ANITKABİR DOLUP TAŞTI


Cumhuriyet’imizin 100. yılında olağanüstü kutlamalar oldu. Hepsini yazsak ömrümüz yetmez. Türk ulusu yediden yetmişe bayramına, devrimine sahip çıktı. Yurdun dört bir yanında coşkulu kutlamalar yapıldı. Halk: “Cumhuriyet!” dedi, yüz yıldır dediği gibi.

Yurttaşlarımız; Cumhuriyet’e, Türk Devrimi’ne bağlılığını Anıtkabir’e giderek gösteriyor. Ulusumuzun değişmez ve sonsuza dek lideri Atatürk’e gidiyor başı sıkıştığında insanlarımız. Orada umudunu, güvenini, erincini tazelemekte. Yitirdiklerinin Anıtkabir’de bulmaya çalışmakta. Oraya gittiğinde umut tohumlarının yurdun dört yanında yeşereceğinin farkında. Çünkü Atatürk; umudun, ulusça özgüvenin, erincin adı.

Yurttaşlarımız, gerek ulusal bayramlarımızda gerek 10 Kasım’da gerekse ülkemiz büyük sorunlarla karşılaştığında Anıtkabir’e gider. Sorunların çözümünü bulmak, bunalımlardan çıkış yolunu görmek için Atatürk’e koşar.

Seksen bir ilimizden ve yurtdışından yurttaşlarımız Anıtkabir’e aktı. Hangi partiden, dünya görüşünden, inançtan, etnik kökenden, sınıftan olursa olsun yurttaşımız Atatürk’e koştu. Orada, bir tarih yolculuğunu içselleştirdi.

29 Ekim günü, Anıtkabir’e on saatte 1.182.425 kişi geldi. Bu, bir rekor… Önümüzdeki günlerde bu ziyaretler sürecek. Başı sıkışan, Atatürk’e koşacak.

Anıtkabir’e giden yurttaşlarımızın çoğu, kendiliğinden gitti oraya. Siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları, sendikalar üyelerini bu konuda örgütleyip yönlendirmedi. Bu, Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılı kutlamalarının büyük bir eksikliği. Ancak Türkiye Gençlik Birliği (TGB) ve Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) günler öncesinden Anıtkabir’e yürümek için halkımıza çağrılar yaptılar. İlk TBMM’nin önünde topladılar üyelerini ve halkımızı. Oradan görkemli bir yürüyüşle Ata’nın huzuruna çıktılar. Bu yürüyüşe, Vatan Partisi örgütleri de katıldı.

TGB ve CKD’nin ilk Meclis önündeki mitinginde Filistin’in Ankara Büyükelçisinin konuşması çok anlamlıydı. Çünkü Atatürk, ezilen ulusların Çobanyıldızı. Kurtuluş Savaşı’mızla onlara kurtuluş yolunu gösterdi. Özgürlük ve bağımsızlığın nasıl kazanılacağının simgesidir Atatürk.

Keşke TGB ve CKD’nin yaptığı gibi diğer demokratik kitle örgütleri de üyelerini Anıtkabir’e taşıyabilseydi. On saatte bir milyonu aşan ziyaretçi sayısı dünyada eşi benzeri görülmemiş bir sayıya ulaşsaydı. “Atatürkçüyüm, cumhuriyetçiyim!” diyen birçok dernek ve kuruluşun böyle bir çalışma yapmaması ilginç. Kimin sözde, kimin ise özde Atatürkçü ve cumhuriyetçi olduğu böyle zamanlarda ortaya çıkmakta. Ne yazık ki Atatürk’ün kurucusu olduğu CHP’nin iç çekişmeleri, Cumhuriyet’in 100. yıl kutlamalarının önüne geçti. Bu durum, çok üzüntü verici ve uyarıcı.  

Cumhuriyet’imizin 100. yıl kutlamaları, ak koyunla kara koyunu ortaya çıkarmakta. Çünkü Atatürk aydınlığında her şey apaçık görülmekte.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       31 Ekim 2023

 

CUMHURİYET’İMİZİN 100. YILINI KUTLADIK


Dün Cumhuriyet’imizin 100. yılıydı. Bu nedenle günler öncesinden başlayan heyecanımız doruğa ulaştı. Evimizin her penceresine birden çok bayrak asmıştık birkaç gün önce. Yalnızca biz mi? Tüm İstanbul…

İstanbul, günler öncesinden kırmızı beyaz olmuştu. Türk bayrağının asılmadığı ev ve dükkân neredeyse yoktu. Bazı yüksek yapılarda olağanüstü büyüklükte bayraklar asılıydı. Bu yüksek yapıların bazılarında kırmızı beyaz ışıklandırma yapıldı. Kimilerinde de Atatürk resimleri ışıkla yansıtıldı.

İstanbul dışında yaşayan eş dost, hısım akrabayı aradım. Oralarda da durum farksızdı. Kentler, kasabalar bayrak denizine dönmüştü. Tıpkı İstanbul gibi oralarda da Türk bayraklarının yanı sıra Atatürk posterleri süslemişti her yanı.

Kutlamaların görkemli olacağı, günler öncesinden anlaşılmıştı. Çünkü bayrak üreten firmalar, halkın isteğine yetişemiyordu. Türk ulusu, yüz yıl öncesinin heyecanıyla ayağa kalkmaktaydı adeta. Bu, Cumhuriyet devriminin halkça nasıl içselleştirildiğinin, benimsendiğinin bir göstergesi. Türk toplumunun içinden Atatürk’ü, Cumhuriyet’i söküp atmak olanaksız bir şey. Çünkü insanların gönlünün derinliklerine kök saldı Atatürk ve yaptığı devrim.

29 Ekim sabahı erkenciydim. Televizyonları izledim bir süre. Uzman denerek ekranlara çıkarılanları çoğu, bilinen şeyleri yinelediler durmadan. Arada özgün düşünceler, bilgiler anlatanlar da vardı. Beni en çok üzen şey ise çoğu anlatıcının Cumhuriyet’i, biçimsel bir kimliğe büründürmesi ve tam bağımsızlık vurgusunun yapılmaması. Oysa tam bağımsızlık olmadığında Cumhuriyet olmaz. Biçimselliğe indirgenmiş Türk Devrimi, giderek özünden kopup yok olur.

Eşim erken çıkmıştı evden. Çünkü okulunda Cumhuriyet Bayramı kutlaması vardı. Heyecanlıydı, öğrencilerinin kutlamalarda ne yapacaklarını merak ediyordu. Atacan’la evde kaldık baş başa. Kimi zaman televizyondaki kutlamalara baktık. Kimi zaman da onunla Atatürk ve Cumhuriyet’i konuştuk. Eşim, geç geldi. Geldiğinde morali bozuktu. Sorunca anlattı. Tören başladığında öğrencilerinden Tunahan, birden yüz üstü yer kapandı. Tunahan’ın velileri de töreni izlemekteydi. Öğretmenler, veliler çocuğu kaptığı gibi hastaneye götürdüler. Bu durum, diğer çocukların törene odaklanmasını bir süre engelledi. Eşim, eve geldiğinde de sürekli telefonla arayarak çocuğun velisinden bilgi aldı öğrencisinin sağlık durumuyla ilgili.

Yemeğimizi yedik. Günün anlamına uygun giyindik. Elimizde bayrak, dışarı çıkmaya hazır duruma geldik. Kaynım bizim evin önüne geldi arabasıyla. Kaynanam da yanında. Biz de bindik arabaya. Anadoluhisarı’na gideceğiz, yüz savaş gemimizin geçişini görmeye. Yollar, ana baba günü... Kaplumbağa yürüyüşüyle gitmekteyiz. Arabalar, bayraklarla donatılmış. Kimileri yürümekte elde bayrakla. Yol boyunca evler ve dükkânlar kırmızı beyaz… Arabaların çoğunda marşlar çalınmakta. En çok da Onuncu Yıl Marşı…

Anadoluhisarı’na geldik gelmesine de arabayı nereye koyacağız? Zorlukla bir yere eğledik onu. İndik, kaldırımlar dolu insan seliyle. Boğaz kıyısında iğne atsan yere düşmeyecek. Bir yer arıyoruz gemilerimizi görmek için. İnsanlar, dört beş sıra olmuşlar art arda. Kimileri buldukları sandalyelerin, duvarın üzerine çıkmışlar rahat görmek için.

Öğretmenevine yürüdük. Zor bela bir masaya iliştik. Ancak önümüz kapalı insan duvarıyla. Küçük aralıklardan gemilerimizi görüp gururlanıyoruz. Her gemi geçişinde alkış var. İnsanımızın göğsü kabarmakta denizlerdeki savaş gücümüz karşısında. Bu topraklarda barış içinde yaşamak istiyorsak ordumuz, güçlü ve caydırıcı olmalı.

İnsanlar, çok mutluydu. Herkese gurur ve mutluluk egemendi. Neredeyse elinde bayrak olmayan bir kişi yoktu. Başörtülü, başörtüsüz kadınlar ve kızlar el ele, omuz omuza izlediler gemi geçişlerini. Oradan ayrılırken bu birliktelik sürdü. Şalvarlı erkeler de vardı, şortlular da. Kimsenin giyim kuşamı kimsenin umurunda değildi. Herkes aynı bayrağı sallıyor, aynı duyguları paylaşıyordu Cumhuriyet’imiz için. Demek ki ulusumuzu birleştiren Atatürk, Türk bayrağı ve Cumhuriyet… Bu üç değerimiz, siyasete alet edilmemeli. Üçü de ulusun ortak değeri. Bu ortak değerleri ulusal bütünlüğümüzün bedenindeki kan damarları… Bu damarlar kesilirse kan kaybından ölür o ulus bedenimiz.

Eve dönüş de zor oldu. Yollar yine kalabalık... Yine her yan bayrak… Gece yarısına dek tıklım tıklımdı her yan. Eve geldik. Önümüzdeki caddede taşıtlar zorla ilerliyordu. Başka zaman olsa bu sıkışıklıkta korna sesleri, bağrışmalar sinirlerimizi bozardı. Sürücüler yorgun bir gün geçirmelerine karşın ivedilik göstermiyorlardı evlerine gitmek için. Çünkü sürücülerin yanında eşleri ve çocukları vardı. Demek ki kadın-erkek, çoluk çocuk bir arada olunduğunda; bir de buna Cumhuriyet’in 100. Yılı heyecanı eklenince insanların efendiliği, kurallara uyumu, duyarlılığı ilgi çekmekte.

Yüzüncü yıl kutlamaları bir merkezden yönlendirilmedi. Halk, Cumhuriyet’ine, devrimine sahip çıktı. Çünkü o Cumhuriyet’i dedeleri cephede süngüyle kazanmıştı. Tük Devrimi’nden uzaklaşıldığında toplumun kutuplaştığını görmekte halkımız. Bu nedenle devrimine dört elle sarıldı dün.

Cumhuriyet’imizin 100. Yıl kutlamalarındaki coşkuyu hiçbir parti, kitle örgütü sahiplenmesin. Çünkü dünkü coşku siyasal partileri, bilinç düzeyi ve Cumhuriyet duyarlılığı bakımından  aşmış durumda. Bu, bir dip dalgası… Bu dalga, fırtınaya dönüştüğünde önüne katıp götüreceği çok şey var.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       30 Ekim 2023

TÜRK DEVRİMİ’NİN 100. YILI


Tarihçiler, siyasetçiler, toplumbilimciler dünyada iki büyük devrimin çok önemli olduğundan söz ederler: Fransız ve Bolşevik (Rus) devrimleri… İnsanlık, dünya üzerinde var olduğundan beri birçok devrimci atılımlar yaptı. Bu devrimlerle tarihin tekerleği, hızla ileri doğru döndü. Uygarlık baş döndürücü bir hıza erişti. Her devrim, insanlığın uygarlık gelişimine katkı yaptı az ya da çok. Her devrim, yeni bir devrimi besledi kucağında.

Fransız Devrimi, kuşkusuz çok önemli. Çağ açıp çağ kapattı. Feodaliteyi ortadan kaldırmasıyla özgür düşüncenin gelişmesinin önünü açtı. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik düşüncesi öne çıktı. Ulusçuluk, birçok ezilen ulusa kimlik kazandırdı. Siyasal alanda büyük altüst oluşlar yarattı. Fransız Devrimi’nin etkisiyle imparatorluklar parçalandı, ulus devletler doğdu.

Bolşevik Devrimi, sosyal yaşamı altüst etti. Egemen seçkinlerin yerine, işçi sınıfı iktidar oldu. Feodaliteye dayalı çarlık rejimi yıkıldı. Emek, sermayeye üstün geldi.

Türk Devrimi, topluma etkisi bakımından Fransız ve Rus devrimlerinden daha geniş kapsamlı. Hem siyasal hem de sosyal alanda büyük altüst oluşlar yarattı. Toplumsal yaşamın neredeyse her alanına dokundu. Devletin yönetim biçimini değiştirdiği gibi halkın yaşayış biçimini de değiştirdi. Anadolu köylüsüne iktidar yolu açtı. Kentlerin unutulmuş mahallerinde boğaz tokluğuna çalışan emekçilere, devletin yönetimine gelme konusunda olanak tanıdı.

Eğitimden ulusal kültürün gelişimine, medeni yasadan ekonomik atılımlara, dil devriminden tarımda modernleşmeye, sanayileşmeden çağdaş ölçü ve tartı aletlerinin kullanımına, okullaşmadan salgın hastalıkların kökünü kazımaya, soyadı yasasından kabotaj hakkının elde edilmesine, yurdun dört bir yanına demiryolu yapımından uçak üretmeye, kılık kıyafet devriminden yeni Türk harflerinin kabulüne, kısacası tolumda iğneden ipliğe her şeyin değiştiği bir devrimdir Cumhuriyet.

Cumhuriyet’imiz, dünyanın en kapsamlı devrimi görüldüğü gibi. Toplumsal ve siyasal alanda yaptığı değişimlerle her iki devrimi Fransız ve Rus devrimlerini) de kapsar. Bu durumda şu soru usumuza gelecek: “Bu denli kapsamlı bir devrim, uluslararası alanda niye Fransız ve Rus devrimleri kadar konuşulmaz?”

Türk Devrimi, emperyalizme karşı bir savaşla başladı. Emperyalist işgalcilerin yurdumuz üzerinde egemenlik kurma düşlerini engelledi. Bu konuda tüm ezilen uluslara yol gösterdi. Yıllarca sömürge olan uluslar, Türkiye’yi örnek alarak kurtuluş mücadeleleri verip bağımsızlıklarını kazandı. Böylece ulus devletler kuruldu bir bir, peş peşe.

Türk Devrimi, emperyalizmin mezar kazıcısıydı. Bu nedenle bu devrimin hakkını emperyalistler, yani tarihi yaptığı sanılan batılılar verir mi? Onlardan Türk Devrimi’ne (Cumhuriyet’imize) övgü dolu sözler işitmek olanaklı mı?

Cumhuriyet’imizin baştan beri düşmanı emperyalistler oldu. Ne saltanatın ne de hilafetin kaldırılmasını istedi onlar. Türk Devrimi’nin etkisini azaltmak ve onu yok etmek için ellerinden geleni yaptılar. Devrimci kazanımlarımızı ortadan kaldırmak için aymazlık içindeki iktidarlarla işbirliği yaptılar. Önce İngiltere, sonra da ABD bu konuda çok çaba gösterdi. Ülkemizi ekonomik olarak çökertmeye çalıştılar. Bunda da kısmen başarılı oldular. Devlet eliyle gelişen ulusal sanayimizi sabote etti emperyalistler. Bu yolla ülkemizi borçlandırdılar, tıpkı kapitülasyon günlerinde olduğu gibi. Cumhuriyet’imiz yıllar içinde büyük yaralar aldı. Ulusumuz, birçok Cumhuriyet kurumunu, emperyalizmin dümen suyuna giden aymazlar aracılığıyla elinden kaçırdı. Öyle dönemler oldu ki ulusal olan her şeye karşı çıkıldı küreselleşmeci liberal yellere kapılarak. Kimi zaman Atatürk’ün adı bile anılmaz oldu. Düşünsel kökü dışarda, beynini emperyalistlere kiralamış, benliğini unutmuş, tarihinden kopmuş bazıları Atatürk’e dil uzatmayı bir beceri sandılar. Bu kişiler, “Türk’üm” demeyi, demokrat olmak olarak anladılar  ne yazık ki.

Türk Devrimi, içerden ve dışardan düşmanca saldırılara karşın dimdik ayakta. Başımız her sıkıştığında ulusça sığınacağımız liman oldu Atatürk ve Cumhuriyet.

Yüz yıldır dimdik ayakta Cumhuriyet’imiz. Yıllar geçtikçe büyük devrimimize daha çok sarılmakta halkımız. Dünyadaki kıyımlar, kırımlar, sömürüler, insanlık dışı uygulamalar sürdükçe Atatürk’ün de Cumhuriyet’imizin de değeri ve önemi daha çok duyumsanıp anlaşılmakta ezilen uluslarca.

Atatürk, yüz yıl öncesinden dünyaya yol göstermekte bir kutup yıldızı gibi. Emperyalistlerle yobazlığın el ele oluşturduğu karanlıkta ezilen uluslar, bu kutup yıldızının yardımıyla ilerlemekteler. Çok geçmeden karanlık dağılacak ve Atatürk, elinde Cumhuriyet bayrağıyla bir güneş gibi doğacak ezilen ulusların aydınlık ufkunda. İşte o zaman emperyalizm yok olacak. İnsanlar ırk, din, renk ayrımı olmadan sonsuz bir kardeşlik dünyasının kucağında erinç içinde yaşayacaklar.

Cumhuriyet’le ulus olduk, hem de çok büyük ve güçlü. Türk Devrim’inin dayandığı temel tam bağımsızlık… Tam bağımsızlık gidince ortada devrim kalmaz. Cumhuriyet’in (devrimin) ideolojisi, Altıok’ta simgeleşen Kemalizm. Oklardan biri kırılıp atıldığında diğerleri, amaca varamaz. Bu nedenle devrimimizi, bu bütünlük içinde düşünmeli. Yurt bütünlüğümüzü, ulusal birliğimizi sağlayan da Cumhuriyet. Cumhuriyet ilkelerinden verilen ödünler, ulusal birliğimize, yurt bütünlüğümüze vurulan bir darbe.

Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılı, ulusumuza kutlu olsun. Cumhuriyet’imiz, darda kalan tüm uluslara kılavuzluk etsin sonsuza dek.

                                                              Adil Hacıömeroğlu

                                                              29 Ekim 2023

EY ARAPLAR, MÜSLÜMANLAR NE DURUYORSUNUZ?


         7 Ekim 2023 gününden beri Gazze bombalanıyor İsrail uçaklarınca. Bombalarla öldürülenler bebekler, çocuklar, kadınlar ve silahsız insanlar… Gazze’de, İsrail’in karşısında bir ordu yok! Karşılıklı bir çatışma söz konusu değil. İşinde gücünde, evinde olan Filistin halkı dünyanın gözü önünde yok edilmekte. Buna da “savunma” denmekte. Kime karşı savunuyorsun ülkeni ey İsrail? Küçücük çocuklara, ocağını tüttürmeye çalışan kadınlara karşı mı? Yoksa savunman; hastanelere, okullara, camilere, kiliselere, çocuk parklarına, mülteci kamplarına, pazar yerlerine, sokaklarda yürüyen insanlara mı yönelik?

         Dünya dilsiz, dünya kör, dünya sağır, dünya yüreğini yitirmiş. Uygar dediğimiz ülkeler; topyekûn Filistin kıyımının, kırımının destekçisi... Önce sömürgecilik, sonra emperyalizmle dünyanın kanını emen batılılar çocukların, kadınların öldürülmesini avuçları patlayıncaya dek alkışlamaktalar.

Tarihi yazan halklar ayakta batısı ve doğusuyla. Emperyalist ülkelerin yönetimleri İsrail’e destek verse de halklarının yüreği Filistinlilerle çarpmakta. İsrail’de ya da başka ülkelerde yaşayan aklı başında Yahudiler, bu insan kıyımına karşı çıkmakta. Asya, Afrika ve Latin Amerika halkları ABD emperyalizminin desteklediği, İsrail Siyonizm’inin uyguladığı suçsuz insanları öldürüp yok etme vahşetinin karşısında.

Ne yazık ki uyuyanlar, göbeğinden emperyalizme bağlı olanlar var. Bunların çoğu da İslam ülkelerinin yöneticileri. Bu yöneticiler, “lafla peynir gemisi yürütmeye” çalışmakta. Düşman, büyük büyük sözler ederek, yüksek perdeden atıp tutarak yenilmez. Düşmanla tüm olanaklar kullanılarak savaşılır. Düşman, Gazze’ye söz atmıyor, dünyanın en gelişmiş bombalarını atıyor.

Daha önce de yazdık, Malatya-Kürecik İsrail’in gözü diye. Kürecik radarıyla İsrail, kendisine yönelik saldırıları öğrenmekte. Böylece İsrail’in güvenliği sağlanmakta. Tayyip Erdoğan, neredeyse her gün konuşmakta Filistin’deki kırım konusunda. Konuşmak yerine, Kürecik’i kapat. Böylece Filistin lehine bir iş yapmış olursun. Ardından İncirlik’e ve diğer NATO/ABD üslerine el koy. İsrail’in güvenliği sana mı kalmış?

AKP iktidarı sözden öteye geçemiyor. Çünkü ABD’de para dilenerek İsrail’e tavır alınamaz. Bir yandan Yafa Limanına taze sebze ve meyve gönderip bir yandan da “Ey Netanyahu…” denmez. Dediğinde de bir işe yaramaz. Yaramıyor da…

Kaç kez yazdım, bilmiyorum… Arapların en büyük silahı enerji… Enerji olmadan sanayi olmaz. İsrail’i destekleyen Batı Avrupa ülkelerinin hepsi sanayi ülkesi. Arap petrolüne göbeğinden bağlılar. Dünya petrolünün ve doğal gazının da çoğu Arap coğrafyasında. Ne yazık ki bu silahı kullanmak uslarına gelmiyor. Aslında uslarına geliyor da işlerine gelmiyor yeşil dolarlardan kısa süreliğine ayrılmak. Petrol ambargosu uygulasalar, başta Avrupa ekonomileri olmak üzere dünya altüst olur. Batı ülkelerinde fabrikalar işlemez, yaşam durur. Bu durumda halklar ayağa kalkar. İsrail en büyük desteğini yitirir. Kınama yerine, eylemsel tavırlar göstermeli. Kınayınca İsrail uçakları bomba atmaktan vazgeçmiyor.

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Bahreyn… önemli petrol üreten ülkeler. Üstelik çok hızlı silahlanmaktalar. Petrolden kazandıkları parayı, ABD’li silah üreticilerine vermekteler. Peki, aldığınız bu silahlar ne işe yarıyor. Hangarlara dizi dizi dizdiğiniz uçakları ne yapacaksınız? Bir işe yaramayan bu uçakları, Filistinlerin hizmetine verin. Hem uçaklarınız hem de siz bir işe yarayın!

Başta Araplar olmak üzere İslam ülkeleri ne yazık ki güçlerinin farkında değil. Farkında olanlar da ABD’ye karşı duracak yürekliliği kendilerinde bulamamaktalar. Unutmayın ki Güneş Batmayan İngiliz İmparatorluğu bu topraklarda yenildi ilk kez. Bu topraklarda başladı büyük çöküşü. Şimdi niye olmasın ABD’nin yıkılışı aynı coğrafyada? Yeter ki Atatürk’ün örnek alalım sahte kahramanlar yerine. Atatürk’ü örnek aldığımızda o büyük uyanışı durduracak dünyada hiçbir güç yok! Tarih, önümüze büyük bir fırsat koydu. Bu fırsatı kaçırmayalım. Yirminci yüzyılın başında İngiliz sömürgeciliğini ortadan kaldırma fırsatını verdi tarih bize. Biz de bu fırsatı değerlendirdik. Bu yüzyılda da tarih önümüze ABD emperyalizmini yıkma fırsatını koydu. O halde ne duruyoruz bu tarihsel fırsatı değerlendirmek için?

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       27 Ekim 2023

 

        

FİLİSTİNLİLERİN SAKLADIĞI ANAHTARLAR


Mahmut Abbas… Toprakları İsrail tarafından işgal edilen Filistin’in devlet başkanı… 1935’te Filistin’in kuzeyindeki Safed’de doğdu. Doğduğunda Filistin, İngiliz egemenliğindeydi. Bu topraklarda 1948’de İsrail kurulunca mülteci oldu. İlk Arap-İsrail savaşında ailesiyle Suriye’ye göç etmek zorunda kaldı. Ailesi, topraklarını satmamıştı Yahudilere. Ancak evleri ve topraklarına İsrail el koyduğunda onlar çaresizdi. Bin yılı aşkın süredir yaşadıkları toprakları, ailelerinden onlarca kuşağın büyüdüğü evleri artık onların değildi. Ellerinde yalnızca evlerinin anahtarı kaldı.

Çoğu kişi ceketinin sol yakasına bir rozet takar. Bu rozetler, çoğu zaman o kişinin dünya görüşlerini, aidiyetlerini ya da ülkülerini simgeler. Mahmud Abbas’ın yakasında rozet yerine, bir anahtar var. Yalnızca onun mu? Birçok Filistinlinin yakasında bu anahtar rozet görülür. Kudüs’te, Batı Şeria’da ve Gazze’de Filistinlilerin dükkânlarına, evlerine gittiğinizde kocaman anahtarlar görürsünüz gözleri gibi bakıp korudukları. Bu anahtarlar, İsrail’ce gasp edilen evlerinin anahtarları. Ne tapuları ne de mal varlıkları ellerinde kaldı. Ellerinde yalnızca anahtarları bulunmakta. Onlar da bu anahtarları saklamaktalar kuşaklar boyunca.

Evlerinde, dükkânlarında sakladıkları anahtarlara bakıp tarihin derinliklerine doğru düşsel yolculuklara çıkar Filistinliler. O anahtarlar, çoğu zaman gözyaşlarıyla yıkanır. Ulusal tarihleri içlerinde bir yangın, bitmeyen bir sızı.

Bir gün evlerine döneceklerine dair umutlarını hiç yitirmez yurtlarından sürülmüş mazlum Filistinliler. İşte, bir gün evlerine döndüklerinde ellerindeki anahtarlarıyla açıp girecekler evlerine. Onların en büyük düşü, ülküsüdür bu. Savaşlarının, emperyalizme ve Siyonizm’in insanlık dışı baskılarına karşı direnişlerinin nedeni bu. Tüm yokluklara, baskılara, kıyımlara, kırımlara karşı yaşama tutunmaları bu nedenledir.

Bir an olsun kendimizi Filistinlilerin yerine koyalım. Yurdumuz, tarihimiz, malımız mülkümüz, tarlamız bahçemiz, evimiz barkımız, evimizde kuşaktan kuşağa geçen ve dokunmaya kıyamadığımız eşyalarımıza el konduğunu düşünelim. Yüzlerce yıllık geçmişimizden elimizde yalnızca bir anahtar kalıyor. Biz o anahtarı, pamuklara sarıp saklamaz mıyız?

Bir Filistinlinin çocuklarına bırakacağı biricik miras, ata evinin elinde kalan anahtarı ve yurdunu, toprağını savunmak için onurlu direnişi değil mi? Bu nedenle Filistinlilerin ölüm kalım savaşına destek olmak bir insanlık görevi. Eğer içinde zerre kadar insanlık kalmışsa birinin bu hak savaşının yanında olmalı sözü eğip bükmeden. Filistin ölüp yok olursa insanlık da yok olup ölür. Bu nedenle insanı da insanlığı da yaşatmalı.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       27 Ekim 2023

EMPERYALİZM YOK OLMADIKÇA BARIŞ OLMAZ


İsrail, yıllardır Filistinlileri teker teker ya da toplu olarak öldürmekte. Üstelik öldürdüklerinin evlerini, tarlalarını da gasp etmekteler göz göre göre. Ne yazık ki bu insan kıyımı ve kırımı, bu insanlık dışı uygulamalar barış şarkıları söylemekten başka bir şey yapmayanların ilgi alanında olmaz hiç. Ne zaman ki Gazze’ye sıkıştırılmış, tüm özgürlükleri kısıtlanmış Filistinliler bu vahşete karşı çıktılar barış şarkılarını söylemeye başladılar.

İsrail, her gün onlarca çocuk öldürmekte Gazze’de. Yine her gün onlarca kadın toprağa düşmekte burada. Sayrıevlerinde umar bekleyenlerin başına bombalar yağdırmakta işgalci Siyonistler. Bu sözde barış havarilerinin sesi çıkmamakta bu insan kıyımına. Akıllarınca hem ezeni hem de ezilip yok olanı suçlayarak barış getirecekler dünyamıza.

Öldürülenlere, yaralananlara, sürülenlere, evi ve toprağı elinden alınanlara “Barış içinde yaşayın!” önerisinde bulunmaktalar. Aslında bu sözde barış güvercinleri böyle yaparak saldırganın, öldürüp kıyım yapanın, emperyalizmin yanında yer almaktalar.

ABD, Japonya’ya atom bombası atıyor. İnsanlar yanarak ölüyor. Günümüzde bile bombanın düştüğü yerde ot bile bitmiyor. “Barış olsun canım.” Olsun da nasıl olsun? Savaşı çıkaran kim? Atom bombasını suçsuz insanların üstüne atanlar kim? Ona tek bir sözünüz yok mu?

ABD; Vietnam, Laos ve Kamboçya’ya saldırıp milyonları öldürüp sakat bırakıyor, bizim barış güvercinleri “Savaş durusun, barış olsun.” diyor. Kilometrelerce uzaktan, dünyanın bir ucundan gelip evinde oturan, toprağında çalışan, yurdunu savunan adamdan silahını bırakmasını istemekteler.

Amerika; Batı Asya’ya abanıyor tüm gücüyle. Milyonlarca insanın kanını akıtıyor toprağa. Afganistan’ı taş devrine döndürüyor. Barış olsa olmaz mı? Ölüm saçan bir makine gibi dünyaya kan kusan ABD’ye bir tek sözünüz yok mu? “Var efendim, barış olsun!” Ama nasıl?

İngiltere, Fransa, Belçika ve Hollanda Afrika’ya kan kusturdular yıllarca. inim inim inlettiler zavallı halkı. Yeraltı ve yerüstünde ne kadar varsıllık varsa hepsini iliğine dek sömürdüler. Afrikalı, silaha sarılıp düşmanı topraklarından kovmaya kalktığında barışı bozmakla suçlanmakta. Ezilen halklar vurulup kırıldığında, sömürüldüğünde mi barış olacak?

Emperyalistler, dünyayı baklava dilimler gibi bölmekteler. Dünyanın dört bir yanını parçalayıp bölerek yönetmekteler. Bu topraklar ağır bir şiddetin ve sömürünün pençesinde yüzyıllarca. Ezilen halklar, hakkına sahip çıkıp ayağa kalktığında mı barış bozuluyor?

Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki işgal yıllarında ülkemizin doğusunda Ermenilerin, batısında Yunanlıların, güneyinde Fransızların, İstanbul’da İngilizlerin insanlığın yüzünü kızartacak insan kıyımları, kadınlara tecavüzleri ve gaspları oldu. Ne zaman ki Atatürk önderliğinde Türk ulusu ayağa kalktı, İstanbul’un barış(!) havarilerinin toplandığı mütareke basını, Atatürk ve arkadaşlarını uyarmaya başladılar: “Aman işgalcileri kızdırmayalım, yoksa daha büyük facialar yaşanır.” Zaten görmek istemediğiniz facialar her gün yaşanmaktaydı. Ölümden ötesi yoktu ulusumuz için. Bu nedenle dünyaya örnek olacak bir Kurtuluş Savaşı verdik. Böylece bağımsızlığımızı kazandık.

Her durumda, haklı haksız ayırmadan “Barış, barış, barış!” diye bağıranların çoğu Atatürkçü geçinir. Ama Mustafa Kemal Paşa’nın emperyalizme karşı bir savaşta Atatürk olduğunu düşünmezler bile.

Atatürk: “Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir. (Atatürk’ün Kendi Kaleminden Emperyalizm ve Tam Bağımsızlık, Kaynak Yayınları, 1. Basım, Nisan 2018, s. 230)” diyerek dünyaya barışın nasıl geleceğini söylemekte. Demek ki emperyalizm yok olmadığı sürece savaşlar olacak.

Dünyadaki savaşların kaynağı, emperyalizm Atatürk’e göre. Barış istiyorsak emperyalizmin bozgunculuğuna, doymak bilmeyen açgözlülüğüne, sömürüsüne, haksız savaşlarına karşı çıkmak gerek.

Atatürk soyut, düşsel, gerçeklerden uzak bir amaç için değil; somut, gerçekçi, dünya koşullarına uygun bir çözümlemeyle doğru bir amacı bizlere göstermekte. 

                                                              Adil Hacıömeroğlu

                                                              24 Ekim 2023

 

TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE NASIL OLUR?


Son yıllarda değişik söylemleri olan Atatürkçüler(!) türedi; kimi milliyetçi kimileri de devrimci. Ortak paydaları, iki kesimin de rozet, resim, yontu Atatürkçüsü olmaları. Bu ılımlı Atatürkçülerin en büyük özellikleri, düşüncelerindeki sığlık. Ne yazık ki Atatürk’ü öğrenme hevesleri yok bu kişilerin. Atatürk’le ilgili bilgileri kulaktan dolma.

Atatürk demek, “tam bağımsızlık” demek. Tam bağımsızlık olmayınca Atatürkçülük de kalmaz ortada. Ne yazık ki sözünü ettiğim ılımlı Atatürkçülerin hepsi batı emperyalizmine hayranlar. Onların için Atatürkçü olmak, içi boşaltılmış bir laiklik anlayışı. Bu da mini etek giyip Boğaz’da içki içmeye indirgenmiş ne yazık ki. Biz, buna içi boşaltılmış Atatürkçülük, diyoruz. Tam bağımsızlık olmayınca laiklik olur mu hiç?

Ilımlı Atatürkçüler, ne denli batı hayranıysalar, o denli de doğu nefretiyle dolular. Asyalı olan her şeye düşmanlar. Oysa Atatürk: “Biz, Asyai bir milletiz.” demişti. Bu söz umurlarında mı?

Atatürk’ün ulusumuza gösterdiği “Muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma” hedefi, onlara göre batıcı bir anlayışı ve yaşam biçimini anlatmakta. Batı emperyalizminin çürümüşlüğünü uygarlık, özgürlük ve demokrasi olarak görmek en belirgin özellikleri. Onlara göre batı, ne yaparsa uygarlık için doğru; doğu ise ne yaparsa yapsın hep yanlış yapar. Batıcılık, onların sorgusuz sualsiz emperyalist merkezlere tapınmalarına neden olmakta.

7 Ekim 2023 günü başlayan İsrail’in Filistinli kıyımına duyarsızdır bu batı tapınıcıları. Bunu da güya Türkiye’nin tarafsızlığı için yapmaktalar. Bu nasıl tarafsızlık? Kurt, kuzuyu yerken tarafsız olunur mu? Böyle bir durumda, aslında kurdun tarafındasınız, çünkü onun eylemini engellemiyorsunuz, hatta güya tarafsızlığınızla kurdu destekliyorsunuz..

Tam bağımsızlıkçı görünmek için “ABD, Avrupa, Rus, Çin, Arap, İran… emperyalizmine karşıyız.” derler. Kendilerinin ne denli Türkçü ve tam bağımsızlık yanlısı olduğunu belirtmek için uslarına ne kadar çok devlet ya da ulus adı gelirse sayıp dökmekteler. Onların sözde bağımsızlık kitabında dost ülkeler, bağdaşık uluslar yok! Herkes düşman... Bir ara “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok!” sözünü çok kullanırdı NATOTürkçüler. Bu sözle dünyadan soyutlanan bir Türk var. Dünyadan soyutlanan, tek başına kalmış bir ulus, ayakta kalıp yaşayabilir mi?

Popülist manşetlerle ilgi uyandıran Sözcü gazetesi, 20 Ekim 2023 günü koca bir başlık atmış. Güya bu başlıkla Atatürk’ü, tam bağımsızlığı, biraz da Filistin’i savunmak... Manşetin üstüne bir harita yerleştirmiş ülkemizin dört bir yanını çevreleyen ABD üslerinin olduğu. ABD üsleri Biden, Rus üsleri ise Putin fotoğraflarıyla belirtilmiş. Sözcü’ye göre çevremizde: dört Rus, yirmi tane de ABD üssü var. Ayrıca Akdeniz’de iki de uçak gemisi bulunmakta ABD’nin. “Etrafımız iki süper güç ABD ve Rusya’nın üsleri, uçakları, silahları ve gemileriyle kuşatılmış halde TEHLİKENIN FARKINDA MISINIZ! Ne Amerika ne Rusya… Atatürk’ün dediği gibi: TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE” manşeti göze çarpmakta.

Türkiye’yi çevreleyen ABD üsleri… PKK’ya binlerce TIR silah veren yine ABD… Ülkemizde yıllardır kardeş kanının dökülmesini kışkırtan ABD... Ancak Sözcü’nün manşetçileri, ABD’ye “düşman” diyemedikleri için suyu bulandırmaktalar. Bu manşet, ABD’nin saldırganlığını saklama çabası....

Atatürk gibi tam bağımsızlıktan yana olmak güzel ve doğru bir şey... Ancak Atatürk, tam bağımsızlığı sağlamak için “Ne Amerika ne Rusya” dememiş. Günün koşullarına göre gerçekçi davranmış ve İngiliz emperyalizmini baş düşman olarak belirlemiş. Örneğin, günümüzün sözde Atatürkçüleri o gün yaşasaydılar: “Ne İngiltere ne Fransa ne İtalya ne Rusya ne Hindistan ne Ermenistan ne Yunanistan ne de…” diye manşetler, sloganlar atardılar. Bu da onları başarıya değil, yıkıma götürürdü.

Kurtuluş Savaşı’nın başarılı olmasında Atatürk’ün dostları ve düşmanı doğru seçmesinin büyük payı var. Düşmanı azaltırken, dostları çoğalttı.

Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk, Sovyetler Birliği’nden altın ve silah aldı; başta Hint Müslümanları olmak üzere birçok İslam ülkesinin verdiği parasal yardımları kabul etti. Ancak utkudan sonra ne Sovyetler Birliği’nin rejimini ne de İslam ülkelerinin tutuculuğunu kabul etti. Buna karşı bu ülkelerle dostluğunu ölünceye dek sürdürdü.

Sözcü, güya Atatürkçü görünmekte. Yazdıklarıyla Atatürk’ü hiç anlamadığı çok açık. Atatürk yaşamı boyunca batı emperyalizmiyle savaştı. Onların bozgunculuğuna karşı durup ezilen ulusların yanında oldu. Günümüzde Atatürkçü olmanın denektaşı; emperyalizm tarafından kıyıma, kırıma uğratılan Filistinlilerin yanında olmak ve ABD emperyalizmine, İsrail Siyonizm’ine karşı çıkmaktır. Bunun dışındaki söz ve davranışlar emperyalizme hizmetten başka bir şey değil.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       23 Ekim 2023

Not: Konunun daha iyi anlaşılması için BAŞ DÜŞMAN KİM? başlıklı yazımı https://adiladalet.blogspot.com/2015/12/bas-dusman-kim.html okuyabilirsiniz.

İNSANLIK YOK EDİLİYOR, NEREDESİNİZ?


Filistin’de insanlığın büyük sınavı var. İnsanlığı, insan vicdanını yok etmeye çalışan emperyalistler ve onların piyonu Siyonistlerle dili, dini, rengi, kökeni ne olursa olsun tüm insanlık karşı karşıya... İnsanlık, Gazze’de var olma savaşında... Bu, insanlığın ölüm kalım savaşı…

İsrail Siyonistleri, arkasına tüm emperyalistleri alarak saldırıyor Gazze’ye. İnsanların çoluk çocuk başlarını soktukları konutlar yerle bir edilmekte. Yıkılan, yakılan konutların içinde yaşını almamış bebekler, hamile kadınlar, yatalak yaşulular, evlilik hazırlığı yapan gençler, çocuklarının mürüvvetini görmek isteyen anne ve babalar, aşlıkta yemek pişiren kadınlar, işinde çalışan erkekler, evinde oynayan çocukların başına yıkmaktalar evlerini. Bunu yaparken İsrail yöneticilerinin vicdanı zerre kadar sızlamıyor. Peki, emperyalist batı, vicdanını nereye bıraktı? Onların vicdanları, cüzdanlarında…

Okulları, yeiçleri, pazar yerlerini, çocuk parklarını gözünü kırpmadan bombalamakta İsrail’in kan emicileri. Dünyanın yarısı buna sessiz… Emperyalist batı, daha çok suçsuz insan öldürmesi için onlara yeni keşfettikleri silahlar, bombalar vermekteler. Sözde uygar batının uygarlığı çoktan uçup gitmiş yüreklerinden, yaşamlarında ve siyasetlerinden farkında mısınız?

İsrail yöneticileri, Gazze’deki Filistinlilere: “Güneye göç edin!” demekte. Göç edenleri göç yolunda bombalıyor kalleşçe. Evinde kalsan bir dert, göç etsen başka bir dert… Ölüm kol gezmekte Gazze’nin her yanında.

Hastaneler vuruluyor. Hem de önceden vuracağı söylüyor İsrailli yöneticiler. Kalkıp da iki yüzlü, insanlığını unutmuş batılı yöneticilerden biri: “Hastane vurulur mu hiç?” demiyor, diyemiyor. Emperyalist iştah, onları insan kanı içmeye zorunlu kılmakta. Vampir iştahıyla ne Siyonistler ne de emperyalistler doymakta. Küçücük, el kadar çocuklar öldürülüyor hunharca kimin umurunda? Dünyanın hiçbir vahşi hayvanının bile yapmayacağı bir öldürme söz konusu Gazze’de.

Hastaneyi vuran insanlık düşmanları, oradakilerin kaçma olasılığını düşünüp bitişikteki otoparkı da bombalıyorlar. Amaç, savaşmak değil; daha çok insan öldürmek.

Camileri bombalıyor İsrail. Hem de tam namaz vaktinde, daha çok insanı öldürmek için... Batı sessiz, batı kör, batı sağır, batının yüreği taşlaşmış. Secdeye kapanan Filistinli bir daha kalkamıyor secdeden.

İsrail, tarihsel bir kiliseyi vuruyor. Ortodoks kilisesine sığınmış Hıristiyan ve Müslüman sivil halk var. İnsanlığa savaş açmış Siyonistler ne tarihsel kiliseye ne de içindeki sivil halka acıyor, bırakıyor bombayı havadan. Müslüman ve Hıristiyan Filistinliler koyun koyuna can veriyorlar. Sağ kalanlar, inanç ayrımı yapmadan yaralıları yıkıntıların altından kurtarmaya çalışıyorlar.

Kilisenin bombalamasına batılılar sessiz. Çünkü bu kilise doğulu… Bu kilise esmer insanların gittiği bir ibadethane… Ölenler de Filistinli…

Bazı dostlarımız, Filistinlilerin tümünün Müslüman olduğunu sanır. Oysa Filistinlilerin bir bölümü Hıristiyan. 1948’de İsrail kurulduğunda, her iki dinden Filistinliler örgütlenip topraklarını korumak için silaha sarıldılar. İsrail, Müslüman ya da Hıristiyan demeden tüm Filistinlileri topraklarından sürdü. Süremediklerini zaman içinde büyük kıyımlara uğrattı.

Hıristiyan Filistinlilerin çoğu, Güney Amerika ülkesi olan Şili’ye sürüldü. Şu anda yaklaşık beş yüz bin Hıristiyan Filistinli yaşamakta bu ülkede. Yanı sıra elli bin civarında da Müslüman Filistinli Şili’yi yurt edindi. Filistinliler bir de geldikleri toprakların adını yaşatmak için bir futbol takımı kurdular Şili’de. Adı: Palestino… Şili’nin en büyük üç futbol takımından biri...

Filistinlilerin göçmediği yer yok neredeyse. Yurtlarından sökülüp atılan Filistinliler, dünyanın dört bir yanına yayıldılar. Nereye giderse gitsinler ulusal kimliklerini korumaktalar.

Sanmayın ki Hamas’ın saldırısıyla başladı Gazze’de insan kıyımı ve kırımı. İsrail, saldırılarından anlaşılacağı üzere böyle bir kıyıma önceden hazırlanmış. Çünkü Tevrat’a göre kendilerine vaat edilen kutsal toprakları ele geçirmektir amaçları bu Siyonistlerin. Bugün suskun olan birçok bölge ülkesi, yarın sıra kendilerine geldiklerinde anlayacaklar işin gerçek yüzünü. O zaman da iş işten geçer. Bugün Filistin’e, yarın ise size, bize… Sessiz kalan Araplara, Farslara, Türklere…

İsrail; önce Gazze’yi, sonrasında Batı Şeria’yı tamamen boşaltacak. Bu topraklarda Filistinli kuş bile uçamayacak. Gazze’nin Akdeniz kıyıları doğalgaz kaynağı. İsrail, bu kaynağı yaşamsal görmekte. Batı Şeria ise bölgede kıt olan suyun ender bulunduğu yerlerden biri.

İsrail’in Gazze’ye saldırısı, yeni bir sürece sokmakta tüm insanlığı. İnsanlık, kendisini yok edecek bir oluşumu yok etmek zorunda. Yıkılmakta olan emperyalizm, son barutunu atıyor Gazze’de. Dünyanın her yerinde halklar ayakta. Başta aklı selim, vicdanlı Yahudiler karşı çıkıyor İsrail’in insanlık dışı saldırılarına. Batılı emperyalist ülkelerde de halklar ayakta. Halkların ortak gücü, emperyalizmin ve Siyonizm’in saldırganlığını önleyecek.

İnsanlığın kazanmak zorunda olduğu bir savaşın içindeyiz. Bu, Filistin’in değil; hepimizin, insanlığın savaşı. Dünya üzerinde varlığımızı sürdürmek ve insanca yaşamak için kazanmak zorundayız. Kazanacağız…

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       22 Ekim 2023

 

ÇÜRÜMÜŞ BATI’NIN KOKUŞMUŞ İSRAİL’İ


Avrupa’nın, ABD’nin devrimci değerleri ayaklar altında. Kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizm, içten içe çürüdü yıllar içinde. Daha çok kazanma, her şeyin sahibi olma düzeni hem çürümekte hem de yıkıma doğru gitmekte doludizgin. Çürüme, küllenmiş gibi görünen ırkçılığı hortlattı. Aile yapısı çöktü. Toplumsal yardımlaşma ve dayanışma rafa kalktı. Bencillik, bir kurt gibi toplumsallığı kemirip yedi. Bu da batı toplumlarının çözülmesini getirdi.

Batı’nın Batı Asya’daki ileri karakolu İsrail. Yasadışılığı, kural durumuna getirmiş bir terör devleti. Vuruyor, kırıyor, öldürüyor, sürüyor, süründürüyor, aç bırakıyor Filistinlileri. Kendi yasalarını bile hiçe sayarak Filistinlilerin topraklarına, evlerine, yaşamlarına el koyuyor. Ait oldukları topraklarda sürgün yaşamakta koca bir halk.

İsrail; yalnızca insanların bedenlerine, günlük yaşamlarına zarar vermiyor. Onların değerlerini, tarihlerini hiçe sayıp yok etmekte. Dünyanın her yerinde, her toplum; başkalarının inançlarına, değerlerine, tarihlerine, geleneklerine, yaşam haklarına yazısız insanlık kuralları gereğince saygı gösterirken İsrail için böyle bir kural yok! Camileri, kiliseleri yıkıyor bombalarla. İbadethanelere postallarla giriyor İsrail askeri ve polisi. İnsanların secdeye vardığı halıların üstüne basıyor fütursuzca.

Nazilerin Yahudilere yaptığı kötülüklerin bin katını Filistinlilere yapmakta İsrail. Bu konuda örnek aldıkları ne yazık ki Naziler… İnsana, insanlık kurallarına zerre kadar saygıları yok! İnsanın usundan bile geçirirken utanıp yüzünü kızartan, zalimce düşünceleri uygularken dünya umurlarında değil. Ne utanmaları ne de yasaları var. Bir kişi vicdanını bir yana bıraktığında onun yasalara uymasını, hele de insan olmasını bekleyemezsiniz.

İsrail’in Gazze’ye saldırıp çoluk çocuk Filistinli kıyımına, kırımına başladığından beri birçok görüntü izlemekteyiz içimizi burkup insanlığımızdan utandıran. Yol kıyısında öldürülen Filistinliler çırılçıplak soyulmuş. Onların üstüne işeyen İsrailli askerler görüntüde. Bununla yetinmeyip cesetleri tekmelemekteler.

Gazze’de öldürülen çocukların çoğunun kimliği belirlenemiyor bedensel bütünlükleri bozulduğu ya da yandıkları için. Gazzeli annelerin çoğu çocuklarının öldürüleceğinin farkında. Hiç olmazsa yavrusunun ölüsünü tanımak için avuçlarına, kollarına adlarını yazmaktalar. Bu nasıl şey, demeyin sakın! Bu işin en kötüsü de çocuklar, adları yazılırken avuçlarına ya da kollarına biliyorlar bunun nedenini. Yani ölümün enselerinde olduğunun farkındalar. Bu tinsel ortamda yaşayıp büyümeye çalışmakta Gazzeli çocuklar. Demokrasi, bilim aşığı görünen Batı; bu duruma suskun. Tinbilim kuralları hiç de uslarına gelmemekte söz konusu Filistinli çocuklar olunca.

Cuma namazı kılmak istiyor Kudüslüler. Gençler Mescid-i Aksa’ya alınmıyor. Müslümanlık temizlik gerektirir. Namaz, temiz yerde kılınmak zorunda. Bunu bilen İsrail polisi, TOMA’lara lağım suyu doldurup caminin çevresindeki cadde ve sokaklara sıkıyor ki buralara seccade serilip namaz kılınmasın diye. Üstelik namaz kılanların ve bu insanlık dışı durumu görüntüleyen gazetecilerin üstüne bu lağım suları boca edilmekte gaz fişeklerinin yanı sıra. Günümüzde şeytanın, iblisin ete kemiğe bürünmüş durumudur İsrail yöneticileri. Ne kendileri utanmakta bu durumdan ne de onları destekleyen batılı emperyalistler.

Gazze saldırısı başlar başlamaz batılı devlet yöneticileri İsrail’e destek vermek için Tel Aviv’e gittiler. Öncelik ABD dışişleri bakanında... Havaalanında sarmaş dolaş oldu İsrailli yöneticilerle. Ne de olsa damarlarında az da olsa Yahudi kanı var. Ardından Biden indi aynı havaalanına. Sarıldılar Netanyahu ile. Ne de olsa gönüllü Siyonist. Hem de apak biri… İkisinin yüzünde üzüntünün kırıntısı yok. Çok mutlular çoluk çocuk Filistinlilerin öldürülmesinden.

Alman Başbakanı geldi İsrail’e. Onunla da sarmaş dolaş olup koklaştılar. Hamas’ın füzeleri gelince yerlere attılar kendilerini. Ne de olsa can. Yerde yatarken günün her dakikasında bombalanan Gazzelileri usundan geçirmiş midir Şansölye Olaf Sckolz acaba?

19 Ekim 2023 günü İngiltere’nin Hintli, kara derili boşbakanı Rishi Sunak indi Tel Aviv’e İsrail’e destek için. Üzüntülü bir yüz takındı Sunak. Elini uzattı Netanyahu’ya. Ardından sarılıp öpmek istedi orundaşını. Netanyahu, kendini geri çekti kara deriliyle öpüşmemek için. Ardından İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’la görüşmesinde tokalaşırken sarılıp öpmek istedi ev sahibini. Ne de olsa geçmiş olsuna, desteğe gelmiş uzak yollardan. Herzog, sol elini Rishi’nin omuzuna destek yaparak sarılma ve öpüşmeyi engelledi.

İsrail’in kurulmasına önayak olan ülkedir İngiltere. Ülkenin boşbakanlık koltuğunda eski sömürgelerinden Hindistan kökenli biri oturmakta. Otursa da onu, kimse İngiliz yerine koymuyor. Ona kullanılan biri gözüyle bakılmakta. Gelişip büyümekte olan Hindistan’ı, yeniden avucunun içine almak isteyen eski efendiler, bir Hintliyi başa getirerek eski sömürgeye yeni zincirler için el atmakta. Bu iş içinde Hintli Rishi Sunak’ı kullanmakta. İsrailli yöneticiler, bunu çok iyi bilmekte. Bu nedenle ırkçı Siyonistler, Sunak’ın dersinin derilerine değmesine izin vermiyorlar. Sunak’ın bu durum karşısında ne düşündüğünü bilemem. Ancak şaşkınlığı gözlerinden, yüzünden belli oldu.

Batıya kaçıp kişisel kurtuluş peşinde koşanlaradır sözüm. Batıda, en yüksek orunda da olsanız doğulusunuz, Afrikalısınız ya da Latin Amerikalısınız. Irkçı Batı, bunu her fırsatta belli eder. Sizi aşağılar. İngiltere’de Sunak olup başbakanlık koltuğunda otursanız da boşbakan olup Tel Aviv’de bu, yüzünüze bir tokat gibi çarpılır. Tabii anlayana… Atalarımız: “Taş yerinde ağırdır.” sözünü boşuna söylememiş.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       21 Ekim 2023

BOP’LA YOK EDİLMEK İSTENEN FİLİSTİN


ABD, Büyük Ortadoğu Projesini (BOP’u) açıkladı. Buna göre Batı Asya ve Kuzey Afrika’da yirmi dört ülkenin bölünüp sınırlarının değişeceği, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından bu ülkelerin gözünün içine baka baka söylendi. Bu ülkelerinin hepsi Müslüman… Ayrıca dünya enerji kaynaklarının nerdeyse yüzde yetmişi bu ülkelerde. Türkiye gibi bazı ülkeler ise çok önemli stratejik konumda…

Ne yazık ki ülkemizin bölünmesini öngören BOP’a zamanın başbakanı R. Tayyip Erdoğan, eşbaşkan olduğunu açıkladı. AKP’nin ilk başbakanı Abdullah Gül ise ABD ile iki sayfa, dokuz maddelik bir anlaşma imzaladığını büyük bir beceri gibi anlattı basın yayın organlarına.

1948’den beri Filistin toprakları, başta İngiliz ve ABD emperyalistlerinin desteğiyle gasp edilmeye başlandı. Filistinliler önce sürüldü topraklarından, direnenler ise kurşunlandı acımasızca. Arap ülkelerinin bir bölümü bu ulusun yok edilişini görmezden geldi. Bir bölümü ise Filistin’in yanında savaştı. Arapların dışındaki İslam ülkeleri ise bu acımasızlığı kınamaktan ileri gidemediler. Çünkü neredeyse hepsi ABD’ye bağımlıydı. Çükü İsrail demek, ABD demekti.

Filistin savaşımında ilk pes eden ülke Ürdün oldu. Ardından Mısır geldi. Bu ülkelerin yönetimlerinin ABD’ye yaklaşmalarıyla Filistin davasına sırtlarını dönmeleri koşuttu. Zaten petrol varsılı Körfez ülkeleri, baştan beri Filistin sorununa uzaktan bakmaktaydı. Bazıları ekonomik destek verse de İsrail-ABD ile karşı karşıya gelmekten özellikle sakınmaktaydılar.

İsrail’le en çok savaşan Suriye idi. Suriye’ye en çok destek veren de Saddam’ın Irak’ı. Kaddafi ise ekonomik desteğini açıkça yapmaktaydı. Birçok Filistinli direnişçinin yaşadığı yer de Tunus’tu.

ABD, önce Irak’ı işgal etti. Irak perişan edilip Saddam öldürüldü. Ülke üçe bölündü. Merkezi otorite yok edildi. İşgalcilerce hazırlanan anayasayla bölünme yasalaştı. Milyonu aşan insan kıyımı oldu. Böylece Filistin önemli bir destekçisini yitirdi.

Tunus’ta Arap Baharı başlatıldı BOP kapsamında. Arap ülkeleri bir bir karıştı. İktidarlar değişti. Kaddafi devrildi. Libya, tanınmaz duruma geldi. Arap Baharında ABD, demokrasi şekerine sarılı emperyalizm zehrini uzattı. Bu şeker, kapışıldı halklarca. Bir süre sonra da emperyalizmin zehriyle uyuştular.

Suriye’ye dünyanın dört bir yanından teröristler getirildi. Suriye toprakları kan ve gözyaşıyla sağlam bir hamura dönüştü. Esat ve arkadaşları teslim olmayıp direndi emperyalist saldırganlığa. Ülkenin bir bölümü, ABD ve işbirlikçisi PKK/PYD’ce işgal altında. İşgalciler, petrolünü çaldı. Ülkede taş taş üstünde kalmadı. Suriyeliler, destan yazdı bin bir türlü düşmana karşı. Bu arada her fırsatta İsrail saldırısı oldu Suriye kentlerine ve askeri üslerine. Şam’da Emevî Camisinde namaz kılacağını söyleyen zamanın dışişleri bakanı ve sonrasında başbakanı Ahmet Davutoğlu, “İsrail’in parçalayıp yıkmak için hedefe koyduğu komşu ülkeye biz niye düşmanlık yapıyoruz?” sorusunu sormadı. Zamanın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın usuna da gelmedi bu soru. Zayıflayan Suriye’nin İsrail’i güçlendireceğini düşünmediler bile. Irak ve Suriye parçalandığında sıranın Türkiye’ye geleceğini akıl edemediler.

AKP iktidarı, Arap Baharını demokrasi şarkılarıyla karşıladı ve destekledi. Onlara göre halklar, diktatörleri gönderiyordu. ABD demokrasisi geliyordu. Ne güzel… Arap Baharı İngiliz yapımı, ABD beslemeli Münafık Kardeşler örgütünün emperyalizmle işbirlikçiliğini ortaya serdi apaçık. Ne zamanki ABD destekli 15 Temmuz darbe kışkırtması oldu. AKP yöneticilerinin bazılarının aklı başına gelir gibi oldu. ABD’ye karşı sesler yükseldi. Zaman geçtikçe ekonomik bunalıma girdi ülkemiz. Serbest piyasacı AKP, tek çözüm olarak batılı tefecilerden borçlanmayı gördü. Borç arayışı, politika değişikliğini de getirdi. Ne yazık ki Filistinliler kıyılırken yalnızca “insani yardım” göndermekte. Bir yandan da Hayfa Limanına yaş sebze ve meyve göndermekte AKP hükümeti. Ne şiş yansın ne kebap politikası. En kötüsü de Malatya Kürecik üssünden İsrail’e bilgi aktarılması.

BOP ve Arap Baharı uyarınca Filistin destekçisi ülkeler, güçsüzleştirildi. Ancak Arap ve diğer İslam ülkelerindeki halklarda düne göre ulusal bilinç uyanışı, antiemperyalist duruş daha güçlü. Bu nedenle Filistin destekçileri çok... Özellikle Rusya, Çin gibi Avrasya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden Filistin sesleri yükselmekte.

Dünyanın ezilenleri birleşiyor, birleştikçe de güçleniyorlar. Dünya, emperyalizmin barbarlığını, sömürüsünü sona erdirmek için bir araya gelmekte. Ezilenler bir araya gelirken emperyalist batı da kendi arasında bütünlük göstermeye çalışmakta. Ancak çok yakında özellikle Avrupa ülkelerinden ABD karşıtı seslerin yükseleceğini beklemekteyiz. Zalimin zulmünün sonsuza dek sürmesi olanaksız. Bu nedenle yarın, bugünden daha güzel olacak.

BOP, yirmi dört ülkeyi parçalayıp sınırlarını değiştirmeyi amalarken Filistin’i de yok etmek istemekteydi. Ezilen ulusların gücü, BOP’u yırtıp attı. Bundan hayırlı bir iş olabilir mi?

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       20 Ekim 2023

 

 

 


KOKUŞMUŞ AMERİKANCILIK


Her gün sabahtan akşama, akşamdan sabaha dek televizyonların çoğunda Gazze ve Filistin’le ilgili tartışmalar, konuşmalar yapılmakta. Nerdeyse hep aynı kişiler ekran ekran dolaşıp aynı şeyleri yinelemekteler. Bu kişiler, televizyonların kadrolu yorumcuları… Her konuda bilgililer nedense… Adlarının önünde göz kamaştırıcı (!) unvanlar var. Neredeyse bilmedikleri bir şey yok gibi. “Bu konu, benim uzmanlık alanımla ilgili değil. Konuyla ilgili uzmanlar konuşsa daha iyi olur.” deme erdemi gösterenine rastlamadım bugüne dek.

Bilmediğini bilmek; öğrenmenin, bilgiye ulaşmanın ilk adımı. Ne yazık ki televizyonlardaki yorumcuların çoğu, bilmediklerini bilmemekteler. Çoğunun bilgi(!) olarak anlattıkları ya kulaktan dolma ya da batılı medyanın yorumlarından kaynaklı bilgiler. Bu yorumcuların büyük bölümünde, olayları değerlendirmede stratejik akıl ve bakış açısı yok! Olayların çok yönlülüğünü ne yazık ki göz ardı etmekteler. En önemlisi de neden-sonuç ilişkili bir düşünüşten uzaklar. Çoğu, tarih bilmemekte.

Beylik sözler kullanmak ekranların modası. “Denklem, masa, dinamikler…” bu sözcükler neredeyse iki tümceden birinde var.  Ne denklemi, ne masası? Denklem de masa da namlunun ucunda. Onlara göre denklemleri, ABD ve İsrail kurar. Başta Filistinliler olmak üzere Batı Asya’nın ezilen halkları denklemin etkisiz elemanları. Dünyanın her yerinde bugüne dek emperyalizmin ezilen halklara niye saldırdığının farkında değiller ya da farkındalıklarını gizlemekteler.

Yorumcuların çoğunun konuşmalarına bakılırsa hepsi Filistin’in yanında. Oysa konuşmalarında ABD ve İsrail’e övgüler var. Bu saldırganların gücüne tapınma var. Onların yenilmezliği üstüne kendilerince teknik çözümlemeler yapmaktalar.

Neymiş efendim, ABD’de seçim varmış da onun için Biden, Netanyahu’nun saldırganlığını destekliyormuş. Çünkü ABD seçimlerinde Yahudi lobisinin desteğine gereksinmesi varmış Biden’ın. ABD, 1948’den beri Siyonizm’den bir an olsun desteğini çekmiş mi? Çekmemiş. Bugüne dek Filistinlilerin kıyımına, yurtsuzlaşmasına karşı çıkmış mı ABD yöneticileri? Çıkmamış. Bu bilmişlere göre sanki her gün ABD’de seçim var öyle mi?

ABD emperyalizmi; Kore, Vietnam, Kamboçya, Laos, Küba, Irak, Suriye, Libya… gibi birçok ülkeye niye saldırdı, seçim kazanmak için mi? Şili, Arjantin, Brezilya, Nikaragua başta olmak üzere birçok Latin Amerika ülkesinde neden kanlı darbeler yapıp binlerce insanın ölümüne neden oldu? Türkiye’de 12 Mart, 12 Eylül kanlı darbelerini yaparak yüzlerce insanımızı niye toprağa düşürdü ABD? Her şeyden önce teslim olmakta olan Japonya’ya iki atom bombasını niçin attı ABD? Bütün bu saldırganlıklar, insan kıyımları, yok edişler seçim için mi yapıldı?

ABD, emperyalist amaçlarını gerçekleştirmek için hep saldırdı ezilen ülkelere. Yağmacılık düzenini sürdürmek içindir bu saldırganlığı. Bunu yaparken Batı Asya’da Siyonistleri ve bazı Arap ülkelerinin yöneticilerini kullandı. Diğer ülkelerde, yerli işbirlikçileri örgütledi kendi halklarına karşı. Darbelerle yağmaladığı ülkelerde ise ne yazık ki ordu içinde kendisine bağlı askerleri ve bazı siyasetçi yandaşlarının desteğiyle yapmış bu saldırganlıkları. Yani Biden yeni seçilmiş olsaydı ABD uçak gemilerini, İsrail’e destek için Akdeniz’e göndermeyecek miydi?

Televizyon yorumcuları, öncelikle emperyalizmin ne olduğunu öğrenmeliler. Sonrasında ise Siyonizm’in ne olduğunu, amaçlarını bilmeliler. Emperyalizmi tanıyıp bilmeden olaylara yüzeysel bakarsın. İşin içyüzünü asla kavrayamazsın. Bir gün dediğini, öbür gün söylediğin tutmaz. Büyük resmi göremediğin için yalpalarsın düşünsel olarak. Böylece neyi savunduğun, kime hizmet ettiğin belli olmaz. Filistin’i savunacağım diye ABD ve İsrail’i yüceltirsin sığ bilgilerinle.

ABD yöneticilerinin İsrail siyaseti seçimlere göre belirlenmez. Neredeyse bütün ABD başkanları aynı doğrultuda siyaset izler. Bir önceki Başkan Trump’ın Kudüs’ü, İsrail’in başkenti olarak bütün dünyaya duyurduğunu anımsatmalıyım burada.  

Kokuşmuş, sığ bir Amerikancılık var ekranlarda. Soğuk Savaş döneminin zihinlere yerleştirdiği NATO’culuğun izleri çoğu kişide capcanlı durmakta. Bu bakış açısıyla olgular, olaylar, düşünceler yorumlanabilir mi?

Musevilerin, Yahudilerin dünyadaki varlığına karşı değilim. İnsanları dil, din, ırk temelinde değerlendirmem. Her insan, değerli ve saygıyı hak eder. Karşı olduğum şey; İsrail’in saldırganlığı, yayılma isteği ve faşist amaçları. Böyle bir durum karşısında ezilen, sürülen, öldürülen Filistinlilerin yanında olmaktan başka bir seçeneğimiz mi var?

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       19 Ekim 2023

 

FİLİSTİNLİLERE SOYKIRIM


17 Ekim 2023 akşamı, İsrail’in Gazze’de vurduğu bir hastanede, ilk belirlemelere göre  500’den fazla kişinin öldüğü açıklandı. Dünya, bu insan kıyımı karşısında donup kaldı. Ancak emperyalistler, Siyonistler ve onların destekçileri ise üzülmek yerine, Filistinlileri karalama yarışına girdiler.

İsrail, önce hastaneyi vurma eylemini üstlenmedi. Bunu, İslam-ı Cihat örgütünün yaptığını söyledi. Oysa birkaç gün önce hastaneyi vuracağını, bu nedenle de boşaltılmasını isteyen İsrail’di. Burada tedavi olmakta olan hastalar ile buraya sığınan silahsız halk, İsrail bombasıyla can verdi. Kısacası, İsrail çoluk çocuk Filistinlileri öldürdü. Bu, soykırım değil de ne?

İsrail, ilk kez sivil bir hedefe saldırmadı. Yıllardır bu tip eylemler yaptı. Kundaktaki bebekleri, sokakta oyun oynayan çocukları, evinde yemek pişiren kadınları, dükkânında çalışan esnafı, Siyonizm’in şiddetine karşı çıkan gençleri, camiye giden yaşlıları, yaşama hakkını savunan insanları öldürdü 1948’den beri. Filistinlileri tarlalarından, evlerinden, sokaklarından, mahallelerinden, köylerinden, kentlerinden ve doğup büyüdükleri topraklardan kovdular. Gitmeyenlerin kanlarını toprağa akıttılar.

Geçmişteki Filistinli kıyımlarında olduğu gibi dün gece de hükümetler, devlet yöneticileri, uluslararası kuruluşlar, sözde kanaat önderleri kınadılar bu cinayetleri. Alışılagelen bu kınamalar, yıllardır olduğu gibi bugün de İsrail’in devlet terörünü, cinayetlerini, toprak gaspını durdurmayacak. Özellikle Arap ve İslam dünyasının duyarsızlığı, insanın içini burkmakta. Ağlaşarak, masumiyet perdesi arkasında gizlenerek, büyük devletlere yalvararak ya da dua ve beddua ederek Siyonist terörün biteceğini sanmaktalar nedense.

İsrail’le Filistin arasında büyük bir savaş var yıllardır süren. Bu savaş, iki toplum arasında görünse de aslında dünyanın zalimleriyle tüm mazlumları arasında. Bu savaşta, mazlumların konumlanması çok önemli. Hamasi sözlerle düşman yenilmez. Esat’a, Kaddafi’ye, Saddam’a, İran’a, Mısır’a düşmanlık yaparak; Ukrayna’ya dostluk gösterip Finlandiya ve İsveç’i NATO’ya alarak Filistin’in yanında yer alınmaz. BOP gereğince bir günde Suriye ile ilişkileri kesip Mursi’nin iktidardan uzaklaştırılmasıyla Mısır’dan büyükelçimizi çekenler, İsrail’in insan kıyımı karşısında böyle bir tavrı uslarının bir köşesinden bile geçirmemekteler. Niye?

7 Ekim sabahı başlayan savaşla Türk Hükümeti harekete geçti. R. Tayyip Erdoğan, birçok devlet başkanıyla konuştu telefonla. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise birçok ülkeye gidip görüşmeler yaptı orundaşlarıyla. AKP yöneticileri gezmeyi, birileriyle görüşmeyi, iş yapıyor görünmeyi, arabulucuymuş gibi davranmayı, kendilerine önemli adam rolü biçmeyi çok sevmekteler. Bu nedenle de her uluslararası sorunda benzer davranışlar görmekteyiz AKP yöneticilerinden.

7 Ekim’de İsrail’in vurduğu yerlere bakınca dostla düşman açıkça anlaşılır. İsrail, Gazze’yi, Lübnan’ı ve Suriye’yi vurdu. Demek ki Suriye, İsrail’in düşmanı. Bu durumda Suriye’ye düşmanlık, Filistin’e düşmanlık değil mi?

Rusya, Çin, İran, Venezüella, Honduras, Kolombiya… gibi birçok ülke Filistin’e destek verdi.

Ukrayna, ilk günden İsrail’in yanında. Demek ki Ukrayna düşman safında. Yunanistan, baştan beri İsrail destekçisi. AB ülkelerinin neredeyse hepsi İsrail’in arkasında. Demek ki AB hedefi, düşmana katılma projesi. ABD, ilk günden uçak gemileriyle desteğe gitti. Amacı, bölgeden herhangi bir ülkenin Filistin’i desteklemesini önlemek. Ayrıca çok yakın zamanda dostumuz dediğimiz bu ABD, PKK teröristleriyle savaşan SİHA’mızı düşürmedi mi? Bu durumda ABD’den dost olur mu? Hala Amerikan dostluğundan söz etmek, halkı boşu boşuna oyalamak. Türkiye, Atlantik’ten kopmalı hem de zaman geçirmeksizin.

Ülkemizde başta İncirlik ve Kürecik olmak üzere yirmi üç tane NATO/ABD üssü var. Eğer sen, Türkiye’nin, Filistin’in ve bütün mazlumların güvenliğini sağlamak istiyorsan öncelikle bu üsleri kapat. Dün gece Gazze’de hastanenin vurulması karşında yurdumuzun birçok yerinde protesto için miting ve yürüyüşler yapıldı. Bunlardan en ilginci, Malatya’da oldu. Malatyalılar, önce kent merkezinde öfkelerini dile getirdiler. Ardından arabalarıyla Kürecik üssüne gidip buranın kapatılmasını istediler. Kürecik bir radar, dinleme yeri. Burada çalışanların çoğu ABD’liler… Ne yazık ki buradan İsrail de yararlanmakta. Malatya’da sokakta gezen adam, Kürecik’in bir şer odağı olduğunu biliyor da RTE ve AKP yöneticileri bilmiyor mu?

Erdoğan ve AKP, günü kurtarmayı bırakıp ülkemizin dost ve düşman tanımını açıkça yapmalı. Buna göre ittifaklar kurulmalı. ABD ile yıllardır PKK üzerinden savaşmaktayız. Hala onu dost ve müttefik olarak görmek Türkiye’ye hizmet değil.

Bağırıp çağırarak, ağlaşarak, yakınarak, üzülerek, ahlanıp vahlanarak, kınayarak, gün boyu dua ve beddua edilerek kazanılmış bir savaş yok dünyada. Savaşlar, doğru ittifaklarla ve güçle kazanılır. Önce komşularımızla güçlerimizi birleştireceğiz. Sonrasında ise dünyada ABD ve İsrail’e karşı olan ülkelerle birleşmemiz gerek. ABD ve İsrail’in saldırganlığını, terörünü, insan kıyımını önlemenin tek yolu güç. Bu da silahla olur. Bu işin başka çözümü yok!

                                             Adil Hacıömeroğlu 

                                                                                        18 Ekim 2023