DEMOKRASİ HAVARİLERİ!

Seçimlere bir hafta kala 12 Eylül darbesinin hayatta kalan iki darbeci generalinin ifadelerinin alınması ilginçtir. Anayasa değişikliği oylamasından bu yana bunca zaman geçmesine karşın, kritik bir genel seçimin hemen öncesinde darbe tartışmalarının gündeme oturması oy avcılığından başka bir şey değil.

12 Eylül’den hesap sorulması hem demokrasimiz hem de ülkemizin geleceği açısından önemlidir. Ancak göstermelik yargılamalarla 12 Eylül’den hesap sorulamaz. Darbeci generallerin ayağına savcı göndererek yargılama yapıyormuş gibi bir hava yaratmak inandırıcı değil. Herkes bu işin zaman aşımına uğradığını da bilmekte.

Bu arada RTE’nin 27 Nisan bildirisiyle ilgili açıklaması da ilginç. “Acaba 27 Nisan Muhtırası ile ilgili de bir yargı süreci işleyebilir mi?” sorusuna RTE şu yanıtı veriyor: “Onu bir muhtıra olarak kabul etmiyorum. Bunu o zamanki Genelkurmay'ın bir yaklaşımı olarak değerlendiriyorum.” Her vesileyle darbe karşıtı görünmeye çalışan ve demokrasi havarisi kesilen birisi için bu değerlendirme dikkat çekicidir. 27 Nisan bildirisi yayımlandığında aslan kesilenlerin böylesi bir davranışa girmeleri her şeyi ne güzel de açıklamakta. Çünkü o bildiri, yurdun dört bir yanını saran ve gündeme damgasını vuran “Cumhuriyet Mitingleri”nin ateşini söndürmeye yönelikti. Ayrıca AKP’lilere demokrasi kahramanı kesilme fırsatı vererek gündemi de lehlerine çevirtmişti. Kısacası yüzde kırk yedi oy almalarına neden olarak iktidar yollarını açmıştı. Eee, bir acı kahvenin kırk yıl hatırı varsa, dört yıllık bir iktidarın da epey hatırı olsa gerek. Hele de bir Dolmabahçe görüşmesi varsa işin içinde.

Darbe tartışmaları gündemdeki yerini korurken birden ulusun birliğini tarafsızlığıyla temsil etmesi gereken Cumhurbaşkanı’nın açıklaması düştü gündeme. 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yaşananlarla ilgili açıklaması tartışmalara yeni boyut getirdi. “Daha taze sayılır tarih açısından bu olaylar. Sizler hepiniz de bunları bire bir yaşadınız. Bizler aktör olduk, sizler de bunları takip ettiniz. O dönem demokrasiye yakışmayan birçok şeylerin olduğunu hep beraber gördük ettik, ama isim bazında bir şey söylemek istemem. Daha ileride belki bunlar da yazılır, çizilir. O dönem çok şeyler oldu, bunu herkes biliyor. Yani herhalde geriye baktığımızda bunlar inkâr edilmeyecek gerçekler, çünkü herkes hayatta herkes biliyor. Ben belgeyi görmedim. Ama o dönemde çok şeyler oldu, bunu herkes biliyor. Yani herhalde geriye baktığımızda bunlar inkâr edilmeyecek gerçekler; çünkü herkes hayatta, herkes biliyor.” İnsanın görmediği, içeriğini bilmediği bir belge (Var olup olmadığı da belli değil.) hakkında yorum yapması ne derece doğrudur? Amaç, devletin laik kurumlarıyla ilgili kamuoyunda şüpheler yaratmak.

O dönemin kilit isimlerinden Erkan Mumcu, konuyla ilgili söylenenleri kesin bir dille yalanlıyor ve İlker Başbuğ’la görüşmediğini söylüyor. “Kampanya etkisiyle uydurdukları bir yalanın edebiyatını yapıyorlar. Buna cevap yetiştirmenin imkânı yok. Onun için diyorum ki, gelsinler bir platformda kim ne biliyorsa söylesin, ben de bildiklerimi söyleyeyim. Bakalım böyle bir şeye cesaret edebiliyorlar mı?”

RTE’nin şu sözleri gizli bir itiraf içeriyor sanki: “Eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve İlker Başbuğ'un bu sürece müdahil olduğu yönünde iddialar var, denilmesi üzerine: Belki başkaları da vardır. Ama şimdi ben 'şu dinledi, bu dinledi' diyemem ki. Bunu artık karşılıklı muhatapları kimlerse onlardan öğrenmek lazım. Aksi takdirde ben burada yalancı şahitlik yapmış olurum. Bunu da sevmem.” Bu sözlerden anlaşılmaktadır ki konuyla ilgili kesin kanıtlar yok. “Belki” diyerek bir şey kanıtlanamaz. O zaman bu konudaki konuşmalar söylentiden öteye gitmez. Peki, amaç nedir? Amaç, yeni tutuklamaların kapısını açmaktır. Silivri ve Hasdal’a yeni sakinler göndermektir.

AKP kendine iktidar yolunu açan 12 Eylül’e usulen dava açıyor. Dostlar alışverişte görsün, güya darbelere karşı demokrasiyi savunuyormuş gibi yapıyor. 28 Şubatçılara ve 27 Nisan bildirisine ses çıkarmıyorlar. Onların derdi Atatürkçü askerlerle, ABD’ye karşı duranlarla. Kendilerine iktidar yolunu açanlarla niye hesaplaşsın ki? Amaç, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Bağcı da Türkiye Cumhuriyeti ve onun laik kurumları.

Adil Hacıömeroğlu
9 Haziran 2011
Not: 13 Haziran 2011 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

1 yorum:

  1. görüşleriniz dogru.katılmamak elde degil.ama bu gün bu gerici direnci kırmanın yollarını bulmak için fikirler üretmeliyiz.örnegin müslüman iş adamları dernegi birligi neyse var niye laik iş adamları dernegi yok.laik yazarlar dernegi niye yok laik okuyucular dernegi niye yok.yarınlar örgütlenenlerin ayakta kalacagı günlerdir

    YanıtlaSil