Doğa,
biraz daha geniş düşünürsek evren, insanların buluşlarındaki esin kaynağı.
İnsanoğlu doğayı, giderek evreni tanıdıkça bilinmez olanın gizemini çözer.
Varlıkların yaşam döngüsündeki özellikleri, kişiye yeni bakış açıları kazandırır.
Atacan,
doğaya hayran biri. Doğa belgesellerinin hiçbirini kaçırmaz. Doğa ve evrenle
ilgili kendi yaşına uygun ne kadar kitap varsa alır. Kitaplarını önüme koyar.
“Hadi, okuyup öğrenelim.” der. Ben de onun isteğine uyar, saatlerce ona kitap
okurum. Onun durmaksızın, bıkmadan sorduğu soruları yanıtlamaya çalışırım. Bu
sorularla nasıl bir öğrenme isteği taşıdığını gördükçe ona hayranlığım daha da
artar.
Doğa
ve evrenin yanı sıra ulusal bayramlara da duyarlıdır Atacan. Bayramlara çok
önem verir. Neden bu günlerin bayram olduğunu defalarca sorar. Her defasında da
can kulağıyla dinler anlatılanları.
29
Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda her yıl olduğu gibi Bağdat Caddesi’nde yürüyüş ve
fener alayı var. Atacan, yürüyüşe katılmak istediğini söylüyor. Zaten ben
çaktırmadan hazırlıkları yapmıştım. O, Türk Bayrağı olan tişörtünü giydi. Hava
biraz serince olduğundan eşim, onu sıkıca sarıp sarmaladı. Ben de sırtıma
büyükçe bir bayrak asıp yürüyüşe katılmak için hızlı adımlarla yola çıktık.
Cadde ve sokaklardan kırmızı-beyaz bir sel akıyor Bağdat Caddesi’ne. Toplanma
noktasına yaklaştıkça kalabalık artmakta.
Nihayet
Suadiye kavşağına geldik. Genç, yaşlı, bebek, arabalarında kırmızı beyaz
yavrular, kadın, erkek, babalarının omuzlarından devasa kalabalığı görünce
gözleri kocaman açılmış şanslı evlatlar… Marşlar, en gür sesle coşkuyla
söylenmekte. Sloganlar, gökyüzünü yırtarcasına haykırılmakta. Atatürk posterleriyle
bezenmiş sopaların uçlarında fenerler, ateşböcekleri gibi…
Yürüyüş
başladı. Biz, biraz hızlı adımlarla ön tarafları da görmek için
hareketleniyoruz. Atacan’nın göğsündeki bayrağın görünmemesi ona dert oluyor.
Montunun önünü açıyor. Tam görünmeyince ay yıldız, montunu çıkarıyor. Bayrak
görününce mutluluğuna diyecek yok! Ağzı kulaklarında… Gözleri ışıl ışıl…
Atacan,
elime sıkı sıkıya sarılmış önümden kalabalığın içinden yol bulmakta. Bir yandan
da gırtlağı yırtılırcasına bağırmakta: “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” Slogan
bitiyor, marşları söylemeye çalışıyor. Heyecanımızın dorukta olduğu bir anda
“Yoruldum, geri dönelim.” dedi yumurcak.
Kalabalığı
yarıp geri dönmek çok zor. Zorlukla ilerlemekteyiz Bostancı’ya doğru. Ünlü bir
kitapevinin önünden geçerken beni, dükkâna doğru çekiyor. İçeri giriyoruz. Gözleri,
görevliyi aradı uzun süre. Sonunda buluyor istediği kişiyi. Hemen yanına
gidiyor. “İyi akşamlar… TÜBİTAK kitapları hangi tarafta?” Görevli gösteriyor
yeri. Rafların önündeki küçük sandalyelere oturuyoruz. Tek tek kitaplara
bakıyoruz. Atacan’ın istediği kitaplar yok! Umutsuzca kalkıyoruz. Ben: “Başka
kitapçılara bakarız.” diyorum, kabul ediyor. Tam dükkândan çıkacakken “Çişim
geldi, çok sıkıştım.” dedi. Hemen kitapçının yan taraftaki diğer bölümüne
geçtik. Tuvalete girdik.
Çocukların
tuvalet eğitimi çok önemli. Onlara kendi başlarına tuvalet yapmayı öğretmek,
sonrasında temizlenme alışkanlığını kazandırmak zor görünen kolay bir iş.
Atacan,
çişini yaparken kendi kendine: “Nişan alıp hedefi tutturmak gerekir. Böyle
yaparsak üstümüz kirlenmez.” demekte. Ben de: “Doğru…” diyerek onu
destekliyorum. Tam bu sırada: “Bak Adil, insanlar silahları yaparken erkeklerin
pipisinden esinlendiler bence.” diyor. Kahkahalar atmak istiyorum, ama yeri
değil. Söylediği pek de yanlış sayılmaz. Birçok bilimadamının esin kaynağı doğa…
Birçok buluşun hareket noktası bir doğa olayı değil mi?
Kitapçı
dükkânından çıktık. Yol boyunca buluşların doğadan nasıl esinlendiğini
konuştuk. Basit örneklerle anlatmaya çalıştım konuyu. Eve geldiğimizde konuyu
bitirdik. Acıkmıştık. Karnımızı doyurunca o yatağına gitti, ben de bir şeyler
okumak için köşeme çekildim.
Doğayı
yok edenleri düşündüm. Acaba doğanın gizlerini bilseler, onun güzellikleri
tanısalar doğayı yok ederler mi?
Adil
Hacıömeroğlu
30
Ekim 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder