Dün
akşam, yürüyüşten dönerken biraz alışveriş yaptım. Alışveriş torbalarıyla yavaş
yavaş yürüyerek Bostancı İstasyonu’ndan Minibüs Yolu’na doğru gidiyordum sağ
yandaki kaldırımdan. El ayak çekilmiş, mahalleye sessizlik egemen olmuştu. Tek
tük arabalar geçmekte.
Cadde,
biraz karanlıktı. Dükkânların çoğu, sanırım artan elektrik giderlerini
düşünerek tutumlu olmak için ışıklarını akşam olunca söndürüyorlar son
zamanlarda. Sokak lambalarının bazıları da ne yazık ki yanmıyor. Cadde ve
sokakların çoğu belirsiz bir loşluk içinde. Kaldırımlarda yer yer çukurluklar
var. Kimi yerlerde parke taşları ya çökmüş ya da yerinden çıkmış. Bazı yerlerde
bozuk kaldırımlar ve üsütne üstlük bir de karanlık olunca cadde, insan dikkatli
yürümek zorunda. Tüm dikkatimi yola vererek ve bastığım yeri iyice görüp önüme
bakarak yürüyorum. Zaten omuzlarımda ağır alışveriş torbaları var. Ayağım,
çökmüş kaldırımın taşına takılıp da düşersem yandı keten helva. Bu yaştan sonra
kemiklerde oluşacak bir kırığın iyileşmesi çok zor...
Saat:
20.30… Yürürken gecenin sessizliğinde, türlü düşler kurmaktayım loş ışıkta. Düşlerimin
mutluluğuyla ilerlerken sağ yanımdan bir ağlama sesi işittim. Kapalı bir dükkânın
kapısının önündeki basamaklara oturmuş, karalar giyinmiş bir erkek çocuktu
ağlayan. Hem ağlıyor hem de telefonla konuşuyordu. Telefondaki kişiye: “Beni
kimse anlamıyor.” diyerek hıçkırıyordu. Birkaç dakika ayak sürüdüm dükkânın
önünde. Beni fark etmedi bile. Ağlamasına dayanamadım, yüreğim yandı birden.
İçim titredi. Yüreğimden alevler çıkıp her yanımı sardı. Ağlayan bu çocuğu,
burada bırakıp gidemem. Belki bir yararım dokunur gözyaşlarına. Onun evde
olması gereken bir saatte dışarıda hıçkırarak ağlamasına duyarsız kalabilir
miyim hiç?
Yavaş
ve sessiz adımlarla gülümseyerek yanına gittim. Boş elimi uzattım ona. “Merhaba!”
dedim. O, elimi sıktı. Sonra saçını okşadım. Cebimden kâğıt mendil verdim gözyaşlarını
silmesi için. Sildi. “Kalk, burada oturma.” dedim. Kalktı, elimi tutarak.
Yakındaki yeiçe gittik birer bardak çay içmek için. Oturduk karşılıklı. Ne
yazık ki çay yokmuş. Benim çay için çaba gösterdiğimi görünce “Amca, ben zaten
çayı çok sevmem. Çay için uğraşıp canını sıkma!” dedi. Bu tümcesinden çocuğun
uyumlu ve anlayışlı bir öze sahip olduğunu anladım. Onun dediğine uyup oturdum
yerime. Adını sordum. “O…” dedi. “Ne güzel adın var. Böyle güzel bir adı sana verdikleri
için annene ve babana teşekkür ettin mi?” dedim gülerek. O da güldü. “Valla
amca, hiç aklıma gelmedi bu.” dedi biraz şaşkın, biraz da mutlu olarak.
Niye
ağladığını sordum. Anlattı kısaca. Babası, bir şirkette sürücü... Annesi, bir
okulda temizlik görevlisi olarak çalışıyormuş bu yıla dek. Ancak işten
çıkarılmış. Okullara yeni müdür atanınca bazıları, çalışanlarını eski okulundan
getiriyor nedense. Böyle olunca da yeni geldiği okuldaki işgörenlerin işine son
veriyor. Çocuğun annesi, bu nedenle işsiz kalmış.
Baba,
sabahtan akşama dek yollarda direksiyon sallıyor. Bu nedenle yorgun… Çocuk,
telefonla meşgul sürekli. Anlaşılıyor ki ekran bağımlılığı kervanına o da katılmış.
Anne ve babayla ilişkileri çok iyi değil anlattıklarına göre. Bir ağabeyi var
çocuğun. Evdeki bireyler arasında konuşma pek yok! Herkes kendi dünyası içinde
yaşamla savaşım içinde.
Çocuğun
durumuna bakınca eve geç gitme alışkanlığı var. Bir meslek lisesinin dokuzuncu
sınıfına gitmekte, haftanın belli günlerinde de bir işyerinde staj yapıyor. Eve
geç gitmesinin gerekçesi de bu ona göre. Çocuk, erinç içinde bir ev ve yaşam
istiyor. Ancak bu yok! Kendince çözüm bulmaya çalışıyor, ama gücü buna
yetmiyor. Gücü yetmeyince de kent canavarının avı oluyor sokaklarda.
Yaşını
soruyorum, söylüyor. On dört… Oğlum Atacan’la akran… Yaşını ve okuduğu sınıfı
söyleyince aklım yerinde çıkacak gibi oluyor. Birden beynimde şimşekler çakıp
fırtınalar kopuyor. Böyle bir karanlık gecede o da sokakta olabilirdi, olasılığı
usuma düşünce içim çok fena oldu.
Telefon
bağımlılığı çocukları olgunlaşmadan dalından koparılan meyveye döndürüyor. Dalından
erken koparılan meyve çürür çok geçmeden. Ekrana tutsak olan çocuklar,
evlerinden uzaklaşmakta eğinsel olmasa da tinsel olarak. Çocukların gönlü
kayıyor evden ekrana doğru. Bunu üstüne geçim zorlukları, evlerdeki
erinçsizlikler eklenince gönül kayması hızlanmakta. Bu, olağanüstü bir duygusal
kopuş… Bu büyük toplumsal kopuşun, çürümenin önlemi elbirliğiyle alınmalı.
“O…”
ile bir süre söyleştik. Telefon numaramı yazdı. “Senin bu saatte evde olman
gerek. Hadi eve git! Gidince de anneni, babanı ve ağabeyini kucaklayıp öp. Onlara
“İyi ki benim annem, babam, ağabeyimsiniz’ de. Onların desteğine gereksinim duyduğunu
da ekle sözlerine.” dedim. Kalktık masadan. Elimi öpmeye kalktı, öptürmedim. Sarıldı
bana gözlerinden fışkıran gülümsemeyle. Kucakladım onu, içim alev alev.
Marmaray’a doğru yürüdü Maltepe’ye gitmek için. Ardından baktım bir süre. Karanlıkta
yitiverdi. Döndüm yoluma gitmek için gözlerimdeki yağmur bulutlarıyla.
Adil
Hacıömeroğlu
7
Ekim 2025
Değerli Adil öpretmenim,
YanıtlaSil“O küçük yüreğin kaldırım taşlarına düşen sessiz çığlığını okurken, içim ezildi…çok duygulandım gözlerim doldu onun yerinde kendi evladımı düşündüm. Her çocuk, sevgiyi, korunmayı, sıcak bir evi hak eder. Keşke sarılıp ‘buradayım, korkma’ diyebilsemdim ona … Yalnız değilsin yavrum, bir annenin duaları hep seninle”derdim.
Ne mutlu ki size rast gelmiş hayatında iz bırakacaksınız .Ruhunuza , yüreğinize , duygudaşlığınıza sağlık👏👏🌺Paylaşımınız için teşekkür ederiz . Her yerde böyle çocuklardan var .Sadece dinlenmeyi, sevilmeyi , saygı duyulmayı istiyorlar..Gözlemlerinizle , kaleminiz hep yazsın.Biz okuyalım . Saygılarımla 🙏🏻🙋♀️📚