Mustafa
Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyeleri, 4 Eylül’de toplanacak Sivas Kongresi’ne
katılmak için 29 Ağustos 1919 Cuma günü Erzurum’dan yola çıktılar.
Kemal
Paşa, Erzurum’dayken Sivas’tan sürekli çağrı telgrafları alıyordu. Bu çağrıları
yapanlar arasında bir zamanlar onun yanında yer almak konusunda kararsızlık
yaşayan Sivas Valisi Reşit Paşa ve eski milletvekillerinden Rasim Bey de vardı.
Bu arada Fransız Binbaşı Mösyö Brüno da tehditler savurmaktaydı. Paşa,
tehditlere ve Fransız Binbaşı’nın blöflerine karşın kararlıydı. Yurdu kurtarma
sevgisi her şeyin önündeydi.
Temsil
Heyeti’nin Erzurum’dan ayrılışı zor oldu. Çünkü özverili, kahraman kent
halkıyla bir duygu birliği oluşmuştu aralarında. Hem Erzurumlular hem de
Mustafa Kemal ve arkadaşları vedalaşırken üzüntü içindeydiler.
Üç
otomobil ile üç atlı araba hazırlandı. Otomobiller hurda sayılacak durumdaydı.
Yollar ise asfalt değildi ve berbattı. Mustafa Kemal, Rauf Bey ve Erzurumlu
Hoca Raif Efendi aynı otomobile bindiler.
Mazhar
Müfit (Kansu), Süreyya (Yiğit), Hüsrev (Gerede) ikinci; Refik (Saydam), Cevat
Abbas (Gürer), Muzaffer (Kılıç) ve Yüzbaşı Osman (Tufan) beyler de üçüncü
otomobildeydiler. Hayati Bey’in buyruğundaki diğer kişilerde at arabalarına yerleştiler.
Hepsinin küçük yükçeleri vardı yanlarında. Ayrıca Türkiye’nin farklı yerleriyle
kurdukları iletişim evraklarının yer aldığı dosyaları da arabalara koydular.
Erzurum
halkı, heyecanlı ve umutluydu. “Allah muvaffak etsin!”, “Hayırlı olsun!”
dilekleriyle uğurluyorlardı Mustafa Kemal ve arkadaşlarını. Bu coşkun dilekler
arasında yola çıkıldı. Erzurumlular, uğurlamalarını kent dışına çıkarak
sürdürdü. Erzurumluların bu coşku ve kurtuluşa olan inancı, Erzurum Kongresinde
ortaya çıkan doğu illerinin düşüncesini simgelemekteydi. Türk ulusu tutsak
olamazdı. Yaradılışında var olan özgürlük tutkusu, her şeyin önündeydi.
Sivas,
herkes için umudun kenti olmuştu birdenbire. Erzurum’daki uğurlama umut
doluydu. Bu umut, her geçen gün çoğalarak yurdun her yanına yayıldı. Giderek
Türk ulusu kurtuluş umudunu, Kemal Paşa’nın sarsılmaz kararlılığı ve kurtuluşa
odaklanmış istenciyle birleştirdi.
Erzurum’dan
on beş kilometre uzaklaşmışlardı ki Mahzar Müfit Bey, Enderunlu Hafız Hüsnü
Efendi’nin “Sabâ tarafı vefadan Peyam yok mu?” şarkısını kendi kendine
söylemeye başlar. Bu, Mazhar Müfit’in ağlamaklı durumunun dışa vurumuydu. Şarkıya
dalan Müfit Bey, sesini biraz yükseltince arkaya dönerek eliyle daha yüksek
sesle söylemesini işaret eder Kemal Paşa. Ardından “Ey gaziler yol göründü”
şarkısını söylemeye başlar yüksek sesle. Arabalardaki herkes katılır bu
şarkıya.
Sabah
erkenden Erzurum’dan ayrılan kafile, öğlen vakti bir pınar başında durur. Paşa:
“Hemen yemeğimizi yiyelim. Vakit kaybetmeksizin yine yola devam edelim.” der.
Herkes iner arabalardan.
“…
Yemek deyince bilhassa Anadolu’daki kara yolculuklarında gün görmüş insanlar
için yemek: Tavuk, hindi, soğuk et, su böreği, köfte ve saire gibi şeylerden
düzülen nevaledir.
Hepimiz
de bu çeşit nevalelerle yolculuk etmiş insanlardık. Fakat, bu defa nevalemiz:
Peynir, zeytin kuru ekmekten ibaret bir azıktı.
Su
başında rastladığımız köylüler de torbalarından birkaç kuru soğan ikram
ettiler. Fakat, Paşa başta olmak üzere hepimiz en büyük bir lokantada
pişirilmiş veya ziyafette tertiplenmiş yemeklerden ve İstanbul tabiri ile:
‘Et’amei nefisei lezize [Çok güzel, lezzetli yemekler-AH]’den daha mükemmel ve
daha iştahalı olarak zevkle kuru soğanı, peyniri, zeytini ekmeğimize katık
ederek ve pınarın buz gibi suyunu içerek karnımızı doyurduk.
Zevk
ve neşe ile tekrar yola düzüldük. (Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne
Kadar Atatürk’le Beraber, 1. Cilt, Türk Dil Kurumu Basımevi-Ankara, İkinci
Baskı: 1986, s. 196)” Görüldüğü gibi ülkemizi kurtarmak için yola çıkan Atatürk
ve arkadaşlarının öğle yemekleri Anadolu’nun bir pınar başında peynir, zeytin ve
ekmekten oluşmakta. Bir köylülerin verdikleri kuru sağan var. Ülkemiz, sarayın kuş
sütü eksik sofralarında oturanlarca kurtarılmadı; halk gibi yaşayan, halk gibi
yiyip içenlerce kurtarıldı.
Konuşup
söyleşerek, anılar anlatarak neşeyle yolculukları sürer. Bir ara sağanak yağmur
başlar. Arabaların üstlerindeki tente parçalanmış, delik deşikti. Başta Mustafa
Kemal Paşa olmak üzere hepsi sırılsıklam olurlar. Islanmaları onların neşesini,
kararlılığını bozmaz. Derken geceyi geçirecekleri köye gelirler.
“Köylüler
bizi canla başla ve büyük bir sevgi ile karşıladılar. Mustafa Kemal’in adı ve
şahsiyeti köyde büyük bir ün salmış bulunuyordu. Köyün iki yer odasından ibaret
bulunan en büyük evini Paşa’ya tahsis ve diğer arkadaşları da diğer evlere
taksim ettiler. Kurunduk, ısındık ve akşam yemeğimizi yedik. (Aynı yapıt, s.
197)”
Mazhar
Müfit, Paşa’nın bulunduğu evde konaklamaktadır. Tam uyuyacakları sıra Kemal
Paşa, yaverlerinden Muzaffer’i çağırır. O, koşup gider. Paşa üşütmüştür yağmur
altında ve ateşi yükselir. Mustafa Kemal, Refik Bey’in uyandırılıp rahatsız
edilmesini istemez. Ancak onlar yine de Dr. Refik Bey’i çağırırlar. O da gelir.
Muayene eder. Ateşi: 37.5… Dinlenmesini söyler.
Gece
ateşlenen Paşa, herkesten erken kalkar ve hemen yola koyulurlar Erzincan’a
doğru. Küçük rahatsızlıklarla uğraşacak zaman yoktur. Çünkü yurdumuzun büyük
bir bölümü işgal altında, ulusun önemli bir kısmı tutsak. Görev büyük,
sorumluluk yüksek…
Adil
Hacıömeroğlu
14
Kasım 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder