1978’de,
Karadeniz sahil yolu ulaşıma açılıncaya dek kullanılan bir yoldu Armelit Dağı.
Ben de çocukluk ve gençlik dönemimde bu tehlikeli, yolculara korku salan keskin
dönemeçli yoldan defalarca geçtim.
Armelit’ten
ilk geçişim bebeklik dönemimde oldu. Bu nedenle ilk geçişimi anımsamıyorum.
Babam Trabzonlu, annemse Denizliliydi. Bu nedenle her yaz, Denizli’ye giderdik
annemin doğup büyüdüğü topraklara özlemini gidermek için. Babam, çocuklarının
Karadeniz kültürünün yanı sıra Ege kültürünü, geleneklerini de öğrenmesini
isterdi. Bu nedenle yaz dinlencelerinde Denizli’ye gidişimiz düzenliydi.
Benim
Armelit’i, hayal meyal anımsadığım ilk geçişim 1962’de oldu. Bu geçişimizde üç
yaşındaydım. Babam, askerliğini yedek subay olarak Amasya’da okuma yazma taburunda
yapıyordu. Bizi de götürdü oraya. Yaklaşık bir yıl Amasya’da kaldık. Bu
geçişimden usumda kalanlar, otobüstekilerin telaşı, bir de “Armelit” sözcüğü.
Aklım
ermeye başlayınca Armelit’in nasıl bir yer olduğunu kavramaya başladım. Of’tan
otobüse binerdik ailece. O yıllarda otobüsler çok konforlu değildi, ancak
sürücüleri yaptıkları işi hakkıyla yaparlardı. Sorumluluk duyguları, her
davranışlarından belli olurdu. Otobüse binen ailelerin çoğu, yiyeceklerini
yanlarındaki çantalarda taşırdı. Çünkü yollar kötü ve insanların başına nelerin
geleceği pek belli değildi. Düşünülmeyen bir nedenden ötürü yolda kalmak
olağandı o yıllarda. Bu nedenle yolda kalınca hiç olmasa aç kalınmamalıydı.
Otobüse
binmeyi çok severdik çocuklar olarak. Hele cam kıyısına oturup sağımızda boylu
boyunca uzanan Karadeniz’i izlemek bizim için büyük zevkti. Her yolculukta yeni
yerler gördüğümüzden düşlerimiz, bilincimiz varsıllaşıyordu. Farklı insanlar,
yerler tanıyorduk. Bu da bilgi ve görgünün artması demekti.
Yolculuğumuz
Espiye’ye dek neşeli geçerdi, yolun bozukluğu ve kimi zaman da arabanın
arızalanması gibi bazı olumsuzluklar yaşasak da. Espiye’ye geldiğimizde yolcular
arasında bir kaygı baş gösterirdi. Bu demekti ki, Armelit’e yaklaşmışız.
Espiye’yi geçip 5 km sonra sola dönüp tırmanışa geçtiğimizde yolcuların
kaygısı, korkuya dönüşürdü. Yağlıdere’nin üstündeki köprü geçildiğinde keskin
dönemeçler başlardı. Annemle çoktan uçmağa varmış kız kardeşim Hürriyet’i araba
tutardı. Onlar, kendi dertleriyle ilgilenirdi. Ben, ayağa kalkıp yüzümü cama dayayarak
doğayı izlerdim hayranlıkla. Birbirinden güzel vadiler, dereler, köyler görür
düşler kurardım kendimce. Sis bulutları, düşlerimi süslerdi.
Otobüsler,
keskin dönemeçleri bir defada dönemezdi. Bu nedenle dönemeçte yavaşlayan
arabanın muavini takozu alıp dikkatle inerdi aşağıya. Sürücü, burada ustalığını
gösterip ileri geri birkaç manevra yapıp geçerdi bu dönemeci. Muavin, sürücüyü
bağırarak yönlendirirdi. Otobüs geri gittiğinde kaymasın diye arka tekerleğe takoz
koyardı. Bu, her dönemeçte yinelenirdi. Bu dönüşlerde yolcuların çoğu, korkudan
dışarı bakamazdı. Bu ileri geri manevralar, yolcuları çok sarsardı; neredeyse
bütün tinsel ve biyolojik dengeleri altüst olurdu. Yolcuların çoğunu, araba
tuttuğu için içleri dışını çıkıp kusardı. Çıkışta yapılan manevralar, inişteki
dönemeçlerde de yapılırdı. Bu sırada yolcuların neredeyse hepsi bildiği bütün
duaları okurdu içtenlikle.
Yol
çok dardı. Çoğu yerde, iki araba yan yana geçemezdi. Geçiş üstünlüğü,
genellikle yokuş çıkan arabanındı. Tırmanan ya da inişte olan sürücüler karşı
yandan gelen arabayı fark ettiklerinde yolun bazı yerlerinde olan çıkıntılara
yanaşıp beklerdi karşıdan gelen kolayca geçsin diye. Çünkü bu tehlikeli yolda
arabaların geri geri gitmesi çok zordu. Bu anlayışlı kural, her iki yandan
gelen sürücü için geçerliydi. Çıkış ve
inişteki demir köprüler tek şeritti. Bu nedenle bir araba geçerken karşı yönden
gelen beklerdi sırasını. Bu zor yolda, tüm sürücüler birbirini tanısın
tanımasın birbirine yardımcı olurdu. Bu, o dönemin meslek aktöresiydi. Bu
yardımlaşmaya çoğu zaman yolcular da katılırdı. Arabalar çamura saplanabilirdi,
kimi zaman otobüs, kamyon otomobiller kayar, bir tekerleği ya da iki tekerleği
yoldan çıkardı. İşte orada herkes, elinden geleni yapardı. Yardımlaşma,
dayanışma ve duygudaşlığın erdem olduğu o yıllarda zorluklar böylece aşılırdı
elbirliğiyle.
Armelit’in
doruğuna (Rakım, 624 metredir burada) çıkılınca bir rahatlama gelirdi herkese. Otobüsler
soluklanmak için kısa bir mola verirdi. Burada bulunan bakkallardan helva ekmek
alınıp yenirdi. Bu lezzetin tadını yıllardır hiçbir şeyde bulamadım.
Kısa
moladan sonra inişe geçerdi otobüsümüz. Yine aynı tehlike ve kaygılarla yol alırdık.
Yolculuğumuz, gece de gündüz de olsa cam önünden ayrılmazdım. Aşağıya
indiğimizde Yolağzı görünürdü önce. Bu, tehlikenin geçtiğini muştulardı
yolculara. Burada sağlı sollu dükkânlar vardı, bir de hiç unutamadığım ekmek
fırını. Bu ekmeğin lezzeti, kokusu bir başkaydı. Ayrıca Yolağzı’nı geçtikten
sonra önünde durulan bir fırında ise ünü yurtdışına taşmış Abacı Bükü ekmeği
alınırdı. Bu ekmeği yerken ne Gâvur Dağı’nı tırmanmanın zorluğu ne de Armelit
Boğazı’nın arkasında kararak uzanan sis bulutları kalırdı uslarda.
Deniz
kıyısına inildiğinde herkes, bir “Oh” çeker, Allah’a şükrederdi bu 22
kilometrelik zor yolu kazasız belasız geçtikleri için. Keşap’ın içinden
geçerdik, ancak hiç kimse bu küçük ilçeyi fark etmezdi bile. Çünkü büyük bir
engeli aşmanın, sağ salim yolculuğu sürdürmenin zafer sarhoşluğuyla Keşap’ı
görecek durumu yoktu hiç kimsenin. Hele otobüsümüz, Giresun’a girmeden önce
Aksu’da mola verince mutluluktan havalara uçasımız gelirdi. Bu yarım saatlik
mola herkes için korku ve kaygıdan kurtulmanın sağaltımıydı adeta.
Sürücülerimizle arabanın muavini bu büyük zaferin komutanları gibiydi. Yüzleri
gülerdi çoğu zaman. Çok seyrek de olsa bu dönemeçlerden dereye uçan arabaları
işitir, çok üzülürdük.
Artık
Armelit’ten gitmiyor kentler arası çalışan otobüsler. O becerikli sürücüler,
yönlendirici buyruklarla onca insanın can güvenliğini sağlayan muavinler yok!
Onlar, kır atlara binip göklere ağdılar. Armelit, artık bizler için unutulmaz
bir anı… Ah bir de dili olsa da konuşsa kim bilir neler anlatırdı.
Adil Hacıömeroğlu
27
Aralık 2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder