Son
yıllarda hamuru bencillikle yoğrulan bireyler, toplumsal dokumuzu giderek
bozuyor. Bozulma, önce ailede başlıyor. Bencillik virüsü, kapıdan içeri
girdiğinde evin düzeni bozuluyor, sonrasında ise toplumun her yanını sarıyor.
Evdeki kişilerin konumları çok da önemli olmuyor bencilliğin egemenliğinde.
Çekirdek aileyi oluşturan anne, baba ve çocukların sorumluluk sınırları ortadan
kalkıyor. Bu da ev düzenini altüst ediyor. Kısaca söylemek gerekirse evde anne,
anneliğini; baba, babalığını; evlat da evlatlığını bilmiyor.
Bencillik,
toplumsal sınırlarını kendine göre çiziyor. Aslında sınır çizmiyor, tüm
sınırları kaldırıyor. Bu kişiler, sınırsız ve kendi çıkarlarına uygun sonsuz
bir özgürlük anlayışını, kendi yaşamlarına uyguluyor. Özgülüklerinin
başkalarına zarar vermesi, onların haklarını kısıtlaması umurlarında bile
olmuyor. Bencillere göre dünyada her şey onlar için. Ne yedikleriyle doymayı ne
içtikleriyle kanmayı ne de elindekilerle yetinmeyi biliyorlar. Böyle
düşündüklerinden başkalarının haklarına, hukuklarına saygı göstermeleri de olanaksız
oluyor. Başkalarının sınırlarını çiğnemek, haklarını hiçe saymak onlar için çok
olağan.
Bencillik
virüsünün bulaştığı kişi, toplumun çıkarlarını savunur görünse de bunları hiç
umursamaz. Çevresinde yaşayanlar, kendine hizmet ederse onlarla barışık yaşar.
İlişkileri hep kendi çıkarları üzerine kuruludur.
Televizyon
dizilerine, sosyal medyaya bakıldığında bencilliğin vurgulandığını görmekteyiz.
Buralarda ne olursa olsun yüksel. Bu, başkalarının sırtına basarak da olsa kötü
bir şey değil, düşüncesi aşılanmakta. Her iki yayın alanındaki ortak mantık,
benden sonrası tufan… Ben varsam her şey var, düşüncesi kalın çizgilerle öne
çıkarılmakta.
Ekranlara
kilitlenen kişiler; giderek doğadan, toplumsal uyumdan, insan olmanın
erdeminden, aktöreden, birlikte yaşam kültüründen kopuyor. Yaşamın gerçekleri,
insan olmanın ülküleri, birlikte yaşamanın yararları onlar için önem
göstermiyor. Çünkü o; sanal dünyanın kuralsızlığını, kural olarak benimsemiş.
Toplumların,
ülkelerin çözülme ve çökme dönemlerinde her şey yozlaşır. Böyle zamanlarda bireycilik,
toplumculuğun ününe geçer. Herkes, kendini kurtarmaya çalışır. Çünkü toplumun
çözülmekte olduğunu görür birçok kişi. Görünce de selden kütük kapmaya,
yangından mal kaçırmaya çalışır. Bu dönemlerde bu kişilerden “Gemisini kurtaran
kaptan” sözü sıkça işitilir. Bencil kişi kendi gemisini kurtarmaya çalışırken toplumun
gemisinin batmasına göz yumar. Toplumcu kişi ise ülkeyi tümden düze çıkarmanın
uğraşı içindedir büyük bir özveriyle.
Üzülerek
söyleyeyim ki toplumuz, hızlı bir çözülme içinde. Bunda uygulanan ekonomik, sosyal,
siyasal, kültürel politikalar belirleyici durumda. Neredeyse bütün
televizyonlar iktidarın denetiminde. Ailenin yozlaştırılmasını amaçlayan
dizilere göz yuman iktidar, kendi sorumluluğunu yok sayamaz.
Eğitim
sistemi, çağdaş ölçülerde değil. Ulusal özelliğini çoktan yitirdi. Bilimsellik
özde değil, sözde. Öğrencilerin ezici çoğunluğu çoktan ekran bağımlılığının
kucağına terk edildi. Öğrencileri, öğretmenlerden daha çok ekranların yönlendirdiği
yadsınamaz bir gerçek. Sanal dünyanın büyülü soyutluğuna kapılan bir öğrenciyi,
bilimin gerçekçi ortamına yönlendirmek oldukça zor. Okullarda gücü, gücü yetene…
Akran zorbalığının önü alınamıyor. Bu zorbalık giderek evlerin içine girip aile
üyelerine yansıyor. Son günlerde basın yayın organlarında bizleri üzüntüye
boğan birçok insan kıyımına tanık oluyoruz. Cana kıyanların çoğunun çocuk yaşta
olması hem üzücü hem de düşündürücü... Bu çocukların kurbanları ya aile içinden
ya da arkadaşlarından… Bunda sanal ortamın aşıladığı sınırsız özgürlük, kural
tanımazlık ve bencilliğin belirleyiciliği oldukça yüksek…
Özgürlüğün
sınırlarının olduğu küçüklere de büyüklere de iyice kavratılmalı. Başkasının
özgürlüğünün başladığı yerde senin özgürlüğünün bittiği gerçeğini benimsemeli,
benimsetmeli. Özgürlüğün en değerlisi, sınırları belli olandır. En iyi
özgürlükse toplumsal dokuyu güçlendirendir. Başkalarının haklarını gözetip koruyan
özgürlük anlayışı, en güzeli. Toplumun özgür olmadığı yerde, birey nasıl özgür
olsun ki?
Adil Hacıömeroğlu
11
Aralık 2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder