DEMİR ELMASI


İhsan Keleş’le sosyal medyada tanıştık. İki yıla yakın sosyal medyadan yazıştık onunla. Telefonla görüştük uzun süre. Bu süreçte kırk yıllık arkadaş gibiydik. Sonrasında benim “Babalar da Çocuk Bakar” kitabım yayımlandı. Kitabın yayımlandığını öğrenen sosyal medya arkadaşım İhsan, halkımızın geleneksel dayanışması gereğince 24 kitap alacağını bildirdi bana. Bu kitapları da okusunlar diye arkadaşlarına anmalık olarak vereceğini söyledi.

İhsan Bey’in istediği kitapları kargoyla göndermek olmazdı. Ben de bunu yüz yüze tanışmanın bir fırsatı olarak gördüm. Kalktım gittim kitaplarla verdiği adrese, Çağlayan’a. Kolayca buldum işyerini. Hoş, sevinçli ve mutlu bir karşılaşma oldu. İşyeri, genişçe bir yer… Bir apartman katı... Çalışan sayısı, çok değil. Ekonomik bunalım çıkmadan önce elli kişiye yakın işçisi varmış. Dış pazar olanakları kısıtlanınca üretimleri de epeyce azaldı. Şimdilerde dört beş kişiyle üretim yapıyorlar. Eşi ve kendisi de işçilerle üretime katılmakta. Abiye giysiler üretiyorlar kadınlar için. Bu giysileri iç pazarda sattıkları gibi, yurtdışına da gönderiyorlar.

İhsan Keleş, işini çok seviyor. Ürettiği giysileri tek tek gösterip bilgilendirdi beni. Ne yazık ki ben, bu konuya çok yabancıyım. Ürettiği giysilerle, sanırım yanlış söyledim sanat yapıtları olmalı doğrusu, gurur duyuyor. Onları evlat gibi görmekte neredeyse.

Sayın Keleş’le oturup çay içtik, söyleştik uzun süre. Hoşsohbet biri… İçten, sıcak bir insan… İş içinde kendini yetiştiren biri… Yani alaylı… Akşam olunca ayrıldım işyerinden.

İhsan Keleş, ekim ayı sonunda doğup büyüdüğü Sürmene’ye gitti. Oradan beni aradı. Kardeşi, önemli bir sağlık sorunu yaşadığından uçağa atlayıp apar topar gitmiş memlekete. Çok üzgündü. Bir süre ayrılmadı Trabzon’daki bir sayrıevinden. Bekledi kardeşinin ayağa kalkmasını. Kardeşi, sayrıevinden ayrılınca sevinçle aradı beni. Üzerinden önemli bir yük kalkmıştı. Aradığında günlerden salıydı. Salı günü, Sürmene’de pazar kurulur. O, belki de çocukluk anılarını tazelemek için pazarı gezmekteydi. Bana pazarı anlattı uzun uzun. Sonrasında demir elması satan bir köylü satıcının yanına gitti. Bana “Demir elmasını biliyor musun?” diye sordu. “Bilmez miyim, her derde devadır.” diyerek yanıtladım onu. “Kendime de sana da demir elması alıyorum.” dedi mutlulukla. Ben: “Alma, zahmet etme! Sen sağ salim gel yeter. Senin derdin başından aşkın.” dedimse de anlatamadım. Alıp gelmiş elmaları.

3 Kasım Pazartesi günü gittim elmaları almaya işyerine. Gittiğimde ikindi vaktiydi… Yine derin söyleşilere daldık. Akşamın karardığını anlamadık bile. Ağırca bir mukavva kutu vardı sehpanın üzerinde, abiye kumaşlardan yapılan iplerle sıkıca bağlanmış. Birlikte çıktık işyerinden. Israrıma karşın o aldı elma kutusunu. Beni metrobüse dek getirdi. Amacı yol boyunca da söyleşmek. Ayrıca ulusal geleneğimiz olan konuğu uğurlayıp geçirmek kuralını yerine getirmekti.

Metrobüsün Çağlayan durağına gelince vedalaştık dostça. Kutuyu alınca epeyce ağır olduğunu anladım. İçindeki elmalar dört kilodan az değildi. Kalabalık taşıtta zor da olsa oturacak bir yer buldum. Eve gelip üstümü değiştirdim. Ardından kutuyu açtım. Bu da ne? İçinden bir koku yayıldı ortalığa. Bu koku, çocukluğumu getirdi bana. Ninemin elma dolu sandığından gelen koku bu… Kışın bizi sevindirmek için verdiği demir elmasının kokusu.

Demir elması, güzün dalından toplandığında yenmez durumdadır. Zor ısırılır, bir parçasını yutmaya çalıştığınızda boğazınızda düğümlenip kalır, yutamazsınız. Demir gibi serttir. Saklandığında olgunlaşır, lezzetine doyum olmaz. Ağzınızda kum gibi dağılıverir. Onu olgunlaştıran; insanların sabrı, güz havasının getirdiği nem ve serinlik, sandıkların ya da doğal liflerden yapılmış torbaların gücü.

Kutudan iki elma alıp yıkayıp tabağa koydum. “Armudu soy ye, elmayı say ye.” atasözünün gereğince soymadan yedim elmaları. Üstünde ne zirai ilaç var ne de yapay gübre… Doğanın tadı ve gücü var bu meyvede.

İhsan Keleş, bana elma getirmedi; ata topraklarının, çocukluğum kokusunu getirdi. Elmaları yemeye kıyamıyorum. İstiyorum ki onların kokusunu içime çekip çocukluğumu yaşayayım.

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       4 Kasım 2025

                                                      

 

 

1 yorum:

  1. Öncelikle İhsan Bey'in kardeşinin sağlığına kavuşmasına sevindim.Kendisi ile Trabzon da telefon ile iletişim kurup, geçmiş olsun demiştim.İnsanın doğduğu büyüdüğü topraklara hasreti bitmez.Anılar hep canlı olur belleklerde.O anıları anımsatan en ufak detay geçmişin izlerini bulma yolculuğuna çıkarır bizleri.Bu bazen bir elma olur bazen uzun yıllardır görmediğin bir arkadaşın dost sesi bazen çocukluk anılarının geçtiği yöreye ait bir haber...Hep mutlandırır, tebessüm ettirir, geçmiş günlere gideriz.Akan zamanın hızı tedirgin eder bizi.Ne kadar çabuk geçti yıllar diye hayıflanır,üzülürüz.Hep o yılları anımsatacak izler arar dururuz.Bir elma ninenin elma dolu sandığının kokusunu yayar,güzelleşir yaşamımız o anın hissettirdikleriyle.

    YanıtlaSil