmak için vicdanların körelmesi gerek. Genellikle geri çekilme bilinçli oldu. İnsanlar, birbirini ezmemeye azami, bir dikkat göstermekte, yere düşenler el birliğiyle kaldırılmakta, nefes alamayanlar koltuklanarak götürülmekteydi. Meydan’da, caddelerde, sokaklarda tam bir direniş kardeşliği vardı. Kimse, kimseye arkasını dönüp gitmiyordu. Olağanüstü bir yardımlaşma vardı. Gaz saldırısının ardı arkası kesilmedi uzun süre. Diktatörün paralı askerleri kendi halkını kırmak için saldırıyordu. Çevredeki oteller, esnaf seferber oldu yardım için. Gazdan bitkin düşenler alandan uzaklaşırken yerlerine yeni bir insan seli akıyordu durmaksızın.
Polisin saldırısından etkilenen yalnız insanlar değildi. Patlamayla birlikte önce ağaçlarda tüneyen martılar çığlık çığlığa havalandı. Ses ve keskin kokundan ne yapacaklarını bilmeden gecenin maviliğine kanat çırptılar can havliyle. Ardından kargalar, serçeler havalandı. Kuluçkaya yatan kuşlar neye uğradıklarını şaştılar. Bahara “Merhaba!” diyen yavruların durumunu aklıma getirmek istemiyorum. Bu yıl Taksim’de kuş nüfusu azalacak. Onların maskeleri, gözlükleri, sirkeli bezleri yok!
Gezi Parkı’nda önümde bir kedi, hızla ağaca tırmandı kurtulmak için cehennemden. Ağaca tırmandığı gibi yere inmesi bir oldu. O da bizimle uzaklaşmayı denedi, yoldaş olduk. Aynı derdin yolcuları olarak yazgımızı birleştirdik kedicikle.
Çoluk çocuk, hamile, yaşlı, genç demeden saldıran bir diktatörün yerinde durması çok zor. Hele bu diktatör, Gezi Parkı’ndaki kuşların yuvasını bozuyorsa onları da biber gazına boğuyorsa iki cihanda da suçludur.
Yalan ve uydurma haberlerle asılsız iddialarla Gezi Parkı direnişini yenmek olanaksız. On yılı aşkındır din sömürüsünden başka bir şey yapmayan, ABD çıkarlarına hizmet etmeyi görev edinen bir diktatörün sonu gelmiştir. Son çırpınışıyla her yanı kırıp dökmekte. Tüm diktatörler gibi benden sonrası tufan, demekte.
Yurdumun nazlı ufuklarında şafak atmakta, doğan güneşin ısıtıcı aydınlığı her yana yayılmakta.
                                                           Adil HACIÖMEROĞLU

                                                                       12 Haziran 2013

AŞIRI UÇLARIN TAKSİM’İ

                                               
            Gezi Parkı direnişi başladığından beri her gün Taksim’de olmaya çalıştım. İşim nedeniyle gidemediğim bir gün var. O gün de meraktan çatladım, kendimi eksik hissettim. Taksim’deki havayı solumak bir başka.
            Özellikle iktidar partisi sözcüleri ile yandaş basının dar görüşlü, koşullanmış yorumcularının Gezi Parkı’nı görmeleri gerek. İdeolojik saplantılardan kaynaklanan önyargılarıyla Gezi Parkı direnişçilerini suçlayan bu zevatın, buradaki güzel insanları gördükten sonra yüzlerinin kızaracağını sanıyorum. Kalemini ve dilini üç beş kuruşa satan medya bülbüllerine ise diyecek sözüm yok! Çünkü satılık kişilerde vicdanın da nasırlaştığını bilirim.
            Gezi Parkı’nda onlarca siyasal grup var. Normal yaşamda yan yana gelemeyecek onlarca siyasal anlayış. Yıllarca birbirleriyle kavga eden bu siyasal çizgileri, bir araya getiren nedir? Bunları bir araya getiren, omuz omuza mücadele etmelerini sağlayan AKP’nin uyguladığı halka düşman, ulusal çıkarlara ters baskıcı siyaseti. Türk Ulusu’nun aklıselimi Gezi Parkı direnişiyle tüm yurtta harekete geçti. AKP’nin Vandallığına, RTE’nin halkı küçümseyen, buyurgan kibirli tavrına “Dur!” demek için bir ulus sokaklara döküldü, zalime baş kaldırdı.
            Gezi Parkı, özellikle akşam saatlerinde hınca hınç dolmakta. Bir insan seli var. İlk günlerdeki biber gazı, tazyikli su ve cop kardeşliği son günlerde bir zalime dersini vermenin ağır başlı utkusunu paylaşan dostluğa dönüşmüş. Her yerde, her yaştan, her sosyal yapıdan insanlara rastlamak olanaklı.
Taksim’e gelenler, genellikle eli boş gelmiyorlar. Ellerinde yiyecek ve diğer gereksinimleri karşılayacak paketler var. Burada günlerdir nöbet tutmakta olan direnişçilere çam sakızı çoban armağanı getirdikleri.
Değişik siyasal gruplar arasında olağanüstü bir iletişim ve dostluk var. Her şey konuşarak kolayca hallediliyor. Kavga, gürültü yok. Her grubun küçük de olsa bir çadırı var. Grubu tanıtan bir flama, bayrak ya da pankart göze çarpmakta. Türküler, marşlar, sloganlar arşa yükselmekte. Eğlence, zaman zaman bir festival havasına bürünüyor. Ekmekler, sular, börekler, pastalar, megafonlar… paylaşılmakta. İnsan bencilliğinin, kazanç hırsının, biriktirme güdüsünün toprağa gömüldüğü bir yer Gezi Parkı.
Park’ın girişinde “Devrimci Market” var. Günlük gereksinmeleri karşılayacak her şey bedava. Para geçmiyor burada. Herkes ihtiyacı kadar tüketiyor. Fazladan alarak cepleri doldurmak yok!
Gezi Parkı’nın Maçka tarafında büyükçe bir revir var. Burada gönüllü doktorlar, hemşireler, eczacılar görev yapmakta. İlaçlar, tıbbi malzemeler eczacılardan.
Revirin yanında “Mutfak” göze çarpmakta. Açık büfe. Akşam saatlerinde kuyruk uzamakta. Ev börekleri, pastaları, sarmaları dolmaları. Hatta tatlı da var. Ziyaretçilerin yanında getirdikleri yiyecekler sevinçle servis tabaklarına yerleştirilmekte.
Revir ve Mutfak’ın önünde günlük ihtiyaç listesi var. Hangi yiyecek, içecek, ilaç ya da diğer yaşam malzemesi tükenmişse orada ilan ediliyor. Listeyi görenler aceleyle ayrılıyorlar oradan. Az sonra elleri kolları dolu olarak geliyorlar, mutluluk içinde. İlk kez gelenler, ziyaret ettikleri çadırlara nelere gereksinim duydukları soruyorlar. Eksiklikleri gidermek isteyen ziyaretçi, zaman geçirmeden işe girişiyor.
            Tünel’den indim, İstiklal Caddesinden hızlı adımlarla Taksim’ e yürüyordum. Biraz gecikmiştim nöbetime. Yanımda üç genç. Birinin elinde büyükçe bir paket. Gezi Parkı direnişini konuşmaktalar. Ben de söze girdim. Pakette ne olduğunu sordum. “Gaz maskesi” dedi genç adam. 29 Ekim ve Silivri direnişlerinde medyadan izleyip tanıdıkları TGB’lilere götüreceğini söyledi gururla. Birlikte gittik TGB çadırına. Belki de yaşamının en mutlu gününü yaşamaktaydı. Ben gecenin ilerleyen saatlerinde eve dönmek için vedalaşırken sabahleyin işe gitmesi gereken o genç arkadaşın oradan ayrılmaya hiç niyeti yoktu. Bir ulvi görevi yerine getirmenin verdiği iç rahatlığıyla.
            Park’ta en ilgi çekici yer kütüphane. Bağışlarla kurulmuş. Bir mahalle, kasaba kitaplığından daha zengin. İsteyen istediği kitabı alıp okuyabiliyor.
            Gezi Parkı’nda büyük bir imece var. Herkes, bir şeyin ucundan tutmakta. Her şey bağışlarla yürüyor. Para işlemiyor. Kapitalizm rafa kalkmış durumda. Provokatörler saf dışı edilmiş. Akıl egemen olmuş her yanda. Solunan bunca gaza, yenilen onlarca copa, boca edilen tonlarca tazyikli suya karşın insanlar mutlu, yüzler gülüyor. Park, espri üretim merkezi durumuna gelmiş.
            Bu arada biber gazının sinüzite iyi geldiğini söyleyebilirim. Yıllardır muzdariptim bu beladan. Biber gazı, bu sıkıntıdan kurtardı beni.
            Gezi Parkı’nın çöpleri özenle toplanıyor. Eylemciler, temizlik ve düzene önem vermekteler. Bu işi, büyükşehir belediyesinden iyi becerdiklerini de söyleyebiliriz. Üstelik belediyenin söktüğü ağaçların yerine de yeni fidanlar dikiyor eylemciler.
            Polis saldırılarına karşı da önlemler var. Bazı gönüllülerin oluşturdukları stantlar bulunmakta. Oralarda su, maske, sirke, limon, tülbent, kask, baret, aklınıza gelebilecek her türlü malzeme bedava. Ayrıca bu malzemeleri parayla satanlar da var.
            Gecenin yarısı, Taksim Meydanı’ndan binlerce kişi ayrılıyor, binlerce kişi de Meydan’a gidiyor. Vapurlar, trenler salkım saçak insan dolu. Yer gök direniş kokmakta. Her yer AKP karşıtı sloganlarla inlemekte.
AKP sözcüleriyle yandaş medya, eylemlerin dış destekli olduğunu söylemekteler. Bu eylemcilerin hepsi, Gezi Parkı’ndaki çınarlar gibi vatan toprağına kök salmış memleket çocukları. İnsan kendisi nasılsa herkesi öyle sanır, derler. AKP’liler aynaya çok bakıyorlar sanırım son zamanlarda. Eee, aynaya bakınca da ABD, İsrail ve çok uluslu tekeller görünüyor. Ne yapsın garipler, ömürlerinde bir kez olsun kendi milletlerine güvenmediler ki…
Meydana egemen olan renk, kırmızı beyaz. Ezici çoğunluğun elinde Türk Bayrağı ve Atatürk posterleri var. Atatürk’ün ve bayrağın olduğu bir yerde millet vardır, millet, Türk Milleti…
                                   Adil HACIÖMEROĞLU

                                   5 Haziran 2013

GEZİ PARKI UTKUSU

                                                
            Taksim Meydanı’nın yeniden düzenlenerek Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası görünümünde AVM yapılması baştan beri kamuoyunun tepkisini çekmişti. On beş milyon kişinin yaşadığı İstanbul’da meydan diyebileceğimiz tek yerin ticari amaçlara kurban edilmesine, kent halkının sessiz kalması düşünülemezdi.
AKP’nin yeşil alanları hızla imara açması halkın homurdanmasına neden olmaktaydı. İstanbul için düşünülen Topçu Kışlası, kanal, yeni havaalanı, 3.köprü projelerinin kenti, yeşilden griye çevireceği bir gerçek. Kentin doğayla ilişkisi tamamen kesecek olan bu planlamalar; üniversitelere, meslek odalarına, demokratik kitle örgütlerine ve en önemlisi de kentlilere danışılmadan uygulamaya sokulmak istenmekte. Bu projelerin ivedilikle yapılması ayrı bir gerçek. Yangından mal kaçırırcasına kenti talan etmeyi düşünen bir siyasal iradeye sessiz kalmak olanaklı mı?
Türk halkını tanımayan bir iktidarın gaflete düşmesi normaldir. Doksan yıllık Cumhuriyet birikimini yok saymak anlaşılır gibi değil. Kim ne derse desin, nasıl düşünürse düşünsün, Türk halkının büyük bir çoğunluğu, kulluktan yurttaş, birey olma bilincine eriştiği gerçeğini kabul etmeliyiz.
İşte, Cumhuriyet’in yurttaşları; ağacına, toprağına, kentine, ülkesine ve Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak için Gezi Parkı eylemine başladılar. Ağaçların sökülmesine karşı durdu Cumhuriyet’in aydınlık insanları. Güzelim atkestanelerinin, çınarların yaprak hışırtıları, serinlikleri, güzellikleri yok olmasın istediler. Koca kentin küçücük kalmış akciğerinin soluğunun kesilmemesini istediler.
Kenti yağmalamak için asırlık ağaçlara kıyanlar, onları korumak isteyenlere kıymaz mı? AKP iktidarı gaz, cop, tazyikli su ve plastik mermi olup yağdı güzel insanların üstüne. Dozerler, kepçeler saldırdı tüm hışmıyla ağaçların köklerine. Yere düştü kimi kan revan içinde. Kiminin soluğu kesildi keskin biber kokusunda. Coplar indi, kalktı durmaksızın kinle, nefretle. Yandı bedenler cop darbeleriyle. Yandı yürekler kesilip sökülen ağaçlara.  Plastik mermiler ateşlendi nişangâh kabul edilen aydınlık bedenlere.
Hiçbir şey kıramadı yurtsever yüreklerin inancını. Hiçbir şey durduramadı yorgun bedenlerin akciğerlerini koruma azmini. Bir anda milyonlar aktı Taksim’e. Taksim sel oldu, İstanbul nehir. İnsan seli, büyüdü, büyüdü, okyanusa döndü tüm Türkiye’de. Ankara, İzmir, Kütahya, Adana, Mersin, Trabzon, Eskişehir, Antalya, Bursa, Kayseri, Bolu, Konya, Antakya, Gaziantep… büyüttü okyanusun azgın sularını.
Padişah taslağı boşbakan, beyaz camdan avazı çıktığı kadar bağırdı, gözlerini pörtleterek. “Eylemciler şudur, budur.” Diye söylendi bilinçsizce, bir tiran edasıyla. Okyanus olmuş sel, ormandaki çakal inlemesini dinler mi? Selin önünde yapılan çerden çöpten baraj etkili olur mu? Taksim rengârenk oldu. İnsan sesiyle doldu, taştı. Ağaçlar gülümsedi, kuşlar kanat çırptı sevinçle. Toprak altındaki canlı mahlûkat huzur içinde uykuya daldı.
Zorbalar ellerini ovuşturdu şaşkınlıkla. Her şeye maydanoz bakan, ağlak bakanı çimdikledi rüyada mıyız diye. Ağlak bakan ters ters baktı çimdikleyene. O da ensesine bir şaplak attı. Her şeye maydanoz bakan, yere kapaklandı. Evet, bu rüya değildi. Bir millet ayaklanmış, ülkesinin değerlerini savunuyordu, Vandallığı ilke edinmiş bir iktidara “Dur!” diyordu.
Tüm Türkiye’de yapılan Gezi Parkı eylemleri bir halk hareketidir. Halkın büyük bir utkusudur. Hiçbir siyasal grubun yönlendirmesi söz konusu değil. Bu eylemlerin amacına ulaşması için siyasal önderliğe gereksinimi var. Muhalefet partilerinin derin dersler alması gereken siyasal kalkışmalar bunlar. Meydanların tümüne genellikle egemen olan Türk Bayraklı göstericilerdi. Bazı uç gruplar, eylemleri farklı yönlere çekmek istediyseler de başarılı olamadılar. Halktan kopuk siyasal anlayışların, geniş ve bilinçli halk kitlelerini yönlendirmesi olanaksız.
Türk ulusunu birleştirecek olan Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Bayrağı’dır. Bu nedenle yabancı reçetelerle ülke sorunlarını çözmeye çalışanların boşuna çaba harcadıklarını söyleyebiliriz.
Ay Yıldızlı bayrakların dalgalandığı ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” seslerinin yükseldiği bu gök kubbede Türk Ulusunu köleleştirmek mümkün müdür?
                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               2 Haziran 2013