HERKESİN KARNESİ ÇOK İYİ

18 Ocak 2019 Cuma sabahı... Erkenden kalkıyoruz. Atacan, çok heyecanlı... Çünkü karne alacak. Anne, baba olarak biz de heyecanlıyız; ancak belli etmemeye çalışmaktayız. Çabucak kahvaltımızı yapıyoruz. Ben, duştayken eşimle Atacan çoktan hazırlanmışlar bile. Ben, onları bekletmemek için çabucak giyindim ve çıktım. Kapıyı kilitleyip onlara yetiştim. 
Arabamıza bindik. Eşim arabayı kullanmakta. Ben de Atacan'la arka koltuktayız. Söyleşimizin belli bir konusu yok! Dereden tepeden konuşmaktayız. Okula yaklaştıkça çocuğun heyecanı artmakta. Eşim, giderek sakinliğini koruyamıyor. O da heyecanlı... Ben, duygularımı belli etmemeye çalışıyorum. Ama nafile...
Okulun kapısına geldik. Aracımızdan indik. Saat, on buçuk... Karnesini alan çocuklar, velileriyle okulun bahçesinde, koridorlarda, sınıflarda, merdivenlerde, uygun buldukları her yerde fofoğraf çektirmekteler. Veliler, bir yandan da telefonla karşısındaki kişilere çocuğunun karnesi ile ilgili bilgi vermekteler. 
Atacan, ikinci sınıfta. Okulunu, arkadaşlarını, öğretmenlerini sevmekte. Okula gitmek, onun için büyük bir zevk. Bir tek şikayeti var okuldan: Dinlencelerin kısa, ders sürelerinin uzun olması. Bu konuyu, Milli Eğitim Bakanlığı'na kadar götürmek istemekte. Kendince çalışmalar yapmakta bu sorunla ilgili olarak...
Okulun merdivenlerini hızlıca çıkıyoruz. Sınıfta üç beş veli ve öğrenci... Sınıf öğretmeninin elinde karneler... O da öğrencileriyle fotoğraf çektirip kısa söyleşiler yapmakta. Herkes mutlu görünmekte. 
Fotoğraf çektirme faslı bitince Atacan'ın karne alma sırası geldi. O, heyecanla öğretmeninin yanına gitti. Karneyi aldı. baştan aşağı bir göz attı karnesine. Tüm dersler, çok iyi... Eşim, fotoğraf için vaziyet aldığı bir sırada Atacan öğretmeninin yanından uzaklaşıp arkadaşlarının karnelerine baktı sırayla. Daha sonra yanımıza geldi. Asık bir yüz; öfkeli, üzgün bir sesle: "Ben niye bu kadar çok çalıştım ki?" diye sordu. 
Ben: "Neden?" dedim.
O: "Herkesin karnesi aynı..." diyerek yanıtladı beni. 
Öğrenciler, sınıflarındaki arkadaşlarının derslere ilgisini, çalışmalarını görürler. Arkadaşlarının derslerdeki düzeylerini üç aşağı beş yukarı bilirler. 
Atacan, ders çalışmayan ve çok yaramaz olan arkadaşlarını bildiği için onlarla aynı notları almasına şaşırmış durumda. Sesindeki öfke ve üzüntü bunun bir belirtisi. Bu nedenle de bu durumu sorgulamakta. 
Birkaç fotoğraf çektirdikten sonra Atacan'ın okulundan çıkıp hemen yakındaki eşimin okuluna gittik. Biz Atacan'la birazcık söyleştik kafasını kurcalayan konuyla ilgili. Herkesin karnesinin "çok iyi" olmasını ufacık çocuğa kabul ettirmek çok zor. Zaten ben de dil dökmelerime karşın onu ikna edemedim. 
Son yıllarda ortaokul ve liselerde okumakta olan öğrencilerin büyük bir çoğunluğu "Takdirname" almakta. Geride kalanlar ise "Teşekkür Belgesi" ile onurlandırılmaktalar. "Takdir ve teşekkür" almayan öğrenci yok gibi. Zaten ilkokullarda not verme kalkmış durumda. Herkesin karnesi çok iyi... Çalışkanla tembeli ayırt eden bir sistem türlü nedenlerle ortadan kaldırılmış durumda.
Eğitimde ölçme-değerlendirme önemsizleşince birçok okulda karne törenleri yapılmamakta. Topluca karne alma heyecanı ne yazık ki yaşanmamakta. Günün değişik saatlerinde öğrenciler gelip karnelerini almakta. Oysa eğitimin bir ilkesi, kuralı olmalı. Bu ilke ve kurallar öğrencilere benimsetilmeli.
Neredeyse eğitim kademelerinin tümünde sağlıklı bir ölçme-değerlendirme sistemi yok! Amaç, okullarımızı ve öğrencilerimizi çok başarılı göstermek. Bu nedenle emek, değersizleşmekte. Çalışanı, emek harcayanı, bileni ödüllendirme ortadan kalkmış durumda. Kısacası adalet zedelenmiş, hem de kökten... Oysa adalet duygusu, küçük yaşlarda benimsetilmeli insanlara... Adaletin olmadığı yerde demokrasi de kalkınma da olmuyor. Sağlıklı bir toplumsal paylaşımın, hakça bir düzenin oluşması için en gerekli şey, adalet...
Atacan'ın bir türlü anlayamadığı, neredeyse sürekli sorduğu ve bizim de anlatamadığımız sorun birçok öğrencinin kafasını kemiren bir kurt. Bu kurdu beyinlere sokan da niteliksiz bir eğitimi öğrencilere dayatan devlet yöneticileri. 
Her şeyi, iyi göstererek sorunlar ortadan kalkmaz. Bu yolla sorunlar, çığ gibi büyür. Yöneticilerin görevi sorunları çözerek ortadan kaldırmaktır, yoksa sorunlar çoğaltıp kökleştirmek değil.

Adil Hacıömeroğlu
19 Ocak 2019