Ülkemizin geleceği açısından çok önemli bir seçim sürecine girmiş bulunmaktayız. Çözümsüz iç sorunların çığ gibi büyüdüğü, dışarıda ise gittikçe sıkışan bir Türkiye’nin genel seçimler sonrası rahatlama olasılığı zayıf görünüyor. Çünkü sorunlara çözüm üretmek yerine, günlük siyasal çekişmelerle yüklü bir gündemin kısır döngüsünde zaman yitirilmekte.
Seçimler yaklaşırken halkta, siyasal bir heyecanın olmaması çok ilginç. Bu durum, demokrasimiz açısından umut verici değildir. Giderek halktan kopan, halkın sadece sandıkta oy kullandığı bir demokrasi biçimi bir tek ülkemizde var sanırım. Demokrasi sözde kalıyor, halkın katılımcılığı ise göz ardı ediliyor. Siyasal mekanizma, aşağıdan yukarıya doğru örgütlenmesi gerekirken yukarıdan aşağıya doğu belirleniyor. Bu da en demokratik ilkeye uyulmaması nedeniyle halkın karar verme hakkını yok etmekte. Adayların belirlemesi, yukarıdan dikte edilerek yapıldığından parti tabanlarının heyecanları sönmekte, seçmenin belirleyici rolü hiçe sayılmakta. Yukarıdan yapılanların onay makamı gibi görülen halk, bu durumda neden heyecan duysun ki? Üstelik bir de belirlenen adaylar halktan kopuk, güven duyulmayan kişiler olduğunda içten içe homurtular da başlıyor.
12 Eylül darbesinden sonra parti içi demokratik kurallar rafa kaldırıldı. Bu konuda adım atmak, siyasal partilerin işine gelmiyor. Çünkü demokrasi kültürünü içselleştirememiş, bir yaşam biçimi olarak benimseyememiş parti üst yöneticileri, 12 Eylül’ün darbeci yasalarıyla kendi geleceklerini güvenceye alıyorlar. Böylece de devler ülkesinde cüceler padişah oluyor.
Seçim öncesi neredeyse hiçbir parti önseçim yapmıyor. CHP birkaç ilde önseçim yapacak, ancak bu illerin büyük çoğunluğunda milletvekili çıkarma olasılığı zayıf. Milletvekilliği kazanılacak yerlerde ise genel merkez kontenjanı kullanılmakta. Tüm parti üyelerinin katılımıyla yapılacak önseçimleri düşünmek bir hayal. Sağ partiler, otoriter bir anlayışı benimsediklerinden bu konuda öncülük yapmak demokrasinin kurucu partisi CHP’ye düşmektedir.
Seçimler öncesi aday adaylarının çokluğu dikkat çekmekte. Bu, ilk bakışta demokratik bir katılımcılık olarak görülse de işin aslı böyle değil. Aday adaylarını üç bölüme ayırmalı.
Birinci bölümde gerçekten seçilmek isteyen, genel merkezlerden işaret alan kişiler var. Bunlar, önceden parti karar vericileriyle ilişkilerini kurmuş, listelere girme konusunda garanti almış adaylar.
İkinci bölüm aday aylarında ise özellikle iktidar ve yerel yönetimlere sahip partilere yönelim söz konusu. Bunlar, seçilmek için değil, seçimler sonrası parti kanalıyla bir iş, bir kamu kuruluşunda üst düzey koltuk kapmak peşinde olanlar. Kendileri için olmasa bile çoluk çocuğuna yer açmak için mücadele verirler.
Üçüncü guruptakilerse işin sosyal tatmininde olanlardır. Bunlar, aday adayı olur olmaz afiş, kartvizit bastırıp işe koyulurlar. Amaç kişisel tanıtım ve tatmindir. Yıllar sonra bile falan seçimde filan partinin milletvekili aday adayı diye kendilerini tanıtırlar. İkinci ve üçüncü gruptakiler şans eseri seçilirlerse onlar için bulunmaz bir nimet bu.
Kitle partilerindeki aday adaylarının büyük çoğunluğuna bakıldığında belli bir siyasal çizgi, duruş, bakış ve birikim görmek olanaksız. Doğru düzgün iki cümle kuramayan, partisinin adını bile yanlış söyleyen (Bunlar arasında üst düzey yöneticiler de var ne yazık ki.) kişilerin parlamentoya gireceğini düşünmek bile vahim. Yıllardır evinde bir akşam yemeği yemeyen, kitap okumak şöyle dursun, günlük gazetelere bile göz atmayan birtakım kişilerin, halkı yönetmek için Ankara’nın yolunu tutacak olmaları içler acısı.
Aday listelerinin belirlenmesinde en az sıkıntıyı iktidar partisi yaşayacak gibi. Çünkü iktidar olmaları nedeniyle küskünlerin gönlünü almaları kolay. İktidar küskünlerini, kamu kuruluşlarının “itibarlı” ve ballı koltukları bekliyor. Bir seçim yenilgisi AKP küskünlerinin suskunluğunu isyana dönüştürür.
MHP’deki küskünlere AKP’nin çengel atması olası. Bunlar aracılığıyla ülkücü tabanı bölme isteği öteden beri var iktidar partisinde. Ancak MHP tabanı bu konuda oyuna gelecek gibi değil.
Aday listelerinin belirlenmesinden sonra asıl fırtına CHP’de kopacak sanırım. Adaylara bakıldığında bir çizgi kırılması hissi uyandığında parti tabanının kaynayacağı muhakkak. Güven duyulmayan, halkın benimseyip sevmediği adayların öne çıkması büyük sorunlar yaratabilir. Özellikle genel merkez yöneticilerinin garanti yerlerden aday gösterilmeleri sıkıntıyı artırır. Bu konuda eş dost ilişkilerinden çok; beceri, birikim ve yetenek ön plana alınmalı.
Söz CHP’den açılmışken kamuoyuna yansıyan iki konu üzerinde durulmalı. Karayalçın’ın Rize’den, Tanrıkulu’nun da Diyarbakır’dan adaylıkları konusu. Bu iki simge isim önemlidir. Karayalçın Rize’den, Tanrıkulu da Diyarbakır’dan seçilirse CHP iktidar olur. Bu ve benzer illerden milletvekili çıkaramayan bir CHP’nin iktidar olma olasılığı kalır mı? Bu kişileri büyük illerin seçilme garantisi olan sıralarından aday göstermek, iktidar koşusuna mola vermektir. Konuyla ilgili en güzel örnek rahmetli İsmail Cem’dir. DSP’nin oy oranının çok düşük olduğu Kayseri’den iki seçimde seçilip gelmesi kendisini de partisini de güçlendirmiştir. Adaylar, siyasal çizgilerine hem oy hem de düşünsel katkılar yaparsa parti büyür. İthal adaylarla seçim kazanılmaz, seçimlerde havlu atılır.
Ülkemizin belini büken sorunlar korkusuzca dile getirilmeli ve çözümler tartışmaya açılmalı seçim öncesi. 12 Haziran’dan sonra ülkemiz gündemi hızla değişecek, bölgemizdeki alevlerin sıcaklığı bizi de ısıtacak. Bu nedenle de partilerin bu sorunlardan kaçması olanaksız. Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında inisiyatifi tamamen küresel güçlere bırakmak, bizi geri dönülmez yanlışlara sürükleyebilir. Bölücülüğe prim vermeden terörden kurtulmak için çözümler üreterek ivedi olarak yaşama geçirmek gerek.
Kuvvetler ayrımının ortadan kaldırıldığı, denetim mekanizmalarının işlemediği, yolsuzlukların çığ gibi büyüdüğü, sivil örgütlenmelerin nerdeyse yasaklandığı, kitap yazma teşebbüslerinin bile cezalandırıldığı, aslanın kediye boğdurulduğu, kahramanların teröristleştirilip teröristlerin kahramanlaştırıldığı, yoksullara yardım bakanlığının kurulmakta olduğu, doğal afetlerde ölmenin kaderleştiği, işsizliğin çığ gibi büyüdüğü, küresel dayatmalarla kararların alındığı, cehaletin ödüllendirilip bilginin tutsaklaştırıldığı, Cumhuriyet’imizin kuruluş ilkelerinin sorgulanıp Kemalist aydınlanmacılığın ışığından hızla kaçıldığı olağanüstü bir dönemden geçmekteyiz. İktidarıyla muhalefetiyle sorumluluğun ağır olduğu bir dönem. Gerçek liderler, özverili yurtseverler böyle zamanlarda ortaya çıkar. Ben kazanayım da ülkem kaybetsin anlayışında olanların ne topluma ne de kendilerine yararları var. Ülkem de ben de kazanayım demenin tam zamanı değil mi şimdi?
Adil Hacıömeroğlu
31 Mart 2011
Not: 5 Nisan 2011 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Sevgılı yol arkadaşım bızlerın duygularına tercuman olmuşsunuz elınıze saglık
YanıtlaSilSELAMLAR HOCAM,önümüzde süregelen seçim öncesi çok önemli,hem geleceğimiz hemde içinde bulunduğumuz zaman açısından,heyecan hiç yok,kimseden ne bir yorum nede bir hareket...Şimdiden sanki seçimde kimin iktidar olacağı belliymiş gibi hep bir ağızdan aynı şaarkı söyleniyor.Hoş olmadığı ortada...Szin kaleminizden yine inciler dökülmüş,emeklerinize sağlık,tekdileğimiz,hem çalışmalarla hem bilinçlendirme yoluyla seçimlerin hakedilen biçimde olması,şimdiden 40.000seçmen kayıp...Ne ifade edr bilirsiniz.Çok teşekkürler.saygılarımla......
YanıtlaSilMİLLET VEKİLİ OLABİLMEK İÇİN YA ÇOK PARAN OLACAK YADA OY POTANSİYELİN..KİMSE KİMSENİN EĞİTİMİNE,KÜLTÜRÜNE,BİLGİSİNE BAKMIYOR.BENCE MİLLET VEKİLİ ADAY ADAYLARINI ÖNCE ÇOK ÖNEMLİ SINAVLARA TABİ TUTMALILAR.SINAVLARDA ÇOK YÜKSEK PUAN ALANLARI ADAY YAPMALILAR.
YanıtlaSilHALK DA HEYECAN YOK TABİİKİ.AYNI TAS AYNI HAMAM.9,5 MİLYON FAZLA SAHTE SEÇMENLE,OYNANAN BİLGİSAYAR VERİLERİYLE SEÇİM SONUÇLARI ŞİMDİDEN BELLİDİR.LOBİLER HANGİ PARTİYİ İSTERLERSE İKTİDAR YAPARLAR.AMA UFUKDA KOALİSYON GÖZÜKÜYOR..
KPSS de hile, YGS de hile, seçimlerde de hile olması muhtemel. O yüzden ne yazılırsa yazılsın, ne çizilirse çizilsin, ne söylenirse söylensin, ne yapılırsa yapılsın...Emin olun ki kahkahayla gülüyorlar... Çünkü hilakarlıkla, dolandırıcılıkla başedemezsiniz. Dinsizin hakkından imansız gelir demişler ama değerlerimizden vazgeçersek asıl kaybediş o zaman başlar.
YanıtlaSil