Üç beş aydır yazılarımda zaman zaman Türkiye’nin otokratik bir yönetime doğru hızla yol aldığından söz ettim. Küresel güçlerin isteği doğrultusunda büyük bir senaryo; zalimce, fütursuzca, Türk Ulusu’nun çıkarlarını ve geleceğini hiçe sayarak sahneye konuluyor. Ulusumuzun yüz yılda kanıyla, canıyla, alın teriyle oluşturduğu değerler ve kurumlar bir bir ortadan kaldırılıyor.
Bu haftaki gündem, baş döndürücü bir hal aldı. Erzincan’da bir tarikata soruşturma açtıran Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in, Erzurum özel yetkili savcısınca tutuklanması herkesi şaşırttı. Buna bağlı olarak dönemin Jandarma Alay Komutanı da daha önce tutuklanmıştı. Yine cemaat soruşturmasında görev alan MİT görevlileri de Ergenekoncu oldukları gerekçesiyle tutuklandılar. 3.Ordu Komutanı’nın, Erzurum’a ifadeye çağrılması ise işin bir başka yönü. Erzincan’da cemaate kim dokunduysa hepsi, ayrım gözetmeksizin, tutuklanıyor ya da ifade vermek için savcılığa çağrılıyor. Ayrıca İzmir’de Ergenekon soruşturması kapsamında Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Kadir Sağdıç’la Foça Çıkarma Gemileri Komutanı Tuğamiral Mehmet Fatih İlgar’ın saatlerce ifade vermesi, devlet kurumlarındaki cumhuriyetçi kadroların tasfiye edilme ve sindirme sürecinin planlı, kararlı bir biçimde yürütüldüğünü göstermektedir. Emekli subaylarla başlayan TSK’ya yönelik saldırılar, yavaş yavaş ordunun düşük rütbeli subaylarına yöneldi; kademe kademe yükselerek şimdi de üst rütbeli ve önemli görevlerde bulunan general ve amirallerine. Amaç, TSK’yı sindirerek Türkiye’yi, küresel güçlerin Ortadoğu’daki operasyonlarına uygun duruma getirmek.
Ülkemizde ilk kez savcı, başsavcıyı tutukladı. Başsavcı Cihaner’in başına gelenler, siyasal bir lincin nasıl yapıldığının önemli ve çarpıcı bir göstergesidir. Siyasetin yargıyı nasıl baskı altına aldığı, burada açıkça görülmektedir. Bu olayda, yetki aşımı yapıldığı gerekçesiyle HSYK, Erzurum’daki özel yetkili savcıları görevden aldı. Bunun üzerine kıyamet koptu. Hükümet kanadı dört koldan zehir zemberek saldırgan açıklamalarla yargının siyasallaştığını haykırmaya başladılar. Oysa, Sayın Cihaner tutuklandığında aynı iktidar sözcüleri, ülkemizde yargının bağımsız olduğunu keyiflenerek televizyon ekranlarında anlatıyorlardı. Birkaç saatte yargıya ilişkin görüşleri değişiverdi. Ne güzel adalet anlayışı! Yargıçlar iktidar lehine karar verirse bağımsız, aleyhine karar verirse bağımlı oluyorlar. Yedi yılı aşkın bir süredir iktidarda bulunanlar mı yargıyı etkileyecek güce sahiptirler, yoksa yıllardır muhalefette olanlar mı?
Saatlerce televizyonlardaki tartışmaları, yorumları izledik. Yargıtay, Danıştay, HSYK, Barolar, YARSAV… gibi üst yargı organları ve sivil toplum kuruluşları aynı doğrultuda görüş bildiriyorlar. Hukuk eğitimi almamış gazeteciler, öğretim üyeleri ise kararı eleştiriyorlar. Kurumsal çöküşe koşut olarak mesleksel çöküşü de yaşıyoruz. Bir konuda eğitim görmüş, uzmanlaşmış, mesleki teoriyle uygulamayı birleştirme deneyimi kazanarak yoğrulmuş kişiler yerine; kulaktan dolma, uzmanlık dışı bilgilerle ve ideolojik saplantılarla hareket edenlere fikir sorulması bu işin gülünç yanıdır.
Son günlerde ülkemizde yaşananlar, büyük bir siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik değişimin öncü sarsıntılarıdır. Cumhuriyet’ten, bağımsızlıktan ve ülkemizin birliğinden yana olan yurttaşlarımıza önemli görevler düşmektedir bu süreçte. Tepkisel davranışlar, AKP’nin işine yarar. Çünkü hükümet kanadı gerilimi tırmandırarak hem gündem değiştirmek hem de yeni mağduriyetler yaratmak için olağanüstü bir çaba içindedir. Ekonomik çöküş ve işsizliğin tavan yapmasıyla halkın desteğini yitirmeye başlayan hükümet, suni gündemlerle durumunu düzeltmeye çalışacaktır. O zaman yapılacak iş, ülkemizin gerçek gündemini her yerde tartışmak ve halka anlatmaktır. Gerçek gündem ise; pahalılık, işsizlik, sosyal güvenlik sisteminin ortadan kaldırılması, özelleştirmeler ve yanlış liberal uygulamalarla çöken ekonomik sistem, yok edilen tarım, yabancı ülkelerden getirilecek ucuz işçiler, kısıtlanan özgürlükler ve hızla dışa bağımlı duruma getirilen Türkiye’dir.
Bölgemizde ABD’nin halletmesi gereken birçok sorun var. Bunlardan birincil olanı İran’dır. İran’a, olası bir Amerika müdahalesi olmadan Türkiye’de seçimlerin olması önemli bir beklentidir. Çünkü yapılacak seçimden birinci çıkacak bir AKP’nin, İran konusunda daha rahat karar vermesi düşünülmelidir. Bu süreçte toplumsal muhalefeti sindirmek, devlet kurumlarını kendi anlayışına göre yapılandırmak da hükümet kanadının en önemli hedefidir. Bu nedenle önümüzdeki günlerde gözaltılar, tutuklamalar boyut değiştirerek daha da hızlanacaktır. Demokratik kitle örgütleri, meslek odaları sindirildi. TSK, yargı ve üniversiteleri baskı altına almak için inanılmaz süreçler yaşadık. Şimdi sıra siyasal muhalefette. Yarın parlamentodaki muhalif sesleri kısmak için bir yargı süreci başlarsa kimse şaşırmasın. Almanya’da Hitler’in sivil darbesinin aşamalarını anımsarsak sıranın kimlere geldiğini de anlarız.
İktidarın, güya demokrasiyi oturtmak için yapacağı Anayasa değişiklikleri hem demokratik rejimimiz için hem de Cumhuriyet’imiz için tehlikeli bir boyut kazanabilir. Siyasal gerginliğin tırmandığı ve popülist söylemlerin arttığı bir ortamda, anayasal değişikliklerin halkoyuna sunulma olasılığı kuvvetlidir. Demokrasicilik oyunuyla AKP, yitirmekte olduğu halk desteğini yeniden kazanabilir. Bu konuda muhalefet partileri, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları, sendikalar, üretici birlikleri dikkatli olmalıdır. Ülkemizin gerçek gündemini tartışmaya açmalıdırlar.
Yargının siyasallaştığı, güçler ayrımının yok edildiği, dışa bağımlılığın arttığı bir ülkede demokrasi olmaz. Çünkü demokrasinin olmazsa olmazı özgür seçimler, bağımsız yargıçların gözetiminde yapılır. Telefonları dinlenen, tutuklanma ve meslekten atılma korkusuyla yaşayan, her türlü siyasal müdahalelerle sindirilmeye çalışılan yargıçların adil bir seçimi sonuçlandırmaları da zordur. Demokratik sistemin devamı için bağımsız bir yargı zorunludur. Bu nedenle yargıya her türlü müdahale önlenmelidir.
Cumhuriyet’i korumaya çalışan cumhuriyet savcılarının, cemaat liderlerinin isteği doğrultusunda tutuklandığı bir Türkiye’de yargının bağımsızlığından ve demokrasiden söz edilebilir mi? Yargının siyasallaştığı bir yerde, “Adalet mülkün temelidir.” denilemez. Yargı, bir toplumun tuzudur, toplumsal kokuşmayı önler. Ya tuz kokarsa?
Adil Hacıömeroğlu
18 Şubat 2010
Not: 22 Şubat 2010 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yazılarımı, http://adiladalet.blogspot.com adresinden okuyabilirsiniz.
Yazınızı ilgiyle okudum , her duyarlı vatandaş gibi ülkem adına ben de huzursuzum , ben de endişe duyuyorum Evet tuz kokuyor Adil bey . teşekkür ederim .
YanıtlaSilTeşekürler Sayın Hacıoğlu,ben kendimi bildim bileli göz yaşlı bir islamiyet var ülkemde sanki Kemalizmle başlayan Türkiye Tarihinde hristiyan,ateist ve ya yahudi olarak dünyaya geldik,kafa kağıtlarımızda dini ibaesi müslmanlık harici herşeydi, insanların artık mazlum müslümanlığı, zengin müslümaların kullandığını görmesi lazım ve Cumhuriyet birimleriyle TSK'nın bu memlekette din ve vicdandan, onur ve namusa kadar insani değerlerin yılmaz savunucusu olduğunu bilmesi de. Saygılar Deniz OTLU
YanıtlaSilhocam bizi yönetenler türk milleti düşmanıdır sıkıntının tek adresi bu dur
YanıtlaSilyazınızı ibretle okudum.aynı görüş ve düşünce içinde olduğumuzu görünce inanın çok mutlu oldum.hükümet işi iyice azıttı.asker,yargı,medya derken,tüm değerler ele geçirildi.bütün bu değerlere sahip çıkmamız gerekirken,insanlar basiretsiz davranıyorlar.gebçlerin önüne kafalarını farklı yönlere çekmek için öylesine gereksiz doneler sunuyorlar ki,inanılır gibi değil.facebook çocukları oldular.çok üzücü.sizi cesur yüreginiz için kularım.hayran sayınıza bende katıldım,hemde gönülden.lütfen güzel yazılarınızı bizden esirgemeyiniz.sizi sevgiyle kucaklar,alnınızdan öperim.saygılar ve sevgiler.
YanıtlaSil"Başbakan Erdoğan, "Netanyahu ile aranız nasıl" sorusuna, "Onu yalnız basından tanıyorum" dedi..
YanıtlaSilMuhabir şaşırdı: Nasıl yani?
'Biz zaten 5 milyon Türkle resmi olmadan Avrupa Birliği'ndeyiz'
Başbakan Erdoğan dönem başkanı İspanya'nın en saygın gazetelerinden El Pais'e verdiği ve bugün gazetede yayınlanan röportajında, bu sözler habere başlık oldu.
Avrupa Birliği ve Türkiye’nin dış politikaları hakkında konuşan Başbakan, "Netanyahu ile aranız nasıl" sorusuna, "Onu yalnız basından tanıyorum" dedi..
Muhabirin, "Nasıl yani, telefonda bile konuşmadınız mı" sorusuna, "Hayır" diye yanıt verdi." Bu haber gazeteden alıntıdır. Muhabirin sorularına cevap veren ise Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı????
Fazla bir şey beklemek ne derece doğru?
AKP Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan yüreğinin sesini şu şekilde dile getirdi: “Türkiye’nin Ak Parti’ye 10 sene daha ihtiyacı var. Her yerde, Karacasu’da ihtiyacı var. Türkiye’de ihtiyacı var. Eğer biz birazcık tökezlersek bu Ergenekoncular falan bu defa çok kötü intikam alır, halktan. Bu memlekette kimin kızının başı örtülü, hepsini fişlemişler. Kimin çocuğu İmam Hatip’e gidiyor hepsini fişlemişler. Kim muhafazakar, kim ramazanda oruç tutuyor hepsini fişlemişler. Eee şimdi biz onları fişliyoruz. 40 sene onlar bu halka yaptı, inşallah sıra bizde. Yapmaya çalıştığımız bu arkadaşlar.”
YanıtlaSilBu ifade tam da AKP'nin içeriğini ortaya döküyor. Sözün bittiği yer işte burası.ÇEKİRGE
Herkes şaşkın çünkü Yargıyla ilgili hergün farklı yorum yapan bir siyasetçi grubu var ortada. Dün "A" demişlerse, bugün "B" diyorlar, eminim yarın da "C" diyecekler. Tıpkı bugün İspanya'dan seslenenler gibi: "Şu ana kadar 40'ı aşkın bir gözaltı söz konusu. Yargıya intikal etmiş bir olay. Yürütme burada sadece yargının talimatıyla, bu talimatı yerine getirme hususunda görevini ifa ediyor. Şu anda bunun akıbeti nedir ne değildir onu bilemiyorum. Ancak güvenlik güçleri bu teslimi yaptıktan sonra yargı değerlendirmesini yapacaktır" ÇEKİRGE
YanıtlaSilÖnemle üzerinde durulması gereken bir konu da PKK gündemde olduğunda dış basın tam destekle ve de takipteyken bugünlerde seslerinin çıkmaması düşündürücü. Eminim bu gözlerden kaçmıyordur. MUZO
YanıtlaSil