ÇOCUKLARIN HAYVAN SEVGİSİ


Eskiden hayvanların çoğu büyüklerce aşağılanırdı. Bu davranış çocuklara da geçerdi. İnsanlar, sevmedikleri kişilere “hayvan, köpek, it, eşek, katır, inek, sığır, öküz, çakal, domuz…” diye adlar vererek hakaret ederlerdi. Bu hakaretlerin daha çok insanlara hizmet eden evcil hayvanlara olması dikkat çekicidir. Bütün yaşamı insanlara hizmet için geçmiş hayvanların bu denli aşağılanması çok ilginç.

İnsanlar, kendilerine hizmet etsinler diye besledikleri hayvanların evlerinin içine girmesine çok fazla anlayış göstermezlerdi. Her hayvan kendilerine ayrılan yerlerde yaşamalıydı. Neredeyse her şeyinden yararlandıkları hayvanların adlarını, karşısındakileri aşağılamak için kullanılması biraz da nankörlük değil mi?

Köy, kasaba ve kentlerde karşısındakine “hayvan, it, köpek, eşek, öküz…” dediği için büyük kavgalara neden olmuş kişiler gördük. Bu hayvan adlarının kızgınlıkla söylendiğinde kan döküldüğüne tanıklık ettik. Bu hayvan adlarının aile içinde kullanılması nedeniyle sona ermez küslüklerin olduğunu işittik.

Hayvan adlarının birine söylenmesinin küfürle eşdeğer tutulması toplumsal bir yanılgı ve yabancılaşmadır aslında. Doğada yan yana ve işbirliği içinde bulunmak zorunda olduğumuz hayvanların adlarını ve onların davranışlarını bu denli aşağılamanın nedeni ne?

İnsanoğlunun toprağa yerleşip tarımla geçinmeye başlayınca hayvanlarla olan dostluğu da bozuldu. Onların bahçe ve tarlalarına zarar vermelerini istemedi. Tarladaki ürününü, doğadaki hayvanla paylaşmak istemedi. Çünkü o ürünü ambarında biriktirmek zorunda duyumsadı kendini. Gereksiniminden fazlasını da satıp varsıllaşma tutkusuyla dostlarına yabancılaştı. Oysa o tarlalar, hayvanların da haklarının olduğu yerler. Bir zamanlar tüm canlılar, insanların bölüp paylaştıkları toprak üzerinde yaşamlarını sürdürmekteydi.

İnsan, bahçe ve tarlasını korumak ve kendi kişisel güvenliğini sağlamak için köpeği evcilleştirerek kapısına bağladı. Kayıtsız, koşulsuz kendisine bağlılık göstererek köpeği aşağıladı. Bağlılık, dostluk insanoğlunca aşağılanması gereken bir durum olarak görüldü. Kapısındaki köpeğe, sevmediği kişilerin adını verdi insan.

Zaman değişti. İletişim organlarının çoğalmasıyla çocuklar doğayı ve hayvanları daha iyi tanıdı izledikleri belgesellerden. Birçok aile, evlerinde başta kedi, köpek olmak üzere hayvanları beslediler. Onlarla evlerini, odalarını, yataklarını, koltuklarını, sofralarını, arabalarını paylaşmaktalar. Hayvanlar, evlerin bir bireyi gibi algılanmakta çocuklarca. Bu nedenle eskinin aşağılayıcı sözcükleri anlamlarını değiştirerek güzel anlamlar kazandı çocuk belleklerinde. Salgın nedeniyle uzaktan eğitim yapılmakta. Doğaldır ki bu dersler velilerce de dinlenmekte. Çünkü evlerin çoğu iki oda, bir sofa. Öğretmen birinci sınıflarda ders yapmakta.

Çocuk bu… Günlük yaşamındaki en küçük şey, onun için büyük bir olay… Çocukların çoğu, evlerinde hayvan beslemekteler. Kimi kuş, balık, kimi de kedi köpek… Bir kız öğrenci köpek aldıklarını muştuladı öğretmenine sevinçle. Öğretmeni de köpeğinin adını ne koyduklarını sordu. Öğrenci, sevgi ve mutlulukla öğretmenin adını söyledi. Öğretmeni biraz şaşkın “Neden?” diye sordu. Öğrenci: “Sizi çok seviyorum da ondan…” diye yanıtladı onu.

Birçok kez tanık oldum parklarda, çay bahçelerinde, yeiçlerde… Anne ve babasını “Köpeğim, kedim, kuşum…” diyerek seven çocuklara. Çünkü çocukların gözünde bu hayvanların adları kötü değil. Onlara göre bu hayvanlar onların arkadaşları, dostları. İnsan dostlarının adını neden başkalarını adlandırmak için kullanmasın?

Hayvanlarla dostluk içinde bir yaşam kurmak, bazı ekinsel bakışlarımız, sözcüklerin değişmece anlamlarını da değiştirmekte. Hayvan adlarına yeni anlamlar yüklemekte çocuklarımız.

                                                                       23 Şubat 2021

 

           

HDP KAPATILSIN, KÜRTLER ÖZGÜRLEŞSİN!


Uzun süredir HDP’nin kapatılması tartışılmakta kamuoyunda. PKK ile siyasal ilişkisi tartışma götürmeyecek bir durumda olan bu partinin siyasal yaşamımızda olması demokrasinin kamburudur. Ayrıca bölücü örgütün kanlı eylemlerinin birçoğu HDP tarafından türlü gerekçelerle savunularak kamuoyunda, bölücü eylemler konusunda olağanlık sağlanmakta. Bu olağanlık zamanla başka siyasal parti yönetici ve yandaşlarınca bir desteğe dönüşmekte.

HDP örgütleri, bir yandan PKK propagandası yaparken diğer yandan da bölücü örgüte eleman ve lojistik destek sağlamakta. HDP’li birçok yönetici, dağdaki teröriste yaşam gereçleri götürürken yakalandı. Teröristlerin dağdaki mağaralarda yaşamak için gereksinme duydukları tüm araç ve gereçler, HDP örgütlerince sağlanmakta.

HDP örgütlerinin PKK’nın asker alma bürosu gibi çalıştıklarını neredeyse bilmeyen kalmadı. Birçok çocuk ve gencin parti lokallerinde kandırılarak bölücü örgütün kamplarına götürüldüklerini bilmekteyiz. Bunu bilen aileler, evlatlarını dağdan indirerek geri almak için Diyarbakır’da HDP il binası önünde aylardır beklemekteler. Bu eylem, gittikçe başarılı olmakta ve bazı ailelerin çocukları PKK’nın elinden kurtulmaktalar.

PKK, yalnızca gençleri terör kamplarına götürmüyor. Bu kamplara götürdüğü kişilerin çoğu çocuk. Oysa dünyanın neredeyse her yerinde çocuklar korunur, çatışma alanlarından uzak tutulur. Bölücü örgütün çocukları kaçırıp silahlı eğitimden geçirerek savaştırması büyük bir insanlık suçudur. Bu insanlık suçunun işlenmesinde PKK’ya, yardım ederek çocukların kaçırılmasında aracılık eden HDP’dir. Yeri geldiğinde kadın ve çocuk haklarını savunma şampiyonu olan HDP’nin bu konuda hiç de duyarlı olmadığı çok açık. Kadın ve çocuk haklarını savunma nedeni, bu konuda işlediği ağır suçu bastırmak ve suçunu kamuoyundan saklamak içindir.

HDP, başta TBMM olmak üzere her türlü siyasal ortamda PKK’yı cansiperane savunmakta. Hatta TBMM koridorlarında PKK marşlarını söyleyecek kadar ileri gitmekte bu partinin vekilleri. Birçok kentimizde PKK’nın kanlı eylemlerde HDP yöneticilerinin kitlesel kışkırtmalarını açıkça gördük.

PKK, HDP aracılığıyla bazı muhalefet partileriyle üstü kapalı seçim işbirliğine girerek bu parti tabanlarında meşruluk kazanmakta. Çoğu kez bu muhalefet partilerinin yönetici ve yandaşları iktidar partisine karşı HDP’nin en olmadık düşünce ve eylemlerini savunmaktalar. Böylece PKK, bu siyasal kutuplaşma içinde kendisine propaganda ve düşüncelerini benimsetme alanı bulmakta. Millet İttifakı içindeki muhalefet partileri, siyasal açıdan HDP’yi etkileyemiyorlar. Onları terör örgütü ile bağlarını gevşetecek bir konumda değiller. Ancak HDP, Millet İttifakında yer alan partileri zaman içerisinde değiştirerek onlara kendi politikalarını benimsetmekteler. Bu da PKK/HDP’ye siyasal destek ve politikalarını anlatacak geniş alanlar yaratmakta. PKK’nın en kanlı eylemlerinde bile Millet İttifakı partilerinden usulen bir kınama dışında, teröre karşı güçlü bir ses işitilmemekte. Bunun en canlı örneği, Gara’da elinde silah olmayan on üç yurttaşımızın kıyımında gördük. Bundan da anlaşılıyor ki HDP, siyasal yaşamımızı olağanüstü kirletmekte. Bu kirlilik, demokrasimizi de ulusal bütünlüğümüzü de güvenliğimiz de tehlikeye düşürmekte.

PKK/HDP, Cumhuriyet’imizin kuruluş ilkelerine ve Kurtuluş Savaşı’mızın yapılma nedenlerine kaşı savaşım vermekte. HDP; Kurtuluş Savaşı’mızın lideri, ulusumuzun kurtarıcısı, Cumhuriyet’imizin kurucusu, devrimlerimizin öncüsü Atatürk’e derin bir düşmanlık duymakta. Çünkü Atatürk, yaptığı her şeyi emperyalizme karşı savaşarak gerçekleştirdi. Bu nedenle emperyalizmin düşmanıdır. Böyle olunca da emperyalistler de Atatürk’e düşmandır. HDP de efendilerinin yolundan giderek Atatürk düşmanıdır. Burada siyasal kutuplaşma yüzünden gerginleşen politik ortamda Atatürk’e karşı sevgisi, saygısı tartışılmayacak CHP ve İP tabanları, HDP’nin bu Atatürk düşmanlığını görmezden gelmekteler. Bu da devletimizin kurucu değerlerinin aşınıp unutulmasına neden olmakta.

HDP, özellikle Güneydoğu illerimizde PKK’nın tehdit ve yıldırmalarıyla yüksek düzeyde oy almakta. Bu tehdit ve yıldırmaları Güneydoğu’nun dışında kalan bazı illerimizde de görmekteyiz. Kürt kökenli yurttaşlarımız, kendi evlatlarını kaçırıp öldüren, kalkınmalarını engelleyen, güvenliklerini tehlikeye düşüren bir siyasal partiye canlarını kurtarmak için oy vermekteler. Burada HDP’nin mahalle baskısının da oy vermede etkili olduğunu belirtmeli.

HDP kapatıldığında PKK’nın asker alma şubeleri ortadan kalkacak. Bölücü örgüt militanlarına, yaşam gereçleri sağlayan örgüt yok olacak. Böylece PKK’nın dağlarda kalması olağanüstü bir biçimde zorlaşacak. Bu da ülkemizde yurttaşlarımızın kanının dökülmesini önleyecek.

HDP’nin yokluğunda Kürt kökenli yurttaşlarımızın özgürleşeceği kesin. Özgür iradeleriyle sandığa gidecek yurttaşın oyu değerli olacak. Özgür iradeli yurttaşın yeğlediği siyasal partiler, daha sorumlu davranacaklar. Böylece ülkemiz, ulusal birliğini sağladığı gibi demokrasisini de rayına oturtacaktır.

HDP’nin kapatılması yalnızca Kürt kökenli yurttaşlarımızı özgürleştirmeyecek, Millet İttifakı’nın seçmenlerini de özgürleştirecek. Özellikle CHP ve İP tabanları parmaklarıyla oy hesabı yaparak değil, parti programlarını tartışarak siyaset yapacaklar. Bu da Cumhuriyet değerlerimizin sağlamlaşmasına ortam hazırlayacak.

HDP’nin bir daha açılmamak üzere kapatılması hem Kürtleri özgürleştirecek hem ulusal bütünlüğümüzü güçlendirecek hem de Cumhuriyet’imizin sağlam temellerini ortaya çıkaracak. Ayrıca Kemalist Devrimin tamamlanma sürecini hızlandıracak.

Dünyanın hiçbir ülkesinde o devleti yıkacak bir düşüncenin örgütlenerek siyaset yapmasına izin verilmez. O zaman ne duruyoruz? O halde Cumhuriyet yargısı hemen harekete geçmeli, gereğini yapmalı.

                                               20 Şubat 20121

 

 

 

HAŞHAŞLI ÇÖREK VE BÜKME


İsabey, dolayısıyla Çal yöresinin en önemli damak tatlarından biri haşhaşlı çörektir.

Haşhaşlı çörek, mayalı hamurdan yapılır. İnsanın laboratuvarlarda yozlaştırmadığı buğday unudur temel maddesi. Doğa ananın insanlara sunduğu en büyük nimetlerden olan buğday, su değirmenlerinde öğütülüp un yapılır.

Ekmek gününde, önceden mayalanan hamurdan yufkadan kalın, bazlamadan çok daha ince yassı ekmekler yapılır. Bunlar kızgın sac üzerinde pişirilir. Önceden taşla iyice ezilip bir sahan içinde pekmezle karıştırılan haşhaş, pişmiş sıcak ekmeğe sürülür. Ekmek dürüm biçimine getirilir.

Haşhaşlı dürülmüş ekmekler, sırayla önce çocuklara verilir. Haşhaş ve pekmezle lezzetlenen sıcacık ekmek, lezzetin doruğudur.

Haşhaşlı ekmek, aslında küçük bir toydur.

Ekmeğin buğdayı, alınteriyle tarlalardan gelir. Haşhaş bin bir emek ve güçlükle tarlada yetiştirilir. Pekmez de Çal’ın lezzeti tescillenmiş üzümlerinden yapılır. Anlaşılacağı üzere her şey bağın, bahçenin, tarlanın, emeğin ürünüdür.

Aynı hamurdan bükme yapılır. Bükme hamuru, yarım ay biçimine getirilir. Hamurun üstüne genellikle kavurma, seyrek de olsa varsa pişmiş kuşbaşı et konur. Etin yanı sıra mevsimine uygun olarak soğan, kabak, domates, biber ve türlü yeşil sebzeler konur.

Varsıl bir görünüme kavuşan bükmeler çifter çifter kızgın sacda pişirilir. Dumanı üstünde tüten bükmelerin kokusu her yanı kaplar. Önce yemek için ivedilik gösteren çocuklara verilir bükmeler, adına uygun olarak ikiye bükülerek. Lezzeti de adı güzel… Adı Türkçe… İçine konan her şey Anadolu’nun bin bir bereketli toprağından soframıza gelmekte.

Günümüzde güya çağdaşlaşma adına terk etmekteyiz doğa ananın bize verdiklerini. Buğdayın ve diğer ürünlerinin gelenekleriyle oynanıyor. Onların doğası, tadı değiştiriliyor. Adı yabancı olunca ilgi gösteriliyor bilinçsizce. Bükme, çörek dendiğinde burun kıvıranlar var. Hem anadilimiz Türkçeden hem de analarımızın el emeğiyle üretilen tamamen doğal yiyeceklerden uzaklaşmaktayız aymazlıkla.

Haşhaşlı çörekleri, bükmeleri çocuklara uzatırken gözleri ışıl ışıl parlayan, dudaklarında gülücük eksik olmayan kadınlar hep gözlerimin önünde. Çörek ve bükmeleri yedikten sonra bakışları ve dilleriyle teşekkürün binlercesini yapan güngörmüş aile büyüklerinin gururlu duruşlarını unutmak olanaklı mı? 

İtalya’dan gelen pizzanın anasıdır bükme.

Ayaküstü hazır yiyeceğin piridir bükme ve türlü türlü çöreklerimiz.

Toprağına, ekinine, insanına, ülkesine, kendine yabancılaşmanın doruğundayız. Neredeyse her alanda bir yabancı hayranlığı var sorgulayıp düşünmeden.

Bir gün haşhaşlı çörek ve bükme yeme düşümü hep canlı tutmaktayım tıpkı çocukluk günlerimdeki gibi. Neden olmasın?

                                                                                   14 Şubat 2021

 

YUFKA EKMEĞİ


Çocukluğumda dinlediğim ve unutmadığım bir fıkrayla başlayayım yazıma. Bu fıkrayı, dedem anlatmıştı bir aile sofrasında.

İsmet Paşa Lozan’da, yedi düvelle barış görüşmelerinde zorlu tartışmaların içindedir. Türkiye’ye karşı birleşmiş dünyanın egemenleri, Kurtuluş Savaşı’nın sonunda aldıkları yenilgiyi bir türlü içlerine sindirememekteler. İki de bir ülkemizin geri kalmışlığından, yoksulluğundan, bilimsel ve teknolojik alanlarda buluşlar yapamadığından söz etmekteler. Bu durumun ülkemizin tam bağımsızlığının önünde engel oluşturduğunu bu yolla vurgulamaktalar. Son yıllarda yaptıkları buluşları ballandıra ballandıra, gururla anlatmaktalar. Barış kurulunda bulunan Türk üyeler, kızgınlıkla karışık bir moral bozukluğu içindelermiş. Ancak Türk kurulunun başında Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın olduğunu herkes unutmuş. İsmet Paşa bu, düşmana karşı amansız bir savaşın muzaffer komutanı. Kalır mı sözün altında?

İsmet Paşa, Türkiye’yi küçümseyerek böbürlenmekte olan emperyalist temsilcilere dönerek: “Biz, her lokmada bir kaşık değiştiren bir ülkeyiz.” der. Yedi düvelin temsilcileri bu söze şaşırır. “Nasıl olur?” derler kendi kendilerine. “Her lokmada bir kaşık değiştirilir mi? Böyle bir duruma hangi fabrika kaşık üretmeye yetişebilir?” diye şaşkınlıkla söylenirler. İsmet Paşa, şaşkınlıklarını gidermek için bir tabak yemekle bir yufka ekmeği getirilmesini ister. Zaten yufka ekmeği önceden getirilmiştir ülkemizden. Önündeki yufkadan bir parça koparır. Özenle sunum yapar onu. Sunumu tabağa daldırıp içini yemekle doldurup ağzına atar. İvedilik göstermeden keyifle tabağındaki yemeği böylece bitirir. Türk’ün bu pratik, yaratıcı çözümü karşısında emperyalizmin şımarık temsilcileri şaşırıp susarlar.

Dedemin yukarıdaki fıkrayı anlatmasına ben neden olmuştum. Doğup büyüdüğüm yer, Trabzon-Of’tu. Yufka ekmeği yenmezdi. Yufkadan yalnızca baklava, börek yapılırdı. Yemeklerde daha çok tahta kaşık kullanılırdı. Metal kaşıklar yeni yeni sofralarımızda yerini almaktaydı. Bu nedenle sunum yapmayı beceremiyordum. Yapmaya çalıştıkça da yemek dökülüyordu dayanaksız sunumumdan. Yer sofrasına bağdaş kurup oturmayı da önceleri yadırgamıştım. Çünkü Of’ta rahle üzerine konmuş sininin çevresine iskemlelerde otururduk. Genellikle yaz dinlencelerinde gittiğimiz Çal-İsabey’de, yani ana memleketimde yer sofrasına bağdaş kurup oturmayı da sunum yapmayı da öğrendim. Dedem, sabırla bana sunum yapmayı öğretiyordu dizinin dibine oturtarak. İşte, tam da bu sunum eğitimi sırasında anlatmıştı bu fıkrayı. 

İnsanların beslenme biçimleri, bu alanda oluşturdukları gelenekler yaşadıkları yerin özelliklerine göre biçimlenir. Yufka ekmeği dayanıklılığı, tüketim kolaylığı, çok amaçlı kullanımı nedeniyle göçebe ekininin bir parçasıdır. Ülkemizin önemli bir kesiminde yufka ekmeği yenir bu nedenle.

Önceleri hormon, GDO nedir bilinmezdi. Tüm yiyecekler doğal ortamda olması gerektiği biçimde üretilirdi. Bu nedenle eskiden insanın yozlaştıramadığı buğdaydan yapılan ekmekler çabuk küflenmezdi. Ayrıca bu ekmekler, ekmek kokardı. Lezzetine doyum olmazdı.

Yufka ekmeği, mayasız hamurdan yapılır. Ekmek pişirileceği gün, ailenin tüm bireyleri işin bir ucundan tutardı. Ekmek gününde, komşular arasında imece yapmak gelenektir.

Öncelikle belirteyim ki yufka ekmeği, tam buğdaydan yapılır. Bundan da anlaşılacağı üzere yufka ekmeğinin yapımının hiçbir aşamasında sanayinin eli değmez. Doğanın verdiği, doğanın yöntemince pişirilerek ekmek yapılır.

Ekmek yapılan yer özel bir yerdir. Genellikle evin dışında ocak kurulur. Saçayağının (yoksa taşların) üzerine sac konur. Sacın altında od yanmaktadır. Hamur, evin deneyimli bir kadının elleriyle yoğrulur. Hamur yoğrulduktan sonra bir ekmeğin olacağı büyüklükte kesilme işlemi başlar. Hamuru bölen, yufkayı açan, pişiren, pişen yufkaları yerleştiren farklı kişilerdir. Pişirme işi, en zorudur. Hele yaz günlerinde… Bir yandan mevsim sıcaklığı, diğer yandan da ocağın odu terden sırılsıklam eder pişiren kişiyi. Yerel giysiler içindeki kadınları düşününce bu işin zorluğu anlaşılır.

Ekmek günü, özellikle çocuklara ve ailenin tüm üyelerine, hatta komşulara dürüm yapmak gelenektir. Mevsimine uygun olarak dürümün içine yerli malı ne varsa konur. Dumanı üzerindeki dürümleri yiyenin tadı damağında kalır.

Yufka ekmeği bir günlük pişirilmez. On, on beş, hatta yaz mevsiminde bir aylık ekmek pişirilir. Bu ekmek küflenmez demiştik. Buğdayın doğal, hamurun mayasız oluşundadır sanırım bu durum. Doğaldır ki iklimin de buna etkisi vardır.

Yufka ekmekleri üst üste yığılır kocaman bir bezin üstüne. Soğuduktan sonra ekmekler, evin kiler olarak kullanılan odasına taşınır ve bezle örtülür. Yumuşacık yufkalar soğuyunca sertleşir. Yemek zamanı gelince yemekteki kişilerin sayısına göre üstten yeteri kadar yufka alınıp bir bezin içine konur. Hafifçe ıslatılıp beze sarılır. Kısa sürede sert yufkalar, yumuşar. Sofraya oturulunca yufkalar, becerikli ellerde sunuma dönüşür.      

Yazın çok yapılmasının nedeni, işin gücün çokluğundandır. Harman ve üzüm sergisi zamanı yufkalar bezlerle kundaklanarak tarlaya, bağa yolculanır. Yaylaya çıkanların azığıdır. Yolda, yolculukta çıkınların vazgeçilmezidir. Yenmesi kolaydır. İçine katıklar konup hemen dürüm yapılır. Ayaküstü yenmesi kolaydır. Bu nedenle günümüzde batı kökenli olan ayaküstü hazır yiyeceğin atasıdır desek abartmamış oluruz.

Son yıllarda Çal-İsabey’e gittiğimde gördüm ki yufka ekmeği yapan çok az kişi kaldı. Genellikle herkes, fırının somun ekmeğini yemekte. Tam buğdaydan yaptıkları yufka ekmeği tarih olmak üzere. Oysa tam buğdaydan yapılan ekmekler şu an dünyanın her yerinde en değerli ve sağlıklı. Atalarının ekmeğini terk ettikleri için sağlık sorunları da eksik olmuyor. Çocukluğumun anılarını canlandırma umudum suya düştü bu nedenle. Ne dürüm yiyebildim ne de sıcak ekmeğin kokusunu içime çekebildim. İşin gücün çokluğundandır diyerek bu duruma uyum sağlamaya çalıştım. Teknolojik yaşam, doğanın bize sunduğu değerleri bir bir yok etmekte. Bizler, doğadan uzaklaştıkça başımıza gelmedik iş kalmadı. Doğaya sırtımızı döndükçe dertlerimizin ardı arkası gelmemekte.

Toprak damlı evlerin yanlarında yer alan ocaklarda mis gibi kokan ekmek günlerinin özlemiyle yaşamaktan başka elimizden ne gelir?

                                                                                   14 Şubat 2021