Türkiye üç buçuk ay sonra yerel seçimlere gidecek. Doğudan batıya kentlerimizin tümünün ivedilikle çözülmesi gereken dağ gibi birikmiş sorunları var. Ne yazık ki ne iktidar partisi ne de muhalefet partileri bu sorunları konuşup tartışmaktalar.
Kentlerin sorunlarını tartışmak iktidar partisinin işine gelmiyor. Çünkü bu sorunların neredeyse tamamına yakınının ortaya çıkmasında AKP'nin payı var. Kendi yarattığı sorunları halkın huzurunda kabul etmek, iktidar partisini kesin bir felakete götüreceği kesin. Yerel yönetimleri yitirecek AKP, hızla merkezi yönetimden de uzaklaşır.
İktidar partisinin halkın sorunlarını tartışmaktan uzak durmasını anlarız. Çünkü onun kazanma stratejisi bu. Ya muhalefet? Onlar, neden sorunları tartışmak yerine gereksiz gündemlerle oyalanmaktalar? Gereksiz gündemden anlatmaya çalıştığımız şey, birkaç aydır süren adaylık tartışması/pazarlığıdır.
Hem iktidar hem de muhalefetin topluma verdiği izlenim, sorunlara çözüm bulmak yerine kentlerin rantına sahip çıkma düşüncesidir. Adaylar belirlenirken işi yapabilecek yetenekli kişiler yerine, genel merkeze yakın olan ve genel başkanın dediğinden çıkmayacak partililer yeğlenmekte. Türkiye'de en büyük palavra, partilerin demokrasi söylemleridir. Birkaç liderin kendi aralarında güya tartışmaları, deyim yerindeyse kayıkçı kavgası yapmaları demokrasi diye adlandırılamaz. Halkın katılmadığı, karar verici olmadığı bir düzenin adı demokrasi olamaz.
"Sen, ben, bizim oğlanın" göreve gelmesi için bir demokrasi gülmecesi sahnededir.
Yerel seçimler uzun süredir gündemde olmasına karşın yalnızca kişiler tartışılmakta, sorunlara hiç değinilmemekte.
Türkiye'de birkaç belediyeyi dışta tutarsak neredeyse belediyelerin tümünde rüşvet ve usulsüzlük söz konusudur. Bu konunun gündeme getirildiğini işiten var mı? İşitemeyiz... Çünkü "Tencere dibin kara, benimki senden kara..." düşüncesiyle kimse arı kovanına çomak sokmak istememekte. Anlaşılacağı üzere düzenin değişmemesi için olağanüstü bir gayret var. Oysa rüşvet ve usulsüzlüğün yapıldığı belediyelerin başkanları en çok kendi parti üyelerince eleştirilmekte. Her hangi bir partinin üyelerinin gittiği kahvelere bir uğrayın ve dinleyiverin rüşvet destanlarını. Rüşvetçinin sağcısı solcusu olur mu hiç?
Türkiye'nin neresinde olursa olsun her yağmur yağdığında sel oluyor. Kentler yaşanmaz duruma geliyor. Kentlerin alt yapıları iflasta. Üst yapı dediğimizde göz boyamak için yapılan işe yaramaz şeyler. Belediye başkanları, kendi kişisel reklamlarına harcadıkaları paranın yarısını kent yatırımı için kullanmamaktalar. 12 Eylül sonrası Özal'la başlayan bir adet var. Kentin her yerinde, hatta belediye araçlarında bile belediye başkanın fotoğrafları. Bu ne görgüsüzlük, özgüvensizlik? Her yere kendi fotoğrafını asmak demokrasinin neresinde var. Bir de fotoğraflarda poz verebilmesini becerebilseler...
Aday belirlemeye gelince... Yumurta kapıya gelince aday belirlenmez. 2024 yerel seçimlerinin adayları bugünden belirlenmeli. halkın içinde çalışmalı. Sorunlar belirlenip geniş katılımlı kurullarca çözümler üretilmeli. Kazanmanın, hizmet etmenin yolu bu.
Halk, farklı partilerden birbirine benzer adaylara yine oy vermek zorunda kalacak ve seçimin üzerinden çok geçmeden yine aynı sözü duyacağız çok kişiden: "Ellerim kırılsaydı da bu başkana oy vermeseydim."
Halkı çaresizliğe, seçeneksizliğe iten bir düzenin adı, demokrasi olabilir mi?
Adil Hacıömeroğlu
14 Aralık 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder