TRABZON’DAN ÇIKTIM BAŞIM SELAMET


Birinci Dünya Savaşı’nın en acıklı, en üzüntü verici öyküsüdür Doğu Karadeniz Bölgesindeki muhacirlik. Yıllarca belleklerde capcanlı kaldı muhacirlik anıları. Dedeler ve nineler torunlarına anlatırdı bu anıları. Anlatanlar, aynı acıyı yaşıyormuş gibi yüreklerinde o derin acının sızısıyla hep gözyaşları içinde, sözcükleri bir üzüntü denizinde dile getirirlerdi. Gözyaşlarına, seslerindeki titremeye, kimi zaman gözlerinin dalıp gitmesine bakarak yüreklerindeki yangının ne denli büyük olduğunu anlardık.

Ninem, anlatırdı fırsat buldukça muhacirlik anılarını gözlerindeki pınar, yanaklarında sele dönüşürdü bu sırada. Muhacirliğe çıkıldığında çok gençti. Yakınlarının birçoğu yolda açlıktan, sayrılıktan ya da çetelerin ve düşmanın kurşunuyla yaşamını yitirmişti. Nerdeyse çoğunun gömüldüğü yer bile belli değil. Onlara ağlardı ninem sık sık. Ağlayarak anlattığında o acı yıkım günlerini yeniden yaşar gibiydi.

Artvin, Rize ve Trabzon’un işgaliyle topraklarından kopan halk, batıya doğru göç etti türlü zorluklar ve olanaksızlıklar içinde. Arkada düşman, önde açlık, sayrılık ve azınlıkların çeteleri vardı. Yıllarca komşuluk yaptığımız, ekmeğimizi ve suyumuzu paylaştığımız gayrimüslimlerin çoğu çeteleşip arkadan vuruyordu Türk halkını. Her türlü ihanetin düşmanla kol kola girdiği yıllardı savaşın sürdüğü dönem.

Muhacirlerin bir bölümü, iç kısımdaki dağlık ve ormanlık bölgeden göç ediyordu. Bu kişiler, sarp yamaçları aşıp derin vadileri geçiyorlardı. Daha çok keçi yollarını yeğliyorlardı yürümek için. Doğanın sert koşullarına yenilip toprağa düşenler çoktu. İkinci bölüm, sahilden yürüyordu. Belki bir deniz taşıtı bulup binmek umuduyla. Üçüncü bölüm ise bulabildikleri derme çatma deniz taşıtlarıyla göç ediyordu batıya doğru. En çok kırılanlar, deniz yoluyla gidenler oldu. Rus savaş gemileri, yoksul ve çaresiz insanları taşıyan deniz taşıtlarını bombalayarak denize gömdü çoğu zaman. Sahiden yürüyenler de zaman zaman düşman gemilerinin ve karadan yürüyen askerlerinin hedefi oldu.

Muhacirler, aç ve susuz yürüyorlardı kilometrelerce yolu. Yürüdükleri yerlerde buldukları kimi otlar ve yabani meyvelerle açlıklarını bastırmaya çalışıyorlardı. Gün boyu bir lokma bir şey yemeyenler çoktu.

Deniz kıyısından yürüyen muhacirler, Espiye’yi geçip Görele’ye doğru ilerlerken tam da Eynesil-Kekiktepe Köyü’nün sahilinde yolları kesildi Rus askerlerince. Muhacirler, kıyıdaki kumsalda dizildiler işgalcilerce. Ellerine kazma ve kürek verilerek kumsalda insan boyu derinliğinde uzun bir hendek kazdırıldı. Muhacirler, hendeğin kıyısına dizildi Rus askerlerince. Aralarında çevre köylerden olanlar da vardı. Düşman askerleri, gözlerini kırpmadan çoğu kadın ve çocuk olan silahsız, yorgun muhacirleri kurşuna dizdiler. Vurulan, hendeğe düştü. Çevre köylerden birinden olan bir yurttaşımız yaylım ateşi başlayınca vurulmadan attı kendini hendeğe. El ayak çekilince gidip köyüne haber verdi olan biteni. O gün Karadeniz’in suları şehitlerin kanlarıyla kızıla kesti. Yıllar sonra bile bu kumsaldan, denizden kadın saçları insan kafatasları çıktı. Muhacirlerin düşman kurşunlarıyla kırıma uğradıkları yerin Aralık Köyü’nden denize kavuşan dereden başlayarak Şirinali ile Durmuşlu derelerine kadar uzanan kıyı kesiminde olduğunu Öğretmen, Merhum Fahri Şirin’den öğreniyoruz.

Kekiktepe’de yapılan insan kıyımı üzerine halk, bir türkü yakar. Bu insan kıyımını anlatan “Trabzon’dan çıktım başım selamet/ Çavuşlu’ya vardım koptu kıyamet” türküsüdür. Bu türküyü her dinlediğimde içim yanıp kül olur. Karayoluyla memleketim Trabzon’a her gidişimde ya da sıladan dönüşümde Kekiktepe’den geçerken deniz kızıla keser, gözlerimden akan yaşa egemen olamam. Muhacirliğe gidip de dönemeyen yakınlarımı, komşularımı, yerdeşlerimi düşünürüm. Keşke burada şehitlerimizin anısına bir anıt yapılsa ve gelecek kuşaklar bu insanlık dışı insan kıyımını öğrenebilse...

Düşman askerleri büyük bir utku kazanmışçasına batıya doğru yürüyüşlerini sürdürürler. İki Rus taburu, Çavuşlu Deresi’ni sallarla geçmek yerine, yatağından yürüyerek geçmeye başladıklarında Türk direniş çeteleri ile askerlerimiz birden ortaya çıkar. Birden yaylım ateşi başlar. Düşman, tuzağa düşürülmüştür. Günahsız muhacirlerin öcü alınmaktadır artık. Rus taburları, çok sayıda askerini yitirir burada. Bunun üzerine Rus Komutan Aleksandır, Çavuşlu’nun yakılması buyruğunu verir. Çavuşlu günler, geceler boyu yanar. Bu yangında evler, dükkânlar, ahırlar, damlar, fındık ve buğday ambarları yanıp kül olur.

Çavuşlu yandıktan sonra düşmanın karşısına bir kadın kahramanımız çıkar. Adı, Gülüşan Hanım’dır. Önce halka eziyet eden çetelerle savaşır yanındaki kahramanlarla. Sonrasında arkadaşlarıyla düşmanla çatışmaya girer ve 18 yaşındayken 18 Rus askerini tutsak eder. Bu haberi alan bölge komutanı Trabzonlu Albay Hacı Hamdi Bey (Pirselimoğlu), çağırır düşmanı tutsak alan kahramanları. Gülüşan’ı karşısında gören Hamdi Bey: “Bu da askerimiz olsun, dokunmayın, dursun burada.” der. Bundan böyle Gülüşan Hanım’ın adı Dursun Çavuş olarak kalır. Keşke doğup büyüdüğü köye ya da bir okula, önemli bir yere bu kadın kahramanımızın adı verilse.

Trabzon’a gidiş gelişlerde otobüsler Çavuşlu’da ekmek molası verir. Türkiye’nin en güzel ekmeklerinden biri pişer burada. Ekmeği her aldığımda Çavuşlu’da yanan buğday ambarları gelir gözümün önüne. Gülüşan Hanım’ı (Dursun Çavuş’u) düşünürüm saygı içinde. Keşke bu güzel beldemizde Dursun Çavuş’un kahramanlığını anlatan bir anıt ya da yazıt olsa... Çavuşlu Deresi’ni düşmana mezar eden kahramanlarımızla ilgili bir bilgilendirme yapılsa…

Ninem: “Çok çalışın hem kendiniz hem de memleketimiz için. Bir daha o kötü günleri yaşamasın bu millet. Allah, bizi bir daha toprağımızdan koparmasın, bu millet bir daha muhacirlik görmesin!” derdi. Bu duasını, ölünceye dek yaptı. Düşmanın bir yandan, yoksulluk ve yoksunluğun öte yandan kendilerini nasıl çaresiz bıraktığını anlatırdı.

Muhacirlik, büyük acılara neden oldu. Birçok ocak sönüp gitti. Ne yazık ki bu konuda derinlemesine araştırmalar yok! Genç kuşaklar, tarihi öğrensin ki ondan ders alsın. Bir toplum, tarihten aldığı derslerle geleceği kurar. Bu da unutulmaya…

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       13 Kasım 2025

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder