KİŞİ, BAŞKASININ FELAKETİNDE BİLGİN OLUR


İnsanın yaşamı boyunca tanık olduğu bir durum vardır. Bir kişi düşünün ki kendi sorunları, dertleri, hatta felaketleri karşısında bir çıkış yolu, çözüm bulamaz. Ancak başkasının felaketinde, sorununda bilgin, filozof ve şair kesilir. Bunu yaparken de uğradığı felaket nedeniyle şaşkına dönen, çıkmaz bir sokakta yol bulmak ya da kör bir kuyudan çıkmak için çaresizlik içindeki kişiyi bazen üstü kapalı, kimi zamanda açıkça suçlar.

Kişinin felaketten nasıl kurtulacağının yolunu göstermek yerine, kendi usunun ne denli üstün olduğunu, böyle durumlara hiçbir zaman düşmeyeceğini söyler. Anlaşılacağı üzere felaketin getirdiği acıyı, çaresizliği, yıkımı başına kakar bilgiççe. Bu kişi; güya arkadaşına, yakınına ya da akrabasına yardım ediyor. Yaptığı iş, karşısındakinin yarasının daha çok kanamasına neden olmaktan başka bir şey değil. Böylece felaketten kurtulmayı, soruna çözüm bulmayı bilerek ya da bilmeyerek zorlaştırmak.

Atalarımız: “Eldeki yara, yarasıza duvar deliği.” sözüyle sorunu yaşayanın buna çözüm bulabileceğini vurgulamış. Felaketi yaşamayan biri, bunun kişide nasıl bir yıkım, çözümsüzlük, içgücü yitimi, yürek acısı bıraktığını bilmez. Aslında yapılacak iş, duygudaş olmak. Ancak bu kolay yol yerine, kendi usunu, yeteneklerini kanıtlama çabası onu zor yola iterken yakınına da zarar vermekte.

Çok sıkça örnek olarak gösterilen ve çok bilinen bir Nasrettin Hoca fıkrası vardır. Hoca bir gün eşekten düşer. Durumu kötüdür. Herkes bir şey söyler, öneride bulunur, kendince çare üretir. Bu söylenenlerin hiçbirine Hoca kulak asmaz. “Ban eşekten düşen birini getirin.” der. İşte, sorunun özümü buradadır. Ya sen de aynı felaketi yaşamış olacaksın ya da karşındaki kişiyle tam bir duygudaşlık kuracaksın. Gereksiz sözler, zaman yitiminden, karmaşa yaratmaktan başka bir şey değil.

Felakete uğramayıp akıl verenler, genellikle “Şöyle yapsaydın. Böyle davransaydın. Sen, bunu niye böyle yaptın? Sen, bu tuzağa nasıl düştün?” biçiminde tümceler kurarak karşısındaki kişinin yüreğini kanatır, gönlünü karartır, çözüm arayanın düşüncesini bulanıklaştırır. Bu durumda Diyojen’in Büyük İskender’e söylediği varsayılan: “Gölge etme, başka ihsan istemem.” sözünü, usumuza getiriyor. Ne yazık ki felaketin acısına merhem olmaya gelenlerin çoğu, büyük gölgeler bırakıyor. Bu gölgeler de sorunu düğümlüyor, felakete uğramış kişinin içgücünü bozuyor.

Felaketler karşısında filozofça yorumlar yapanları çokça görürüz. Böyle bir durumda şairane bir duygusallıkla ayağı yere basmayan söylevler işitilir. Kimi de bir bilgin gibi hesap kitap yapıp durumun gerekçelerini açıklamaya çalışır. Bu yolla bilimsel çözümler bulduğunu sanır. Bu söylenip yapılanların hepsi, yarası olmayanın kendini gönül doygunluğuna erdirmekten başka bir şey değil. Bu da felaketi önleyip sorunu çözmez.

Atalarımız: “Araba devrilince yol gösteren çok olur.” demiş. Ne güzel, uyarıcı bir söz… Araba devrildikten sonra devrilmeme konusundaki öneriler bir işe yarar mı? Araba devrilmeden önce neredeydiniz? Önerileriniz, öğütleriniz, yol göstericiliğiniz, çözüm bulduğunu sanan usunuz hangi kuytulardaydı o zaman?

Önemli olan araba devrildikten sonra ne yapılacağını düşünüp söylemek. Felaketten sonra bilgin olmak, filozofça düşünmek, şairane söylevler söylemek bir işe yarar mı? Herkes, yaşamının bir döneminde geri gidişleri, yıkıcı olumsuzlukları, felaketleri yaşar. Felakete uğrayanın sorununa çözüm bulmak için böyle bir şeyin bizim başımıza geldiğinde nasıl davranacağımızı düşünüp söze dökersek bir yararı olur. Yoksa kişinin şairliğini, filozofluğunu ve bilginliğini kanıtlaması kendine de felakete uğrayan kişiye de bir yararı olmaz.

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       4 Aralık 2025

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder