İçinde
bulunduğumuz haftada türlü kesimlerle halkoylamasıyla ilgili görüş
alışverişinde bulunduk. Az konuşup çok dinledik. “Halkoylaması” diyorum, çünkü
yabancı kökenli “referandum” sözcüğünü kullanmak ağırıma gidiyor. Bir sözcüğün,
Türkçesi varsa neden yabancı kökenlisini niye kullanalım ki?
Kadıköy’den
Pendik otobüsüne bindim. Boş bir koltuk gördüm, cam tarafında oturan
beyefendiye selam vererek oturdum. Gazetemi açtım, okumaya başladım. Trafik
çoğu zaman olduğu gibi sıkışık… Yol boyunca “Evet, Hayır” pankartları
uzanmakta. Yanımdaki kişi, pankartları bana göstererek “hayır” oyu vereceğini söyledi.
Gazetemi katlayıp dizlerimin üzerine bıraktım. Yanımdakine: “Neden hayır oyu
vereceksin?” sorusunu yönelttim. O: “Tayyip Erdoğan çok şımardı, her şeye sahip
olmak istiyor.” dedi. Ben sormadan bugüne dek yapılan seçimlerde hep AKP’ye oy
verdiğini de ekledi sözlerine. Yetmiş dört yaşında biri… Yıllarca esnaflık yapmış.
Bu halkoylamasında Erdoğan’a halkın “Dur!” demesi gerektiğini anlattı uzun
uzun.
Salı
günü Anadolu yakasında bir kamu hastanesindeyim. Bir erkek hemşire… Elinde Memur
Sen yazılı bardakta çayını yudumlamakta kendilerine ayrılan bölümde. Bana da
Memur Sen yazılı bir bardakla çay ikram etti. Kabul ettim, bu güzel ikramı.
Söyleştik dereden tepeden. Konu, halkoylamasına geldi. Sordum karşımda oturan
genç adamın görüşünü. Yanıtladı kestirmeden. “Hayır!” diyeceğim. Çünkü Erdoğan
ve AKP sözcülerinin karşı tarafı terörist olmakla suçlaması çok ağırıma
gidiyor. Can ciğer arkadaşlarım var “Hayır!” diyecek. Hastanemizin doktorlarının
çoğu hayırcı... Bu güzel insanlardan terörist olur mu ağabey?” Ben de “Olmaz!”
dedim. Memur Sen yazısı bulunan bardakları gösterdim ona. O yanıtladı beni: “Ben
Memur Sen’in işyeri temsilcisiyim. Ama bu durum benim kararımı etkilemez.” dedi
büyük bir özgüvenle.
Üçüncü
konuştuğum kişi benim doğup büyüdüğüm köyden, bir inşaat işçisi. Ailesi 12
Eylül darbesinden önce CHP’liydi. Şimdi AKP’ye oy vermekteler. Erdoğan’ı çok
seviyorlar ve sonuna kadar savunmaktalar. Telefon görüşmemiz bir saate yakın
sürdü. Ben ona halkoylamasında neyi oylayacağımızı sordum. Ne yazık ki bilgisi
yok anayasa değişikliğiyle ilgili. Telefonda kısaca açıkladım konuyu. Söylediklerimi
şaşkınlıkla dinledi. Ona dedim ki: “Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan’ın
kazanmasının garantisi var mı? Ya da RTE’nin bin yıl yaşayacak bir durumu var
mı?” O: “Yok ağabey, yarının ne olacağını bilemeyiz. Bunu Allah bilir.” dedi. “O
halde yarın istemediğimiz, sevmediğimiz, güvenmediğimiz biri bu yetkilerle o
koltuğa oturursa ne yapacağız?” sorusunu yönelttim ona. “Böylesi bir durum
felaket olur.” dedi. Neredeyse çığlık atarak. Ben sormadan yanıtladı beni: “Hayır
demeliyiz. Evet dersek yanlış yaparız.”
Çarşamba
günü Anadolu yakasında bir taksiye bindik. Taksici Rize Kalkandereli… Kayıtsız,
koşulsuz Tayyipçi… Yanımda CHP’li bir arkadaşım var. Arkadaşım, taksiciye halkoylamasında
ne yapacağını soruyor. Taksici, evet oyu vereceğini, söylüyor kararlılıkla. Arkadaşım:
“Neden?” diyor. Dikiz aynasından gördüğüm iki renkli göz sinirli bir biçimde “Canım
istediği için…” diyerek tersliyor arkadaşımı. Devreye ben giriyorum.
“Bak
hemşerim, Tayyip Erdoğan’a büyük bir tuzak kurulmuş. Erdoğan’ı bu tuzaktan
kurtarmalıyız.” dedim. Taksici, arkaya dönüp benimle göz göze geldi. Ben sürdürdüm
konuşmamı: “Başkanlık sistemi, hem Türkiye’ye hem de RTE’ye ABD-FETÖ tarafından
kurulan bir tuzak. Bu Amerikan projesi.,, Amaç, 15 Temmuz’da yıkamadıkları RTE’yi
yıkmak, Türkiye’yi parçalamak.” Sözümü bitirir bitirmez o birden atıldı. Yemin
billah ederek “Bak ağabey, bu dediklerini ben de düşündüm. ‘Bu işin içinde bir
bit yeniği var.’ dedim kendi kendime. Bu düşüncemi duraktaki arkadaşlarla da
paylaştım.” der demez telefona sarıldı, taksiyi sağa çekti. Biz, arkada
şaşkınız. Telefonu yanıtlandı hemencecik. O: “Hal hatır sormadan telefonun
karşı ucundaki arkadaşına “Ben, sana bu başkanlık işinde bir şeytanlık var
demedim mi?” diye sorarak benim dediklerimi bir çırpıda anlattı karşı tarafa. Telefonun
megafonu açık... Karşı tarafın onaylayıcı sözlerini işittikten ve bize
işittirdikten sonra telefonu kapattı.
Telefonu kapattıktan sonra “Ufff be! Şimdi rahatladım.
Bir yükten kurtuldum.” diye kendi kendine söylendi. İneceğimiz yere geldik. Paramızı
verdik, “hayırlı işler” dedim. O: “Allah senden razı olsun hemşerim, iyi ki
bugün bu konuşmayı yaptık. Yoksa yanlış bir iş yapıp günah işleyecektik.” diyerek
elimi sıktı. Vedalaşıp ayrıldık.
AKP tabanında yalnızca kararsızlar “hayır” demeye eğilimli
değil. Doğru bir yaklaşımla “evet” deme konusunda karar verenlerin de
değişebileceği olasılığı yüksek. Bu nedenle gerçeği doğru anlatmalı. Doğrunun
karşısında eğrilik bir işe yarar mı?
Adil
Hacıömeroğlu
24
Mart 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder