Çınarlık
Ortaokulu’nda Türkçe öğretmeni olarak göreve başladım 5 Kasım 1979’da. Çok
gençtim. Yirmi yaşında bir öğretmenim. 57 kiloyum. Öğrencilerimin bazılarıyla
neredeyse akranım. Yaşlarımızın yakınlığı, aynı kuşaktan olduğumuzun
göstergesi. Bu nedenle onlarla anlaşmam çok kolay oldu. Gün boyu spor yapsam yorulmuyorum.
Okulumuz,
tam gün eğitim yapıyordu. Öğlen arası dinlence uzun, tam bir buçuk saat. Çünkü
öğrenciler, öğle dinlencesinde evlerine gidip yemeklerini yiyorlar. Evleri uzak
olanlar, yanlarında getirdikleri arasına katık koydukları ekmeklerle
karınlarını doyuruyorlardı. Bazıları evden aldıkları harçlıklarla bakkala gidip
ekmek arası helva ya da peynir alıyorlardı. Biz öğretmenler de bakkaldan ekmek,
zeytin kimi zaman peynir kimi zaman da helva alıyorduk. Sobanın üzerinde çay
demlerdik gün boyu. Çayın yanında kısıtlı olanaklarla bakkaldan aldıklarımızla dört
beş öğretmenle yaşamımım en lezzetli yemeklerini yedim. Çünkü okulumda çok
mutluydum, öğrencilerimi çok seviyordum. Birkaç kişinin dışında köy halkıyla çok
iyi ilişkilerim vardı.
Köyde
konakladığım için kitap okumaya çok zaman ayırıyordum. Ayrıca ders dışı
etkinlikler yapıyordum. Okul dağıldıktan sonra ya köyün gençleriyle futbol
oynamaya gidiyorduk köy merası Ağcasaz’a (Sonradan buraya Çarşamba Havaalanı
yapıldı.) ya da yakınımızda bulunan ilkokulun bahçesinde öğretmen arkadaşlarla
voleybol maçı yapıyorduk. Kimi zaman voleyboldan sonra futbol oynuyordum doksan
dakika.
Uzun
öğlen dinlencelerinde, evlerine karın doyurmaya giden öğrenciler hemen dönerlerdi.
Okuldaki birkaç öğretmen ve öğrenciyle zaman geçirmeden voleybol maçı oynamaya
başlardık. Ders giriş zili çalıncaya dek sürerdi bu maçlar. Arada sırada futbol
oynadığımız da olurdu.
Okulumuzun
bahçesi yoktu. Bu nedenle üç yolun kesiştiği kavşakta bulunan okulumuzun yanında
bir boşluk vardı. Orada iki söğüt ağacının arasına voleybol filesini gerip maça
başlardık. Yer toprak ve taş… Her maçtan sonra dizlerim ve kollarım yara bere
içinde kalırdı. Gömleklerimin, pantolonlarımın yırtıldığı da oldu bazı
zamanlar.
Oynadığımız
yerin iki yanı tarla… Tarlalar, yoldan beş sıra dikenli telle ayrılmış. Top,
iki de bir tarlaya kaçıyor. Buna engel olmak olanaksız. Maçlar çok heyecanlı
geçiyordu. Genellikle bir takımın kaptanı Okul Müdürümüz Mehmet Dede, diğerinin
kaptanı da ben olurdum. Heyecanlı geçen maçta, kimi zaman çok kontrolsüz
vuruşlarda yapılırdı topa hırsla.
Top,
ikide bir tarlanın içine kaçıyor. İlk önce nasıl alacağımızı düşünürken çözümü
öğrenciler buluyordu anında. Bu arada köy çocuklarının devinimlerinin yüksek olduğunu,
en zor işe bile anında çözüm bulabildiklerini söylemeliyim. Kaçan topu almak
için birkaç çocuk, anında dikenli tellerin üzerinden atlayıp tarlaya geçiyordu.
Topu, arkadaşlarından daha önce almak için adeta yarışıyorlardı. Topu alan,
büyük bir utku kazanmışçasına elindekini fırlatıyordu voleybol alanına.
Sonrasında tarladaki birkaç çocuk, dikenli tellerin üstünden kazasız belasız atlıyordu
gerisin geri. Bir kez olsun hiçbiri takılmadı tellere. Hiçbirinin giysisi
yırtılmadı. Ben, onların tellerin üzerinden atlayıp geçmelerini hayranlıkla
izlerdim.
Bir
gün yine voleybol oynuyorduk. Bu orada okulumuz öğrencilerinden bir voleybol
takımı kurduğumuzu da söyleyeyim. Bu takımla çevre ortaokullarla maça
gidiyorduk. Büyük yengilerin, başarıların takımı oldu bu. Çocukların tellerden
atlayıp geçmelerinin uzun, yüksek, sırıkla ve üç adım atlamanın bir örneği
olduğunu düşündüm bir an. Okul dağıldıktan sonra zaman geçirmeden yola çıkıp
Samsun’a gittim. Dolmuştan iner inmez Yaşar Doğu Kapalı Spor Salonuna yöneldim.
Şanslıydım. Orada bir atletizm öğretmeniyle karşılaştım. Soyadını anımsayamadığım
Mustafa adında bir öğretmendi. Ona, düşüncemi söyledim. Benim atletizmin atma,
atlama dallarıyla ilgili, teknik bilgim olmadığını söyledim. Benimle ilgilendi
bu alçakgönüllü adam. Kırk yıllık dost gibi konuştuk uzun süre. Çay içtik
bolca. Ondan kitap istedim konuyla ilgili, verdi birkaç tane kaynak.
Akşam
olmuştu çoktan. Kitapları koltuğumun altına sıkıştırıp köyün yolunu tuttum.
Sabahın ilk ışıklarına dek okudum kitapları. Bazı atma tekniklerini evde
kendimce denedim. Birkaç saat uyuduktan sonra okula gittim. Uykusuzluğuma
karşın mutluydum. Uykusuzluğun belirtisi yoktu bende. Üç sınıfımız vardı. Üçünün
de beden eğitimi derslerine ben giriyordum. Güllemiz, ciridimiz, diskimiz yok. Olsun…
Yuvarlak büyükçe bir çakıl taşını gülle, yassı bir taşı disk ve kalınca bir
fındık dalını da cirit yaptık. Gün boyu çalıştık.
Koşucu
öğrencileri seçtim. Yüksek ve uzun atlama çalışmaları yaptık yetersiz olanaklarla.
Mutluluğum, umudum artmıştı. Yakınızdaki ilkokula da Kenan Kayıkçı atanmıştı. O
da eski sporcuydu. Ülküleri vardı ve çok çalışkan biriydi. Gelir gelmez okulda atletizm
takımı kurdu. İlkokulun öğrenci sayısı bizden daha çoktu. Bu, onun için büyük
bir fırsattı, aynı zamanda bizim için de.
Bir
gün Samsun’a gittim. Atletizm öğretmeni Mustafa Bey’den bana yardım etmesini
istedim. Sağ olsun geldi köye birkaç gün sonra. Öğrencilere bazı atma ve atlama
dallarının tekniklerini uygulamalı olarak gösterdi. Yanında gülle, disk ve
cirit de getirmişti bize armağan olarak. Onun gelmesi, bizim için bir sıçrama
noktası oldu. Bundan sonra çalışmalarımız daha sık ve sıkı oldu. Kenan Bey’le
de yardımlaşmaya başladık. Zaten çalışmaları ilkokulun bahçesinde yapıyorduk
birlikte.
İlde
birkaç tane kros yarışına katıldı öğrencilerimiz. Hem kızlarda hem de
erkeklerde birincilik bizim oldu. İlkokulumuz da birinciydi. Birçok madalyayla
döndük okullarımıza.
Bahar
gelip çattı. İl merkezindeki 19 Mayıs Stadyumunda okullar arası puanlı atletizm
şampiyonası var. Her dalda katıldık bu yarışlara. İlkokulumuz da ortaokulumuz da
birinci oldu bu yarışlarda. Bu başarı, öğrencilerimizin içgücünü, heyecanını,
hırsını artırdı. Velilerimiz de aynı duyguları yaşadılar. Sonrasında Türkiye şampiyonalarında
da birincilikler aldık.
Üç
yıl çalıştım Çınarlık’ta. Atletizmde doruğa çıkmıştık. İstemediğim halde bakanlık
beni, aynı ilçede bir ortaokula müdür olarak atadı tepeden inme. Zorunlu olarak
gittim oraya gözyaşlarımla ve içim burkularak. Geride sayısız kupa ve madalya
bırakarak.
Adil
Hacıömeroğlu
8
Ağustos 2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder