“Aile”
Arapçadan dilimize girip yerleşmiş bir sözcük… Türkçe karşılığı “ev”… Ne yazık
ki yabancı gelince yerli olan unutulmuş. “Ev” sözcüğü, az da olsa Anadolu’nun
bazı yörelerinde kullanılmakta. O zaman bize
düşen, unutulmakta olan “ev”i anımsatmak okuyucularımıza.
Ev,
kan bağına dayalı sağlam bir yapı. Çekirdek evimiz anne, baba ve çocuklardan
oluşan ve zapt edilmesi çok zor bir burç. Geniş evimiz ise bu kişilerin yanı
sıra dede, nine, amca, dayı, hala ve teyzelerin olduğu adeta büyük bir kale.
Sosyal
dayanışma, yardımlaşma, işbirliği, işbölümü, güven, sevgi, özveri, paylaşma, elseverliğin
ve zorluklarla birlikte savaşmanın yeridir ev. Sorunlara kolayca çözümlerin
bulunduğu tinsel bir sağaltımevi. Ev, ortak yaşamın en güzel örneği. Evde ben, sen,
o yok; biz var. Biz dediğimizde ev, ev olur.
Her
birey, kendi mutluluğunun evin diğer üyelerinin mutluluğundan geçtiğini bilir.
Bu nedenle bu kutsal çatı altında mutsuzluğun kaynağı olmak bağışlanamaz bir
suç. Ev içindeki uyumu, dayanışmayı, ortak düşünüp duymayı bozmanın büyük
yıkımlara neden olacağı hemen anlaşılır. Böyle bir durum, evin gücünü kırıp
azaltır. Azalan güç, dağılmanın belirtisi. Dağılan evin bireylerinin ayakta durması
zorlaşır. Tek başlarına yaşam, onların özgüven yitimini de getirir. Özgüven
yitimi ise başarısızlığın, mutsuzluğun asıl nedeni.
Atalarımız:
“Yuvayı dişi kuş yapar.” demiş. Ne güzel bir söz… Bu saptamadan da anlaşılacağı
gibi evin tüten ocağı, anne. Anne, yani evi yapan, çocukları doğuran kadınların
bazıları, çok az da olsa sorumluluklarını bilmez. Evdekilerin erinç içinde yaşamasına
bilerek ya da bilmeyerek zarar verir. Çocukluk ve gençliğinin geçtiği baba
evinde yanlış davranışlar edinir. Uzlaşma yerine, kavgayı seçer. Hoşgörü
yerine, yanlışı yinelemede ayak diretir. “Dediğim dedik, çaldığım düdük.” uyarınca
davranır. Farklı düşünene, söyleyene anlayış göstermez. Eleştirinin insanı
geliştirici paha biçilmez, çok değerli bir pırlanta olduğunu fark etmez hiçbir
zaman. Böyle olunca da yapması gereken yuvayı yıkıp darmaduman eder.
Baba,
evin direği… Çatıyı tutan çok sağlam bir direk… Direk olmayınca çatı çöker.
Zaten çatısız bir ev olmaz. Çatıyı hem somut hem de soyut anlamda düşünmek
gerek. Çatı, evin mahremiyetini sağlar. Çatı, sığınaktır. Çatı, evdekilerin
başını altına soktukları güvenli yerdir. Evin erkeği, babalık sorumluluklarını yerine
getirmediğinde çatı çöker altında yaşayanların üstüne. Sorumsuzluk, genellikle
büyüklerden öğrenilen bir davranış.
İnsanlar
hangi yaşta, hangi sosyal konumda olursa olsun zaman zaman aynaya dönüp
bakmalı. Söylediği sözlerin, yaptığı davranışların çevresindekilere zarar verip
vermediğine bakmalı. Yanlışı gördüğünde de özeleştiri yapmalı. Bu özeleştiri,
evin ayakta durması için zorunlu bir durum. Evin içerden çöküp dağılmasına izin
verilmemeli. Ev, içerde sorun yaşarsa dışardan gelecek saldırılara direnemez.
Ev,
toplumu oluşturan en küçük sosyal birim. Bir toplumun olmazsa olmazı. Ev çöküp
ocak söndüğünde toplum da yok olur. Toplumları çökertmenin yolu, evleri
parçalamakla olanaklı. Bunun da yolu; bireylerin duygu, düşünce ve
davranışlarını dış etkilerle değiştirmek. Bunu da türlü yol ve araçlarla yapar
düşman. Son yıllarda bu iş için iletişim ve haberleşme araçları kullanılmakta sıkça.
Doğaldır
ki ev, çöküş belirtileri gösterdiğinde kapısı bacası dış etkilere açık duruma
gelir. Demek ki kapıyı bacayı dış etkilere karşı sağlam tutmalı. En küçük sorumsuzluk,
üyelerini yaşam boyu mutsuzluğa, hatta felakete sürükleyebilir.
Aykırı
ve sıra dışı ilişkilerin, ters davranışların özendirildiği diziler, anlatımlara
rastlamaktayız televizyonlarda, sosyal medyada. Bu da kişinin özgürlüğü olarak
sunulmakta topluma. “Her birey, istediği gibi düşünüp davranabilir.” denmekte. Bu
tür sözleri sıkça işitmekteyiz. Ne yazık ki bu tür sözlerin özgürlük değil,
bozgunculuk çağrısı olduğunu birçok kişi fark etmemekte. Bu bozgunculuk, aileyi
içerden vurmakta. Onun içten içe çürütmekte. Bu da topluma yansımakta. Oysa
başkasının özgürlüğünün başladığı yerde senin özgürlüğün biter. Bu da
insanların sıkıntısız yaşaması için uzlaşmasını zorunlu kılmakta.
Her
toplum, küresel güçlerin önce evleri çürütüp dağıtma saldırısına karşı önlemler
almalı. Bu da evleri duygu ve düşünce, ülkü bakımından bir yapmakla olur. Mutluluk,
erinç, sevgi, saygı, özveri, güven temelinde evlerimizin neşesi hiç eksilmesin.
Böylece toplumumuz sonsuza dek dimdik ayakta kalsın.
Adil
Hacıömeroğlu
3
Kasım 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder