9
Eylül 1922’ye kadar I.TBMM’deki muhalifler, Atatürk’ün başarılı olacağını
akıllarının ucundan dahi geçirmediler. Atatürk’ün dehası karşısında ezilen
padişahçı, hilafetçi, sıkışınca mandacı vekiller; Atatürk’e karşı akla hayale gelmeyecek
zorluklar, engeller çıkardılar. Bu zorluklar, engeller Atatürk’e ve cephede
ölüm kalım mücadelesi veren orduya zarar verdi. Ancak deha Atatürk’teydi ve O,
bu zorluklara, engellere karşın düşmanı denize döktü ve büyük utkuyu kazandı
ulusuyla.
Düşman
denize döküldü. Utku kazanıldı. Atatürk ve arkadaşlarının yitirecek, boşa
harcanacak zamanları yoktu. Yüzyılların getirdiği geriliği, isteksizliği, üretimsizliği,
eğitimsizliği yenmek zorundaydılar. Bu nedenle kollar sıvandı.
Öncelikle
hak edenin hakkı verilmeliydi. Yıllardır cephelerde yatıp kalkan, cephelerde
bir ömür tüketen, büyük bir tansığa imza atan subaylar ödüllendirilmeliydi. Bu
ödüllendirme de onların savaşta gösterdikleri başarı nedeniyle geciken terfilerinin
yapılmasıydı.
Atatürk,
Çanakkale’de yalnızca Türk Ulusunun değil, dünyanın tarihini değiştirme
başarısı, kahramanlık gösteren bir komutandı. Savaş başladığında yarbaydı.
Birkaç ay gecikmeyle de olsa albaylığa
yükseltildi rütbesi. Anafartalar utkusundan sonra hak ettiği generalliğe
terfisi o dönemin ordu yöneticilerince kıskançlık nedeniyle zamanında
yapılmadı. Bu da Mustafa Kemal’in moralini bozmuştu.
Terfilerin
zamanında yapılamamasının asker üzerindeki etkisini çok iyi bilen Atatürk,
savaş alanlarında kahramanlıklar yaratan askerlerin terfisini geciktiremezdi.
Çünkü adaletli olmak, bir yöneticinin en önemli özelliği olmalıydı.
Ordudaki
yeni rütbeler hükümetçe verilmiş ve meclis başkanı olan Mustafa Kemal
tarafından bu terfiler onaylanmıştı. Büyük utkudan sonra TBMM’de bir süre
suskun kalan muhalifler, bu durumu fırsat bilerek sert eleştiriler yapmaya
başladılar. Yeni rütbeleri hükümetin vermesini ve meclis başkanının
onaylamasını, TBMM’nin hakkına saldırı olarak nitelediler.
Atatürk’ün
en önemli muhaliflerinden Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni: “Ben, Meclis
iradesini çiğneyenleri, Yunanlı kadar memlekete zararlı sayarım.” diyordu. Yunan
işgal ordusunu Anadolu topraklarından söküp kovalayarak İzmir’den deniz döken
muzaffer bir başkomutanaydı bu sözler. Bu, Atatürk muhaliflerinin
bilinçaltlarını ortaya çıkarmaktaydı.
Hüseyin
Avni Bey’i bu denli kızdıran neydi? Yunan ordusunu yenen kahramanlarımızın yeni
rütbeleri… Bu yeni rütbeleri her asker annesinin ak sütü gibi hak etmişti.
Hükümetin ve Atatürk’ün yaptığı iş de bu hakkı, hak edene vermekti. Bu duruma
bu kadar sert karşı çıkmanın ne anlamı vardı? Muhalefet, Atatürk’ün dehasının
farkındaydı. Büyük bir devrimin öncül dalgalarının gücü onların başlarını
döndürmekteydi. Devrimi görmektense Yunan süngüsünü yeğleyen bir anlayışa
sürüklenmekteydiler. Ne acı bir durum değil mi?
Oysa
muhalif olmak, sorumluluk ister değil mi? Hem de yurdun geleceğini, yazgısını
baştan sona duyumsamak sorumluluğu. Sorumsuzluk içinde, kendi dar görüşlülüğüne
tutsak olmuş bir muhalefetin bir ülkeye yararı olur mu?
Adil Hacıömeroğlu
29
Temmuz 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder