Zübeyde
Hanım, 1857’de şimdi Yunanistan sınırları içinde yer alan Langaza’da doğdu. Fatih
Sultan Mehmet döneminde (1466) Karaman’dan göç ettirilmiş Yörük, yani Evlad-ı Fatihan
bir ailenin kızı. Aile, Konyarlar diye anılmakta.
Ailede çok sayıda din adamı bulunduğundan Sofuzadeler diye de
adlandırılmaktalar. Zübeyde Hanım, hem dini bilgisinin yüksekliği hem de
okuryazar olması nedeniyle “Molla” sıfatı ile anılmış. Annesi de Ayşe Molla
diye çağrılırdı.
Ali
Rıza Efendi ile evlendirildiğinde on dört ya da on beş yaşındaydı. Bu
evlilikten altı çocukları (Fatma [1872-1875], Ahmet [1874-1883], Ömer [1875-1883],
Mustafa [1881-1938], Makbule [1885-1956] ve Naciye [1889-1901]) doğar. Zübeyde
Hanım, yaşamının önemli bir bölümünü cepheden cepheye koşan oğlu Mustafa Kemal’den
ayrı geçirdi. Bu ayrılık, derin bir özleme dönüştü. Son yıllarda sağlığı iyice
bozuldu. 14 Ocak 1923’te İzmir-Karşıyaka’da Latife Hanımların konağında yaşama
gözlerini yumdu.
Atatürk,
annesinin ölüm haberini, yurt gezisine çıktığı Eskişehir’de aldı. Haberi veren
yaveri Salih Bozok’tu. Atatürk, Salih Bozok’a aşağıdaki telgrafla yanıt verir:
“Verdiğiniz
elim haber, beni çok üzdü. Merhumenin münasip bir tarzda defin merasimini yaptırınız.
Cenabı Hak, millete hayat ve selamet versin. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt:
14, Kaynak Yayınları, İkinci Basım: Mayıs 2007, s. 259)” Atatürk, annesinin sonsuzluğa
göç edişi karşısında bile milletinin hayat ve selametini düşünmekte. Yurt
gezisini sürdürdü. Çünkü orduları denetleyecekti. Asker, arazide onu bekliyordu.
Gideceği illerin yöneticileri, ona göre hazırlıklar yapmıştı. Onları yüzüstü bırakmak
olmazdı.
“Gazi,
bu kara haber üzerine bir müddet düşündü. Cenaze merasiminde bulunmak için
hemen İzmir’e mi hareket etmeli?.. O halde tespit olunan seyahat programını
değiştirmek, İzmir ve İstanbul civarında talim ve terbiye ile meşgul olan
ordunun teftişlerini geri bırakmak, kısaca verilen emir ve kararlardan
vazgeçmek lazım geliyordu. Başkumandan Paşa, bu yönü gerekli görmedi. ‘Vatan
vazifesi yanında hiçbir hissin, hiçbir fikrin hükmü yoktur’ dedi. (Aynı yapıt,
s. 259)”
Atatürk,
gezisini sürdürürken bir istasyonda trenden iner. Çevrisini komutanlar,
subaylar ve halk sarmıştır. Arkalarda bir gürültü ve itiş kakış vardır. Başı kara
yazmalı bir kadın, Gazi’ye doğru ilerlemek istemekte. Ancak inzibatlar onun
yaklaşmasına izin vermemekte. Kadın, bu duruma öfkelenip acı acı söylenmekte.
Atatürk, kadını görünce: “Niçin bırakmıyorsunuz? Bırakınız gelsin. Belki bir
derdi, bir diyeceği var!” diye uyarıyor inzibatları. Yol açılıp kadın, Gazi’ye
doğru gelir. Müşfik gözlerini Büyük Kurtarıcı’nın gözlerine dikip bir eliyle de
omuzunu okşayarak kısık ve üzüntülü bir sesle Paşa’ya: “İşittim ki, anan ölmüş…
Başın sağ ola!” Gazi, onu: “Evet, anam
öldü. Fakat vatan anam sağ olsun!” diye yanıtlıyor. Evet, bizi millet yapan
vatan anamız sonsuza dek sağ olsun ki bizler var olalım.
Atatürk,
yurt gezisini bitirip 27 Ocak 1923 Salı günü İzmir’e varır. Doğruca annesinin mezarının
bulunduğu Karşıyaka Ferik Osman Camii’ne gider. Bu sırada bir müezzin sala
okunmaktadır. Sonu kadar dalgın bir biçimde dinler salayı. Ardından Fatiha okur
annesine. Çevresindekilerle kısa konuşmalar yaptıktan sonra aşağıdaki konuşmayı
yapar:
“Zavallı
validem bütün millet için mefkure olan İzmir’in mukaddes topraklarına vücudunu
vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm yaratılışın en tabii bir kanunudur. Fakat
böyle olmakla beraber bazen ne hazin tecelliler arz eder. Burada yatan validem,
zulmün, cebrin bütün milleti felaket uçurumuna götüren keyfi bir idarenin
kurbanı olmuştur. Bunu izah etmek için müsaade buyurursanız ıstıraplı hayatının
bariz birkaç noktasını arz edeyim. Abdülhamit devrinde idi. 320 [1905]
tarihinde mektepten henüz erkânı harp yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayata ilk
adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana tesadüf etti. Hakikaten
bir gün beni aldılar ve müstebit idarenin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım.
Validem bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberdar olabildi. Ve derhal beni
görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün
görüşmek nasip oldu. Çünkü tekrar müstebit idarenin hafiyeleri, casusları,
cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni
alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Beni sürgün yerime
götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmekten men edilmiş olan validem
gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımından elemler ve kederler içinde terk edilmiş
bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim mücadeleler hayatını ıstıraplar ve
gözyaşları içinde geçirtmiştir. Başka bir nokta daha: Mütareke zamanında
Anadolu’ya geçtiğim vakit, validemi mustarip bir halde İstanbul’da terke mecbur
olmuştum. Yanımda kendisinin refakatime verdiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan
İstanbul’a gönderdiğim zaman validem bu adamın yalnız olarak geldiğinden
haberdar olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş
olan idam kararının infaz edildiğini zanneylemiş ve bu zan kendisini felce
uğratmıştı. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını elem, ıstırap
içinde geçirtmişti. Padişah ve hükümetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve
işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü sebep ve vesilelerle basılır
ve aranır, kendisi rahatsız edilirdi. Validem üç buçuk senelik bütün gece ve
gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini
kaybettirdi. Nihayet pek yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona
kavuşabildim ki, o artık maddeten ölmüştü, yalnız manen yaşıyordu.
Validemin
kaybından şüphesiz çok üzgünüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni teselli eden
bir husus vardır ki, o da anamız vatanı mahv ve haraplığa götüren idarenin artık
bir daha dönmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Validem
bu toprağın altında, fakat milli hakimiyet ilelebet payidar olsun. Beni teselli
eden en büyük kuvvet budur. Evet, milli hakimiyet ilelebet devam edecektir.
Validemin
ruhuna ve bütün ecdat ruhuna ahdetmiş olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim.
Validemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan
dökerek milletin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı hakimiyetin muhafaza ve
müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekten asla tereddüt
etmeyeceğim. Milli hakimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus
borcu olsun. (Aynı yapıt, 393-394)” Atatürk’ün bu konuşması derslerle dolu.
Vatanın her şeyden önemli olduğunu belirtmekte o. Vatan yoksa yurttaş da aile
de ulus da yok!
Atatürk,
yaşamının hiçbir döneminden geleceğe, vatanına, milletine olan umudunu
yitirmedi. O, yalnız milletine güvendi. Her şeyi de yurttaşlarıyla başardı. Bu
topraklarda Atatürk; umdun, kurtuluşun addır. Bu adı yaşatmak da hepimizin
görevi…
Atatürk’ü
vatanımıza kazandıran Zübeyde Hanım’ı aramızdan ayrılışının 102. yılında saygı,
özlem, minnet ve rahmetle anıyorum.
Adil
Hacıömeroğlu
14 Ocak 2025
Değerli Adil öğretmenim,
YanıtlaSilSiz ayrıcalığınızla , farkınızı yine belli, Elinize, ruhunuza , yüreğinize sağlık👏👏Saygılarımla🙏🏻Var okunuz
Zübeyde Hanım’ın vefatının 102. yılı vesilesiyle onun hayatını, zorluklarla dolu mücadelesini ve Atatürk’ün hayatındaki yerini anıyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün annesine duyduğu sevgi ve acı kaybı sonrası bile görevine olan bağlılığı anlatmışsınız.
. Ayrıca Zübeyde Hanım’ın Türk milletinin kalbindeki saygın yeri ve fedakârlıklarını her zaman dile getirmeliyiz. Ayrıca Cumhuriyet tarihindeki yerinin önemi tartışılmaz .Ruhu şad olsun🙏🏻💐♥️Fulya Kırımoğlu👩
Kendi de dahil adı tarihten silinmeyecek Mustafa Kemal Atatürk ümüzün ruhları şad olsun. Sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz
YanıtlaSil