DOĞA, SOLUCANSIZ OLUR MU?


Çocuk, bir dinlence günü sabahı evlerinin önündeki yeşil alanda yürüyüşe gitti. Burası, kentin ortasında kalmış bir yerdi. Çünkü kentteki betonlaşma, yeşil alanları hızla yuttu. Betonun, taşın yengi kazandığı; yeşilin, ağacın, çimenin, kısacası bütün canlıların yenilgiye uğradığı bir dönem yaşandı. Bunun şimdi de sürdüğünü söyleyebiliriz.

Çocuk, evlerinin önünde kalan el kadar yeşil alan sayesinde şanslı sayılırdı. Çünkü kentin her yanında el kadar da olsa bir doğa parçasını görmek, olanaksız bir şey. Önce yürüyüş yaptı çocuk. Sonrasında ağaçları, kuşları, böcekleri izledi doyasıya. Her ağacın yanında durup hayranlıkla baktı bu doğa tansıklarına. Mevsim, bahar olduğundan börtü böcek sürekli devinim içindeydi. Kuşlar yuva yapma telaşındaydı. Doğa rengârenkti. Birçok bitki çiçeklenmişti. Meyvelerin çoğu, çiçek açmıştı. Bir an önce çiçeklerinin meyveye durmasını sağlayarak insan ve hayvanlara bir doğa toyu hazırlığı içindeydiler.

Çocuk, ağaçları incelerken bir yerde durdu. Ağacın dibindeki kuru yaprakların arasında kımıldayan bir canlı, ilgisini çekti. İyice yaklaştı kımıldayan pembe renkli canlıya. Güneşin yakıcı ışınlarından korunmak için yaprakların altında saklanmaya çalışıyordu. Çocuk, yavaşça çöktü ağacın dibine, kımıldayan varlığı görmek için. Hayranlıkla onun her devinimini belleğine yazıyordu sanki bakışlarındaki dikkatle. Yaşamı boyunca ilk kez karşılaşıyordu bu hayvanla. Böyle olunca adını da bilmiyordu bu canlının.

Çocuk: “Merhaba, pembe renkli kardeş… Ben seni ilk kez görüyorum, sen kimsin?” diye sordu meraklı bir sesle.

O: “Merhaba insan yavrusu! Bana insanlar, solucan, der.” diyerek yanıtladı çocuğu.

“Peki, sen bu yaprakların altında ne yapıyorsun?”

“Benim yuvam burası… Genellikle toprağın içinde yaşarız ailemle. Acıktığımızda yaprakları, meyveleri yeriz. Bunları yedikten sonra dışkımızı yaptığımızda dünyanın en verimli toprağını üretiriz. Bu nedenle doğaya katkımız çok fazla.”

“Evet, bir yerde okumuştum solucan gübresini. İnsanlar, sanki yeni yeni fark ediyorlar sizin yaptığınız bu işi.”

“Evet, önceden insanlar bizden tiksinirdi. Bir yerde görseler öldürürlerdi hemen. Solucan gübresinin önemi anlaşılınca değerimiz anlaşıldı. Anlayacağın dışkımız sayesinde el üstünde tutulmaya başlandık. Ancak yine de yaşam alanlarımız yok ediliyor bilinçsizce.”

“Yaşam alanlarınız, nasıl yok ediliyor bilinçsizce insanlar tarafından?”

Solucan: “Bizim beslenmemiz ve dirimimiz yapraklara, otlara bağlı. Bunları hem yiyoruz hem de onların altında saklanıyoruz. Çürümekte olan yaprakların altı nemli olur. İşte, bizim yaşam ortamımız bu nemli yerler. Güneşin altında kalırsak yaşayamayız. Çünkü güneş ışınları, bizin incecik derimizi kurutur. Deri, tüm canlıların koruyucusu. Derisi olmayan bir canlı yaşayamaz. Yeşil alanları temizleyen görevliler, yaprakları çöp olarak görmekte. Böyle olunca da yaprakları süpürüp toplayarak götürüyorlar. Yapraklar gidince ne yuvamız kalıyor ne de yiyeceğimiz. Böyle olunca da buralarda toprak üretmemiz zor oluyor. Bu alanda çok az solucanız. Gideceğimiz yer olsa kaçıp gideceğiz buradan. Ancak çevremizde ormanlık bir alan yok!”

Çocuk: “Verdiğiniz bilgiler için çok sağ olun. Bu konuyu, sizin yaşam koşullarınızı hiç bilmiyordum. Ben, eve gidince bu konuyu araştıracağım. İlgili kişilerle görüşeceğim. Toplanarak çöpe atılan yaprakların solucanların dirimi için ne denli yaşamsal olduğunu anlatacağım onlara. Ayrıca okula gidince öğretmenlerimi ve arkadaşlarımı bu konuda bilgilendireceğim. Bu konuda birlikte davranmanın yolunu bulacağız. Bundan başka komşularımızdan başlayarak tüm mahalleliye bu durumu anlatıp duyarlık oluşturmam gerek. Şimdi sizden izin istiyorum, yapacak çok işim var. Siz, bana büyük bir sorumluluk yüklediniz. Bu iş beklemeye gelmez.”

Solucan birden sözünü kesti çocuğun: “Bu yapraklar yalnızca bizlere dirim sağlamıyor. Birçok böcek çürümüş yapraklarla beslenip onların altında yuvalanmakta.” dedi üzgünce.

Çocuk: “Sağ ol kardeş, verdiğin bilgiler için!”

Çocukla solucanın konuşmasını dinleyen ulu çınar ağacı dallarını salladı önce. Sonrasında gövdesi ilgi çekici bir devinimle titredi. Kocaman ağzını açıp esnedi. Esnedikten sonra çocuğa seslendi. “Sen, duyarlı ve akıllı bir çocuğa benziyorsun. Gerçi solucan, sana gerekli bilgileri verdi. Ancak birkaç söz de ben söylemek istiyorum. Çevremiz betonla dolu... Köklerimiz, toprağa tutunamıyor bu nedenle. Yapraklarımız, aynı zamanda bizim besinimiz. Onlar çürüyüp doğal gübre oluyor ve toprağa karışıyor. Yapraklar olmayınca bazı doğal olaylar ve insanların bilinçsizlikleri yüzünden toprak iyice incelmiş durumda. Bu yüzden yaşlı gövdemi ve dallarımı besleyemiyorum yeterince. Yukarıya doğru bakınca göreceksin bazı dallarımın kurumaya başladığını. Neyse sözü uzattım. Seni evden beklerler, evine geç kalmamalısın. Güle güle güzel çocuk… Her şey gönlünce olsun. Duyarlılığın için çok sağ ol!” dedi. Sonrasında yapraklarını titreterek ona sevgisini gösterdi.

Çocuk, duygulu ve içten bir sesle: “Sağ ol ulu çınar ağacım verdiğin bilgiler için. Ulu ağacım ve solucan kardeşim sağlıcakla kalın. Sizlere yeşillikler içinde uzun bir yaşam diliyorum. Yine görüşeceğiz. Fırsat buldukça buraya gelip sizinle söyleşeceğim.” dedi. Solucan, yaprakların arasından başını kaldırıp indirdi birkaç kez. Ağaç, dallarıyla yapraklarını titreştirdi sevgiyle. Çocuk, el salladı onlara.

Tam ayrılırken oradan, yukardan bir gaklama sesi işitti. Başını yukarı kaldırdığında karga ile göz göze geldi. Karga, başını eğdi iyice aşağıya doğru. Sonrasında bir kez daha öttü. “Bana bak çocuk! Yaprakların sürekli toplanmasının biz kuşlara da büyük zararı var. Çünkü bizim ve birçok kuşun, en önemli yiyecek kaynaklarından biri solucanlar ve böcekler. Onlar, çoğalamayınca biz de beslenemiyoruz. Bu nedenle birçok kuş, burayı terk etti. Çünkü yavrularını besleyemediler. Böylece bizlerin de soyları tehlikeye giriyor.” açıklamasını yaptı iç geçirerek. Ağaçların dallarında yuva yapmakta olan kuşlar, değişik ötüşlerle kargayı destekledi. Çocuk, hepsini selamladı el sallayarak.

Yeşil alandan çıkıp evlerinin sokağına girdi düşünceli düşünceli. Yolda kimseyle ve hiçbir şeyle ilgilenmeden yürüdü. Çok dalgındı. Kendi kendine “Doğal dengenin değişmesi çok kötü bir şey tüm canlılar için. Bu konuda elbirliğiyle bir şey yapmalı.” diyerek evin kapısının önüne geldi.

                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                       30 Kasım 2025      

 

 

 

 

2 yorum:

  1. Kaleminize sağlık. Bu değerli bilgilerin yayılması gerek. Okunması umuduyla paylaşacağım.

    YanıtlaSil
  2. Kalemine Efendi Kalan, Adil öğretmenim,

    Ne kadar güzel, şiir gibi anlamlı eseriniz çocuklara, herkese doğa gönüllüsü öğretmenim teşekkür ederiz. Hayata biraz daha saygı duymalı.Her canlının değeri olduğunu unutmamalıyız.Doğadaki en sessiz, en mütevazı kahramanlardan biri Toprak solucanları çoğu zaman gözden kaçan toprağın ana mimarlarıdır. Onlar sayesindedir ki toprağımız havasını bulur, suyu içine çeker; ağaçlarımız, bitkilerimiz kök salabilir, kökleri derine inebilir. Üstelik yaprak artıkları, ölü bitki parçaları gibi çürüyen maddeleri alıp; yeniden doğurgan hale getirirler.
    Okurken anladım ki solucansız bir doğa ruhsuz, suskun ve verimsiz olurdu. Onların emeğini, toprağa, doğaya kattıkları değeri görünür kıldığınız için sağolunuz.. Bu farkındalık ve sevgi, betonlanmış şehirimizde yeşili, yaşamı korumak isteyen herkese büyük bir örnek.
    Doğa solucanla can bulur.Çocukken oyun arkadaşımızdı, şimdi değerini daha iyi anlıyoruz.Anlatınız insana doğayı hatırlatıyor hem kalbe hem doğaya dokunuyor. Usunuza, yüreğinize sağlık📚👏👏🙏🏻🍂🌿Var olunuz.🙏🏻

    YanıtlaSil