İDEOLOJİK SAPLANTILI DIŞ POLİTİKA (Seçim Değerlendirmesi-4)


AKP, iktidara geldiğinde “komşularla sıfır sorun” parolasıyla dış politikayı oluşturmaya başladı. BOP eşbaşkanı olduğunu söyleyen zamanın başbakanı Erdoğan ile ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la gizli anlaşmalar imzalayan Abdullah Gül, AKP’nin dış politika vitrininde önemli iki kişiydi. Daha sonra emperyalizmin Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmenin adı olan “Stratejik Derinlik”çi Davutoğlu damga vurdu Türk dış siyasetine. Bu dönemde Türkiye’nin çıkarları söz konusu edilmezken ABD çıkarları için çaba harcamak asıl amaçtı. 
Peki, AKP’li siyasetçileri ABD politikalarının tutsağı yapan neydi? Başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinin tümünde İslamcı siyaset yapan grupların asıl düşmanları hep kendi ulus devletleri oldu. Halklarının asıl düşmanı olan emperyalizme değil, kendi ulus devletlerine düşmanlığı esas aldılar. Bu politikalar da İngilizler tarafından oluşturuldu. İngilizlerin desteğiyle kurulan Müslüman Kardeşler Örgütü, İslamcı siyasetin Ortadoğu’da buluştuğu yer oldu.
İngilizler, Atatürk’e düşman mı? Müslüman Kardeşler Örgütü düşüncesiyle zehirlenen İslamcılar da Atatürk’e düşman...
İsrail, Nasır ve Esat’a karşı mı? Müslüman Kardeşler sevdasıyla düş görenler de Nasır ve Esat’a karşı…
ABD, Kaddafi ve Saddam’ı yok etmek mi istiyor? Müslüman Kardeşler’in süslümanları da bu yok edişe elbirliğiyle katılırlar.
ABD, İslam dünyasındaki herhangi bir devlet yöneticisini günah keçisi ilan ettiğinde Müslüman Kardeşler’in dergâhlarında İngiliz zehri içmiş İslamcı, masumiyet ve mağduriyet menkıbeleriyle gözyaşlarını akıta akıta en önde koşar.
AKP iktidarı döneminde birçok İslam ülkesi, ABD ve onun beslediği ajanlarla kundaklandı. Milyonlarca Müslüman’ın kanıyla Arap çölleri sulandı. Bu vahşette AKP yönetimi ABD’nin sadık bağlaşığıydı. Bu nedenle Arap ülkelerinde ilişkimiz olan ülke neredeyse kalmadı. Bu durum, ülkemizin yaşamsal çıkarlarına zarar vermekte. Üstüne üstlük ülkemizde dört milyona yakın Suriyeli yaşamakta. Bu büyük kitleye bakmak zorunda kalmak ekonomisi zor durumda olan ülkemize ağır yükler getirmekte. Bu işin sosyal olumsuzlukları ayrı bir konu.
Zaman içinde görüldü ki BOP, Ortadoğu’da amaca ulaşamayacak. Ezilen Ortadoğu halklarının direnişi, ABD-İsrail saldırganlığını püskürttü. Dünya güç merkezinin Atlantik’ten Avrasya’ya kaymasıyla ezilen ulusların elini güçlendirdi. Avrasya güçlerinin desteğindeki ülkeler, emperyalizmi geriletti. Dünya güç merkezinin Avrasya’ya kaydığını gören AKP yöneticileri ne yazık ki komşularıyla ilişkileri normalleştirmede gereken adımları atmamakta. Üstelik Erdoğan, neredeyse her gün Esat ve Sisi düşmanlığını dile getirmekte. Bu düşmanlık dile getirilirken de emperyalizmin yıllardır savunduğu yanların dili kullanılmakta. Müslüman Kardeşler Örgütünün önemli liderlerinden olan Mursi göklere çıkarılmakta. ABD yurttaşı olan Mursi’den kahraman olmayacağını bir türlü anlayamıyorlar.
Türkiye; güneyden ve batıdan ABD, İsrail, GKRY, Yunanistan tarafından kuşatılmakta. Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımız, bu devletlerce adeta gasp edilmekte. Bu durum karşısında Türkiye’nin bölgede ivedi olarak ittifaklar kurması. Kimlerle mi? Suriye, Lübnan, Mısır, KKTC ve Libya ile… Bu gerçeği halkımızın neredeyse tümü bilmekte. Ancak RTE ve AKP yöneticileri bunu bir türlü anlamamaktalar. RTE’nin Esat ve Sisi düşmanlığı halkımızca kabul görmemekte.
Türkiye, Suriye ile barışıp işbirliği yaptığında güney komşumuzun topraklarından kaynaklı terör bitecek. Artık Türkiye’nin ekonomik ve sosyal kamburu olan Suriyeli göçmenler ülkelerine dönünce toplumsal yaşamımızda normalleşme olacak. Türkiye’nin her köşesine dağılmış Suriyelilerden şikâyetçi olmayan yurttaşımız neredeyse yok! Yerel seçimlerde Suriyelilerin yoğun olarak yaşadıkları İstanbul’da Fatih, Küçükçekmece ve Esenyurt, Antalya, Mersin, Adana’da cumhur ittifakının seçimleri yitirdikleri göz önüne alınmalıdır Bundan da anlaşılıyor ki AKP dış politikası, yerel seçimlerde halkımızdan onay almamıştır.
AKP özelikle de RTE, dış politikada Müslüman Kardeşler (İngilizlerce oluşturulan ulus devlet karşıtı ve laiklik düşmanı örgüt) saplantısından kurtularak Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarını ön plana alan adımlar atmalıdır. Yoksa muhafazakâr-milliyetçi tabanının önemli bir bölümünü yitirir. AKP’nin yerel seçim sonuçlarından ders alması hem Türkiye’nin hem de kendilerinin çıkarınadır. Tersi bir durum, AKP’yi siyaset sahnesinden sileceği gibi Türkiye’ye de önemli zararlar verecektir.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       28 Haziran 2019

BAŞKANLIK TUZAĞINDA ÇIRPINAN AKP (Seçim Değerlendirmesi-3)


                        
16 Nisan 2017’de yapılan halk oylaması öncesi “Evet mi, Hayır mı?” başlıklı bir dizi yazı yayımlamıştım. Ayrıca başka başlıklarla da çokça yazılar yazıp kamuoyunu, başkanlık sistemiyle gelecek tehlikeler karşısında uyarmıştım.
RTE ve AKP, Bahçeli’nin çağrısıyla başkanlık sistemini gündeme taşıdı. Uzun tartışmalar sonunda 16 Nisan 2017 günü başkanlık sistemiyle ilgili halkoylaması yapma kararı alındı. Başkanlık sistemiyle Erdoğan’a tuzak kurulduğunu birçok yazımızda yazıp söyledik. (Bkz. EVET Mİ, HAYIR MI 11? https://adiladalet.blogspot.com/2017/03/evet-mi-hayir-mi-11.html?spref=tw ), (Bkz. EVET Mİ, HAYIR MI 9? https://adiladalet.blogspot.com/2017/03/evet-mi-hayir-mi-9.html?spref=tw ). Bu konuda, uyarılar yaptık. Başkanlık sistemiyle TBMM’nin yetkileri azalacak, hem RTE hem de atanmış bakanlar kurulunun çok zayıflayacağını anlattık. Ama ne yazık ki halkoylamasında başkanlık sistemi kabul edildi. Dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir ucube sistemle Türkiye’ye yönetilmeye başlandı. TBMM’nin devre dışı kalmasıyla eleştiri, denetleme ve uyarının olmadığı acayip demokrasi(!) işleme(me)ye başladı.
Başkanlık sistemiyle kurulan bakanlar kurulunda bakan sayısı düştü. Koltuklara oturan bakanların çoğu, alanında yetkin değil. Bir şey yapmak isteyen birkaç bakanın arkasında Meclis olmadığından kendilerini güçsüz gördüler ve bir şey yapıyor gibi görünmekteler. Bu arada Meclis’in “millet”
+ demek olduğunu da belirtelim. Anlaşılacağı üzere milletsiz bir hükümet işbaşına geldi. Şöyle bakan koltuğuna oturanlara bakınca bazı bakanların bakancılık oynadıkları herkesçe anlaşılır.
Başkanlık sistemiyle AKP’de var olan “kibir” üst düzeye çıktı. Başta Erdoğan olmak üzere, bakanlar, parti yöneticileri aşırı bir kibrin tutsağı oldular. Kibir, onları halktan kopardı, yanlışlarını çoğalttı.
Hızla varsıllaşan AKP’li işadamları, yoksul halkın gözünden kaçmadı. Çünkü bu sonradan görme varsıllık, aşırı bir görgüsüzlükle birleşince yoksul halkın bu kesime nefreti arttı. Yeni varsıl görgüsüzlerin zevksizlikleri her alanda kendini gösterdi. Aşırı lüks yaşama ve savurganlık, öyle bir boyuttaki insanların bu kesimi fark etmemesi olanaksız. Kendi yoksullukları, dinsel duyguları sömürülerek iktidar olanlar; kendilerini daha da yoksullaştırdıklarını fark etti. Böylece öfke büyüdü. Başta RTE olmak üzere birçok AKP’li yöneticiye güven kalmadı. Özellikle din konusunda AKP’lilerle halkın anlayışları farklılaştı. AKP, dini yalnızca kullandı. Oysa halk, din kurallarını gerçek yaşamda uygulamaktaydı. Bu durum, çok belirginleşince halkın din bezirgânlarına güveni sarsıldı. Kısacası takke düştü, kel göründü.
AKP’nin yıllardır halkı aldatmak için kullandığı yöntemler herkesçe anlaşıldı. Halk dostu görünerek halkı yoksullaştırıp yandaşı varsıllaştıran düşünceleri açıkça görülmekte. Bu nedenle AKP’nin büyük çöküşü başlamıştır. Artık AKP, ülkemizi tek başına yönetememektedir. Olağanüstü koşullar, durumlar, olanaklar ortaya çıkmadıktan sonra bu durum değişmez.
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           27 Haziran 2019

AKP, NEDEN KAYBETTİ? (Seçim Değerlendirmesi-2)


                                               
31 Mart yerel seçimleri, İstanbul’daki seçimin sonuçlanmasıyla bitti. AKP’nin belirgin bir gerileme içinde olduğu çok açık. Özellikle AKP yöneticilerinin önemli bir bölümü, bu gerilemenin nedenini bir türlü anlamamakta.
Muhalefet partilerinin birçoğu, medyanın önemli bir kesimi, birçok sendika, meslek odası ve demokratik kitle örgütü 2002’de başlayan AKP iktidarının başarılarından söz ettiler uzun süre. Başarısızlığı ise neredeyse son üç beş aya sığdırmaktalar. Oysa AKP iktidarları hep başarısızdı. Göz boyayıcı ekonomik sistem, hem halkı hem muhalefetin önemli bir bölümünü hem de AKP yöneticilerini aldattı. On yedi yıla varan iktidar döneminde üretime değer hiçbir şey yok! Sanayi, tarım, hayvancılıkta üretim dibe vurmuş; çağın gereği olan bilişim, elektronik, genetik… alanlarında ise hiçbir önemli gelişme olmadı. Üretimin dinamosu sayılan üniversiteler, dünyanın gelişmiş ülkeleriyle yarışmayı bir yana bıraktı, mevcut yapılarını bile koruyamadı. AKP iktidarı, anaokulundan üniversiteye kadar tüm eğitim kademelerini silindir gibi ezip geçti. Eğitim ve öğretim, Ortaçağ düzeyine getirildi. İnşaat yapmakla ülkeyi kalkındıracağını sanan sığ zihniyet, nerdeyse ülkede tüten fabrika bacası bırakmadı. Tarıma dayalı sanayinin özelleştirme adı altında yok edilmesi, uçsuz bucaksız topraklarımızı çoraklaştırdı. Çiftçi tarlasını ekemez, bahçesindeki ürünü toplayamaz duruma geldi.
AKP’nin iktidarının bugüne dek sürmesinin nedeni, halkın RTE ve arkadaşlarının politikalarını beğendiklerinden değil; muhalefet partilerinin olağanüstü beceriksizlikleriydi. Muhalefet açısından durum değişti mi? Hayır… Değişen şey, AKP masallarının inandırıcılığının kalmamasıdır. Muhalefet partileri, seçim sürecinde AKP’nin ekonomik siyasetine karşı herhangi bir seçenek öne süremediler. Üretim ekonomisini ve buna dayalı olarak devletçilik ve halkçılığı savunmadılar. Çünkü iktidarın da muhalefetin de ekonomide kılavuzu Kemal Derviş’tir.
AKP’nin uyguladığı sıcak para ekonomisi duvara dayanıp iflas etti. Bu, halka yoksulluk ve işsizlik olarak yansımakta. Yoksulluk içine düşen geniş kitleler, neredeyse açlık sınırına dayanmış bir yaşam düzeyine gerileyince iktidarın masallarından uyanma başladı. Böylece iktidar partisinin oy deposu sayılan geniş kitleler, yaşamlarının gerçeğinden hareketle oylarının rengini değiştirdiler. İstanbul’da, İmamoğlu’na verilen oylar AKP’ye daha çok da RTE’ye tepki oylarıdır.
Seçim sürecinde AKP yöneticileri inanılmaz yanlışlar yaptılar. Özellikle 23 Haziran öncesi yanlışlar saç baş yoldurdu. Türk Ulusunun ne kadar değeri varsa hepsi hoyratça, sorumsuzca kullanıldı. İmamoğlu özelinde Karadenizlilere yapılan “Pontus” göndermeleri tam bir bölücülüktü. Yedi Düvel’in alayı toplansa böyle bir bölücülüğü yapamazdı. İşte, filmin koptuğu yer de burasıydı. İmamoğlu’nun “Pontus” bölücülüğünü oya dönüştürmek için yaptığı Doğu Karadeniz gezisi İstanbul seçiminin kilidini kırdı, fark yarattı. İstanbul seçimlerinde her dönem belirleyici olan Karadenizli seçmen kitlesi AKP’yi sandığa gömdü. İnsan düşünmeden edemiyor: “Bu Pontus göndermelerini yapan Sevr özlemcileri, FETÖ’nün AKP içindeki uzantıları olmasın!”
Cumhur İttifakı sözcülerinin söylemlerindeki tutarsızlıklar saymakla bitmez. Bu konuda bir köşe yazısı değil, ciltler dolusu kitaplar yazılır. Hele en son canlı cenaze olan Öcalan’dan yardım umulması siyasal sefaletin dip yapmış biçimiydi. Kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ın devletin televizyonuna çıkarılması “aymazlık, bilgisizlik, sorumsuzluk, tutarsızlık” sözcükleriyle açıklanamaz. RTE’nin Osman Öcalan’ın kırmızı bültenle arandığını bilmediğini söylemesi ise bilgisizliğinin, devlet sorumluluğun zerresinden bile nasibini almadığının dramatik bir görüntüsüdür. Ey Erdoğan, Osman Öcalan’ı bilip tanımıyorsan sen neyi bilirsin?
Binali Yıldırım’a gelince… Adaylığının açıklandığı ilk günden itibaren mutsuzdu. Bu adaylığı Reis’in buyruğuyla kerhen kabul ettiği görüntüsü vardı üstünde. Beden diline bakılınca çoktan seçimi yitirmiş birinin bıkkınlığı açıkça görülmekteydi. Adaylığı, gönülsüzdü… “Gönülsüz yenen aş, ya karın ağrıtır ya baş.” atasözünün anlamına uygun olarak AKP’nin hem karnı hem de başı ağrımıştır seçim sonunda. Bu ağrıların da dinmeyeceği görülmekte.
Halkı, yalnızca kandırılarak oyu alınan ve uyutulan bir kitle olarak görmenin bedelidir bu seçim yenilgisi. Sürekli din üzerinden kandırılan kitlelerin uyanışıdır yerel seçimlerde kaybeden AKP’nin dramı. Cumhuriyetle ve Türkiye’nin tarihsel, kültürel değerleriyle sürekli kavga eden bir zihniyetin millet kayasına çarpmasıdır AKP’nin yaşadığı gerçek.
Keşke yaşananlardan gerekli dersi alsa iktidar partisinin yöneticileri.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       26 Haziran 2019



İSTANBUL SEÇİMİNİN İPTALİ (Seçim Değerlendirmesi-1)

31 Mart seçimlerinde AKP, birçok büyükşehirde seçimi yitirdi. Seçim sonrasında en büyük tartışma ve AKP cephesinde şaşkınlık, İstanbul’daki seçim sonuçlarıyla oldu. 
İstanbul’un Türkiye’nin lokomotifi olduğunu bilen RTE ve arkadaşları önce suskunluğu yeğlediler. On yedi günlük seçim sonuçlarına kendi tabanlarını gazı almak için usulen itiraz ve düşük düzeyde tartışma döneminden sonra Erdoğan: “Dönem kızgın demiri soğutma, birlik ve beraberliğimizi yeniden perçinleme dönemi.” diyerek seçim sonuçlarını kabul ettiğini gösterdi. Erdoğan sözlerini: “Demokrasi şöleniyle havasıyla geçen seçim maratonunu tamamladık. Elbette birtakım tartışmalar, görüş farklılıkları olmuştur. Ama bu durum demokrasimizin bir kez daha başarıyla işlediği gerçeğinin teslimine engel değildir.” diye sürdürmekte konuşmasını. Bu sözlerden anlaşılacağı üzere RTE, seçimi bir “demokrasi şöleni” olarak görmekte. “Oyların çalındığı(!)” bir seçimin “demokrasi şöleni olması olanaklı mı?
“Kızgın demiri soğutma” sözüyle seçim tartışmalarının sona ermesini ve iktidar ve muhalefet partilerinin önlerine bakmaları gerektiğini belirtmekte RTE. Erdoğan’ın “kızgın demiri soğutma” isteğine karşın İstanbul’un getiriminden yararlanan AKP içindeki bazı çevreler, seçimin iptali için çalışmalar yaptılar gizli ve açık olarak.
Erdoğan: “Biz, her ne kadar hiçbir zaman seçim ekonomisine tevessül etmesek de seçimlerin ülke ekonomisinde ağır bir yük oluşturduğu vakadır. Seçim atmosferinde yükselen siyasi rekabet, toplumumuzun hem sosyolojisinde hem seçimlerin ülke ekonomisinde gerilimlere sebep olmaktadır. Hamdolsun milletimiz sandıkların kapanmasıyla beraber bu dönemi geride bırakmıştır.” diyerek seçim defterinin kapandığını açıkça söylemekte. Üstelik seçimlerin toplumun bölünmesine, ekonominin olumsuz etkilenmesine neden olduğunu da belirtmekte. Çökmekte olan bir ekonominin yeni bir seçimi kaldıramayacağı bu sözlerden anlaşılmakta.
“Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde siyasi görüş ayrılıklarımızı bir tarafa koyarak seksen iki milyon hep birlikte Türkiye ittifakı olarak hareket etmeliyiz. Gençlerimizin, memurlarımızın, çiftçi, sanayici, esnaflarımızın sorunlarını çözmek, ancak bu şekilde mümkün olacaktır.” sözleri, Erdoğan’ın ülkemizin ağır sorunlarının çözümü için muhalefete el uzatması olarak değerlendirildi. Bu çağrı, muhalefetten destek buldu. Başta Kılıçdaroğlu ve Perinçek olmak üzere demokratik kitle örgütleri, odalar, sendikalardan destek buldu Türkiye ittifakı çağrısı.
Muhalefet partilerinin “Türkiye ittifakına” olumlu yaklaşması karşısında Devlet Bahçeli: “Ülke bazlı bir siyasi ittifak olamaz. Bizim ittifakımız cumhurladır, bizim ittifakımız AKP’li kardeşlerimledir. Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye ittifakı ile neyi kastettiğini elbette bilemeyiz. Ama konunun zillet ittifakı tarafından istismar edildiğini görüyoruz. Bizim inandığımız cumhur ittifakıdır. Bizim amacımız milli bekayı sonuna kadar yaşatmaktır. Cumhur ittifakına yönelik sabotajlara fırsat vermemektir.” diyerek RTE’nin “Türkiye ittifakı” önerisine karşı çıktı. Üstelik böyle bir düşüncenin “cumhur ittifakına sabotaj olacağını” belirtti. Bu durumda sabotajı kim yapmış oluyor? “Türkiye ittifakını” ortaya atan Erdoğan. Şunu da ekleyelim ki İstanbul’da 31 Mart seçiminin sonucunu Bahçeli baştan beri hiç kabul etmedi. Büyükşehir belediyesi başkanlığı seçiminin yinelenmesi gerektiğini her fırsatta söyledi Devlet Bey. Bu açıklamadan sonra Erdoğan Türkiye ittifakı söyleminden vazgeçti, kısacası geri adım attı. 
İstanbul seçimine itirazlar sürerken sosyal medyada, seçimin iptalinin AKP’ye hezimet getireceğini sürekli söyledik, yazdık. Çünkü koşullar, AKP’nin aleyhindeydi. İstanbul gibi ekonomik koşulların ağırlaştığı, iflasların yaşandığı, işsizliğin çığ gibi büyüdüğü bir kentte iktidar partisinin seçim kazanması olanaksızdı. Bu konudaki sosyal medya paylaşımlarımıza bazı dostlarımızdan olağanüstü tepkiler geldi. Hatta bazıları, beni AKP koruyuculuğu ve savunuculuğuyla suçladı. 
Yıllar önce Erdoğan, şiir okudu diye hapsedildi. Bu uyduruk caza ile masumiyet ve mağduriyet zırhına bürünen RTE’nin yıldızı hızla parladı ve böylece iktidara ulaştı Tayyip Bey. Şimdi aynı durum, İmamoğlu için sahneye kondu. Asılsız gerekçelerle İstanbul seçimi iptal edildi. Yıllar önce Erdoğan’ı iktidara taşıyan masumiyet ve mağduriyet zırhı, İmamoğlu’na giydirildi ve önü açıldı.
İstanbul seçimlerinin iptalinde başı çeken Bahçeli ve inandırıcı olmayan bir karara imza atan YSK üyeleri, seçimin iptaliyle oluşan bunalımdan, ülkemize fazladan binen ekonomik yükten sorumludurlar. Ayrıca siyasal olarak erimeye başlayan HDP/PKK’nın yeniden gündeme oturmasına neden oldukları için de büyük bir vebal altındadırlar. HDP sözcüleri, muzaffer Romalı generaller gibi her gün beyazcamda endam etmekteler. Bunun sorumluları kimlerdir acaba?
Türkiye, sorunlarını çözmek zorundadır. Ancak bu, benzer siyasetleri savunanlarla küresel merkezlerin övgüsüne mazhar olan politikacılarla olmaz. Çünkü yaşadığımız bütün sorunların nedeni, emperyalistler ve onların çözüm reçetelerini uygulayan siyasetçilerdedir. Sorunu yaratan anlayışla sorunlar çözülemez.
Adil Hacıömeroğlu
25 Haziran 2019