Atacan,
birinci sınıftan ikiye geçti. Yaz dinlencesi başladı başlayalı karne armağanı
olarak sürekli ödüller istemekte. İstediği ödüller ilginç… İlk olarak
Anıtkabir’e gitmek istediğini söyledi. Biz de şeker bayramında Ankara’ya annemi
görmeye gittik. Bayram günü eş dost, akraba gelince çok mutlu oldu Atacan.
Çocuklarla gece yarılarına dek oynayıp durdu. Benim bayramın ikinci gününde
Anıtkabir’e girme geleneğim de bozuldu böylece.
Bayramdan
bir gün sonra 18 Haziran 2018 Pazartesi günü sabah kahvaltısından sonra
Anıtkabir’e gitmek için Ankara-Çayyolu’ndan minibüse bindik. Birkaç dakikada
bir Anıtkabir’e gelip gelmediğimizi soruyor heyecanla. Atatürk’le ilgili
sorular sormakta soluk almadan. Bu durum, minibüstekilerin ilgisini çekiyor ve
ayakta duran Atacan’a oturması için yer veriyorlar. Oturmamak için ne kadar
ısrar ettiysek olmadı. Orta yaşlı bir kadın: “Çocuk, heyecandan ölecek bari
otursun, sorularını rahatça sorsun.” diyerek üsteledi. Kadıncağız kalktı
kalkmasına da bizim afacan beni oturtmadan bir türlü oturmuyor. Neyse ben,
isteğine çaresizce boyun eğdim ve o da kucağıma ilişti. Atatürk’le ilgili
sorularını sürdürdü kaldığı yerden.
Tandoğan
Meydanı’na yakın bir yerden minibüsten indik. Kısa bir yürüyüşten sonra
Anıtkabir’in girişine ulaştık. Kapıdaki güvenlik aramasından geçtik. Ankara
bozkırının kavurucu sıcağında sağımızda, solumuzda uzanan yeşil bir cennetin
serinliğinde yürümeye başladık Aslanlı Yol’a ulaşmak için. Sorular, ardı ardına
geliyor. Avucumdaki eli, heyecandan terlemiş. Parmakları, durmadan hareket
etmekte. Aslanlı Yol’a ulaşmak için basamaklara gelince elimi bıraktı, koşmaya
başladı. Merdivenlerden bir çırpıda çıktı. Yukardan bana el sallamakta. Hemen
nöbet tutan askerin önüne geçip selam durdu. Ardından ilk keşiflerini yapmaya
başladı. Yukarıda buluşunca el ele tutuştuk. Aslanlı Yol’un taşlarının
aralarının açıklığı ilgisini çekti. “Bu taşların arası neden bu kadar açık?”
diye sordu. Ben: “Böyle aralıklı taşlar olunca insanlar paldır küldür değil de
düşmemek için önlerine bakarak ve başları önde saygıyla yürürler. Böylece
Atatürk’e saygı, Aslanlı Yol’dan başlar. İnsanlar başları önde yürürken bir
yandan da Atatürk’le ilgili düşünürler.” diye yanıtladım onu.
Aslanlı
Yol’a adını veren ve yolun sağında solunda yer alan aslan heykellerinin
sayısını soruyor bana. Ben: “Yirmi dört…” yanıtını veriyorum. Aslanların gücü ve
sükûneti temsil ettiğini de ekliyorum sözlerime. Bu aslanların yirmi dört Oğuz
boyunu temsil ettiklerini anlatıyorum.
İnanmıyor,
tek tek sayıyor aslanları. Sayarken de her aslanın başını okşuyor. “Bak Atacan,
Anıtkabir’i de yurdumuzu da aslanlar koruyor.” dedim. “Yani askerlerimiz oluyor
bu aslanlar öyle mi?” diyerek gülümsüyor. “Evet…” diye karşılık veriyorum.
Anıtkabir’in
girişindeki kuleler ilgisini çekiyor. İlerledikçe kulelerin daha da arttığını
görünce adlarını soruyor. Ben de girişten itibaren saymaya başlıyorum: “İstiklal,
Hürriyet, Mehmetçik, Müdafaa-i Hukuk, Zafer, Barış, 23 Nisan, Misak-ı Milli,
İnkılap, Cumhuriyet kuleleri…” Ben kulelerin adını söylerken o, parmaklarıyla
sayıyor ve “On tane kule var. Hepsinin adı da anlamlıymış.” diyor heyecanla.
Aslanlı
Yol bitiyor, geniş alanda mahşeri bir kalabalık var. Yüzü asık bir kişi bile
yok! Herkesin dudaklarında gülümseme, dilinde Atatürk. Mezuniyet cübbeleriyle gelmiş
öğrenci grupları, gelinlik ve damatlıklarıyla yeni evliler, el ele sevgililer, günü
birlik Anıtkabir’i gezmeye yurdun dört bir yanından gelmiş heyecanlı aileler, tekerlekli
sandalyelerle engelliler, turistler (Uzak Doğulular çoğunlukta), başörtülüler, türbanlılar,
modern giyimliler, yaz sıcağında Ata’ya saygıdan koyu renk takım elbise
giyinenler, bastonuna dayanarak zorla yürüyen yaşlılar, bebek arabalarında
parlayan gözler… Herkes orada… Türkiye’nin tüm renkleri Anıtkabir’de bir arada.
Atatürk’ün
mozolesine giden merdivenleri çıkıyoruz el ele. İçeri girince şapkalarımızı
çıkardık. Mozolenin karşısında saygı duruşundayız. Neredeyse soluk almıyoruz.
Ben, dua edince Atacan da ellerini açıp dua ediyor. Dışarı çıkınca “Duanda ne
diledin Allah’tan?” diye sordum. O: “Atatürk’ümüzün sonsuza dek yaşamasını
diledim. Bir de çocuklara önem verilmesini istedim.” dedi. Böyle deyince de
kucak dolusu öpücüğü hak etti tabi ki.
Söyleşerek
müzeye indik. Müzede heyecan fırtınası esmekte. İnsanlar, en küçük ayrıntıyı
kaçırmıyorlar. Savaşlarla ilgili canlandırmalar, izleyenleri duygulandırıyor.
Ziyaretçilerden bazıları her adımda ellerini açıp dua etmekteler. Herkesin
dilinde Atatürk var, gönüllerinde olduğu gibi.
Saatler
süren müze gezisi bitiyor. Atatürk’ün okuduğu kitapların bulunduğu salondayız.
Atacan, kitapların hepsinin Atatürk’e ait olduğunu işitince çok seviniyor.
Atatürk’ün çocukluğundan beri eline geçen iki liranın bir lirasıyla kitap
aldığını anlatıyorum hem Atacan’a hem de yanımızda bulunanlara. Günümüz
siyasetçilerinin okumayı bırakın, sergilenen kitapların yüzde birinin bile
adını bilmediklerini ekliyorum sözlerime. Herkes, bu düşünceme katılıyor. Atacan,
bu öğretim yılında elli iki kitap okudu, gelecek yıl daha çok okuyacağına söz
veriyor. Daha sonra üç beş tane hediyelik eşya alıyoruz. Hepsini o seçiyor. Bir
de kitap var aralarında. Falih Rıfkı’nın “Babanız Atatürk” kitabı. İleriki
yaşlarda okuyabileceğini söyledim ona, kabul etti.
Ellerimizde
hediyelik eşyalarımızla çıktık. Atatürk’ün arabalarını hayranlıkla inceledi.
İsmet Paşa’nın mezarını da unutmadık bu arada.
Atacan’ın
en çok ilgisini çeken şey, askerlerin nöbet değişimi. Çocuk, neredeyse Anıtkabir’de
yatacak. Askerleri tek tek selamlıyor, arkalarında uygun adım yürümeye
çalışıyor tören adımlarıyla. Nedense istediği gibi olmuyor. Eve dönünce yürüyüş
çalışmalarını sürdürdü uzun süre.
Saat
epeyce ilerlemiş. Karnımız açlıktan zil çalmakta. Geldiğimiz yoldan geri
dönmeliyiz. Ağaçları inceleyerek yürüdük. Atacan, karahindibaların beyaz
çiçeklerini gördükçe eğilerek onları üfleyerek dağıtıyor. Nedeni sordum. O: “Doğaya,
çiçeklere yardımcı oluyorum. Tohumların yayılıp toprakla buluşmasını sağlıyorum.”
diyerek yanıtlıyor beni. Ben, adımlarımı hızlandırıyorum. O da bana yetişmek
için hızlanırken bana kızıyor.
Zor
bela Tandoğan’a iniyoruz. Çok eskiden beri bildiğim bir lokantaya giriyoruz.
Yemeklerimizi söylüyoruz. Acele etmeden karnımız doyuruyoruz. Konuşma konumuz,
Anıtkabir… Üst üste sorular geliyor Atacan’dan. Kalkıp eve gidiyoruz zorlukla.
Gece uyuyana dek Anıtkabir’le ilgili konuşuyoruz.
Türk
Ulusunun içindeki Atatürk’ü kimse söküp atamaz. Kanımıza işleyen Atatürk
sevgisini yok etmek olanaksız. Bayramda seyranda, başımız sıkıştığında, umutsuzluk
rüzgârları estiğinde, sevincimizi paylaşmamız gerektiğinde, sorunlarımıza çözüm
aradığımızda hep Atatürk’e koşmaktayız coşkuyla. Çünkü Atatürksüz bir Türkiye
olmaz. Herkes bunun bilincinde. Bu topraklarda sonsuza dek Atatürk güneşi
batmaz. Güneş balçıkla sıvanmayacağına göre…
Adil
Hacıömeroğlu
21
Haziran 2018
Anıtkabir için herkes gibi Atacan çocuk kalbiyle yollara düşmüş coşkusu normal huzurunda olmanın heyecanıyla kalbi Atatürk için çarpıyor.Yaşasın Cumhuriyet’ in çocukları mutlu olursa onlar gülerse dünya sevgi ile döner.Aydınlık yarınlara Atacan’ a ve gençlerimizle gurur duyuyor, onlara güveniyoruz.Atamız’ ın geleceği emanet ettiği gençlerimizin ışığı hep var olsun.Umut, sevgi , coşku,gelecek , mutluluk, başarı, keyif , huzur ,neşe, sağlık , ışık, aydınlık yarınlar dileğiyle Atacan’ a ve diğer canlara..Atacan’ın Atatürk sevdası ne güzel ilham veriyor.Tertemiz çocuk kalbiyle Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atamızın sevdası ile sizden öğrendikleriyle onu yaşatması ne güzel duygulanarak okudum.✍️👏👏👏👏🇹🇷🇹🇷🇹🇷🌺Esen kalınız 🙏🏻Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSil