BU DÜNYADAN CÜNEYT AKALIN GEÇTİ


Eyüp Cüneyt Akalın’la ne zaman tanıştığımızı tam olarak anımsamıyorum. Tanışmamızı sağlayan şey, bir toplantı ya da gösteriydi. Önce uzaktan selamlaştık. Sonra el sıkışıp ayaküstü konuşmalarımız oldu. Giderek yakınlaşmaya başladık. Toplantılarda yan yana oturmaya,  direniş kokan gösterilerde aynı yerde olmaya başladık. Aynı dünya görüşünü paylaşıyorduk. Yüreğimiz, aynı ülkülerle çarpıyordu.

2009’da ülkemizde açılım furyası başlamıştı ulus devletimizi çökertmek için. Açılımlar, demokrasi kılıfına geçirilmiş olarak topluma sunulmaktaydı. Cumhuriyet’imizin kuruluş ilkeleri ayaklar altına alınıyordu. Toplumsal değerlerimiz küçümseniyor, insanlar neredeyse “Türk’üm” demekten çekiniyordu. Emperyalizmin işbirlikçileri, BOP tetikçileri, feodal bir düzen özlemiyle yaşayan yobazlar, ülkemizin birliğini dinamitleyenler, bölücüler, vatansızlar, kimliksizler ve insan emeğini hiçe sayanlar el ele vermiş; Türkiye’ye savaş açmıştı. Açılıma koşut olarak yurtseverler; Ergenekon, Balyoz… adı altında uyduruk örgüt soruşturmalarıyla Silivri’ye gönderiliyordu.

Açılım ihaneti sürerken bir yandan da bölücü anayasa hazırlama girişimleri yaygınlaşıyordu. Ulus devleti ortadan kaldıracak bölücü anayasa girişimine karşı yurtseverler, Milli Merkez adı altında bir araya geldiler. Önce kendi aramızda toplandık, yol haritasını oluşturduk. Sonrasında bölücü anayasaya karşı milli anayasayı savunduk halkla yapılan toplantılarda. Bu toplantıların birinde, Beşiktaş-Gayrettepe’de Cüneyt Akalın’la katıldık. Toplantıyı Özden Gönül Hanım yönetti. İkimiz de konuşmacıydık. Bizden başka Emekli Tuğgeneral Dr. Noyan Umruk ve o dönemde TGB İstanbul İl başkanı olan Olgu Özdemir de vardı konuşmacı olarak. Orada birbirimizin konuşmalarını dinledik. Sonrasında oturup çay içerek uzun süre söyleştik. Bazı dostlarımız da vardı söyleşimizde. Bu toplantı, bizim arkadaşlığımızı üst düzeye taşıdı. Bundan sonra daha sık buluşup konuşmaya, telefonlaşmaya başladık.

Akalın Hoca ile farklı kuşakların insanlarıydık. O, 1968 kuşağının devrimcisiydi. Benden on dört yaş büyüktü. Eski kuşak devrimcileri dinlemeyi, çocukluğumdan beri severim. Onların anlattıklarını kolay kolay unutmam. Hele Cüneyt Hoca’m gibi yaşadıklarını yüreğiyle anlatan devrimcilerin sözlerini unutmak olanaksız bir şey. Onun her sözü, belleğime yazılmaz, kazınırdı adeta. Kitaplarını, gazete ya da dergilerde çıkan yazılarını okurdum heyecanla. O da benim yazılarımı kaçırmazdı. Zaman zaman büyük bir incelik göstererek beni ya telefonla arar ya da karşılaştığımızda yazılarımla ilgili olumlu-olumsuz eleştirilerini söylerdi. Yazmam için beni yüreklendirmesini unutmam olanaksız.

15 Temmuz 2016’da ABD’nin FETÖ eliyle yaptığı darbe kalkışması sırasında Vatan Partisi Bakırköy İlçe Başkanıydım. O da o sıralarda Avrupa yakasında bir üniversitede ders veriyordu. O zamanlar Marmaray tam olarak hizmete girmemişti. Ben, Bostancı’dan deniz otobüsüne binerdim. Yanımda bir boş yer ayırırdım, belki Cüneyt Hoca’m gelir diye. O da Kadıköy’den binerdi deniz otobüsüne. Kimi zaman rastlardık birbirimize. Seslenip el sallayarak kendimi gösterirdim ona. Sevinçle gülerek gelirdi yanıma otururdu. Yolculuğumuz yirmi dakika sürerdi. Çok yararlı yirmi dakika… Zamanın nasıl geçtiğini anlayamaz, Bakırköy’e varırdık kaşla göz arasında. İskeleden çıkınca ayrılırdık. Yürürken dönüp dönüp arkasından bakardım. Bazı akşamlar, Bakırköy’de yine karşılaşırdık deniz otobüsünde söyleşirdik yol boyunca.

!5 Temmuz darbe kalkışmasından sonra bazı halk nöbetlerine, toplantılarına katıldım fırsat buldukça. Burada gördüklerimi, katılanlarla konuşmalarımı yazıp BLOG’umda yayımladım. 19 Temmuz 2016’da yazdığım ve BLOG’umda yayımladığım “Halk Niye Sokakta?” başlıklı yazımı, Yalçın Bayer 22 Temmuz 2016 günü Hürriyet gazetesindeki köşesinde yayımlamıştı. Ancak o gün benim haberim yoktu bundan. Sabahleyin, deniz otobüsüne binip yola çıktım. Çok kalabalıktı bu deniz taşıtı. Kadıköy’de durup yolcu aldı. Ancak ben Cüneyt Akalın Bey’i fark edemedim. Bakırköy’e varınca önce inmek için çıkış kapısına yanaştım. Kapı önündeki kalabalık artmıştı. Arkadan “Adil Hoca! Adil Hoca!” diye sürekli bana ünleyen bir ses işittim. Sesi hemen tanıdım. Geri çıktım kalabalığın içinden. Önce günaydınlaştık. Ardından Hoca’m heyecanla: “Bugünkü Hürriyet’te sen varsın…” dedi. Bunu derken gözlerinin parlamasını, sesindeki içtenliği ve dostluğu hiç unutamam. Bu, bir kardeşliğin, içten bir dostluğun, sarsılmaz bir yoldaşlığın heyecanı ve gururuydu.

Deniz otobüsünden ininceye dek bana övgülerde bulundu. İskeleden çıkar çıkmaz karşımızdaki gazete bayiinden bir Hürriyet aldım. Birinci sayfada göze çarpacak bir biçimde yazımın küçük bir bölümü vardı, eliyle gösterdi bana bunu. Yazının tamamı iç sayfadaydı. Yine vedalaşıp ayrıldık. O günkü yüzünü yaşamım boyunca unutmam olanaksız.

Cüneyt Hoca’mla dostluğumuz sürüp gitti. Her buluşmamız bir düşünsel toydu. O aradığında heyecanlanırdım. Evdeysem oturduğum yerden ayağa kalkardım ona yanıt vermek için. Oturduğum yerden onunla konuşmayı istemezdim nedense.

Bostancı sahilinde neredeyse her gün yürüyüş yaparım. Bu yürüyüşlerime zaman zaman arkadaşım Yılmaz Şekeroğlu da katılır. Yılmaz, bir gün bana: “”Cüneyt Hoca’nın hastalandığını duydun mu?” diye sordu. “Yok!” dedim şaşkınlıkla. Hemen Hoca’yı aradım. Açtı telefonu. “Geçmiş olsun, neyiniz var Hoca’m?” dedim. O anlattı. Hemen akrabam olan bir sağaltımcıyı önerdim ona, kabul etti. Ne yazık ki akrabam olan sağaltımcıyla buluşmaları gerçekleşmedi. Neredeyse her gün aradım onu. Sağlığını, sağaltım sürecini sordum. Çoğu zaman bana yanıt veremedi telefonda. Ancak ileti yazdı bana durumuyla ilgili. Niye mi? Hoca’m duygusal biriydi. Yüreğiyle yaşayan bir adamdı, içtendi.

3 Ağustos günü bir toplantıda aldım Cüneyt Hoca’nın uçmağa vardığını. İçimden bir şeyler kopup gitti onunla. Bir gün sonra 4 Ağustos günü saf tuttuk önünde ve onu uğurladık sonsuzluğa.

Eyüp Cüneyt Hoca, soyadı gibi ak alınlıydı. Adı gibi Eyüp sabrı vardı onda. Kendini halkına adayan bir devrimciydi. Özverili bir elseverdi. Yüreğindeki insanlığı anlatmak olanaksız. Alçakgönüllü, kim olursa olsun herkese saygılı, içten, sevgi dolu adam gibi bir adamdı. Çalışkanlığı ise övgüye değer, örnek alınmalı. Bu dünyadan bir Cüneyt Akalın geçti. Hem de her yanda, yüreklerde derin ayak izleri bırakarak gitti gözleriyle gülerek, yüreğiyle severek. Bana: “Prof. Dr. Eyüp Cüneyt Akalın kimdi?” diye sorsalar, onlara: “Cüneyt Akalın insandı, insan… İçinde kötülüğün zerresini taşımayan bir insandı.” derim. Bundan başak söz olur mu onun için?

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       5 Ağustos 2025

 

1 yorum:

  1. Kalemine Efendi Kalan , Adil öğretmenim,

    Uçmağa varanCüneyt Hoca’ya Allah’tan rahmet diliyorum.Geride bıraktığı fikirler, eserler ve öğrenciler onun ne kadarkıymetli bir insan olduğunu gösteriyor. Onunla yolunun kesişmiş olması büyük bir onur olmalı.Size ve tüm sevenlerine sabırlar dilerim.Ruhu şad olsun.Nurlarda uyusun.🙏🏻🙋‍♀️🌺😥

    YanıtlaSil