BULDAN, SARAYKÖY VE ÇİVRİL’DE YUNAN MEZALİMİ

    

5 Temmuz 1920’de Buldan, Yunanlılarca işgal edildi. İntikam bölüğü adlı yüz kişilik bir Türk gücü Buldan’a gönderilmişti, burayı savunmak üzere. Önemli boğazlar bu birlikçe tutulmuştu. Buna karşın bazı kişiler, işgalcileri Buldan’a çağırdı ve kılavuzluk etti. Böylece savunma bir işe yaramadı. 

Halkımız: “Kahpe içerdeyken kapı kilit tutmaz.” sözünü boşuna söylememiş. Eğer bir yerde emperyalistlerin, işgalcilerin işbirlikçisi varsa o toprağı savunmak güçleşir. Bu nedenle Atatürk’ün dediği gibi öncelikle iç cepheyi sağlam tutmalı. Emperyalistler, bunu bildiklerinden iç cepheyi bölmek için ellerinden geleni yaptılar. Padişahı, İstanbul Hükümetini ve bazı sözde din adamlarını kullanarak Anadolu’da isyanlar çıkardılar. Bu isyancılar, birçok yerde işgalcilerle omuz omuza Milli Güçlere karşı savaştılar. Mehmetçiğimizi, gözünü kırpmadan şehit ettiler işgalcilerin çıkarları uğruna. 

Buldan müfrezesi, işgalden önce bir süre karşı koydu. Kendi topraklarının düşman çizmesi altında kirlenmemesi için kahramanca savunma yaptı. Ancak az sayıdaki güçleri ve işbirlikçilerin ihaneti nedeniyle savunmayı uzun süre sürdüremeyip geri çekildiler. 

“Yunanlılar silah aramak bahanesiyle tutuldukları birçok şahsı diri diri toprağa gömmek, dövmek, tırnaklarını sökmek, ayaklarına çivi çakmak suretiyle öldürmüşlerdir. Ölümden kurtulabilenlerin pek çoğu sakat kalmıştır. 

Boğazçiftlik Köyü halkıyla birlikte yakılmış, hububat ve yiyeceği de gasp edilmiştir. 

Bahadır Köyü’nden Keşkekoğlu Ahmet Çavuş, burun ve kulakları kesilmek ve gözleri oyulmak suretiyle öldürülmüştür. Köyden 13 kişi meçhul bir yere götürülmüştür. 

Umurköy’de bir Yunan müfrezesi civar köylerden topladığı 24 kişiyi bir ahıra toplayarak hepsini yakmıştır. 

400 haneli Dereköy tamamen yakılmıştır. Köyün yakılması halka mal edilmek istenmiş ve bazı kimseler Uşak Divan-ı Harbi’ne sevk edilmiştir. Bunlardan İmamoğlu Mustafa kurşuna dizilmiştir. 

Yunanlılar yalnız Buldan Kazası’nda 200 Türk’ü öldürmüşlerdir. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 208-209)” 

Buldan’da Keşkekoğlu Ahmet Çavuş’un, İmamoğlu Mustafa’nın, diri diri toprağa gömülüp işkenceyle öldürülenlerin anısı yaşatılıyor mu? Boğazçiftlik, Bahadır ve Dereköy’de Yunan mezalimini anlatan bir anıt bulunuyor mu? 

Yunanlılar, Türk ordusu karşısında kaçarken Buldan’ı yakmaya çalışmışlarsa da başarılı olamadılar. Yangın söndürüldü. Kaçarken Yenicekalesi’ne götürdükleri sekiz kişiyi katlettiler. 

Yunanlılar Buldan’dan sonra Sarayköy’ü işgal etmek istemişlerse de Kuvayı Milliye birliklerince engellenmişlerdir. Sarayköy’ün Tepeköy, Ahmetli köyleri ve çevresini işgal ettiler. Yerli Rumlar, işgalcileri karşılamak için Yunan bayraklarıyla bir zafer takı yaptılar istasyonda. 

Yunan işgaline uğrayan köylerde iki yüze yakın Türk öldürüldü. Otuza yakın kadın ve kızın ırzlarına geçtiler. İşgalcilerin yağmalandıkları değerli eşya ve yiyeceklerin miktarı belirlenemedi. 

“Yunanlılar Sarayköy Kazası’na bağlı Köprübaşı Köyü’nde okul ve cami ile birlikte 29 haneyi, Karataş Köyü’nde 30 haneyi, İhsaniye Köyü’nde 15 haneyi, Kabaağaç Köyü’nde 1 cami, 1 kahvehane ile 23 haneyi, Karakıran Köyü’nde 46 haneyi yakmışlardır. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 210)” 

8 Ocak 1921’de, Çivril işgal edildi Yunan güçlerince. İşgal dokuz gün sürdü. Sonrasında çekildiler. Üç ay sonra yeniden saldırdılar bu ilçemize ve 1 Nisan 1921’de yeniden işgal edildi Çivril. 30 Ağustos 1920’de Türk güçlerince kurtarıldı. 

“Yunanlılar Çivril’de de Türk halkına pek çok zulümlerde bulunmuşlardır. Yunan kuvvetleri Çivril’e girerken Taşiçi’nde Deveci Hacı Mehmet ile oğlu Osman’ı katletmişlerdir. İşgal günü Höyük Mahallesi’nde Şenköylü bir kadını, Müderris Rüştü Efendi’yi, birkaç gün sonra da Kayserili Ömer Hoca’yı şehit etmişlerdir. Çivril’in köylerinde de aynı davranışları gösteren Yunanlılar, Cabar Köyü’nde çocuk, kadın ve yaşlıların da bulunduğu köylülerden 90’dan fazlasını katletmişler, sonra da köyü yakmışlardır. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 210)” 

Acaba Çivril’de Deveci Hacı Mehmet’le oğlu Osman’ın, adı bilinmeyen Şenköylü kadının, Müderris Rüştü Efendi’nin, Kayserili Ömer Hoca’nın bir anısı, adı var mı? 

Cabar Köyü’nde hunharca katledilen doksandan fazla köylünün bir anıtı var mı şehit oldukları topraklarda? 

Emperyalistler, Yunanlıları üzerimize salarak ulusumuzu kırıma uğratıp ve kırımdan kurtulanları ise bu topraklardan sürmek için başlattıkları Türkleri yok etme girişimini boşa çıkaran Atatürk’e ne kadar çok minnet duysak az. Hem ulusumuzu hem de yurdumuzu kurtardı işgalcilerden. Bu nedenle Atatürksüz bir Türkiye düşünülemez. 

Adil Hacıömeroğlu

30 Haziran 2023




ÇALLILARIN İŞGALCİLERE DİRENİŞİ


         Yunanlılar, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıktı. Hızla Aydın ve Manisa’ya doğru ilerlediler. Kasaba ve köylere varıncaya dek ele geçirdiler. Halkımıza büyük bir mezalim uyguladılar. Ege Bölgesi’nin güney kesimi, Mondros Anlaşmasına göre İtalyanlara bırakılmıştı. Bu nedenle Denizli merkez işgale uğramadı. Denizli’nin Çivril, Buldan, Sarayköy ilçeleriyle Çal’ın bazı köyleri Yunanlılarca işgal edildi.

         Yakın zamana dek Bekilli ve Baklan ilçeleri, Çal’a bağlıydı. Yunanlılar, Çal’ın bazı köylerine girdiler. Buraları yağmalayıp soydular. Çal ilçesini yakıp yıkamadılar.

         “Çal Kaymakamı Şemsettin Bey, 11 Temmuz 1919 tarihinde Denizli Mutasarrıflığı’na gönderdiği yazısında, Çal’da yapılan mezalimi özetle şöyle anlatmaktadır:

         Yunanlılar Molla Köyü’den Kadı oğlu Ömer’in parasını almak için evini basarak, çeşitli işkenceden sonra 5000 lira parasını almışlar ve kendisini öldürmüşlerdir.

         Paskalyada bu köyün hayvanlarının büyük bir kısmını gasp ederek, Kral Konstantin şerefine askerlerine yedirmişlerdir. Bu duruma rıza göstermeyen Çevrecioğlu Mehmet, Topal Ali ve Hacı Ahmet Ağalar kumandan tarafından askerleri önünde dövülmüşlerdir.

         Şeyh Elvan ve Kavaklar köyleri halkına zorla istihkam kazdırılmış, bazı kadın ve kızların ırzlarına tecavüz edilmiştir. Şeyh Elvan Köyü’nden bir kadının herkesin gözü önünde namusunu kirletmişlerdir. Bu kadının hayatta olup olmadığı bilinmemektedir. Aynı köyden Şıbalakoğlu Mehmet Ali istedikleri 1000 lirayı vermediğinden dolayı türlü mezalim yapılarak öldürülmüştür. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 207-208)”

         Yunan askerleri, Hasköylü Aşçıoğlu Hasan’dan para alabilmek için bacağını kırdılar. Ayrıca Hafız Veli’nin on dört devesi gasp edildi.

         “Hafız Nazif Efendi ile karısı ve iki çocuğu Yunan askerleri tarafından işkencelerle öldürülmüştür.

         Yunanlılar Taşdemir Köyü’nden Hacı Mehmet Efendi’nin pamuk tarlasında çalışan annesi ile oğlu Hasan’ı öldürmüşlerdir. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 208)” Yunanlılarca hunharca şehit edilen Kadı oğlu Ömer’in, Şıbalakoğlu Mehmet Ali’nin, adı bilinmeyen ırzına geçilip öldürülen kadının, Hafız Nazif Efendi, Nazif Efendi’nin karısı ve iki çocuğunun, Hacı Mehmet Efendi’nin annesiyle oğlu Hasan’ın adları bugün başta Denizli olmak üzere Çal, Bekilli ve Baklan’da yaşatılıyor mu acaba? Şehitlerimizin adlarını il, ilçe ve köylerde yaşatılması tarihimizin unutulmamasını sağlar.

         Çallılar, emperyalist işgale karşı ilk ayağa kalkan yerlerimizden biri. Çal Müftüsü Ahmet İzzet Efendi, İzmir’in işgal edilmesinden iki gün sonra 17 Mayıs 1919 günü Çal halkını Çarşı Camii’nde toplayarak düşman istilasına karşı seyirci kalınmayıp silahla karşı konmasının gerekliliğini anlattı. Sonraki günlerde de aynı camide toplantılar yapıldı işgale karşı. Direnişi örgütlemenin önderi Müftü Ahmet İzzet Efendi idi.

         “Ahmet İzzet Efendi bir konuşmasında: ‘Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, vatanımız bir olduğuna göre muhafazasına mecburuz. Mukaddesatımızı müdafaa için Allah’ın ve peygamberinin emirlerine uymak gereklidir. Çöken saray saltanatının yerine milletin kalbindeki iman nuru bir kat daha parlamıştır ve Allah’ın yardımı muhakkaktır.’ demiştir. (Recep Çelik, Millî Mücadele Günlerinde Din Adamları, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2017, sf. 56-57)” Camide bulunanlar, Müftü Efendi’ye önerilerine uyacaklarına dair söz veriyorlar orada. O da onlardan imzalı senet aldı.

         “15 Temmuz 1919’da Çal halkından yirmi kişinin imzaladığı bu senette: ‘Efendim! (Yukarıda ismi yazılı olanlar) Cümlemiz dinimizi, vatanımızı, namusumuzu korumak için size iştirak etmeye söz veriyoruz. Buna dair her ne emir olursa ifasına amadeyiz.’ ifadeleri yer alıyordu. (Aynı yapıt, sf. 57)” Bazı sözde din adamları İngiliz altınlarını cebe indirerek Millî Mücadeleye karşı dururken Çal Müftüsü Ahmet İzzet Efendi gibi yurtsever, gerçek din adamları ise hem yazılı senet hem de gönül ve vicdan senedi almaktaydılar halktan.

         Ahmet İzzet Efendi, sonraki tarihlerde Çal ve çevresinden topladığı gönüllü birliklerle Aydın-Köşk cephesinde düşmana karşı durmuş, çarpışmalara girmiştir. Millî Mücadele’ye yalnızca yalnız bedeni, düşünceleriyle değil; tüm servetiyle de katılmış büyük bir adamdır Müftü Ahmet İzzet Efendi. Adı, onurlu kurtuluş tarihimize altın harflerle yazıldı.

         Fatma anneannem, “Ellik Cavuru (Gavuru), Menderes’e kadar geldi. Menderes’i geçip bu yana gelemedi.” derdi. “Ellik” sözcüğü “el (yabancı)” dan türemiş ve yabacı anlamında. Anneannem, “ellik” sözcüğüyle Yunanlıları anlatmaktaydı. Bir de yabancı olmayan gavurlar vardı ona göre. Onlar yerli Rumlardı. Yunan işgali başlayınca çoğu bin yıllık komşuluklarını unuttular. Aynı çeşmeden su içtikleri, aynı derede çimdikleri, aynı güneşte yağlıklarıyla terlerini kuruladıkları, aynı yağmurlarda ıslandıkları, aynı soğuk gecelerde dondukları, aynı ekinlere imeceyle tırpan salladıkları, aynı bağların üzümlerinden sirke, şıra, pekmez, şarap yaptıkları, aynı dibeklerde keşkek dövdükleri, aynı köy odalarında hasbihal ettikleri komşular bir günde düşman olmuşlardı. İşte, insana en acı gelen de bu değil mi?

                                                              Adil Hacıömeroğlu

                                                              29 Haziran 2023

 

VARSIL GÖRÜNMEK İÇİN PARA HARCAYANLAR


         Dinlencedeyiz Mürefte’de. Gezginler için toplu konaklama yerleri az, yazlıklar çok. Yazlıkçılar, genellikle orta halli aileler… Çoğunlukla dedeler, nineler, babalar, anneler, çocuklar bir arada… Bazı ailelerin konukları da var.

         Mürefte’de eğlence yeri yok gibi Doğa ve deniz ağırlıklı bir dinlence yeri. Neredeyse günün her anında serinletici poyraz esmekte. Kuş cıvıltıları, gün boyu kesintisiz bir ezgi. Doğa henüz bozulmamış yazlıklara karşın. Ancak bu gidişe doğanın direnmesi çok zor. Yapsatçılar işbaşında. Yüz yıllık zeytin ağaçlarının yerinde yazlıklar boy vermekte hızla.

         Mürefte, bakımsız bir yer... Caddesi, sokağı, kaldırımı, ağacı bakımsız. Eski evler dökülmekte. Özellikle dar gelirlilerin yaşadığı evler içler acısı. Bazıları tarihsel yapıt...

         Yazlıklar, kıyı boyunca uzanmakta. Çoğu yerde yapılarla deniz arasındaki uzaklık, birkaç metre. Kıyı, neredeyse halka kapanmış durumda. Bundan da anlaşılıyor ki yapılaşma plansız. Bu plansızlık, belde döneminden kalma. Büyükşehir yasasıyla Mürefte, Şarköy’ün bir mahallesi oldu.

         Özellikle yazın nüfus yoğunluğu artmakta. Ancak Şarköy-Mürefte arasındaki yol, yol değil. Çok dar… Yolun sağı, solu neredeyse yazlıklarla dolu. Yolun her iki yanında ne yaya yolu var ne de bisikletin gideceği bir yer. Yürüyüş yapmak olanaksız. Sürücülerin insafına kalmış sizin yaşamda kalmanız eğer yürürseniz.

         Henüz yerli üzüm çıkmamış. Olgunlaştıklarında doğal bir toy. Zaten burası, zeytinin ve üzümün memleketi. Zeytin ve üzüm olunca da zeytinyağı ve şarap akmakta dağlardan, ovalardan şerbet gibi.

         Tarıma dayalı bir ekonomi var. Yazlıkçıların bıraktığı paradan halk çok az yararlanmakta. Dört büyük market, harcamalardan aslan payını almakta. Halktan bazıları cadde kıyılarındaki seyyar tezgâhlarında daha çok yerli ürünleri satmakta.

         Mürefte, Kurban Bayramı nedeniyle oldukça kalabalıklaştı. Her yer insan kaynamakta. Caddeler ve sokaklar taşıttan geçilmiyor. Jandarma düzenlemeye çalışıyor trafiği. Orta yerde, gelişi güzel park edilmesini önlemek için çabalamakta.

         Marketler dopdolu… Alınanlar, market sepetlerine sığmıyor. En çok gazlı içecekler, bisküvi, çikolata, işlenmiş et ürünleri göze çarpmakta. Dopdolu raflar, anında boşalmakta. “Boşalmak” sözcüğü, belki uymadı bu alışverişlere. Adeta yağmalanmakta marketler. Çekirge sürüleri raflara akın etmiş gibi. Kasa önlerinde bitmez insan sıraları. İnsan çoğu zaman sormadan edemiyor: Bu satın alınan ürünler, bayram süresi içinde nasıl tüketilecek? İnsan, fil olsa tüketemez bunca yiyeceği.

         Biz de dün akşam market alışverişlerini konuştuk kendi aramızda. Ekonomik bunalımda olan bir ülkede bu alışveriş çılgınlığını anlamlandırmak istedik kendimizce. Doluya koyduk almadı, boşa koyduk dolmadı. İnsanların yaşamsal besinlerin dışındaki yiyeceklere ilgisini anlamaya çalıştık. Atacan (11) bizi dinlemez görünmekte. Birden araya girdi: “İnsanlar zengin görünmek için çok para harcıyorlar, onun için zengin olamıyorlar.” dedi. Aslında konuşmamızın özetiydi bu.

         Evet… İnsanlar kendi ailelerine, konuklarına, komşularına, çevrelerine, eşlerine, çocuklarına varsıl görünmek için çok para harcamaktalar. Varsıl bir görüntü gözlerini doyurmuyorsa da karınlarını doyurmakta hem de tıka basa. Alışverişlerde olağanüstü bir savurganlık var.  Bu savurganlıkla para tutmak, biriktirmek olanaksız. İşte Atacan’ın parmak bastığı da bu. Sanki paralar haydan gelip huya gitmekte.

         Bir ya da iki kuşak öncesi çok yoksul olan bir kuşağın çocukları ve torunları, geçmişin acısını çıkarırcasına para harcamaktalar. Ne görürlerse alışveriş sepetine atmaktalar. Tüm kazancını son kuruşuna kadar harcamaya zorunluymuşlar gibi davrananlar çok. Doğaldır ki arada istisnalar da var. Ancak bu kişiler azınlıkta. Atalarımız: “İşten değil, dişten artar.” sözünü boşuna mı söylemişler?

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       28 Haziran 2023

BAYRAMLAR


        Ulusal ya da dinsel bayramlar bir toplumu ulus yapan en önemli etkenlerden. Çünkü toplum, hep birlikte sevinip mutlu olur bayramlarda. Bayramı olamayan bir toplum, çölleşmiş bir toprak gibidir. Ne rengi ne kokusu ne de tadı tuzu olur.

        Bayramlar, toplumun insanca kaynaşması, birlik olması için çok gerekli. Toplumsal barışın, insanlar arasındaki içtenliğin, dayanışma ve yardımlaşmanın yeşerdiği verimli toprak. Öyle bir toprak ki bire bin verir. Çoraklaşan toprakta anız kuruluğundaki insan ilişkileri canlanıverir bayramlarda. En usta arabulucuların ortadan kaldıramadığı küslükleri, göz açıp kapayıncaya dek yok eder bayramlar.

        Sonuçsuz, bitimsiz kavgalar, bir bayram sabahına uyandığınızda güz yeli ılıklığında uçuşan sararmış yapraklara döner. İnsanın içini yiyip bitiren kinin yok edicisidir bayramlar. Kin, bayramın uzlaşmacı ve barışçı havasında yaşayamaz. Düşmanlık, bayramın olduğu yerde olmaz.

        Karamsarlık, kötümserlik, kötü niyet, fesatlık, aç gözlülük; bayram havasında dağılır kara bulutlar gibi. Bayram, iyimserliğin dalga dalga yayıldığı bir bahar yeli. İyimserliğin egemen olduğu bir günde kötümserlik yaşam alanı bulabilir mi?

        Bayramlar, insanların birbirlerine el uzattıkları günlerdir. Yumruklar sıkılmaz, parmaklar en sıcak duyguların anlatımı olarak dokunur birbirine karşılıklı olarak. Tokalaşmalarda coşku, sevgi, saygı, dostluk, insanca bir sıcaklık vardır. Tokalaşma, insanoğlunun en büyük toplumsal buluşlarından olsa gerek. Çünkü insan sıcaklığının geçişkenliğini sağlar. Türlü duyguların dokunsal anlatımıdır tokalaşma.

        Bayramlarda insanların sıkça yaptığı bir eylemse kucaklaşma. İnsanların kucaklaşması karşılıklı olarak dostluğa bir teslimiyet. İnsan sevgisinin, içtenliğinin en yalın anlatımıdır kucaklaşma.

        Bayramlarda en çok anımsanan geçmişimizdir. Geçmişin tozlu yapraklarında soluklaşan anılarımız, bayramın soluğuyla canlanır. Tozlar yok olur. Anılar, capcanlı yaşantılar olarak sarıp sarmalar bizi. Aslında anılar, bizleri toprağımıza bağlayan köklerimiz. O köklerdir bizi yaşatan.

        Bayramlar, umuttur. Gidenin dönmesi, ırayanın yaklaşması, uzaklaşanın yakınlaşması, unutulanın anımsanması, yitirilenin bulunması, geçenin güncellenmesi, kırgınlıkların sağaltımı, ufuktakinin elle tutulur olması, karanlığın aydınlanması, dertlerin geçici de olsa unutulması, en büyük acıların tatlı bir üzüntüye dönüşmesi, insanlara olan derin özlemin bitmesinin umudu. O umut ki, insan türünü başkalaştırıp kötülüklerden arındıran kutsal bir sudur.

        Bayramlar; içten gülümsemelerin, tatlı sözlerin dudaklara bir gül gibi yapıştığı, ses tonunun insanca yumuşaklığının duyumsandığı, gönülden vericiliğin coşkunluğunun yaşandığı, değerbilirliğin üst düzeyde görüldüğü bitmesi istenmeyen insan buluşmalarıdır.

        Dinsel bayramlarda tatlı yemek, yedirmek önemli bir geleneğimiz. Atalarımız: “Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım.” demişler. “Tatlı konuşmak” ne güzel bir söz. Tatlı konuşalım ki “Yürekleri incitmeyelim, dedikodu yapmayalım, konuştuklarımızı başkalarına taşımayalım, içtenlik olsun sözlerimizde.” demek. İçtenliğin olmadığı bir yerde bayram mı olur?

        “Tatlı yemek” ne tılsımlı bir deyiş? Halkımız: “Ağzımızın tadı kaçmasın.” der. Yapacağımız her iş, her eylem ağız tadıyla olsun. Hiçbir şey ağzımızın tadını kaçırmasın.

 

        İçtenlik olduğu için bayramları kutlarız. “Kut” tanrısal kaynaktan gelen rahmet ve bereket değil mi? Böylesi tılsımlı bir sözcüğü, çokça kullanmalı. Kutlanmalı ki bayramın rahmet, bereketi çoğalsın toplumuzda. Tüm dostların bayramı kutlu olsun.

                                                               Adil Hacıömeroğlu

                                                               28 Haziran 2023

 

AKHİSAR, SARUHANLI VE SOMA


        Yunanlılar, İzmir’den sonra Aydın ve Manisa’yı işgal ettikten sonra hızla bu illerimizin ilçe ve köylerini de ele geçirmeye başladı. Her ele geçiriş; yeni insan kıyımları, yangınlar, soygunlar getirdi. Sözde uygarlığın beşiği olan bir ülke, dünyada eşi görülmemiş bir mezalimin uygulayıcısı oldu topraklarımızda.

        Akhisar, 5 Haziran 1919’da işgal edildi bir Yunan müfrezesince. 9/10 Haziran 1919’da kentten çekildiler Manisa’ya. 22 Haziran 1919’da Akhisar yeniden işgal edildi. Bu sırada işgale karşı herhangi bir direniş söz konusu olmadı. Çünkü Padişah ve İstanbul Hükümeti, direnmeden yana değildi.

        6 Eylül 1922’de tütün kokan bu güzel ilçemiz, Türk ordusunca kurtarıldı.

        “10 Ağustos 1919 günü Akhisar ovasındaki harmanları yakmak maksadıyla Koyuncu, Tatar, Hacı Rahman, Kayaklı, Yayaköy ve civarlarına uçaklarla bombalar atılmış, Yayaköy civarındaki harmanlara isabet eden bombalar, içlerinde çocuklarında bulunduğu 25 kişinin ölümüne sebep olmuştur.

        Eylül 1919’da Yunanlılar, Akhisar mıntıkasında, tarlalarında çalışan Türkler üzerine ateş açmışlardır.

        Akhisar mıntıkasında bulunan Yunanlılar Alibeyli Köyü’ne haber salarak, buğday, arpa ve yağ istediklerini bildirmişlerdir. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 199)” İşgalle mezalim de başladı. Halkın canına, malına, ırzına el uzatma her geçen gün dayanılmaz bir duruma geldi.

        “Akhisar’ın Kadıköy’üne baskın yapan Yunanlılar 25 kadar Türk kadını ve kızının ırzlarına tecavüz etmiş ve pek çok çocuğu da öldürmüşlerdir. (Aynı yapıt, sf. 200)”

        O yıllarda küçük bir köy olan Saruhanlı da işgal edildi. “23 Ocak 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından top ateşine maruz kalan Saruhanlı’da toplam 25 hane tahrip olmuştur. 12/13 Şubat1920 tarihinde de Yunan topçusu Saruhanlı İstasyonu’ndaki kuleyi tahrip etmiştir. (Aynı yapıt, sf. 200)”

        1921’den başlayarak Yunan mezalimi Akhisar’da gittikçe arttı. Yunanlıların Akhisar’dan çekilmesi sırasında yaptıkları kötülüklerle ilgili kayıtlar ne yazık ki tutulmamış.

        Soma, 24 Haziran 1920’de işgal edildi. İşgalden önce ilçede sükûnet söz konusuydu. Yerli Rumlar ise Yunan askerlerini coşkuyla karşılamak için hazırlanmaktaydılar. İşgalden önce Türklerle işgalciler arasında çatışma yaşandı.

        “9 Temmuz 1919 tarihinde Soma’nın Cumalı ve Çenke köylerine saldıran Yunanlılar bu köyleri kısmen yakmışlardır. Çenke’de bir Türk kadınını yaralamışlardır. Cumalı’da bir ihtiyarı yaralamışlar ve yakmak suretiyle öldürmüşlerdir. Diğer iki ihtiyarı da öldürmüşlerdir. Bir kadının gözlerini oymuşlar, tarlalarında çalışmakta olan üç Türk’ü de öldürmüşlerdir. (Aynı yapıt, sf. 206)” 11 Şubat 1921’de, Çenke Köyü Yunanlılarca bombalandı. Bu saldırıda can yitimi olmadı.

        30 Ağustos Zaferi karşısında geri çekilmek zorunda kalan işgalciler, Soma’nın büyük bir bölümünü yaktılar.

        Akhisar, Saruhanlı ve Soma Türk ordularının buralara girmesine dek Yunan mezalimi altında cehennemi bir yaşamla karşılaştılar. Mehmetçik, kılıcı ve yüreğiyle topraklarımızdaki düşmanı kovdu. Böylece özgür topraklarımızda, yurttaşlarımızın özgür ve başı dik yaşamasını sağladı. Bu, Atatürk ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği bir ülkü. Bu ülkünün sonsuza dek sürmesidir en büyük dileğimiz.

                                                               Adil Hacıömeroğlu

                                                               27 Haziran 2023

ALAŞEHİR’DE BÜYÜK İNSAN KIRIMI


        Alaşehir, 24 Haziran 1920’de Yunanlılarca işgal edildi. Bu tarihe dek Alaşehir, çevrenin en güvenli yerlerinden biri olarak görülmekteydi. Bu nedenle işgale uğrayan çevre il, ilçe ve köylerden kaçanlar buraya sığınmaktaydılar.

        “Alaşehir Kaymakamı Bezmi Nusret (Kaygusuz) Bey, Yunan zulmünden kaçanların Alaşehir’de toplandıklarını, şehrin nüfusunun bu sebeple günden güne arttığını, Yunanlıların Manisa ve Turgutlu’da tutuklamak istedikleri kimselerin Fransız Birliği kumandanının yardımıyla Alaşehir’e naklolunduğunu söylemektedir.

        22 Haziran 1920’de Milne Hattı’nda umumi bir taarruza geçen Yunanlılar üç koldan ilerlemeye başladılar. Yunan birlikleri Alaşehir’e kadar ilerlemiş ve birkaç Yunan uçağı Alaşehir’in doğu taraflarını bombalamıştır. 24 Haziran 1920’de Alaşehir’in işgal edileceğinin anlaşılması üzerine büyük bir göç başlamıştır. Bundan sonraki gelişmeleri Bezmi Nusret Kaygusuz şöyle anlatmaktadır:

        ‘Halk derhal vaziyetten haberdar oldu ve akın başladı. Kimi şimendifere koştu; kimi yaya olarak Eşme yolunu tuttu. Ağıllı Boğazı’nda kadın erkeğini arıyor, baba çocuğunu taşıyordu. Malını düşünen kimse yoktu. Dini kitaplarda tasvir edilen mahşer günü ancak bu dehşette olabilir. Koca bir şehir harekete gelmiş, taşı ve toprağı dahi yürüyordu. Atımı ve silahımı aldım. Fişenklikleri belime ve boynuma doladım. Üstümdeki elbiseden başka her şeyi orada düşmana bıraktım… Hapishanedekileri salıverdim ve onlara jandarma deposundaki cephane ve silahları aldırdım… şehir boşalmış bir vaziyette idi. Yalnız Rumlar evlerine saklanmışlardı. Millî Mücadele’ye hep birden katılan Alaşehir’in fedakâr evlatları Yunan’a tabi olmamak için evlerini, her şeylerini feda ederek, aynı fedakârlıkla yine hep birden dahile çekiliyorlardı. Yalnız İdadi Mektebi muallimlerinden birisi ve İnegöl Nahiye Müdürü ve daha beş-on kişi kasabada kaldılar.’

        Alaşehir halkının büyük bir kısmı bu göçte, Afyon’dan Antalya’ya gitmiştir. 14 Temmuz 1920’de Antalya’ya giden Bezmi Nusret Kaygusuz, burada Alaşehir halkının dörtte birini bulduğunu söylemektedir. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 202-203)”

        Alaşehir’de, Yunan işgali iki yıldan fazla sürdü. Bu süre içinde Yunan askerleriyle yerli Rumlar, Türklere akla hayale gelmez eziyetler uyguladılar. 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz’la işgalciler, korkuya kapıldı. Yunanlıların kaçarken yaptıkları mezalimin en büyüğü Alaşehir’de görüldü. 30 Ağustos’ta ilçenin ileri gelenleri tutuklandı. Yunanlılar ve Rumlar, kenti yağmalamaya başladılar.

        İşgalciler, Mehmetçik karşısında tutunamayıp geri çekilirken önündeki her şeyi yakıp yıkmaya, öldürmeye, yağmalamaya, yok etmeye girişti. Alaşehir, Yunanlılarca tamamen yakıldı. İlçeye bağlı köylerin bir kısmı halkıyla yakılarak birçok yurttaşımız öldürüldü.

        “3 Eylül 1922’de Alaşehir’e gelen bir Yunan subayı şehrin ileri gelenlerine, şehri yakmak üzere bir yangın taburunun gelmekte olduğunu ve herkesin başının çaresine bakmasını söylemiştir. 4 Eylül 1922 günü Alaşehir tamamen abluka edilerek birkaç yerden birden yangın çıkarılmıştır. İki gün süren yangını yerli Rumlardan Diyamandapolis ve arkadaşları idare etmişlerdir. Bazı Ermeniler de yangında görev almışlardır.

        Yunanlılar, şehrin bütün sularını kestikten sonra gaz ve benzin dökerek şehri ateşlemişlerdir. Yangın müfrezesi yangın bombalarıyla yangının genişlemesine çalışmıştır. Yangını söndürmek isteyenler kurşunlanmışlardır.

        Yangından kaçmak isteyenler, üzerlerine kurşun ve bombalar atılmak suretiyle öldürülmüşlerdir. Bazıları ateşe atılarak yakılmışlardır. Taşçı Mehmet Usta ateşe atılarak yakıldığı gibi eşi Emine’nin memesi oyularak içine barut doldurularak ateşlemek gibi zulümler yapmışlardır.

        Alaşehir yangını şehre giren Türk ordusu tarafından söndürülmüştür. Yunanlılar ile yerli Rumlar, Alaşehir yangınında 600 kişiyi öldürmüşlerdir. Köylerde ve şehirde 200’den fazla yanmış ceset bulunmuştur. Uşak’ta kâfi derecede vakit bulamayan Tahrip Taburu, Alaşehir’i son akçesine kadar soyduktan sonra son evine kadar yakmıştır. Tahrip Taburu giderken de 300 Türk çocuğunu öldürmüştür. Pek çok kimse zulümlerden dolayı Anadolu’nun muhtelif yerlerine göç etmiştir. (Aynı yapıt, sf. 204)”

        Yunanlılar, Afyon’un Türk ordusunun eline geçmesiyle Alaşehir’in ileri gelenlerinden yirmi kişiyi tutuklayıp sürdüler. Yüz elli kadar kadın ve kızı yanlarında götürdüler. Üç yüz kadını istasyona götürülürken bir Yunan bölüğünce kurşunlandı. Kadınların çoğu öldü, sekseni dağlara kaçarak kurtuldu.

        “İstasyonda Yunanlılar tarafından yakılan bir evin içerisinde 30 ceset bulunmuştur. Yunan askerleri iki çocuğun bacaklarını ayırarak ateşe atmışlardır. Kızının namusunu korumaya çalışan Alioğlu Hacı Mehmet öldürülmüştür.

        Yerli ve yabancı basın mensuplarından oluşan heyetin incelemelerine göre: 4.000 haneli Alaşehir’de ancak yüz ev kalmıştır. Ayrıca 10 dükkân, 10 cami, 20 mescit, istasyon binası ve 22 köyün evleri yakılmıştır. Bu köyler halkının büyük bir kısmı öldürülmüş, bunlardan kurtulabilen 50 yaralı tedaviye alınmıştır.

        Beynelmilel Salib-i Ahmer ve Himaye-i Eftal Birliği adına incelemelerde bulunan delegelerin raporuna göre: Alaşehir’de 4.500 evden 4.350’si tamamıyla yakılmış, 11.500 nüfustan 400’ü 14 yaşından küçük olmak üzere 8500 kişi kalmıştır. Bir bağda 100 genç defnedilmiştir. Bir Akşehirli de 10.000 nüfustan 5.000 kişi kaldığını, 3.000’den fazla kişinin açıkta kaldığını belirtmiştir.

        Alaşehir’den göç edenlerin çoğu geri dönmediğinden kayıpların miktarı tam olarak tespit edilememiştir. (Aynı yapıt, sf. 205)” Farklı kurumların ve kişilerin verdiği sayılar hemen hemen birbirine yakın. Bundan da anlaşılmaktadır ki, Alaşehir büyük bir insan kırımı yaşadı. Bu kırıma, kendini uygar(!) dünya olarak gören emperyalistlerin göz yumması insanlık adına utanç verici.

        “Alaşehir ve civarını gezen Mehmet Emin (Yurdakul) Bey, burada yapılan Yunan mezalimi hakkında, “Yalnız şu Alaşehir ile Uşak’ı görmek, düşman zulmünün dehşetini anlamak için kafidir.” demiştir.

        Falih Rıfkı (Atay) da ‘Alaşehir Anadolu’nun bütün şehirlerinden daha ziyade yandı ve onun faciasını dinleyen adam, uzun müddet Manisa, Kasaba ve Salihli isimlerini unutuyor.’ demek suretiyle Alaşehir’de yapılan mezalimin büyüklüğünü ifade etmiştir. (Aynı yapıt, sf. 205)” Bu sözlerden de anlaşılıyor ki Alaşehir’deki insan kıyımının, ekonomik zararın ölçüsü belli değil. İşgalciler, büyük bir dehşet sahnesi yaratmışlar burada.

        Tarih, iyi bilinmeli ve ondan ders alınmalı. Tarihi olaylar bir intikam aracına dönüştürülmemeli. Ancak yaşananlar da unutulmamalı. Kalkınmış, her alanda gelişmiş bir ülkeyi oluşturalım. Çağcıl uygarlığın üstüne çıkalım ki emperyalistlere yem olmayalım.

                                                               Adil Hacıömeroğlu

                                                               26 Haziran 2023

SALİHLİ’Yİ YAKAN KİN


        Manisa’nın Salihli İlçesi 23 Haziran 1920’de Yunanlılarca işgal edildi. Salihli işgal edilir edilmez hem ilçe merkezinde hem de köylerde Yunan mezalimi başladı. Daha önce işgal edilen yerlerde görülen vahşet, Salihli’de de uygulandı. Yaşam, Salihlililer için cehenneme döndü işgalle.

        İşgalin başlamasıyla birçok kişi tutuklanıp günlerce hapiste yattı. Bu kişilerin bazıları serbest bırakıldıysa da bazıları Manisa’ya götürüldü. Türlü hakaretlere uğradılar.

        “1919 yılı Ağustos ayı başlarında Mersindere Köyü’ne gelen Yunan askerleri Kara Mehmetoğlu Mehmet’in Ali Mollaoğlu Hüseyin’in, Molla Mehmet’in oğlu Ali’nin ve Çolak Mehmetoğlu Ahmet’in çok miktarda zahirelerini yakmışlar, halkın hayvanlarını gasp etmişler, Can Ahmet’in kardeşi Mehmet’i de öldürmüşlerdir. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 201)” Halkın kışlık yiyeceği olan tahıl yakıldı. Başta üzüm olmak üzere meyveler toplanıp götürüldü. Hayvanları gasp edildi. Amaç; halkı aç bırakarak onu göçe zorlamak, ayrıca direnecek güç bırakmamak.

        Yunanlılar, geri çekilirken Salihli’yi ve çevredeki köyleri tamamen yaktılar. Salihli, Yangın Postaları tarafından 6 Eylül 1922 günü ateşe verildi. Diğer yakılan kentlerde olduğu gibi yurttaşlarımızın yangından kaçmasına izin verilmeyip kaçanların üzerine yaylım ateşi açıldı. Böylece birçok yurttaşımız yaşamını yitirdi. Yangından önce insanlar ve evler soyuldu.

        “… Yunanlılar, 4 Eylül 1922’de Salihli ile köylerinin irtibatını keserek bütün halkı şehre kapamışlar ve Belediye Reisi ile Müddei-i Umumi (savcı) dahil olduğu halde eşraftan bazılarını tutuklayarak bilinmeyen bir yere götürmüşlerdir. (Aynı yapıt, sf. 201)” Devleti temsil eden yöneticilere karşı saygınlıklarını zedeleme davranışı bu ilçemizde de sürdü.

        “… Adem Ağa isminde bir ihtiyarın kulakları kesilmiş, Mustafa eşi Ayşe’nin sekiz yaşındaki kızı Nigar, kurşunlanarak öldürülmüştür.

        Yangını söndürmek isteyenler öldürüldüğü gibi halktan 100 kadar kişi ateşe atılmak suretiyle yakılmışlardır. Yangın sırasında Hancı Mustafa, jandarma emeklisi İsmail ve daha pek çok kişi yaralanmıştır. Hacı Veli’nin oğlu Hüseyin isimli 7-8 yaşlarındaki bir çocuk da yaralanmıştır.

        Halide Edip (Adıvar) başkanlığındaki Mezalim Tahkik Heyeti’nin raporuna göre, istasyon civarındaki mahdut Hıristiyan evlerinden başka 3000 haneli Salihli’de 2000 hane ile 402 dükkân, 2 cami, 22 han, 2 otel, 12 fırın, 5 fabrika, 1 kahvehane, 1 sinema binası yanmıştır. Üzüm, tütün, buğday gibi mahsûlât tamamen yok edilmiştir. Salihli’nin her biri 40 haneden 200-300 haneye kadar çıkan köylerinden 14 köy tamamen, 6 köy de kısmen yakılmıştır. Bu köylerde 1200 kişi öldürülmüş, yağma ve ırza tecavüz olayları vukua gelmiştir. Salihli ve köylerinde hiçbir hayvan bırakılmamıştır. Zarar ve ziyanın toplamı tespit edilememiştir.

        Salihli’de ayrıca, Hükümet Konağı ile 3 okul, 1 havra yakılmıştır.

        15.000 nüfuslu Salihli’de kurtarıldıktan sonra 8.000 kişinin kaldığı görülmüştür. (Aynı yapıt, sf. 201-202)” Bir ilçenin nüfusunun yarıdan fazlası hunharca öldürülmüşse bu soykırım değil de nedir?

        “Yunanlılar kaçarlarken 100 kadar kadın ve kızı beraberlerinde götürmüşlerdir. Bunlardan ancak birkaçı çok kötü bir halde kaçabilmişlerdir. (Aynı yapıt, sf. 202)” Kadın ve kızların kaçırılması hem büyük bir aktöresizlik hem de bir ulusun doğurgan türünü yok etmek. Bu da doğrudan Türk Ulusunun üreyip sonsuza dek var olmasını engellemek. Bu, planlı bir yok ediş. Bu, nasıl bir kindir ki gözünü kırpmadan bir toplumu tamamen yok etmeyi düşündürür bir insan topluluğuna. Hem de bin yıldır birlikte yaşadığın, komşuluk yaptığın insanlara bunca kini senin içinde biriktiren nedir, kimlerdir?

        Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla Türk Ulusunun varlığı, sonsuza dek kurtarıldı. Bunu da Atatürk’e borçluyuz.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       25 Haziran 2023

         

TURGUTLU’DA İNSAN KIRIMI


        Manisa’nın güzel ilçesi Turgutlu… Turgut Türklerinin yerleştiği bir güzel yer… Ege’nin lezzetli üzümlerinin memleketi… 29 Mayıs 1919’da düşmanın eline geçti Turgutlu, eski adıyla Kasaba. Yunan mezalimi, işgalle başladı.

        “Turgutlu, Mondros Mütarekesi’nin 7. Maddesine göre İtilaf devletleri adına Yunan askerleri tarafından asayişin temini gerekçesiyle işgal edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin hakimiyet hakkının saklı kalacağı söz konusu edilmişse de İşgal Kuvvetleri Kumandanı Yarbay Gregoryas, Turgutlu Belediye binasında yaptığı bir konuşmada, buraların resmen Yunanistan toprakları olduğunu ilan etmiştir. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 192)” İstanbul Hükümeti, istediği kadar işgallerin geçici olduğuna halkı inandırsa da gerçeği işgal kumandanı açıkça dile getirmekte, zaten halk da bunu bilmekte.

        İşgalciler; yönetsel, dinsel, yargısal işlere el koydu. Mahkeme tanıklarının kesinlikle Hıristiyan olması koşulu getirildi. Türklerden toplanan silahlar, Rumlara dağıtıldı. İşgalciler, Türk kadınlarının üzerlerini zorla aradılar.

        “Turgutlu Hâkimi, Müftüsü ile eşraftan bazı kimseler Manisa’ya götürülerek tutuklanmışlardır. Kaza Müddei-i Umumisi (Savcısı) Ethem Bey de sebepsiz tutuklanmıştır. Bu sırada evi boşaltılarak Yunan Jandarma Kumandanlık dairesi yapılmıştır. Ethem Bey’le birlikte Yenice Mahallesi’nden Arnavutzade Nuri, Kahveci İsmail, Develikzade Arif, Dava Vekili Hulusi, Değirmenci İbrahim Efendiler ve Hacı İshak Ağa sebepsiz tutuklanarak Turgutlu cephaneliğinde iki gün tutulduktan sonra Parsa ve Nif Rumlarının hakaretlerine maruz bırakılarak İzmir’e sevk edilmişlerdir. Orada 37 gün tutuklu kalmışlardır. Bu süre içerisinde kereste çektirmek, elleriyle tuvalet temizletmek gibi türlü hakaretler maruz kalmışlardır. (Aynı yapıt, sf. 193-194)” Osmanlı devlet görevlilerini tutuklayıp aşağılamakta işgal güçleri. Amaç, halkın gözünde saygın olan ilçedeki devletin temsilcilerini gözden düşürmek, onların saygınlıklarını yok etmek.

        “Musevi tüccarlarından Jozef Eskenazi Efendi’nin eşine, postahanede Yunan askerleri sarkıntılık etmişlerdir.

        Ahmetli’den muhacir Ahmet, Kestelli’den Sığırtmaç Ahmet, Tolu Mehmet, Tatarocağı’ndan Nasuhoğlu Mustafa, Dibekderesi’nden Çakıroğlu Ömer ve Süleyman, Karaköy’den Seyitoğlu Molla Mustafa adlı kişiler evlerinden ve işlerinin başından alınarak kurşuna dizilmişlerdir. (Aynı yapıt, sf. 195)”

        Kent merkezi dışında bağ ve bahçelerinde çalışmakta olan Türk kadınlarına tecavüz edildi.

        “Turgutlu’da birçok kadın ve kız namuslarını müdafaa için ölmeyi tercih etmiştir. Derelere sürüklenen kızlardan bir kısmı birbirlerine bağlanarak kesilmiş ve cesetleri Nif Çayı’nda bulunmuştur. Ayşe adlı bir kadının elleri kesilmiştir. Giritli Hüseyin Efendi’nin eşi Pakize Hanım, namusunu ve kocasını korumak için Yunanlılara hücum etmiş ve öldürülmüştür.

        Orhanlı Köyü’nden Şakiroğlu İbrahim ve köyün eski muhtarı, Leonida adlı yerli bir Rum’un tahrik ve teşvikiyle, üzerlerinde silah vs. bulunmadığı halde, karakolda şiddetli dövüldükten sonra Turgutlu’ya getirilerek kurşuna dizilmişlerdir. Boşnak Mehmet Ağa da bazı Rumların teşvikiyle tutuklanarak İzmir’de Divan-ı Harb’e sevk edilmiştir. Köyde silah arama esnasında halka baskı yapılmış, Muhacir Elmasoğlu Ahmet ve kardeşi Niyazi ile Boşnak Berber Hasan dövülmüşlerdir. Faracoğlu Halil de dövülmüş ve üzerinden 28 lirası gasp edilmiştir. Kürt Derviş, Testici Süleyman Usta ve Muhacir İlyas Ağa’nın bazı hayvanları gasp edilmiştir.

        Yeniköy’den Haliloğlu Hakkı, köye gelen bir tabur asker tarafından, silahların teslimi hakkındaki emre uyarak silahını getireceği sırada tabura ateş edeceği gerekçesiyle, ağaca asılarak sallamak süratiyle kolları kırılmış, sonra kafasına kurşun sıkılarak öldürülmüştür.

        Musacalı Köyü’nden Arap Kara Halil Çavuş, Yunan mezaliminden kurtulmak için Hisartepe’den hicret eden bir kafile ile ailesini göndermek üzere kafileye katılmak istemişse de o sırada Yunan askerleri tarafından yakalanarak Yeniköy’e götürülmüş ve bir dere içinde Kasabalı Bakkal Kosti ile arkadaşları tarafından kurşuna dizilmiştir.

        Kestelli Köyü’nden Deli Mustafa’nın hizmetçisi Ahmet, kurşunla vurulmuş ve dilim dilim kesilmiş olarak bulunmuştur. Aynı köyden Molla Mehmetoğlu Süleyman Efendi de süngülenmek ve kafatası parçalanmak suretiyle öldürülmüştür. Eski İlice Nahiyesi Müdürü Mustafa Bey, Hacı Osman’ın hizmetçisi Ali ile beraber, aralarında Mustafa Bey’in hizmetçisi Yorki’nin bulunduğu bir Yunan müfrezesi tarafından Kestelli’de öldürülmüştür. (Aynı yapıt, sf. 195-196)” İzmir’in işgalinden beri Yunan askerlerinin ve Rumların muhacirleri, özellikle öldürdükleri ilgimizi çekmekte.

        “Turgutlu, Yunanlılar tarafından tamamen yakılmıştır. İşgalden sonra zaman zaman yangınlar çıkmışsa da Eylül 1922’de üç gün süren büyük bir yangın çıkmıştır. Turgutlu’da önceden hazırlanmış bir planla yakılmıştır. Yerli Rumlardan ve Ermenilerden mürekkep Yangın Postaları Turgutlu’nun birçok mahallesini birden ateşlemişlerdir. Yangının sönmesine meydan bırakmamak ve sağlam binaları tamamen tahrip etmek için sürekli olarak bombalar atılmış ve her posta yakmağa memur olduğu mahalleyi tamamen yakmıştır. Halkın yangın söndürmesine mâni olunmuştur. Evlerini kurtarmak ve ateşten kaçmak isteyenler süngü ve dipçikle öldürülmüşlerdir.

        Yangından üç gün öncesinden itibaren hiç kimsenin şehirden ayrılmasına izin verilmemiştir. Bu zamanda ve yangın sırasında halkın bütün serveti soyulmuştur.

        Süvariler ve yerli Rumlar; kapıları kırarak birçok kimseyi öldürmüşler ve ateşe atmışlardır. Ateşten ve katliamdan kurtulabilenler dağlara ve ovaya kaçmışlardır. (Aynı yapıt, sf. 196-197)”

        Turgutlu’da altı bin evden beş bin sekiz yüzü Yunanlılarca yakıldı. Köylerde yakılıp yıkılan ev sayısı belli değil. Yalnızca insanlar öldürülüp yerleşim yerleri yakılmadı. Türk kültürünün ve ulusumuzun yüzlerce yıllık izleri bilinçli bir biçimde yok edilmeye çalışıldı. Bu, dünyada eşi ve benzeri görülmemiş bir soykırım, kültürelkırım ve tarihselkırımdır. Koca bir ulus tümüyle tarihten silinmeye çalışıldı. İşte, Atatürk yok olmakta olan bir ulusu bu keskin dönemeçten döndüren liderdir. Yok oluşumuzu önleyen önderdir Atatürk.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       24 Haziran 2023

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

       

DÜŞMAN, MANİSA’YA ACIMADI


        Yunanlılar, İzmir ve Aydın’dan sonra Manisa’ya girdi 25 Mayıs 1919’da. Konstantin Çakalos komutasındaki Yunan alayı, hiçbir direnmeyle karşılaşmadan kenti işgal etti. Manisa’da halk arasında ulusal bir heyecan vardı. Ancak bu heyecan örgütsüz olduğundan direnişe dönüşemedi. Manisalılar; Vilayet’e, Sadaret’e ve Ayan Meclisi’ne dilekçeler, İtilaf devletlerine protestolar göndererek zaman geçirdiler. Vilayet ve mutasarrıflık, İngiliz temsilcisinin aldatıcı, uyuşturucu sözlerine kandılar.

        İzmir’in işgali başlayınca Manisa halkının bir bölümü, Menemen sırtlarında savunma yapılmasını istemekteydi. Ancak İngiliz ve Fransız irtibat subaylarının “Geçici bir işgal için boş yere kan dökülmemesi” yolundaki propagandalarının etkisiyle bu girişim yaşama geçmedi.

        25 Mayıs 1919 günü sabah 08.00’de ilk işgal askeri göründü Rum çoğunluğun yaşadığı Hamidiye Köyü’nden. Rumlar, birkaç gündür işgal güçlerinin yollarını gözlemekteydi. Manisa Rumları, ellerinde Yunan bayraklarıyla işgalcileri sevinçle karşıladılar.

        İzmir ve Aydın’da yaşanan Türk kıyımları burada da yaşandı. Öldürmelerin yanı sıra ırza geçme, yağmalama, insan, ev ve tarla yakma, işkence olayları Manisa’nın başına bir karabasan olarak çöktü.

        “27 Mayıs 1919 tarihinde Yunan İşgal Komutanı Zafiriu tarafından yayımlanan beyannamede, Manisa’nın Yunan askeri tarafından olaysız işgal olunduğu ve halkın askeri ‘hüsn-i surette’ kabul ettiği belirtilmiştir. (Burada sözü edilen halk, yerli Rumlar-AH)

        İzmir’de çıkan Patris gazetesinde Manisa’nın işgali hakkında ayrıntılı bilgi verildikten sonra Manisa Mutasarrıfı’nın bir bildirisi yayımlanmıştır. Bu bildiride, ‘İzmir’in işgali dolayısıyla Manisa halkından bazılarının başka yerlere gitmek girişiminde bulundukları ve bu sebeple halkın zihninde galeyan olduğu anlaşılmıştır. Memlekette bunu gerektirecek hiçbir durum yoktur.’ denilmekteydi. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 186)” Zamanın Manisa Mutasarrıfı, yani kentin birinci derecede yöneticisi, işgali tehlikeli bulmamakta. Halkın kenti terk etmesini de anlamsız bulmakta. Aslında bu Padişah’ın ve İstanbul Hükümeti’nin görüşü. İşgaller karşısında suskun bir yönetim… Kendi yazgısını, işgal güçlerine emanet eden; halkının geleceğini, işgalcilerin insafına bırakan bir yönetim anlayışı…

        Pamukçuoğlu Mehmet Efendi, sekiz kişilik ailesiyle birlikte öldürülmüştür. Debbağ Hacı Ahmet Efendi’nin evinde karnı deşilmek ve çocuğu dışarı çıkarılmak suretiyle parça parça edilmiş bir hamile kadın cesedi bulunmuştur. Kasımoğlu Süleyman ve Semerci İbrahim Efendi aileleri ve çocuklarıyla birlikte öldürülmüşlerdir. Halide Edip başkanlığındaki heyetin dinlediği bir şahit, kendisinin 100’den fazla yanmış ceset gördüğünü söylemiştir.

        Manisa Müftüsü Alim Efendi’yi Yunanlılar fena halde dövmüşlerdir.

        Manisa bağlarında iki Türk kadını öldürülmüştür.

        Yunan askerleri, 17 Temmuz 1919 tarihinde Selvili Mescid’in aranması sırasında, caminin pencerelerini ve camlarını kırmışlar, tavanını parça parça etmişlerdir. Çatal Camii’nin aranması sırasında çamurlu ayaklarıyla seccadeleri çiğnemişler, duvarlarını söküp silah aramışlar, cami imamına türlü hakaretlerde bulunmuşlardır. Kadiri Camii’nin aranması sırasındaki türbedeki sandukanın etrafını kazmışlar, tahtalarını ve duvarlarını sökmüşlerdir. Cami ve dergâhın mütevellisi ve imamı Nurettin Efendi’yi silah sakladığı gerekçesiyle tehdit ve tahkir etmişlerdir. Muradiye Camii’ni de izinsiz aramışlar ve çamurlu ayakkabılarıyla çiğnemişlerdir. İvaz Paşa Camii, Yeni Sinan Medresesi, Güne Camii, Dilkeşar Camii, Kabak Hoca Tekkesi, Dere Mescidi, Niflizade Mescidi, Haccaçlar Mescidi ile 150’ye yakın cami, mescit, tekke ve medresenin aranması esnasında da aynı muamelelerde bulunulmuştur. (Mustafa Turan, Yunan Mezalimi İzmir, Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2018, 4.Baskı, sf. 187)”

        Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ilk iş olarak işgalcilerin kullanılmaz duruma getirdiği dinsel alanlar onarıldı. Atatürk, bu konuya özel önem verdi. Ne yazık ki bazı kendini bilmez yobazların, İngiliz söylemleriyle düşünüp davranan emperyalist uşağı dincilerin Yunanlıların yıktığı camileri, Cumhuriyet yönetimi yıkmış gibi göstermeleri kör bir ihanet.

        “30 Yunan süvarisiyle yerli Rumlardan 200 kişilik silahlı bir kuvvet 7 Temmuz 1919’da Manisa’nın Mihaili Köyü’nün yakınındaki Yeniçiftlik’e saldırarak çiftlik sahibi Halit Paşa ile beş arkadaşını öldürmüşlerdir. Halit Paşa’nın başını keserek alıp götürmekteyken halkın Yunanlılara hücum etmesi üzerine uzaklaştırılmışlardır.

        24 Temmuz 1919’da Papaslı istikametinde ilerleyen Yunan kuvvetleriyle cereyan eden müsademe sonunda zayiat veren Yunanlılar Papaslı’yı yakarak kaçmışlardır.

        Hamzalı Köyü’nde, 12 Temmuz 1919’da bir ihtiyar öldürülmüş, iki kişi de yaralanmıştır. Cumalı Köyü 13 Temmuz 1919’da kısmen yakılmıştır. Bir ihtiyar öldürülmüş ve yakılmıştır. Diğer iki ihtiyarı da öldürmüşlerdir. Bir kadının gözlerini oymuşlar ve yaralamışlardır. Tarlalarında çalışan üç Türk’ü de öldürmüşlerdir. Çenke Köyü 13 Temmuz 1919’da kısmen yakılmıştır. Burada bir ihtiyar kadın yaralanmıştır.

        Yunanlılar, ricat esnasında Manisa ile çevre köylerini yakmışlardır.  Yunan ordusunun özel olarak tertip ettiği müfrezeler binaları yakıcı maddeler dökerek yakarlarken, diğer özel birlikler de yangından kaçan halkın üzerine ateş açmaktaydılar. Ateş içinde kaldığı için canlı canlı yanan pek çok insan olmuştur. (Aynı yapıt, sf. 189)” Yunanlıların kent, kasaba ve köyleri yakmaları kişisel bir davranış değil, tamamen komuta kademesinin tasarlayarak yaptırdığı bir yok ediş.

        “Yunan Merkez kumandanının emriyle ve Hükümet binasının yakılmasıyla Manisa’da yangın başlamıştır. Şehir ateşe verilmeden yerli Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler şehri terk etmeğe başlamışlardır. Türklerin şehri terk etmeleri yasaklanmıştır. Yangından önce 4500 Türk Yunanistan’a götürülmüştür.

        Halktan yangın söndürmeğe teşebbüs edenler Yunan askerleri tarafından öldürülmüşlerdir. (Aynı Yapıt, sf. 190)” Daha önce de görüldüğü gibi Yunanlılar, silahsız halktan insanları tutsak olarak Yunanistan’a götürdüler. Tutsaklaştırılan silahsız insanların birçoğunu yaşamını yitirdiğini üzülerek söyleyeyim.

        “Manisa’da büyük yangının çıkmasından bir gün önce (5 Eylül 1922) çıkarılan yangın genişlemeden söndürülmüştür. Ertesi günü Yunan Merkez kumandanının emrindeki kundakçı askerler tarafından şehrin birkaç yerinde birden çıkarılan yangını söndürmek mümkün olmamıştır. (Aynı yapıt, sf. 190)” Kent, adeta yok edildi. Böylesi bir düşmanlık dünya tarihinde pek görülmemiştir.

        “… Yarım saat zarfında şehrin beş-on noktasından birden patlayan ve müteakiben birbirine kol atarak genişleyen yangın, Manisa’yı bir yanardağ haline sokmuştu. Derinden derine yakılan evlerin çatırtıları, bağrışan halkın vaveylaları, silah sesleri ve bomba tarrakaları hep bir araya karışarak bir bora esnasında bir ormanda duyulan korkunç uğultuları andırıyordu… Yunan devriyelerinin sokak başını tutan noktaların bütün gayretine rağmen evlerinden dışarıya fırlayıp sokaklara yayılan halkı dağlara ve ovalara dağılmaktan men edemediler. Bu halkın evlerinden dışarıya uğrayışı, aynı zamanda muhtelif noktalarda hep birden fışkıran suların birer küçük sel halinde akışı gibi bir şey oldu. Yunan zebanileri köşe başlarında, yol dönümlerinde, her biri ayrı istikamete doğru akan selleri nafile yere durdurmaya çalıştı. Kurşun, mitralyöz, bomba, süngü hiç mania kâr etmedi; Müthiş ve çılgın halk kitleleri tabii kuvvetlerinden bir unsur halinde ateş ve dumandan şehrin etrafına taştı. Yunan askerleri kâh atın üstünde, kâh yaya, bu kitlelerin üzerine saldırıyor, kadın demiyor, ihtiyar demiyor, çocuk demiyor, tüfek dipçikleriyle dövüyor, süngülerini saplıyor, boğuyor, öldürüyordu. (Halide Edip Adıvar, İzmir’den Bursa’ya, sf. 37-38)” Yalnızca evleri yakmıyor Yunan işgalcileri, insanları da yakıyor. Yanmayanlar ise süngü ve kurşunla can veriyor.

        “Panik içinde dağlara ve ovaya kaçan halkın bir kısmı Rum çeteleri tarafından öldürülmüştür. Yangın içinde kalarak hayatlarını kaybeden pek çok kimse olmuştur. Yangın sırasında ölenlerin sayısı tam olarak tespit edilememiştir. 2000’den fazla Türk’ün öldürülmüş olduğu tahmin edilmiştir.

        Yerli yabancı basın mensuplarının tahkikatına göre 3500 kişi ateşe atılmak suretiyle öldürülmüştür. 855 kişi kurşunlanarak öldürülmüş; 167 yaralı da tedavi altına alınmıştır.

        Manisa’yı yakan Yunan Tahrip Taburları, halkın önemli bir kısmının Manisa dağlarına sığındığını görünce iki taraftan bu dağları sarmağa çalışmışsa da Türk askerinin yetişmesi üzerine katliam planlarını tamamen tatbik etmeğe muvaffak olamadan kaçmağa mecbur olmuşlardır. (Aynı yapıt, sf. 191” 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz’u Mehmetçiğin hiç soluk almadan sürdürmesinin nedeni; Yunanlıların yapacağı kıyımları, yok edişleri, yangınları önlemek içindi.

        Kendisi de Manisalı olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, kentte yaşayan yirmi bin kişiden on beş bin kişinin sağ kaldığını söylemekte. Sağ kalanların da perişan bir durumda olduğuna tanıklık etmekte.

        “Yerli ve yabancı basın mensuplarından müteşekkil bir heyetin incelemeleri sonunda Manisa ile ilgili verdiği zayiat listesi şöyledir: 10.700 ev, 13 cami, 272 dükkân, 19 han, 3 fabrika, 5 çiftlik binası, 26 bağ evi, 1740 köy evi yakılmıştır. Asım Us, 17.000’den fazla Manisa’nın kıymetçe % 99’unu teşkil eden kısmının yakıldığını belirtmektedir.

        Halide Edip Adıvar başkanlığındaki Tahkik Heyeti’nin hükümete verdiği rapora göre: Manisa’da 16.000 ev yakılmış, 1100 ev kurtulmuştur. (Aynı yapıt, sf. 192)”

        Yukarıda anlatılanlar, yalnızca Manisa merkezi ve çevre köylerle ilgili. Farklı kaynaklar, değişik sayılar verse de üç aşağı beş yukarı aynı noktada birleşmekteler. Bundan da anlaşılıyor ki Manisa’da çok büyük bir insan kırımı yaşandı. Ayrıca yangınlarla kent, yaşanmaz duruma getirildi. Kent ekonomisi çökertildi. Halk evsizliğe, açlığa tutsak edildi.

        Atatürk Türkiye’sinin en büyük çalışması, işgalcilerin yıktığı kentleri, yeniden imar etmek oldu. Bu hem ekonomik hem de sanayi alanında gelişmemiz açısından büyük zorluklarla karşılaşmamıza neden oldu. Cumhuriyet, kısa sürede halkımızın yaralarını sardı. Ancak giden canlar, yerine gelmedi. Acılar, yüreğimizi yüz yılı aşkın bir süredir içten içe yakmakta.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       24 Haziran 2023