Günümüz yapıları deprem, sel, heyelan gibi doğal olaylarla kolayca yıkılmakta. Bazı binaların çökmesi için doğa olayına bile gerek yok. Durup dururken kaşla göz arasında çökmekteler. Ne yazık ki her çöken yapının yapsatçısı, işin içinden sıyrılmak için kendince gerekçeler üretmekte. Olan canını ve malını yitiren yurttaşa oluyor sonunda.
Çocukluğumdan beri eski yapılara ilgi duyarım. Az da olsa tarihsel özelliği olan bir yapının yıkılması, yakılması, ortadan kaldırılması beni hüzünlendirir. Çünkü o yapıyla birlikte anılar, hayaller ve geçmişle geleceğin köprüsü de yok olmuş olur.
Günümüzün gelişmiş teknik olanaklarıyla yapılıp da ayakta duramayan binalara karşın yüzyıllara meydan okuyan eski yapıların dimdik ayakta durması çok ilginç. Mühendislik yok. Malzeme yetersiz. Gelişmiş teknik araçlar, makineler keşfedilmemiş bile. Bütün bu yoksunluklara karşın olağanüstü dayanıklılıkta yapıtlar ortaya çıkarılmaktaydı.
Bir yapının sağlam olması, öncelikle seçilen arsanın niteliğiyle başlar. Anadolu’nun neresine giderseniz gidin, köyler, kasabalar genellikle dağ eteklerinde kayaların üzerindedir. Bazıları kartal yuvalarını andırır. Günümüz insanı doğaya teslim olan yapıları, öncelikle bu düzeni değiştirerek yaptı. Dağ yerine ovalar, vadiler, su yatakları tercih edilir oldu. Adeta felakete davetiye çıkarıldı.
Tam da burada çocukluğumdan kalan bir gözlemimi paylaşmak isterim. Karadeniz Bölgemiz özellikle sel, çığ, heyelan gibi doğa olaylarının oldukça zararlı olduğu yöremizdir. Hele Doğu’ya gidildikçe yağışların artması işi daha da zorlaştırır. Genç kaya sistemi ise heyelanların bir başka nedenidir.
Evler genellikle iki katlıdır. Alt kat ahır olarak kullanılır, üstte de insanlar yaşar. Eğimli, yağışlı arazideki evler, büyük bir özen gerektirmektedir.
İşe önce arsanın seçimiyle başlanırdı. Köyün bilge adamları (ihtiyarları) toplanır, ev yapılacak araziyi incelerlerdi. İçlerinden biri eline bir çubuk alır, toprağı eşeler, bir şeyler ararmış gibi yanındakiler de dikkat kesilirdi. Eğer bu incelemelerde çubukla eşilen yerden solucan çıkarsa burası beğenilmezdi. Çünkü solucan gevşek toprakta yaşar. Doğaldır ki solucanlar orada tek başlarına yaşamazlardı. Hem onların beslendikleri hem de onlarla beslenenlerin yaşadığı yerdi buralar. Halkın “bol toprak” diye tabir ettiği böyle bir yere, ev yapılamazdı. Yapılan ev, olasıdır ki kuvvetli bir yağmurda kayıverirdi. İhtiyar heyeti, ellerindeki çubukla toprağı eşeleme işini sürdürür ve solucanların yaşamadığı, yuvalanmadığı sert kayalık bir yeri belirleyince rahat bir nefes alırlardı. Yanlarındaki birkaç gence direktifler verilir. Yeteri kadar küçük kazıklar, ince bir ip bulunur. Adımlama yoluyla inşaatın yapılacağı alan ölçülüp kazıklar çakılır, kazıklara ipler bağlanarak sınırlar belirlenirdi. Artık, evin temeli atılabilirdi.
Yüz yıllardır Anadolu halkı kendince bir zemin etüdü yaparak arsaları seçmekteydi. Basit bir toprak ve doğa gözlemiyle doğru yeri belirlemekteydiler. Birçok kuşak, aynı evde yaşlanmışsa bundandır. Yüz yılı aşan konutlar, ülkemiz coğrafyasında doğaya, her türlü yoksunluğa meydan okuyorsa bilgece bir gözlem nedeniyledir. Çünkü o insanlar, o evleri yalnızca yaşamak için yapmaktaydılar. Başlarına sokacak bir yuvaydı onlar için buralar. Onun içindi ki evlerin her malzemesi adeta bir sanat yapıtı gibi işlenir, süslenirdi. Her evin avlusunda dut, armut, kiraz, erik, elma, incir vazgeçilmez meyvelerdi. Evlerle yaşıt ağaçlar mutluluk kaynağıydı. İlkbaharın sonunda başlayan meyve ziyafeti, nerdeyse kışa kadar sürerdi. Hem ruhlar hem de mideler doyardı, doğa ananın cömert kucağında.
Oysa şimdi öyle mi? Evler yalnızca bir ailenin yaşam alanı değil. Yapsatçının çok kazanç elde edeceği bir kâr alanı. Böyle olunca da maliyet hesapları karışıyor işe. Zevki okşayan bir mimari, ruhu doyuracak bir avlu, malzemeye kişilik kazandıracak anlayış, geleceğe anıları taşıyacak bir mekân anlayışı yok. Dün değnekle özenle yapılan iş, gözleme dayalı bir zemin etüdüydü. Şimdilerde ise bunca teknik olanaklara karşın yapıların kurulacağı zemine bakan yok.
Teknoloji, gözünü para bürünmüş kişilerin elinde bir canavara dönüşüyor, hem de insan yiyen canavar. Para hırsı, teknolojik olanakları görmezden geliyor. İşte, bu nedenledir ki varlık denizi içinde yokluk okyanusunda çırpınıyoruz.
Adil Hacıömeroğlu
11 Aralık 2011
twitter.com@AdilHaciomerogl
Not: 14 Aralık 2011 tarihli Kent Yaşam Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yazılarımın tümünü http://adiladalet.blogspot.com dan okuyabilirsiniz.
Kalemine sağlık, canına sağlık hemşerim. Esenlikler diliyorum. M.Cengiz Mete
YanıtlaSilGeçmişin özlemiyle bu günün beton yığını kederini ne güzelde anlatmışsınız... Kaleminize ve yüreğinize sağlık ...Teşekkürler...
YanıtlaSilBir işi en doğru nasıl yaparım mantığı,bir işten nasıl çok kazanırım mantığına dönüşümünü çok güzel gözler önüne serdiniz.görebilen gözlerine,kalem tutan elinize sağlık...
YanıtlaSilBENİM ATALARIM DA YÖRÜK.ÇUBUK DAĞININ TEPESİNE KÖYÜ KURMUŞLAR OVAYA TEPEDEN BAKAN.AKŞAMA KADAR ÇALIŞILIP KÖY YOLUNA ÇIKILDIĞINDA HERKES DİZLERİNİ DÖVERDİ.YAHU BİZİM ATALARIMIZDA HİÇ AKIL YOKMUŞ NİYE DAĞIN BAŞINA EV KURMUŞLAR DİYEREK HOMURDANIRLARDI.ASLINDA YÜZYILLARIN DENEYİMİYDİ BELKİ BU.ARAZİ FAKİR AMMA MEKANI YÜKSEKTE.FETHİYEDE RUMLARDAN KALAN BİR KAYA KÖY VAR HEMDE DOKTORU LİSESİ,2 KİLİSESİ OLAN BİR YER AMMA DAĞIN BAŞINDA.KÜÇÜCÜK BİR OVASI VAR ORADAN BESLENİRLERMİŞ.NEYSE MÜBADELE OLUYOR VE YUNANİSTANA GİDİYORLAR EVLERİNİ DE ÖYLECENE BIRAKARAK.BİZİM SELANİK VS.MUHACİRLERİ GETİRİLİP BURAYA YERLEŞTİRİLİYOR Kİ TAM ŞENLİK.O GÜZELİM EVLERİN ÇATISI KAPISI TALANEDİLİP OVADAKİ HERBİRİNE DÜŞEN BAHÇEMSİ TARLALARI AVLULU EV YAPIYORLAR.ŞİMDİ HERYER EV EH BİRAZ TURİZME BEL BAĞLAMIŞLAR.GENETİK BİR ÇIKMAZ ALLAH AKILFİKİR VERSİN YÖRÜK MEMED
YanıtlaSilSOLUCANLARIN OLDUĞU YERE EV YAPILAMAYACAĞINI İLK DEFA DUYUYORUM...KÖYDE BİR EVİMİZ VAR 100 SENELİK KALE GİBİ AYAKTA... SANIRIM BAKILPTA YAPILMIŞ..aNNEM O EVDE YAŞIYOR...EVET ADİL HOCAM DEDİĞİNİZ GİBİ HERKESİN GÖZÜNÜ PARA HIRSI BÜRÜMÜŞ ZEMİNE BAKAN YOK...SONRADANDA YAŞANILAN DEPREMLERDE YADA KENDİLİĞİNDEN YIKILAN BİNALARIN ARDINDAN HEM MAL HEM DE CAN KAYBINA UĞRAYAN İNSANLARIN TRAJEDİLERİNİ GÖRÜYORUZ..EMEĞİNİZE SAĞLIK ....SAYGILARIMLA..BİLGEHAN AKTAN
YanıtlaSilAh be Hocam, siz ki, görmüş geçirmiş bir insansınız. Anlattığınız gibi günümüze göre hiç olmayan bir teknolojiyle yapılan yapılar asırlarca nasıl ayakta kalabilir ki... Bakın Kurtuluş Savaşı vermedik. Çanakkale'de o savaşları verenler, zaferler kazananlar, bu toprakları VATAN yapanlar dı!!!! Şimdi de bu asırlık yapıları ayakta tutanlar da evliyalar olamaz mı?!!! Sonra; geçmişten geleceğe izler bırakmaktan söz etmişsiniz. Bırakın bunu gerçekleştirmeyi, düşünmek bile gönül adamı olmayı gerektirir. Bundan kaç tane tanıyorsunuz?!... Sevgiyle kalın. ADNAN YİĞİTER
YanıtlaSilEvet çok hos dersler içeriyor.Doganin kurallari sana uymaz ama senin dogaya uymak zorundasin.Uymasan ne mi olur?Deprem sallar seni,rúzgar savurur seni,ayaz dondurur,Gúnes kavurur vs.Iklim bile degisir.Yane doga seni kendine uydurmasini bilir...Saygilarimla...
YanıtlaSilELİNE KALEMİNE,DÜŞÜNEN BEYİNE SAĞLIK ADİL BEY; YAŞAMDA BİZ DOĞAYA UYMAZSAK, DOĞA BİZİ KENDİNE UYDURUR. İNSANOĞLU DOĞASIZ YAŞAYAMAZ, FAKAT DOĞA İNSANOĞLU OLMADANDA YAŞAR, VARLIĞINI DEVAM ETTİRİR.HERŞEYİ RANTA BAĞLAYAN TOPLUMLAR BİRGÜN ELBETTE YOK OLMAK ZORUNDALAR.İNSAN OLMAYI, İNSANLARLA BİRLİKTE ,ENAZ HERKESİ KENDİMİZ GİBİ GÖRMEYİ ÖĞRENMEDİĞİMİZ SÜRECE BİZLER DAHA ÇOK BEDELER ÖDERİZ.
YanıtlaSilEski yerleşim yerlerinin dağ teklerine kurulmasının nedeni yalnızca Doğal afetlere (Deprem,Sel baskını,Fırtına vs)dayanıklılk değildir, münbit tarım alanlarının yerleşim veya sanayi alanı olarak kullanılıp da heder edilmemesidir. Eski Bursa uludağın eteklerine, Eski Kayseri Erciyes dağı eteklerine, Eski Adana
YanıtlaSilTorosların eteklerine kurulmasının en önemli sebelerinden biri de budur. saygılar
Solucanlı zemin testi, çok yüzeysel bir tanım. Öyleki kuru haliyle kil zeminlerde solucan yaşama şansı yok.Ancak en tehlikeli zemin cinslerinden biridir killi zeminler, yağış altında veya suya maruz kaldığı durumlarda.Bir başka hatırlanması gereken nokta ise biliyorsunuzdurki bizdeki dövüşçü hint horozlarını beslemek için onlara solucan verirdik.Bu solucanları ise biraz büyükce ve islak taşların altından toplardık bol toprakdan daha çok.
YanıtlaSilTabiiki sağlam zeminler her zaman tercih edilen ve deprem anında en güvenli zeminlerdir.Ancak büyük şehirlerdeki insan yoğunluğunu dikkate alırsak, böyle bir zemin secme şansımız olmadığını anlarız.Zemin secme şansımız yok. Buna karşılık büyük şehirlerde yapılan en büyük hata (İstanbul gibi bir şehirde) hala yüksek katlı yapıların inşaa edilmesi ve bunu halkımıza çok yüksek fiyatlara satabilmeleridir. Bu konuda kapıtal sahipleri oldukca başarılıdır.İnanın olası bir depremde o 30/40 katlı yapılar yıkılmayacak ama çok büyük zarar görecekler ve insanlar çok büyük yaralanmalara maruz kalacaktır.Halkımız bunun farkında olmadan bu işin bukadar rant sağlamasına çanak tutmaktatır.
Şu an İstanbul Maltepede Başıbüyükte Toki tarafından yapılmakta olan toplu konut projesinden bir inşaat mühendisi olarak hic emin değilim.Zira bu zemin dağın yamacı ve heyelan olabilecek bir zemin. Ve insanların can ve mal güvenliği hice sayılarak yüksek yapıların yapılması büyük bir hızla devam etmektedir.
Dogrusu bu bölgelere en fazla 4/5 katlı yapılar yapılmasıydı. Buralarda eksik olan solucan zemin testinden ziyade, Yerel yönetimlerin bunlara göz yummasıdır ve halkımızın gözünde bunların değer etmesidir.
Saygılarımla
Teknoloji, gözünü para bürünmüş kişilerin elinde bir canavara dönüşüyor, hem de insan yiyen canavar. Para hırsı, teknolojik olanakları görmezden geliyor. İşte, bu nedenledir ki varlık denizi içinde yokluk okyanusunda çırpınıyoruz.
YanıtlaSilişte bu sözlere söylenecek hiç bir şey bulamıyorum en doğru tespit bu işte kalemine sağlık yüreğine sağlık abiciğim. Akif Albayrak
kaleminize saglik Adil bey, karadenizde bahsettiginiz ozene bezene suslenmis islenmis evleri gordum. dediginiz gibi yeni yapilan binalarla dalga gecercesine sapasaglam duruyorlar ve bakalim siz ne zaman toprak kaymasiyla birlikte yok olacaksiniz der gibi...
YanıtlaSilUfuk Yalcin