AYRIŞTIRMANIN AYAK SESLERİ


“Demokratik açılım” son günlerde iyice kendini gösterdi. Dağlardaki terör, kentlere inmeye başladı. Terör örgütü, yirmi beş yıldır dağlarda silahla yapamadığını açılımla yapmaya başladı. Kurban bayramının üçüncü günü birkaç ilde birden başlayan karakollara ve birtakım sivil hedeflere saldırılar, her geçen gün yayılarak artıyor.

Mersin’de polis karakoluna yapılan havai fişekli ve molotoflu saldırı, terör örgütünün ilerde yapacağı eylemlerin de niteliğini ortaya koyması açısından ilginçtir. Bir gün içinde doğudan batıya birçok ilde gösteri adı altında saldırılar gerçekleştirdi PKK’lılar.

Habur’da “kahramanlar” gibi karşılananlar, bu şımarıklıkla gemi azıya aldılar. Terör örgütünün kuruluş yıldönümünü açıkça ve kameralar önünde kutladılar. Kutlamada bir tek terörist başı eksikti. Açılımcılar, açılımın gazını fazlaca verdiler ve işi toparlayacak güçleri, düşünceleri de yok. Her geçen gün yapılanlar, ulusun kalbinde derin yaralar açıyor. Belediye otobüsleri İstanbul’un orta yerinde yakılıyor. Bayram ziyaretinden dönen aile, kentin orta yerinde ateşlerin içinde kalıyor. Terör örgütü militanlarının çocuk olduğu söyleniyor. Bu nedenle cezalandırılmalarının yanlışlığı ortaya atılıyor. Bu “çocuk”ların ruh sağlıklarının bozulacağından dem vuruluyor. Peki, çoluk çocuk ateşler içinde kalan masum yurttaşların ruh sağlıkları bozulmaz mı? Sivil yurttaşın yaşama ve seyahat etme özgürlüğünü savunacak kimse olmayacak mı bu ülkede? Ne zamandan beri teröristin özgürlüğü diğer yurttaşlardan daha önemli tutuluyor. Bu “çocuk”ları bu tür acımasız eylemlere sürükleyenler, teşvik edenler kimlerdir?

Terör örgütü yirmi beş yıldır halk arasında etnik bir çatışma yaratmak için elinden geleni yaptı. Birçok kışkırtıcı eylem, halkımızın engin sağduyusuyla boşa çıkarıldı. Teröristle Kürt halkını hep ayrı tutmayı başardı ulusumuz. Terörle mücadelenin güvenlik güçlerinin işi olduğu, tartışmasız kabul edildi. Güvenlik güçlerinin dağda teröristle mücadelesi tüm ulusça desteklendi. Yalnızca şehit cenazeleri ve yaralı, sakat kalmış gaziler halkımızın yüreğini yaktı. Bu zaman zarfında halk, güvenlik endişesi duymadı. Birkaç eylem dışında terör; kentlerde, yani halkın yoğun olarak yaşadığı alanlarda kendini göstermemişti. Bu nedenle de terörün acımasız, vicdansız, kalleş yönüyle birebir karşılaşmamıştı halkımız. Yaşam güvenliğini direkt tehdit edecek olan kent eylemleri, son günlerde yoklama çekiyor adeta. Eylemlerin artmasıyla halkla eylemci karşı karşıya gelecek. Çünkü AB dayatmalarıyla yargının önü tıkanmış, güvenlik güçlerinin yetkileri kısıtlanarak mücadele azmi sekteye uğratılmıştır. Terörle mücadelede önemli başarılara imza atmış askerlerin, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanması ise teröristi cesaretlendirip güvenlik güçlerinin ise moralini bozmuştur. Hükümetin ise açılım adı altında yaptığı uygulamalar işin tuzu biberi olmuştur. Böylece teröre karşı mücadelede kararlılık şaşkınlığa dönüşmek üzeredir.

Yukarıda anlattıklarımızın ışığında kentleri eylem alanına çevirmek isteyen PKK, etnik çatışmanın tohumlarını ekiyor her yana. Halkımızın engin sabrını taşıracak davranışlara giriyor. Hükümetin basiretsizliğinden iyi yararlanıyor. Saldırılar karşısında kendini çaresiz hisseden halkı, kendi kendini savunmaya mecbur ederek çatışmaların içine çekmeye çalışıyor.Türk- Kürt çatışması çıkarıp bir toplumsal ayrışmayı gerçekleştirmek için düğmeye basıyor. Küresel güçlerin İran müdahalesi öncesinde Türkiye istikrarsızlaştırılmak isteniyor. Böylece istikrarsızlaşan Türkiye, küresel dayatmalara direnemeyecek ve ABD’nin isteklerine boyun eğecek. İşte yapılmak istenen budur.

Hükümet şunu iyi bilmelidir ki terör örgütleriyle anlaşılmaz. Elinizi verirsiniz, kolunuzu kurtaramazsınız. Hep daha çoğunu isterler. Bayramın son günlerinde başlayan kentlere saldırılardan sonra, DTP genel başkanının sözleri dikkat çekicidir. Ahmet Türk 2 Aralık’ta şöyle diyor: “Karşımızda köklü sorun varken, bazı idari düzenlemelerle çözüm mümkün müdür? Köy kasaba isimlerini geri vermek, ceviz kabuğunu bile doldurmayacak bazı değişiklerden bahsediyor. Halkımız zaten Türkçe isimlerini kullanmıyor.” İşte, bu sözlerden de anlaşılacağı üzere taviz verdikçe taviz istiyorlar. İsteklerinin hiçbir zaman sonu gelmeyecek, bunlar böyle sürüp gidecektir.

“Öcalan’ın dikkate alınmadığı, onun yok sayıldığı bir süreç, Kürt sorunun çözümüne bir katkı sağlamaz. Tecride dayalı İmralı sistemi hala devam ederken, açılımdan söz etmenin bir inandırıcılığı olmaz.” Ahmet Türk bu sözleriyle de hükümete, terörist başının ayağına gitmesini söylüyor. Yine burada kendilerinin İmralı’ya bağlı olduklarını açıkça ifade ediyor. Ayrıca bu konuşmasında Öcalan’ın yaşam koşullarının iyileştirilmesinden söz ediyor. Birkaç ay önce yalnızlığının giderilmesini istemişlerdi, yanına arkadaş verildi. Şimdi de bununla yetinmeyip koşullarının iyileştirilmesini istiyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde terörist başlarının bu kadar özgürce ve rahat yaşadığı bir ülke yoktur sanırım. Çakal Carlos’un Fransa’da cezaevinde nasıl yaşadığını biliyor muyuz? Acaba Carlos’un, her gün yayın organlarında görüşleri yayımlanıyor mu? Yayımlanırsa neler olur, bunu düşündük mü? Böyle bir durum hayal bile edilemez.

“Tabii ki toplumun tepkisidir. Biz bunu bir gerilim olarak değerlendiriyoruz. Elbette ki insana yönelik bir eylemin yaşanmasını istemiyoruz. Ama toplumsal bir gerilim çıktığı zaman bunu bir partiye ve anlayışa bağlamak doğru değil.” İşte, son olayları böyle değerlendiriyor DTP genel başkanı. Şunu demek istiyor: Bizim kafamızı bozmayın, bizi germeyin, yoksa her şeye saldırırız. Feodal aşiret kültürüyle, kan davası, intikam anlayışıyla yetişmiş ve yaşamakta olan bir derebeyinin sözleri bunlar. Vuracak, kıracak, yıkacak, yakacak… Yapmak mı, insanca konuşmak mı? O da ne? Bunların sözlüklerinde, henüz bu sözcükler yok. Hep onlar gerilim yaşıyor ve haksızlığa uğruyor. Binlerce şehit ve gazi ailesinin sinir sistemi yok, öyle mi? Bu şehitleri ve gazileri bağrından çıkaran Türk Ulusu’nun duyarlılığı yok mu sanıyorsunuz? Kendinize gelin ve insanları kışkırtmayın.

Kürt yurttaşlarımız, terör örgütüne kesin tavır almalı; eylemlere karışan kim olursa olsun aralarında barındırmamalıdır. Bin yıldır süren kardeşlik, küresel güçlerin maşası olan bir terör örgütüne feda edilmemelidir. PKK en büyük zararı Kürtlere vermektedir, bu da unutulmamalıdır.

Yargısı çökertilmek istenen, ordusuna karşı akıl almaz siyasal komplolar kurulan, demokratik kural ve gelenekleri hiçe sayılan, basın özgürlüğü sözde kalan, eğitimi çağdaşlıktan uzaklaşan, çalışanların grev ve toplu sözleşme hakları hiçe sayılan, sağlığı hızla özelleşen, insanları bir dilim ekmeğe muhtaç edilen Türkiye’de terör örgütü doludizgin yol alıyor. Toz duman kalktıkça gözler görmez, kulaklar işitmez, diller konuşmaz oluyor. Böylece de ülkemiz “açılım”larla kollarını açarak “demokrasi”ye koşuyor. ABD, AB, PKK ve AKP birlikte “demokratik” Türkiye’nin temellerini atıyorlar. Tıpkı “demokratik” Irak’ta olduğu gibi.

Adil HACIÖMEROĞLU
2 Aralık 2009

Not: 7 Aralık 2009 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

1 yorum:

  1. İmralı'dan emir almak çok yanlıştı çook. Şimdi bu DTP'liler pirincin taşını nasıl ayıklarlar bilemem ama daha önce toplumda olmayan bir Türk-Kürt nefreti başlattıkları da bir gerçek.

    YanıtlaSil