23 Kasım 2009 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanan “Demokrasi mi, Otokrasi mi?” başlıklı yazımda birtakım olaylardan hareketle iktidar partisinin otokratik bir yönetime kaydığını söylemiştim. Aradan geçen sürede öyle dudak ısırtıcı gelişmeler oldu ki, belleklerde yerleşen otokratik anlayışın hızlı bir biçimde dışavurumuna tanık olduk.
Tekel işçilerinin Ankara’daki eylemleri, bu satırlar yazıldığında, büyük bir insanlık dramı olarak sürüyordu. Hükümetin kılı kıpırdamıyor. Başbakan, işçilerin hak arayışlarının yasadışı olduğunu baştan beri defalarca söyledi. Yine bu görüş, AKP sözcülerince birçok kez dile getirildi. Maliye Bakanı’nın “İşçilere merhamet gösterdik.” sözü ise hiçbir çağdaş ve insani ölçüye sığmaz. Modern devlet merhamet göstermez, çalışanın hakkını verir. Üstelik işçiler kapınıza gelmiş, sizden merhamet dilenen dilenciler de değil. Yıllardır çalıştıkları, emek vererek kazandıkları haklarını korumak istiyorlar. İş güvencelerini yitirmek istemiyorlar. Uzun yıllar yurtdışında kalmış, eğitim görmüş Bakan Bey; oralarda emeğe saygı göstermeyen, ilkel diktatörlük yönetimlerin tutumları dışında bir şey öğrenmemiş mi? İLO (Uluslararası Çalışma Örgütü) dediğimiz bir örgüt var, Birleşmiş Milletlere bağlı. İLO’nun koyduğu çalışma standartları var. Bunlardan hiç mi haberiniz yok? AKP’lilerin tümü işlerine geldiğinde AB standartlarından söz ederler. Hangi AB ülkesinde bir emekçinin, bir çalışanın kazanılmış hakkı geriye alınır ve karda kışta üzerine biber gazı sıkılarak buz gibi havuzun içine atılır? Bakan Bey, kimseye merhamet göstermesin; emeğe, insana, çağdaş insanlık değerlerine ve yasalara saygı göstersin, yeter. Unutmasın ki ülkemizin hiçbir yerinde, hiçbir emekçinin düğününde geline bir milyon liralık takı takılmıyor. Hakkı yalnızca kendisi için düşünüp başkaları için düşünmemekse demokratlık değil, otokratlıktır.
2 Şubat 2010 günü yaşadıklarımız ise çağdışı baskıcı bir anlayışın Türkiye’ye nasıl egemen olduğunu göstermektedir. Başbakan önce parti grup toplantısında esip gürlüyor. “Hazinemizdeki her bir kuruş, milletimizin bize emanetidir. Her bir kuruşta tüyü bitmedik yetimin hakkı var ve biz o hakkı çarçur etmeyecek, milletin emanetini asla bir defa suistimalle, halel etmeyeceğiz. Değerli kardeşlerim, bir şey daha söyleyeyim, şu anda yapılan eylem yasal değildir. Ne Abdi İpekçi'de yapılan, ne TÜRK-İŞ önünde yapılan; bunlar yasal değildir.” RTE’nin grup toplantısında söylediklerinden kısa bir bölüm. Milletimizin emaneti olan hazinemizdeki bir kuruşu değil, milyonlarca lirayı eşe, dosta, akrabaya, yandaşa değişik adlarla kredi olarak verirken bu duyarlılığınız niye yok? Kamu ihalelerinde parti yakınlığına göre iş dağıtıp yeni bir zengin zümre yaratırken vicdani ölçüler nerdeydi? Eski maliye bakanının iş bilir çocuklarının şirketlerine daha dün verdiğiniz kredinin tutarını biliyor musunuz? Bu tutarla kaç emekçinin, kaç yıl geçindiğinin farkında mısınız? Ne zamandan beri gösteri ve yürüyüşler, hak arama eylemleri yasadışı oldu ülkemizde? Hak aramanın olmadığı yönetim biçimlerinin adı diktatörlüktür. Demokrasilerde ise yurttaşlar, haklarını sonuna kadar ararlar. Demokratik yönetimlerde yaşayan insanlara yurttaş denir, yurttaşlık da eşit hakları gerektirir. Çağdışı yönetimlerde yurttaş yoktur, merhamete muhtaç kullar vardır.
Aynı gün TBMM’de yaşanan olaylar, siyasetteki seviyenin ne kadar düştüğünü göstermiştir. Meclisteki tartışmalar eski sağlık bakanı Osman Durmuş’un konuşması ile başladı. Durmuş’un değindiği “AKP’li Aydın İl Genel Meclisi Üyesinin başbakana peygamberlik yakıştırması” iktidarın geldiği noktayı ve AKP’lilerin liderlerine bakış açılarını göstermek bakımından önemliydi. Ancak bu bakış açısının, başbakanın eşiyle ilgili bir konuyla ilişkilendirmesi yanlıştı. Bu da Sayın Durmuş’un asıl söylemek istediğini anlatamamasına neden olmuştur.
Başbakan’ın, Osman Durmuş’a yanıtı ise ibretliktir. “Bu tür yakıştırmayı yapan siz, ayrıca, eşime laf atamazsın! Bu edepsizliktir, izansızlıktır! Ahlaksızlıktır!” Bu sözler, kutsal meclis çatısı altında söyleniyor. Söyleyen ise bu ülkenin başbakanı. Yani halka, çocuklara örnek olması gereken kişi. Konuşmaları dinlerken bir an, bir kenar mahalle kahvesinde kavga mı seyrediyorum, diye düşündüm. Bu tahammülsüzlüğün nedenini herkes gibi ben de merak ediyorum. RTE konuşurken MHP ve AKP sıralarından karşılıklı laf atmalar var. Burada en ilginci, Osman Durmuş her ağzını açtığında Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ ın, eski sağlık bakanına ağır ve küfürlü hakaretlerle yanıt vermesiydi. Bu davranışla AKP grubunu sürekli kışkırtarak olay çıkartma isteğidir. Bunda domuz gribi konusunda başbakandan yediği fırça sonrası, göze girme isteği de var. Zaten RTE gerektiği kadar kışkırttı, kavga çıkarmak için elinden geleni yaptı. Yalnız burada dikkat çekici olan; şimdiki sağlık bakanının, eski sağlık bakanına öfkesi ve intikam isteğidir. Bunun altında domuz gribi aşıları soygununu, Osman Durmuş’un ortaya çıkarmış olması yatmasın? Tabi bunca kışkırtmanın sonucunda olanlar oldu ve meclis tarihinin en büyük kavgası çıktı. Mecliste kavga olurken başbakanın ve bakanların bazı korumalarının genel kurul salonuna girmek istemeleri ise altı çizilmesi gereken bir konudur. Bu korumalar devletin mi, yoksa AKP’nin mi görevlisidirler?
Kavga sonrası başbakanın ve AKP sözcülerinin olayı saptırmaları ise daha ilginçtir. Olayı başbakanın eşine ve peygambere hakaret boyutuna getirdiler. Yine bir gündem saptırmasıyla karşı karşıyayız. Yine masumiyet yaratarak mağduriyet edebiyatı. İslam’ın peygamberine hakaret ederek karikatürlerinin çizilmesini destekleyen Rasmussen’ in üzerine neden yürümediniz? Aksine, bu kişiyi NATO genel sekreteri seçilmesine destek vererek ödüllendirdiniz.
Meclisteki kışkırtmalı, kavgalı günün en ilginci ve medyanın gerektiği kadar önemsemediği olayı ise meclis başkan vekili Güldal Mumca’ ya iktidar kanadınca yapılan baskı, müdahale ve saldırıdır. “Sayın milletvekilleri, sizlerle bir konuyu paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz -hâlâ da uygulanıyor zannediyorum- ülkemiz yasama, yürütme ve yargı bağımsızlığına dayanılarak yürütülüyor. Şu anda yasamayı temsilen burada bulunuyorum. Ama yürütmenin yasamaya baskı yapma hakkı hiçbir zaman yoktur. (AK PARTİ sıralarından “Nereden çıktı?” sesleri, CHP sıralarından alkışlar) Ama demin, Bakanlar Kurulu üyesi bir Bakan, Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç makam odasına gelip, nasıl yöneteceğim konusunda bana talimat vermeye kalkıştı. Bunu şiddetle kınıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Bu, son zamanlarda uygulanmaya konulan, uygulana gelmeye başlayan yürütmenin yasama üstündeki bir baskısının ikinci bir tezahürüdür, bunu şiddetle kınıyorum!” Sayın Mumcu’nun bu sözleri tarihseldir, önemlidir ve demokrasimiz adına utanç verici bir durumun tespitidir. Daha önce kendi partilerine mensup meclis başkanına, bakanlara benzer baskıları görmüştük. Türkiye’deki her demokratik kurumun ve yurttaşın kınaması gereken bir durumdur Sayın Mumcu’ya yapılanlar.
Enflasyon, işsizlik ve yoksulluk artıyor. Dış politikada yüz yıllık kazanımlar bir çırpıda harcandı. Özelleştirmelerle elde avuçta bir şey kalmadı. Açılımlar ters tepti, hükümet açılımzede oldu. Ergenekon, darbe iddiaları fos çıktı. Seçimler de yaklaşıyor. Şimdi gündemi değiştirecek bir fırsat yakaladı, AKP’liler bunu lastik gibi sündürürler.
AKP’nin bu tahammülsüzlüğünün altında otokratik yönetim anlayışı yatmaktadır. Eleştiri, özeleştiri ve tartışmanın olmadığı, gözü kapalı bir itaatin olduğu bir düzenin özlemi içindedirler. Şu iyi bilinmelidir ki cumhuriyetimiz ve demokrasimiz kolay kurulmadı. Halkı sonsuza kadar saf yerine koyarak kandıramazsınız. Kandırıldığını anlayan kitlelerin öfkesi ise çok sert olur. Bu da iyi bilinmelidir.
Adil Hacıömeroğlu
4 Şubat 2010
Not: 8 Şubat 2010 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yazılarımı, http://adiladalet.blogspot.com adresinden okuyabilirsiniz.
AKP sadece kendi doğru bildikleriyle yapacaklarını ve düşüncelerini uygulamaktadır.
YanıtlaSilBir yandan da biz herkesin hakkını veriyoruz diyerek yalancılıkla tamamen tersini yapmaktadır.
İnsanlar sadece haklarını talep etmektedir ama AKP bunu asla anlamamakta direnmektedir. İktidarını olabildiğince sert bir şekilde halka karşı kullanmaktadır.Halkın öfkesinin taştığında neler olabileceğini düşünememektedir.
Yazınızı ilgiyle okudum .Bugün kuvvetler ayrımının , yetki ve sorumluluklarının birbirine karıştığı görülüyor .
YanıtlaSilKar ettiğini duyduğumuz kuruluşlarımızın , başkaları istiyor diye , kapansın , depo olsun diye elden çıkarılması çok üzücü . İşçilerin kazanılmış haklarını korumak istemeleri demokratik haklarıdır .Doğru tesbitler yapmışsınız , teşekkür ederim .
Umarım halk anlamaya çalışır.Gözlerindeki perde aralanır.Arzu Sarıyer
YanıtlaSilO KADAR GÜZEL ANLATMIŞSINIZKİ AMA BUNCA OLANLARA RAĞMEN YİNEDE BUNLAR SEÇİMLERDE ERZAK DAĞITARAK KÖMÜR VEREREK CAHİL VEDE VAROŞ KESİMİ KANDIRIRLAR DİYORUM .GÜNDEMİ DEĞİŞTİREREK BAŞLADILAR BİLE. ŞU ANDA TÜRKİYE'DE HİÇBİR ŞEYİN İYİYE GİTMEDİĞİNİ ÇOCUKLAR BİLE BİLİYOR.UMARIM DİĞER PARTİLER BUNU TABANA İNEREK HALKA ÇOK İYİ ANLATABİLİRLER.
YanıtlaSilÇok doğru tespitler. RTE'ye gündem değiştirmesi için herkes yardımcı oldu adeta. Ama ben gene de merak ediyorum askerimizin başına çuval geçiren generalin istekleri nedir? Irak'ın % 70'i abd askerleri tarafından işgal edildi. Bu generali askerlerini Türkiye'nin hangi noktalarına koyacak? RTE eşinin başınındaki örtüyü kullanmasa da buna cevap verse çok iyi olur. Gerçi yıllardır başörtüye takılıp kalmayı da bir türlü anlayamadım. Bari zaman içinde dikkatleri başka giysilere çekebilselerdi. Belki de daha doğal olurdu. MUZO
YanıtlaSilHocam bu defa yazıya tarih güncellemesi yapmak yetmeyecek. Otokrasi konusunda o günlerden bu güne çok fark etti. Koşar adım gidiyorlar artık. Bu hızla yolun sonundaki uçurumu fark ettiklerinde onlar için biraz geç olacak ama kendi sonlarıyla beraber bizim sonumuzu da hazırlıyorlar malesef. Sonumuz pek hayra alamet değil. Ülkeyi bulaştırdıkları bu pisliklerden temizlenmek oldukça güç görünüyor. CHP yi de görüyoruz hali ortada. Bu şartlarda işimiz evliyalara kaldı herhalde
YanıtlaSil