Her
insanın birtakım zayıflıkları vardır. Bazı kişiler, zayıflıkları fark edip
onları giderme yolunu seçer. Kimileri de zayıflıklarını fark ettirmemek için
onları örtüp saklamayı yeğler. Düzeltmek için savaşılmayan zayıflıklar, giderek
derinleşir, onlardan kurtulmak zorlaşır.
“Hatasız
kul olmaz.” atasözümüzün anlattığı gibi yanlışı, kusuru, zayıflıkları olmayan
kişi yoktur bu dünyada. Önemli olan yapılan yanlışı bilip yinelememektir. Atalarımız:
“Deli bile düştüğü çukura iki defa düşmez.” demekte. Demek ki aynı yanlışı sürekli
yapmak, bir kimse için deliliği geçen bir davranış biçimi. Delinin bile
yapmadığını akıllı olduğunu söyleyenler, niye yapar?
Zayıflıklarını
bilen kişilerin önemli bir bölümü, yanlışlarıyla yaşamayı yeğler. Bu
zayıflıkların kendileri için büyük bir eksiklik olduğunu düşünür. Karşısındaki
kişilerin bu zayıflıkları bildiğini sanır. Oysa çoğu kişi, insanların
zayıflıklarıyla değil; onların güçlü, olumlu, içten yanlarıyla ilgilenir. Zaten
insanlar arasındaki ilişkinin, arkadaşlığın, dostluğun, dolayısıyla sosyalleşmenin
başlamasını sağlayan da bu.
Olumsuz
düşünmeye koşullanmış, olumluluklar üstünden insan ilişkilerinin kurulduğunun
farkında olmayan kişi, yanlışlarının tam karşıtını söyleyerek örtmeyi beceri
sanır bu kişiler. Ya da zayıflığının karşıtı davranışlarda bulunur. Bu tür
kişiler, zamanla bu konuda ustalaşır. Olumlu sözü söyleme, olumlu davranışı yapma,
zayıflıkları giderme yerine; onları örtmek kolaycılığına teslim olur. Aslında
bu, hiç de kolay değil; bence en zoru.
Bazı
zayıflıklar, kişinin doğası gereği. Bunları gidermenin olanağı yok! İnsan güçlü
yanlarıyla yaşamaya alıştığı gibi, zayıflıklarını da kabullenmeli. Çünkü doğada
her şey karşıtıyla var. İnsan da doğanın bir parçası… O da karşıtların birliğiyle
var. Zaten bir şeyin, davranışın karşıtı yoksa o varlık, o davranış da yok! Zaten
yaşamın dinamiği de bir varlığın içinde yer alan karşıtların savaşımıyla var
olur. Bunu eksi, artı kutuplar olarak da anlayabiliriz. Bir kişi, her konuda
güçlü, yetkin, başarılı olamaz.
Kendi
zayıflığını örtmek isteyen kişi, onu örtmek için çok abartılı bir dil kullanıp
davranış sergiler. Örneğin; sürekli çevresinde ezilen kişi, herkesi dövdüğünü
söyler. Dayak yiyip kolu kanadı kırılmışsa bunun dün gece üç dört kişiyle
yaptığı kavgada olduğunu söyler. “Bende küçük yaralar var, ancak dört kişiyi
haşat ettim.” der.
Kimi
erkekler sürekli kadınlardan söz eder. Her güm birkaç kadını idare ettiğini
ballandırarak anlatır. Olağanüstü bir aşk yaşamının olduğundan, giderek de cinselliğinin
zirve yaptığından söz eder olduk olmadık zamanda ve yerde. Oysa bu kişi,
cinsellik konusunda önemli sorunlar yaşamaktadır. Bu tür anlatımlarda mantık aranmaz.
Zaten anlatan, zayıflığını örtmeye çalışan kişi, mantığını çoktan yitirmiştir
bile. Herkesin kendi zayıflıklarını bilip ilgilendiğini düşündüğünden, bu düşünüş
de takıntılı bir duruma geldiği içindir bu çaba.
Evinde
sürekli geçimsiz olan, kavga çıkaran bir eş; bu durumunu bildiği için dışarıda
olduk olmadık yerde durup dururken ve gereği yokken kendinin ne denli uyumlu
biri olduğundan söz eder. Tanımadığı kişilere anlatma gereksinimini duyar kendi
uyumluluğunu. Bunu anlatırken de eşini ya da çocuklarını suçlar. Bunu
yapmasının nedeni, kendi zayıflığını örtme çabasından başka bir şey değil.
İnsanlar,
zayıflıklarını örtmek için çabalamak yerine, onları yönetmeye çalışsa mutluluğu
yakalayacak aslında. Eğer zayıflıklarımız bedenselse onlarla yaşamayı da
öğrenmeli. Bu da kişinin kendini sevmesiyle olur. Kendisiyle barışık olan biri,
yaşamla da başkalarıyla da barışık olur.
İnsan,
olağanüstü yetenekleri olan ve her şeyi dört dörtlük yapan bir canlı değil. Zaten
yeryüzünde her yönüyle mükemmel olan bir canlı yok! “Allah, kediye kanat
verseydi dünyada kuş kalmazdı.” sözünü bir an olsun uslardan çıkarmamak
gerekir, değil mi?
Adil
Hacıömeroğlu
1
Aralık 2025