YURTTAŞIN DEĞERİ


11 Mart Cuma günü yerel saatle 14.46 Japonya, tarihinin en büyük depremiyle sarsıldı. Yaklaşık iki dakika süren 8.9 şiddetindeki sarsıntı sonucu oluşan tsunami ise ülkeyi tam bir felaket yerine döndürdü. Bu felaketten özellikle ülkemiz yöneticilerinin ve halkımızın çok yönlü dersler çıkarması gerekir.

Deprem, altı yüz atom bombası gücünde. Gölcük depreminin de elli beş katı büyüklüğünde.

Depremden bir dakika önce devlet televizyonu halkı uyardı. Bu uyarıya, özel kanallar da siren çalarak katıldı. Ayrıca cep telefonları ve internet adreslerine iletiler gönderilerek felaket önceden duyuruldu. Böylece de halk, gerekli önlemleri almaya başladı. Önlemlerde ilgi çekici olan ise gökdelenlerde çalışanların teraslara çıkmasıydı. Bu, binaların sağlamlığına olan güvendi. Deprem sırasında cadde ve sokaklarda hareket halindeki araçların durması ise işin bir diğer ilgi çekici yanıydı. Halk telaş ve heyecanla değil, akıl ve mantıkla korunma yollarını seçmişti. Deprem sırasındaki görüntülere bakıldığında ise işyerlerinde çalışanların telaşsız durumları ve bilinçli davranışları göze çarpmakta. Binaların sağlamlığına o kadar güvenmekteler ki bir yerlere saklanma gereği duymuyorlar, masalarda bilgisayarların düşmemesi için gayret gösteriyorlar.

Milyonlarca Japon’u etkileyen bu felakette, sarsıntılar sırasında bir kişi camdan atlıyor. O da Türk! Yine rekorlar kitabındayız bu yurttaşımız sayesinde.

Japon parlamentosu da toplantı halindeyken depreme yakalandı. Başbakan sandalyesinden bile kalkmadı sarsıntılar sırasında. Milletvekilleri de öyle. Neden mi? Görevini layıkıyla yapmanın güveni bu. İki şeye güveniyor Japonlar: Sağlam eğitimlerine ve iş ahlaklarına.

Öğrencilerinse deprem çantalarıyla anında bahçelere çıkarılması, Japon eğitim sistemini bir mucizesi olsa gerek. İyi eğitilmiş kitleler kolay organize olur. Birlikte iş yapma yetenekleri gelişir.

Tsunamiyle birlikte on metre yüksekliğindeki dev dalgalar, karada ve denizde her şeyi yutmaya başladı. Çekilen suların üstünde yüzen tekneler, uçaklar, arabalar, binalar… Binalar, sarsıntılara dayandığı gibi dev dalgaların şiddetine de dayanmış. Televizyonlarda ağlayan, yıkıntılar arasında çaresiz kalmış, sokaklarda amaçsız koşuşturan insanları göremedik. Yıkıntılar önünde poz verip hamasi sözler söyleyen politikacılara da rastlamadık. Akşama kadar ekranları işgal eden, yaraların nasıl sarılacağını anlatan siyasiler de yok bu gariban(!) ülkede. Herkes görevini önceden yapmış. Önlemler alınmış, eğitimler verilmiş. Felaketten sonra da kimin ne yapacağı belli. Durumdan vazife çıkarmak yok!

Ölü sayısı resmi rakamlara göre dört yüz on üç. Depremde bin yüz yirmi sekiz yaralı, yedi yüz kırk sekiz kayıp var (Bu kayıplar yazının yazıldığı saatte verilen rakamlardır.) İki nükleer santral büyük hasar görürken, yetkililer santrallerin birinde erimenin olası olduğu görüşünde. Bu santralde nükleer sızıntı tehlikesi var. Bu da nükleer santrallerin güvenliği konusunda uyarıcı. 2004’te Endonezya’daki 9.1 şiddetindeki depremde ölenlerin sayısı iki yüz yirmi bindi. Burada ülkeler arasındaki gelişmişlik farkının felaketleri nasıl da kader(?) haline dönüştürdüğü apaçık ortada.
Çağdaş yöneticiler, felaketten önce önlem alarak yurttaşının can ve mal güvenliğini korur. İlkel kafaların böyle bir düşüncesi yoktur. Geri kalmış ülkelerde ise felaketten sonra ağlanır, sızlanır, yaraların en kısa sürede sarılacağı söylenir ve tüm suç doğaya yüklenerek “Kaderimiz böyleydi.” denilerek görev ihmalleri unutturulur.
Japonya’daki deprem görüntülerini izlerken ülkemizi yöneten eski ve yeni siyasetçilerin, bürokratların, çürük yapılara imza atan yetkililerin, üç kuruş daha fazla kazanmak için imar yasalarını zorlayan yapsatçıların, yurttaşlık görevini yapmayıp fırsatçılığı yöntem edinen bazı kişilerin vicdanları hiç sızladı mı? Acaba, az da olsa kendilerini hiç sorguladı mı bu muhteremler?
Şu da hiç unutulmamalı ki insanların ölmeden önce yardıma ve çağdaşça yaşamaya gereksinimleri vardır. Felaketten sonra yapılacak yardımlar, söylenecek hamasi ve üzüntü belirten sözler ne canı ne de malı geri getirebilir.
Ülkemizdeki ve Japonya’daki felaketleri karşılaştırdığımda şu soru aklıma takılıyor: Bir Türk yurttaşı mı, yoksa Japon yurttaşı mı değerli? Bir insanın değeri, ona mutlu ve güvenlik içinde bir yaşam olanağı sunmak değil midir?
12 Mart 2011
Not: 15 Mart 2011 tarihli Kent Yaşam Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

2 yorum:

  1. Yurttaşın değeri....insanca değer veriliyor mu ki bunu sorgulamak mümkün mü...yıllarca söylenip duruyor deprep öldürmez,binaların kötü yapılması,kısacası iki kuruş için çalmaları bunu dediğiniz gibi imza atanlar.....nerde bunların insanlığı....birde düşünsenizi lafa geldimi müslamanlıktan övünürler.....nerde peki onların inançları..... hak yemek onlarda....devlet binaları devreplerde çoğu zarar görmekte,birde nükler santral yapılacak hangi inşaat güvencesiyle yapılacak.......insanlık bu kadar uçuz olmamalı....yönetenlere sadece insanlık diyorum.......bizlerde korkmadan deprep olduğunda binamızda kalmalıyız...oy için değil....insanlık için yapın .... ülkemizin insanlarıda herşeyin en güzelini hak ediyor....saygılar...fatma öztürk

    YanıtlaSil
  2. TÜRK İNSANI MI DEĞERLİ?....
    TÜRK'ÜM DEMEK SUÇ!!!!!
    SUÇ KABUL EDİLEN TÜRK'LÜK KAVRAMININ DEĞERİ OLUR MU??

    YanıtlaSil