Cumhuriyet’imiz
kurulduğunda uygarlığın eğitimin ışığı, ülkemiz topraklarını aydınlatmamıştı.
Halkımızın ezici çoğunluğu okuldan uzaktı. Okuryazarlık, önemli bir ayrıcalıktı.
Özellikle kırsal kesimde okuryazar olanlar, parmakla gösterilirdi.
Okuryazar
olan kadın sayısı, oldukça düşüktü erkeklere göre. Kadınlarımız, Ortaçağ’ın
karanlığına gömülmüş ülkemizde zifiri karanlık içindeydi. Kadınıyla erkeğiyle
bir ulusu, kör karanlıktan kurtarmak gerekiyordu. Cumhuriyet’imizin kurucusu
Atatürk’ün ilk giriştiği iş, eğitim sorunuydu. Halkı, okullu yapmak için olağanüstü
çaba gösterdi. Yoksulluk içinde kıvranan Türkiye, okul yapmak için seferber
oldu. Köy okulları, halkın katılımıyla imeceyle yapıldı. Bu gönüllü
seferberliğe toplumun tüm kesimleri katıldı kadını ve erkeğiyle.
Kız
çocukların okula gönderilmesi önemli bir sorundu. Çünkü İslam dinini, kendi
çıkarlarına uydurarak yanlış anlayan ve anlatan bir kesim vardı ülkemizde. Bu
kişiler, Ortaçağ döneminin Hıristiyanlığında olduğu gibi batıl inançları halka
kabul ettirerek çıkar elde etme peşindeydiler. Yüzyıllardır süren ve halkın
dinsel duygularını, ekonomik gelirlerini, üretimlerini, geleceğini sömürmeyi
sürdürmek isteğindeydiler. Bu kişilerin kandırdığı yurttaşlarımızın önemli bir
kısmı, kızların okula gönderilmesinin “günah” olduğunu söylüyorlardı. Üstelik
kızların erkeklerle okutulmasını da yanlış buluyorlardı. Oysa kız ve erkek çocuklar;
köylerin el kadar avlularında ve daracık sokaklarında oynarken tarlada, bahçede
çalışırken düğünde dernekte, cenazede, bayramda, komşulukta, imecelerde, sevinçte
mutlulukta, acıda üzüntüde birlikteydiler. Horonu, halayı, barı el ele
oynuyorlardı. Komşu sofralarında yan yana kaşık sallıyorlardı.
Yaşamın
geçekleriyle uyuşmayan bir anlayış, din diye insanlara kabul ettirilmişti ne
yazık ki. Oysa Müslümanların kitabı Kur’an “Oku!” diye başlıyordu. İslam’ın
Peygamberi Hz. Muhammet: “İlim Çin’de de olsa gidip alınız!” diyerek yol
gösteriyordu Müslümanların tümüne. İlk Müslümanlardan Hz Ali ise: “Bana bir
harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” diyordu. Ne yazık ki kızları okula
göndermenin “günah” olduğunu söyleyenler ise hem Kuran’ın buyruğuna hem Hz.
Muhammet’in yol göstericiliğine hem de Hz. Ali’nin eğitimin ve öğrenmenin
önemini belirten öğütlerine karşı çıkmış oluyorlardı. Bunun hem büyük bir bilgisizlik
hem de art niyet olduğunu söylemeliyim.
Köy
okullarının yapılmasıyla ülkemiz toprakları, uygarlığın ışığıyla aydınlanmaya
başladı. Kızlar, okullara gitti tüm zorlukları aşarak. Böylece bilgili,
eğitimli annelerin çağı başladı ülkemizde. Köy enstitüleri kuruldu köy
çocuklarını okutup öğretmen yapmak için. Enstitülere kızlar da alındı. Böylece
köy kızlarına öğretmen olmanın yolu açıldı. Burada iki cins, yan yana okuyarak
birbirlerini eğittiler. Erkekler, kızların karşısında küçük düşmemek için daha
çok çalışıyorlardı. Kızların varlığı, erkek öğrencileri ister istemez kontrollü
davranmaya, karşı cinse saygıya ve efendiliğe yöneltiyordu. Ne yazık ki
yozluktan, gerilikten beslenen asalaklar; kızların okula gitmesi karşısında
dedikodu çarkını çalıştırıp yalan ve iftira pisliğini üretip kara çalmaya
başladılar. Okumaktan başka amacı olmayan kızlar için olmadık yalanlar söyleyip
iftiralar attılar.
“Oysa
o köylü Fatma’lar, Ayşe’ler, Keziban’lar nasıl okuyup adam olma çabası
içindeydiler. Bin yıldır ezilmiş, hakları çiğnenmiş Anadolu kadınının onurunu
kurtarmak çabasındaydılar. Çoğu yalınayak, şalvarla, kir pas içinde gelir, bir
iki yıl içinde Enstitü’nün çalışma temposuna girer, kafasını, elini, kolunu
işlettikçe açılır, uyanır ve değerlerini ortaya koymaya başlardı. Dikiş
dikerlerdi, örgü örerlerdi, halı dokurlardı. İnşaatlarda harç, tuğla
taşırlardı, tarım derslerinde toprak beller, domates toplar, reçel yaparlardı. Nazlanmadan,
yüzlerini ekşitmeden, erkek arkadaşlarından hiç geri kalmadan Anadolu kadınının
dayanıklılığı, ciddiliği içinde büyük bir gayretle çalışırlardı. Kendi diktikleri
çintileri (İçi astarlı, uzun kadın donu, şalvar AH) ya da basma elbiseleri
giyerlerdi. Bizim gibi pelerinleri, postalları vardı. İçten inancım şudur ki,
Anadolu kadınlığı, Köy Enstitülü kızlarla ilk olarak değerlerini ve
yeteneklerini geliştirme, ortaya çıkarma, tutsaklığını yırtma olanağı kazanmıştı.
(Köy Enstitülü Yıllar, Talip Apaydın, Literatür Yayınları, Yedinci Basım, Kasım
2023, s.73-74)”
Yobaz
takımı; namusu, onuruyla geleneklerine, kültürüne bağlı olarak Köy
Enstitülerinde okuyan kızlar için olmadık dedikodular çıkarıp iftiralar
attılar. Bu okulların kapatılması için ellerinden gelen yalanları söylediler.
Çünkü onlar, kızların okuması ve ülkemiz köylerinin aydınlanmasını
istemiyorlardı. Tıpkı yarasalar gibi karanlık mağaralarda yaşamaktan başka bir istekleri
yoktu yobaz takımının. O karanlık mağaraya yolu düşen canlıların kanı emer
yarasalar. Yobaz takımı da öyle… Karalıkta gözleri görmeyen, yönünü bulamayan
insanları soyup soğana çevirirler din dışı hurafeleri kullanarak.
Beyinleri,
bacak aralarında olan yobaz takımı, hep bu düşünüş biçimiyle ürettiler yalan ve
iftiralarını. Kendi düşlerini, tasarılarını Enstitülere yansıttılar. Ne yazık
ki ülkemizi yönetenler, ABD güdümlü siyasal eksene girince bu yalanlara sarılıp
Köy Enstitülerini kapattılar. Ülkemizin kendi koşullarına uygun, bilimsel, laik,
çağdaş, ulusal ve uygulayıcı öğretmenler yetiştirmesi engellendi. Ne büyük
rastlantıdır ki, ülkemiz Atlantik sürecine girince yobazların dedikodu makinesi
de çalışmaya başladı. Kendimize özgü öğretmen yetiştirme kurumları
emperyalizmin isteği doğrusunda işbirlikçi yobaz takımı ve siyasetçilerce yok
edildi. Ne üzücü değil mi?
Adil
Hacıömeroğlu
24
Kasım 2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder