AKP yöneticilerinin dillerinden düşürmedikleri sözcük “demokrasi”dir. Bunun için de örnek gösterdikleri yer, Avrupa ülkeleridir. İki de bir yaptıkları uygulamaların “AB standartları”na uygunluğundan söz ederler. Bugün başbakanın, partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısındaki konuşmasının AB normlarına mı, yoksa Soğuk Savaş döneminde Latin Amerika ülkelerindeki diktatörlerin anlayışına mı uygundur? Bunu anlamak için konuşmayı anımsamak da yarar var.
RTE, Çankaya’daki üçlü zirveyle ilgili gazete yorumlarına kızarak şunları söylüyor: “Ben de şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum. Ne yapayım köşe yazarı hakim olamıyorum, diyemezsin sen bunun sorumlususun arkadaş, diyeceksin. Diyeceksin. Niye? Çünkü bu ülkeyi germeye bu ülkede ekonomiyi alt üst etmeye kimsenin hakkı yok. Buna biz de müsaade edemeyiz. Çünkü bir anda dengelerin ekonomik olarak ne hale geldiği ortaya çıktı. O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da feryat etme hakkın yok. Çünkü biz bu ülkenin ekonomik noktadaki gelişmesini insan diyerek ele aldık. Bir taraftan geleceksin hükümete vuracaksın niye ücretler böyle diyeceksin. Öbür taraftan ekonominin çökmesi için de köşe yazarlarınla elinden geleni yapacaksın. Eğer şurada altı buçuk puan, yüzde altı buçuk puan sadece piyasalar düşüyorsa bunun sebebinin kimler olduğu ortadadır. Onun için de ben diyorum ki lütfen herkes çizgisini iyi bilmeli. Bu noktada ben uyarımı yapıyorum, yapmak zorundayım. Köşe yazarlarınız bana eleştirilerini yapabilir. Haklarıdır. Ancak ben de uyarımı yapmak zorundayım. Çünkü herkes yerini konumunu da gayet iyi bilmelidir ve bu ülkeyi de germeye hakları yoktur. (…) Böyle saçma şeyler olur mu ya? Bunlar edebe adaba hiç bir şeye sığmaz. Bir ülkenin yönetiminde bu tür anlayışların yeri olamaz. Herkes fikrini söylemekte serbesttir. Gayet güzel de böyle belirlenmiş şeyler var. Tabi serbest. Söyler. Doğru. Ama o insanlara da o kalemleri teslim edenler ha der ki ‘kusura bakma kardeşim, bizim dükkânda sana yer yok’. Çünkü herkes vitrinine layık olanı koyar. Bunu da çok iyi bilmemiz lazım.“
Başbakanın konuşmasından bir bölümü yukarıda aktardık. Demokratik bir ülkenin yöneticisi, eleştiriye bu kadar tahammülsüz olur mu? Demokrasi, farklılıklara saygı göstermek, farklı düşüncelerin tartışılıp konulacağı bir ortamı sağlamak değil midir? Hükümetin başarısızlıklarının nedeni olarak gazete köşe yazarlarının eleştirilerini gösteren “demokrat” bir başbakanımız var. Çöken, krize giren, üretemeyen, işsize iş bulamayan ekonominin sorumlusu bir avuç gazeteci. Basın yayın organlarının neredeyse yüzde sekseni hükümet yanlısı. Köşe yazarlarının ve televizyon yorumcularının büyük bir çoğunluğu hükümetin olmayan icraatlarını öve öve bitiremiyorlar. Ortalık döneklerden geçilmiyor. Birkaç yazarın AKP uygulamalarını eleştirmeleri bile başbakanı isyan ettiriyor. Gazete patronlarını tehdit ederek bu gazetecilerin susturulmalarını istiyor. Patron, maaşını veriyorsa susturmalıdır köşe yazarını. RTE’nin bu anlayışına göre patron efendi, çalışansa köledir. O zaman çoğulculuğa, demokrasiye ne gerek var Sayın Başbakan? Üç beş tane büyük patronu, toprak ağasını (Sizin bu anlayışınıza göre çalışanların kendi düşünceleri olamaz.) ve de tarikat liderini (sivil toplumu temsilen) getirin bir araya seçsinler ülkeyi yönetenleri. Çalışanların köle olmadığını, emeğiyle geçindiklerini, özgür bireyler olduklarını bilmelidir başbakan. İnsanın en temel hakkı olan düşünme ve düşündüğünü ifade etme özgürlüğünü yok etme, yalnızca diktatörlüklerde olur.
RTE’nin konuşması içerik olarak tehditlerle doludur ve demokrasi adına kötü bir örnektir. Konuşmanın üslubu ise bir çağdaş ülke yöneticisine yakışır tarzda değildir. Çünkü tonlama ve vurgularıyla külhanbeycedir, il başkanlarını kışkırtıcıdır.
Emeği, emekçiyi, hakkını arayanı, düşündüğünü söyleyeni susturmak, değer vermemek, köleymiş gibi davranmak çağdaş ve demokrat bir yöneticinin göstereceği davranışlar değildir.
Hükümetin başbakanı böyle konuşur da Adalet Bakanı nasıl konuşur, bir de ona bakalım: ''Tarafsız olmak yerine, sınırsız bir iktidar sahibi olarak aktif, şekillendirici ve yönetime hukuk üstü müdahalelerde bulunan bağımsız bir yargı, bağımlı bir yargıdan daha kötü sonuçlar doğurabilir.'' Bakan Bey, Stratejik Düşünce Enstitüsü tarafından düzenlenen ''Demokratikleşme Sürecinde Hukukun Üstünlüğü ve Yargı'' konulu konferansın açılış konuşmasında bunları söylüyor. Kuvvetler ayrımı üstüne kurulan ve yönetilen demokratik bir cumhuriyetin adalet bakanının sözleri bunlar. Bağımsız yargının ortadan kaldırılması için ortam hazırlanıyor. Bunu da ülkenin adaletini emanet ettiğimiz en yetkili kişi yapıyor. Bağımsız yargı yerine, bağımlı yargı bir hukukçunun tercihi olabilir mi?
Yukarıdaki iki örnekte de görüldüğü gibi amaç demokrasi değil, otokratik bir yönetimin oluşması için demokratik kurumları yok etmektir. Çünkü demokratik ve laik kurumlar, otokrasinin kurulmasına engeldir.
Hükümet partisi yetkililerinin dillerinden düşürmedikleri “milli irade” sözü de onlar için bir aldatmaca aracıdır. Bağımsız yargının olmadığı bir ülkede düşünme ve eleştirme özgürlüğü de kısıtlanan bir halk, milli iradesini gösteremez. Sandık da göstermelik bir demokratik araçtan öteye geçemez.
Son günlerde siyasal partiler, seçimlerin erken mi; yoksa zamanında mı yapılması gerektiğini tartışıyorlar. Bu tartışma yersizdir. Tartışılması gereken artık ülkemizde seçimlerin özgür, tarafsız ve adil olarak yapılıp yapılamayacağıdır. Yolsuzlukların, adaletsizliklerin bu kadar yaygın olduğu ve cezasız kaldığı bir ülkede demokrasiden asla söz edilemez. Demokrasi, dört yılda bir oy kullanmak değildir. AKP’nin istediği tek sesli bir Türkiye’dir. Zaten başbakan için demokrasi bir “araç” değil miydi?
Adil Hacıömeroğlu
26 Şubat 2010
Başbakan Türk Milletini ve yazarları kandırabildiğini sandı. Millet uyandı onun için hiddet ve şiddet arttı. Tabii bir taraftan da baskı altında.
YanıtlaSilKaleminize sağlık Adil bey , Demokrasi zaten bütün dünyada sistemin aracı olarak kullanılıyor da tabii bizde sözü bile edilemez . Her şey , bir başka şeye karşı değer bulur . Herkes düşüncesini söylediğinde doğrular bulunur . Evet ülke insanının gerildiği , yarınından endişe duyduğu bellidir . Hemen basının tamamı yazarların baskı altına alınmasını doğru bulmamışlardır. Teşekkür ederim...
YanıtlaSilAgziniza saglik Abi cok iyi analiz yapiyorsunuz bunlarla birlikte I$cilere yapilanlar ´bir ba$bakana yaKi$irmi, hadi onuda bırakın sadece insan olarak ele alın insanlarla acı çekmelerine aldırmaksızın zıtlaşıp avuçlarını yalasınlar diye hitap edebilen bir başbakan büyük bir hata içindedir çünkü 10 yaşındaki bir çocuk bile anlayabilirki bu zihniyetle bu agresiflikle halkı kucaklayamazsınız tüm halkın başbakanı olamazsınız sadece seçmen kitlenize seslenebilirsinizki elbet onlarında içlerinden pek çoğu ehl-i vicdandır ve onlar dahi bu durumu kabullenmeyecektir.hemen hemen toplmun tüm kesimleriyle çatışan bir yönetim sözde demokrasi aşığı olmaktan dem vuruyor garip bir kaos
YanıtlaSilG. Carman
Demokrasi gündemin en önemli konusu ancak bu "demokrasi" sözcüğünün içi çoktan boşaltılmış. Birtakım sözde aydınların desteğini alıp bugünlere gelen konuşmasını bilmeyen şahıslar hergün basına demeç veriyor. Üstelik te demokrasi aşığı kesilmişler. Oysa demokrasinin anlamı çoktan değiştirilmiş. Herşeyi bu toplum nasıl olsa yutuyor mantığıyla hareket edenlerin şaşıracağı gün elbette ki olacaktır. ÇEKİRGE
YanıtlaSilSevgili yazarımızın kalemine sağlık. Doğruları kısa ve öz bir şekilde ortaya döktü. Adeta yüreğimizden geçenleri okudu. Bravo diyorum. MUZO
YanıtlaSiltenrikler, güzel bir yazı yazmışssınız...
YanıtlaSil