BM Güvenlik Konseyi’nin kararından hemen sonra Fransız uçaklarının Libya’yı bombalamasıyla yeni bir savaş başladı. “Uluslararası toplum(!)” denen saldırgan birkaç emperyalist batılı ülke, her gün Libya topraklarına binlerce bomba bırakıyor. Nedense uluslararası toplum(!) denince ortaya çıkanlar, hep petrolün ve diğer hammadde kaynaklarının peşinde olan eski ve yeni sömürgeciler.
Libya’ya saldırılar başlamadan önce, saldırganlara ilk destek Arap ülkelerinden geldi. Arap Birliği, İslam Konferansı Örgütü gibi ismi var, cismi yok örgütler ortadan kayboldular. “Uluslararası toplum”un dışında kalmamak(?) adına birçok Arap ülkesi sıraya girdi. Sanki savaş, Arap topraklarında değil de Antarktika’da yapılıyor!
Kaddafi’nin insan haklarına aykırı davranışlarını, yolsuzluklarını, hanedan ailesinin savurganlıklarını onaylamak olanaksız. Modası geçmiş diktatörlerin, Arap dünyasının modernleşmesinin önündeki en büyük engel olduğunu da belirtmek gerek. Ancak bu coğrafyaya batılı emperyalist ülkelerin yön vermesi de kabul edilemez. Bir ülkenin yönetimi, ancak o ülkenin iç dinamikleriyle değişmeli. "Demokrasi getireceğiz." diyerek bir ülkenin yeraltı kaynaklarını yağmalamak, yeni sömürgeciliğin ince bir taktiği. Bir de bir ülkeyi işgal etmeden, parçalamadan önce o ülkeyi yönetenler hakkında dünya kamuoyu, aleyhte birtakım yayınlarla hazırlanmakta emperyalist saldırılara. Bir nevi beyinler yıkanıyor. Devrilecek, ortadan kaldırılacak lider günah keçisi ilan ediliyor. “Yalnızlaştırma operasyonu” başarıya ulaştıktan sonra da askeri harekât başlatılıyor.
Peki, Libya’da asıl amaç nedir? Bilindiği üzere bu topraklardan dünyanın en kaliteli petrolü çıkarılmakta. Ayrıca Kaddafi yönetiminin öteden beri ABD ve Avrupa karşıtı politikaları da bilinmekte. Gerçi son yıllarda arada barış(!) rüzgârları esse de Kaddafi’nin aykırılıkları zaman zaman dikkati çekmekte. Paris’in, Roma’nın orta kent meydanlarında çadır kurmasına izin veren batılı ikiyüzlü liderler şimdi de Kaddafi’nin çadırını bombalıyorlar. Aykırı liderin gitmesiyle Libya’ya, Irak modeli bir demokrasi kısa zamanda yerleşecek tabi ki!
Libya’nın petrolü mü önemli yalnızca? Tabi ki değil! Libya, Çad ve Sudan’la komşu. Bu iki ülke, dikkati çekecek düzeyde uranyum yataklarına sahipler. Uranyum demek, nükleer enerji demek. Petrolün tükenmesi durumunda önemli bir erke seçeneği. Ayrıca uranyum, nükleer silah yapımı için de çok önemli. Bu nedenle Sudan’ın bölünmesinden sonra Libya’ya sıranın gelmesi olağan.
Bir başka neden de Sahra Çölü’nün altındaki zengin su kaynakları ve Libya’nın son yıllarda buraya yaptığı dikkat çekici yatırımlar. Bu açıdan bakıldığında Nil’den sonra buraya Afrika’nın can damarı denebilir.
Aşiretlere dayalı bir toplumsal yapının bulunması, Libya’da istikrarın korunmasının önündeki en büyük engel. Bu nedenle de bölünüp parçalanmaya uygun bir ülke.
Libya konusunda AKP hükümeti istikrarlı bir politik çizgi izleyemedi. RTE, ilk başta Arap ve iç politika tribünlerine oynadı. Her türlü askeri müdahaleye karşı çıkacağını haykırdı. Sonrasında fiili durum oluşunca da yeni politikalar belirlendi. 24 Mart 2011 günü TBMM, Libya’ya askeri güç gönderme teskeresini kabul etti. Bu karardan önce donanmamıza ait beş gemi çoktan yola çıkmıştı bile. RTE’nin dediği gibi askerimiz, Libyalı kardeşlerimize silah çekmeyecekti; ancak silah çekenlerin güvenliğini sağlayacaktı. Denizden ambargo uygulamakla görevlendirildi gemilerimiz.
Libya ile ülkemiz arasındaki bağlar eskiye dayanır. İtalya’nın Trablusgarp’ı işgaline karşı direnmek için gönüllülerden oluşan genç Türk subaylarını unutmak olası mı? Enver, Mustafa Kemal, Nuri, Fuat, Halil, Yakup Cemil, Naci, Hakkı, Fethi ve diğerleri. Olanaksızlıklar içinde binlerce kilometrelik yolları, farklı iklimleri aşarak Trablus, Bingazi, Tobruk ve Derne’de İtalyan sömürgecilerine karşı amansız bir direniş örgütleyen bu kahramanları çöllere düşüren neydi acaba?
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Libya’nın, ilk başbakanı Arap Kaymakam Sadullah Koloğlu’nu (1948-1951) anımsayanımız var mı?
1974’te Türkiye, Kıbrıs harekâtını yaptığında yanımızda dost Libya’yı görmedik mi? Bu nedenle ülkemize uygulanan ABD ambargosunu delen tek ülke liderinin Kaddafi olduğunu ne tez unuttuk? Arap ülkelerinin, İsrail’le savaşları nedeniyle tüm dünyaya uyguladıkları petrol ambargosu, petrolün varil fiyatına tavan yaptırırken Libya’nın bize ucuz tarife uyguladığı belleklerimizden nasıl da silindi?
Tarihin, tam yüz yıl sonra bizi getirdiği ilginç bir rastlantıya bakın! 1911’de Trablusgarp’a İtalyan işgaline karşı savaşmaya gidenlerin büyük bir çoğunluğu başta Mustafa Kemal olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular. Ne acıdır ki 2011’de ise Mustafa Kemal’in kurduğu Türkiye’den birkaç gemi, emperyalist bir saldırıda “koruyucu güç” göreviyle Akdeniz’in mavi sularında… Trablusgarp’tan Libya’ya… İşte, size hem Türkiye’nin hem de dost Libya’nın kesişen tarih çizgileri… Nereden, nereye…
24 Mart 2011
28 Mart 2011 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Devlet yapısını duygusal bağlamda düşünmek pek doğru değil kanımca, devletlerin ortak çıkarlarıdır devletleri birbirine bağlayan duygusal dostlukları değil. Ancak burada yapılan yanlış sırf güçlü diye haksızın yanında yer almaktır. Bu gün destek verdiğin emperyalist güç yarın seni de yutar, bu gerçeği düşünemeyen beyinlere şaşmamak elde değil...
YanıtlaSilEllerinize sağlık Hocam...
A.Özçelik
NE DİYELİM Kİ? ADAMLARIN PLANLARI TIKIR TIKIR İŞLİYOR.GÖREVLİLERİ HER YERDE.BİZİM BİLE BOP EŞ BAŞKANIMIZ VAR.BOP'UN PARÇALARINDAN BİRİDE TÜRKİYE.TÜRKİYEDE HİÇ ZORLUK ÇEKMEYECEKLER.İNCİRLİK,URLA,KONYA.....FÜZE KALKANLARIMIZDA GELDİMİ İŞ TAMAM..ASKERDE SUSTURULDU.RESMEN DEDİLER ASKERE FAZLA KONUŞMA SİZ BİZİM MEMURUMUZSUNUZ.DİYENLERDE AMERİKANIN MEMURLARI....
YanıtlaSilAYAS
YanıtlaSilOnların bir
Atatürk’ü olmadı ve bu nedenle sömürü düzenini en
başından beri kıramadılar. Bu nedenle de “Kaddafi
katliamı mı, emperyalist saldırı mı?”
ikilemiyle boğuşuyorlar. Şimdi ödenen tüm faturaların
kökeni, Irak’tan Mısır’a, Tunus'tan, Libya’ya
hep bu…