Deniz,
Artvin’in bir dağ köyünde doğdu ve orada yaşıyor. Doğup büyümekte olduğu köyünü
çok seviyor. Köyüne, köyünün çevreleyen ormana, ormanda yaşayan tüm bitki ve
hayvanlara derin bir sevgi duyuyor. Her gün doğadan yeni bir şey öğrenmenin
heyecan ve mutluluğunu yaşıyor. Orman, ona sürekli yeni varlıkları, olayları,
yaşam ilişkilerini, doğal tansıkları ortaya çıkarıp öğrenme olanağı sağlıyor.
Bu da Deniz’in ormana karşı sevgisini, merakını, heyecanını, artırıyor gün
geçtikçe.
Deniz;
annesi, babası, ninesi ve dedesiyle ormana meyve toplamaya gitti. Ormanın
sessizliği, temiz havası, burada yaşayan canlıların birbirleriyle uyumu
büyülüyordu onları. Deniz; her ağacın, her çalının, her otun, her çiçeğin
önünde durup önce onu inceliyor; sonrasında ise onunla ilgili bilgi alıyordu
yanındaki büyüklerden. Ormanda kuşlar ve memeli hayvanlar türlü sesler çıkarıyordu.
Bu seslerin hangi hayvana ait olduğunu merak edip heyecanla biraz da merakla
soruyordu. Sorularını, fısıldıyordu adeta hayvanlar ürkmesin diye. Ona daha çok
dedesi yanıt veriyordu. Dedesi, çevre köylerde “Bilge Dede” olarak tanınırdı.
Doğa ve orman hakkında neredeyse bilmediği yoktu.
Ormanın
içine doğru iyice yürüdüler. Yukarıda bir kayın ağacının yanında iki ayağının
üstünde dimdik duran bir hayvan gördü çocuk. Bu hayvanla ilk kez
karşılaşıyordu. Yanında iki de yavrusu vardı. Onlar, büyük olana göre daha utangaç
ve ürkektiler. Bilge Dede’ye dönüp: “Bu hayvanın adı ne dede?” diye sordu.
Bilge
Dede: “Bu hayvanın adı, ayıdır. Türü ise boz ayı… Ormanlarımızın gizli kahramanlarıdır. Ormanlarımıza
sayılamayacak kadar yararı vardır bu hayvanın. Bazı insanlar çok kokar ondan. Oysa
o da insanlardan korkar. Ayıya dokunmazsan, onu rahatsız etmezsen o, sana bir
şey yapmaz. Hayvanlar, karşısındakinin kendilerine zarar vereceklerini
düşündüklerinde savunma yapmak için saldırganlaşır. Bak bu ayı da arka ayaklarının
üstüne dikilmiş merakla bize bakıyor. Çünkü biz onun yaşam alanına girdik.”
Deniz:
“Peki, yanındakiler yavruları mı onun?”
Dede:
“Evet, ikisi de onun yavrusu…”
Çocuk,
ayıya dönüp gülümseyerek: “Ayı kardeş, korkma sakın! Sana da yavrularına da
bizden zarar gelmez. Burası senin evin, evine izinsiz girdik sanırım. Seni
rahatsız edip korkuttuysak özür dileriz. Biz yalnızca ormanda küçük bir gezi
yapmak istemiştik. Gezimiz sırasında da biraz meyve toplayacağız.” dedi.
Anne
ayı, gülümseyip dişlerini göstererek: “Orman, yalnız benim evim değil;
hepimizin evi… Sizin gelmenizden mutlu oldum üstelik. Zaten Bilge Dede’yi
ormanda yaşayan tüm canlılar tanır, ona derin saygı duyar. Koca Nine’yi de iyi
bilip saygı duyarız. O, tam bir orman ve ayı dostudur.” dedi.
Deniz,
mutluluk ve heyecanla: “Sen, bizim dilimizi konuşuyorsun, nereden öğrendin
dilimizi?” diye sordu şaşkınlık dolu bir merakla.
Ayı:
“Sizin diliniz, bizim dilimiz diye bir şey yok! Canlıların, doğanın dili var.
Hepimiz, doğanın bir parçasıyız. O, bizim anamız. Onun dili de ana dilimiz.
Demek ki bize anadilimizi öğreten doğa anamız. Öylesi anamız da dilimiz de bir.”
açıklamasını yaptı bilgece.
Çocuk,
yeni bir bilgiyi öğrenmenin sevinciyle derin bir mutluluk duydu. Ayıya minnet
dolu gözlerle baktı. Ona, bakışlarıyla “Sağ ol!” dedi.
Deniz:
“Senin bir adın var mı ayı kardeş?” diye sordu.
Ayı:
“Benim adım, Özgecil… Senin adın da Deniz olmalı.” dedi.
Çocuk,
biraz şaşırarak: “Memnun oldum Özgecil Hanım. Ancak benim adımı nereden
biliyorsunuz?” diye sordu.
Özgecil:
“Bilge Dede, sen doğduğunda gelip torununun doğduğunu muştulamıştı bize ve yani
tüm ormana. Sen yürümeye başladığında, bir yaz günü bir sepet orman meyvesi
toplamıştı senin için. Biz, ona. ‘Bu kadar çok meyveyi ne yapacaksın Bilge Dede?’
diye sorduğumuzda o: ‘Bunlar, torunum Deniz için…” diye yanıtladı bizi.
Anlayacağın sen ormana gelmeden ünün geldi buraya.” tümceleriyle yanıtladı onu.
Bilge
Dede: “Ah… Sevgili torunum, ormanımızın gizlisi saklısı olmaz. Burada
yaşayanlara her şeyimizi anlatırız. Onlar da bize onlatırlar bildiklerini,
yaşamlarındaki değişiklikleri. Uyumlu yaşamımız, dostluğumuz böylece sürüp
gider. Zaten dostluk da bunu gerektirir.” diyerek tamamladı Özgecil’in
sözlerini.
Koca
Nine: “Binlerce yıldır süren orman dostluğunun temelinde, tüm canlıların birbirine
karşı güvenleri ve açık sözlü davranışları var.”
Çocuk:
“Yavrularınızın adları var mı Özgecil Hanım?”
“Olmaz
mı hiç? Sağ yanımdaki dişi yavrunun adı, Akansu; sol yanımdaki erkeğin ise
Esenyel…” deyince anne ayı, yavrular gülümseyip ellerini birbirine vurdular
sevinçle.
Deniz:
“Memnun oldum kardeşler sizlerle tanıştığım için.” dedi ve el salladı iki
yavruya.
Onlar
da ön ayaklarını sallayarak memnun olduklarını belirttiler.
Çocuk:
“Yavrularınız ne zaman doğdu?” diye sordu ayıya.
Ayı:
“Mart ayının başıydı doğduklarında. Onların doğum sancısı başlayınca kış
uykusundan uyandım. Böylece iki yavrumu dünyaya getirdim. Onları, yalnızca
sütümle besledim uzun süre. Şimdi ise sütümün yanı sıra meyvelerle de besleniyorlar.
İki yıla yakın bana bağımlı yaşar ikisi de. Bu süre içinde hem onlarının
beslenmesine yardım ederim hem de eğitimlerini sağlarım.”
Çocuk,
Özgecil’e dönerek: “Siz, bu koca ormanda neyle beslenirsiniz?” diye sordu.
Özgecil:
“Biz boz ayılar hem et hem de ot yeriz, bu nedenle de hepçiliz. Ölen
hayvanların leşlerini yiyerek ormanı temiz tutarız. Kimi zaman balık avlarız.
Meyveler olgunlaştığında onlarla besleniriz. Tadına doyamadığımızsa baldır. Ara
sıra buluruz balı. Ancak bulduğumuzda doyuncaya dek yeriz ondan. Çünkü kış
uykusuna yatmadan önce iyi beslenip kilo almamız gerek.” dedi.
Bilge
Dede: “Bazı ayılar, balın çekiciliğine dayanamaz, çiftçilerin peteklerindeki
balları yer. Bu da bazı köylüleri kızdırır. O zaman arada bir de olsa
anlaşmazlıklar çıkar. Ancak bu anlaşmazlıklar uzun sürmez. Bilge ayılar, bilge
insanlar, barışçıl kuşlar araya girip barışı sağlarlalar kolayca.” diyerek
durumu açıkladı.
Özgecil:
“Hangimiz yanlış yapmıyoruz ki yaşamımız boyunca bu dünyada? Önemli olan yanlış
yapmak değil, yanlışı sürdürmektir.” diyerek Bilge Dede’nin sözlerini
tamamladı.
Deniz:
“Bizim köyde bazı kişiler ‘Armudun iyisini, ayılar yer.’ diyor, neden? Siz
gerçekten armutların iyisini mi yiyorsunuz?” diye merakla sordu.
Ayı:
“İnsanların bazıları, bizi kaba saba hayvanlar olarak görür. Bu, onların
değerlendirmeleri... Bizim doğamız neyi gerektiriyorsa öyle yaşarız.
Başkalarının hoşuna gidelim diye davranışlarımızı, yaşayış biçimimizi, doğamızı
değiştiremeyiz. Armutların en olgunları, iyileri ağacın uzak dallarında, özellikle
de tepesinde olur. İnsanlar, o dallara uzanıp o meyveleri toplayamaz. Onlar,
daha çok güneş aldıkları için iyice olgunlaşır. Biz, ağaçlara iyi tırmanırız. O
dalları eğip meyveleri yeriz afiyetle. Yalnız armut yemiyoruz doğal olarak. Ormanda
yetişen tüm meyveleri yemekten büyük zevk alırız.” Sanki armut yiyormuş gibi ağzını
şapırdatarak yaptı bu açıklamayı.
Çocuk:
“Şu an usuma bir soru takıldı. Ormandaki meyveleri kim yetiştiriyor?” diye
sordu ayıya.
Özgecil:
“Orman meyvelerinin yetişmesinde, burada yaşayan birçok hayvanın emeği var. Ben,
istersen sana biz ayılardan söz edeyim bu konuda. Biz, meyveleri yeriz bütün
olarak. Tohumlarının çoğunu sindiremeyiz. Bu tohumlar, dışkıladığımızda toprağa
düşer. Biz sürekli ormanda gezdiğimizden her yanına dışkımızı, dolayısıyla
tohumları yayarız. Dışkımız, aynı
zamanda gübre... Tohum, gübrenin içinde bir süre bekler bahar gelsin diye.
Bahar geldiğinde çimlenip yeşerir. Çok geçmeden bir fide boy atar orada. O
fide, çok geçmeden fidan olur. Sonrasında yıllar içinde koca bir ağaç boy atar
orada. O tohumunu toprağa ektiğimiz fidanlar, dört beş yıl içinde tek tük
meyveler verir biz yiyelim diye. Bu doğal döngü, böyle sürüp gider sonsuza dek.
Tabi ormanlarımız yanıp kül olmazsa ya da bilinçsiz kişilerce türlü nedenlerle
yok edilmezse...” dedi.
Deniz.
“Siz daha çok hangi meyveleri yersiniz?” sorusunu sordu.
Ayı:
“Mevsimine göre kiraz, dut, armut, yaban mersini, ahududu, çilek, kızılcık gibi
ormanda yetişen meyveleri yeriz. Burada saymadıklarımı da bulunca mideye
indiririz.” diyerek yanıtladı onu.
Çocuk:
“Çok sağ ol Özgecil Hanım! Bana altın değerinde bilgiler verdin. Bunları
yaşamım boyunca unutmayacağım.” dedi mutlulukla.
Bilge
Dede: “Oğlum Deniz, akşam olmak üzere… Evimize dönmemiz gerek. Ayrıca anne
ayıyı bırak da karnını doyursun, yavrularıyla ilgilensin.” diyen sesini işitti. Bu uyarıya: “Tamam!”
yanıtını verdi çocuk. Hemen ayı ve yavrularıyla vedalaştı. Annesi, babası,
ninesi, dedesi de onlara “İyi akşamlar” dileyip el salladılar.
Mutlu,
ağır adımlarla eve doğru yürümeye başladı Deniz ve ailesi. Çocuk ikide bir
arkasına dönüp ayılarla göz göze geliyordu. Onlar da gülümseyip el
sallıyorlardı Deniz’e. Tam bu sırada başlarının üstünde bir karga, birkaç tur
attı. İyice alçalıp gagasıyla tuttuğu mor menekşeyi, çocuğun önüne bıraktı.
Ardından öttü kesik kesik. Deniz yere eğilip çiçeği aldı. Kargaya teşekkür edip
uzun süre el salladı ona.
Köye
varıp eve girdiklerinde hava kararmış akşam olmuştu bile. Ninesinin sabahleyin
pişirdiği ekmeği ortadaki siniye koydu babası. Annesi de taze, tuzsuz tereyağı
ile köy peyniri getirdi sofraya. Ihlamur çayı hemen demlenmişti bile.
Karınları
doyunca uyumak için odalarına çekildiler. Deniz, hemen uyudu. Düşünde sonsuz
dağlarda, uçsuz bucaksız ovalarda meyve fidelerinin çimlenip büyüdüğünü gördü
hep.
Adil
Hacıömeroğlu
9
Ağustos 2025
‘Kalemine Efendi Kalan Adil öğretmenim,
YanıtlaSil‘Ayı ve Çocuk’ öyküsü, yalnızca bir doğa masalı değil; insan‑doğa dostluğunu, bilgelikle harmanlanmış bir dilde anlatan duygulu bir keşif yolculuğu. Özgecil’in çocukla sohbeti, canlıların ortak dili üzerine vurgu yaparken, boz ayıların meyve tohumlarını yayarak ormanın yenilenmesine emekte ğ bulunması anlatımı hem eğitici hem de düşündürücü kılıyor. Deniz’in şaşkın merakı, dedenin bilge rehberliği ve ormanın sıcak kucağı… Hepsi okurda hem huzur hem de merak uyandırıyor. Karganın getirdiği menekşe ile kapanan sahne ise öyküyü unutulmaz bir anıya dönüştürüyor. Ellerinize yüreğinize sağlık👏👏❤️🌹Kaleminiz var olsun🙏🏻📚