Kurtuluş
Savaşı bitmiş, kimsenin olası görmediği kutlu bir utku kazanılmıştır. Tutsaklık
zinciri kırılmış, Türk Ulusu özgürlüğü dişiyle tırnağıyla ele geçirmiştir. Padişah,
İngiliz gemisine sığınarak ülkeyi terk etmiştir.
Yurt
toprakları yakılıp yıkılmış; halk yoksulluğun, salgın hastalıkların,
ilkelliğin, feodalitenin, geriliğin pençesinde inim inim inlemekte. Kılıçla
yapılan savaş bitmiş, sıra kalem ve kılıçla yapılacak savaşa gelmiştir. Bu
savaşı kazanmak için TBMM’de yeni yasalar çıkarılmakta, büyük bir kalkınma
atağının gerçekleşmesi için çalışılmakta.
Kazanılan
utkunun mimarı, önderi Atatürk’tür. TBMM’de üç vekil, Atatürk’ün
milletvekilliğini düşürmek için harekete geçer. Bunun için de Mebus Seçim
Kanunu’nu değiştirmek için harekete geçerler. Gazi Meclis’e bu konuda bir
teklif verirler. Tarih, 1 Aralık 1922’dir. Teklifi veren mebuslar: Erzurum
Mebusu Süleyman Necati, Mersin Mebusu Selahattin, Canik (Samsun) Mebusu Emin’dir.
Bu mebusların teklifleri kısaca şudur: Türkiye sınırları içinde doğmayanlar ve
her hangi bir yerleşim yerimizde beş yıl süresince ikamet etmeyenlerin
milletvekili seçilmesin, istemekteler. TBMM’de bu duruma uyan tek bir kişi var.
O da Atatürk. Doğduğu kent Selanik sınırlarımız dışındadır ve sürekli görev
yeri değiştiği için de beş yıl süresince bir yerde ikamet etmemiştir. Bu durumu
Atatürk öğrenir ve söz hakkı alarak Meclis kürsüsüne çıkar.
“Efendim!
Bu kanun teklifi özel bir maksat ihtiva ediyor ve bu özel maksat doğruca
şahsımı alakalandırdığından, müsaade ederseniz, birkaç kelime ile fikrimi arz
etmek istiyorum. Erzurum Mebusu Süleyman Necati, Mersin Mebusu Selahattin,
Canik (Samsun) Mebusu Emin beyefendiler tarafından teklif edilen kanun tasarısı,
doğrudan doğruya benim şahsımı vatandaşlık haklarından düşürmek görüşüne
yöneliktir.” demekte Atatürk. Çoğumuzun saçma sapan diyebileceğimiz böyle bir
girişime hatta aymazlığa karşı Atatürk’ün tavrı çok önemli. Öncelikle dildeki
incelik ve saygı övgüye değerdir. Öneri saçma sapan olsa da TBMM üyelerini,
onların nezdinde halkı aydınlatmak, bu aymazlığı Meclis’e taşıyanların görüşünü
çürütmek için kürsüye çıkıp ikna yöntemini kullanmakta.
“Maalesef
doğum yerim bugünkü sınırlar haricinde kalmış bulunuyor. İkinci olarak,
herhangi bir seçim dairesinin beş senelik sakini dahi değilim. Doğum yerim,
bugünkü milli sınırımızın haricinde kalmıştır. Fakat bu böyle ise, bunda benim
katiyen bir kasıt ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi, bütün memleketimiz,
milletimizi mahv ve yok etmek isteyen düşmanların hareketlerinde muvaffak
olmaktan kısmen men edilememiş olmasıdır. Eğer düşmanlar tamamen maksatlarına
muvaffak olmuş olsalardı, Allah muhafaza etsin, buraya imza atan efendilerin
dahi memleketleri sınır haricinde kalabilirdi.
Bundan
başka, bu maddenin talep ettiği şarta sahip bulunmuyorsam, yani beş sene
devamlı olarak bir seçim dairesinde sakin olamamış isem, o da, bu vatana
yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin talep ettiği şartı kazanmaya
çalışsaydım, İstanbul’u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar’daki
müdafaalarımı yapmamaklığım lazım gelirdi. Eğer ben bir yerde beş sene oturmaya
mahkûm olsaydım, Bitlis ve Muş’u aldıktan sonra Diyarbekir istikametinde
yayılan düşmanın karşısına çıkmamaklığım, Bitlis ve Muş’u kurtarmaktan ibaret
olan vatani vazifemi yapmamaklığım lazım gelirdi. Bu efendilerin talep ettiği
şartları kazanmak isteseydim, Suriye’yi tahliye eden orduların enkazından Halep’te
bir ordu teşkil ederek düşmana karşı müdafaa etmemekliğim ve bugün milli sınır
dediğimiz sınırı fiilen tespit etmemekliğim lazım gelirdi.
Zannediyorum
ki, ondan sonraki mesaim herkesin malumudur. Hiçbir yerde beş sene oturamayacak
kadar mesai sarf etmiş bulunuyorum. Ben zannediyorum ki, bu hizmetlerimden
dolayı milletimin muhabbetine ve teveccühüne mazhar oldum. Belki bütün İslam âleminin
muhabbetine ve teveccühüne mazharım. Dolayısıyla, bu teveccühlere karşılık
vatandaşlık haklarından düşürülmeye maruz kalacağımı asla hatıra getirmezdim.
Tahmin ediyorum ve ediyorum ki, yabancı düşmanlar bana suikast etmek suretiyle
de memleketimdeki hizmetimden beni tecride çalışacaklardır. (Nutuk, s.554-555,
Kaynak Yayınları)” sözlerini böyle sürdürmekte Atatürk.
Liberaller,
yobazlar, vatansız solcular Atatürk’ü diktatörlükle suçlamaktalar. Çünkü onlara,
emperyalist efendileri bunu öğretmiş. Dünyanın neresinde bir diktatör,
muhaliflerinin saçma sapan bir önerisine Meclis kürsüsüne çıkıp saygılı bir dille
yanıt verir? Oysa bu önergeyi, yukarıda anlatıldığı gibi düşmanın suikastıyla
aynı görür Atatürk. Buna karşın demokrasi kültürünü TBMM’ye yerleştirmek
istemekte Büyük Önder.
26
Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz, 9 Eylül’de İzmir’de sona ermiştir. Dünyanın
parmak ısırdığı bir komutandır Gazi Paşa. Savaş alanının tozu toprağı henüz
üzerindedir. Bu nedenle de halkın sevgilisidir. Ama yine de tek çözüm yolu
iknadır O’nun için.
Peki,
Atatürk’ün yurttaşlık haklarını elinden alarak O’nun siyaset dışına bırakacak
bir önergeyi hazırlayan bu üç mebusa ne oldu?
Mersin
Mebusu Selahattin, Canik (Samsun) Mebusu Emin beyler Atatürk döneminde bir daha
vekil seçilemediler. Çünkü halkın nezdinde desteklerini yitirmişlerdi.
Erzurum
Mebusu Süleyman Necati’ye gelince… “Erzurum ve Vilayatı Şarkiye müdafaai hukuk
cemiyeti ile Erzurum kongresinin önder teşkilatçılarından olan Süleyman Necati ilk
mektep öğretmeniydi. Erzurum’daki Albayrak gazetesinin sahibiydi. Bu gazete,
milli mücadelenin ilk sözcüsü oldu. Cumhuriyet amacı da dâhil olmak üzere, en
ileri bir anayasaya zemin olabilecek bir de tasarısı vardır ve eldedir. Böyle
genç ve idealist bir insanın yukarıda değinilen takrire imza koymuş olması
hazin bir hata ve talihsizlik olmuştur. Öyle görünüyor ki Süleyman Necati,
sonradan Erzurum’da patlak veren bölgecilik cereyanlarına sürüklenmiş ve bu
sürükleniş onu, Gazi’yi hedef tutan bu takrire imza koymaya kadar götürmüştür.
İkinci
Meclis seçiminde Mebus seçilemeyen Süleyman Necati, daha sonraları Gazi’nin
desteğiyle Zonguldak Mebusluğuna seçilmiş ve bu görevde iken ölmüştür. (Tek
Adam, Cilt III, s.67, Remzi Kitabevi)” Görüldüğü gibi bir hata yaptı diye Milli
Mücadele’ye büyük katkıları olmuş bir kişiyi harcamıyor Atatürk. Çünkü kendisi
insan kazanma uzmanıdır. İnsanları ikna etmek, kazanmak, onlara doğruları
göstermek için insanüstü bir çaba gösterir. Sabretmek O’nun en belirgin kişilik
özelliğidir.
Eleştiriye
son derece açık, sorunları tartışmayla çözmekten yana bir liderdir Atatürk.
Şimdinin siyasetçilerine de bir bakınız. Kendilerine en küçük bir eleştiride
bulunanı, bir daha partilerinin kapısından bile sokmamaktalar. Eleştiriye
tahammül edememeleri, özgüvenlerinin zayıflığındandır. Düşüncelerine,
demokrasiye, halka güvenmeyişleri onları despot liderler yapmakta.
Hangi
yaşta, hangi koltukta olursak olalım Atatürk’ten öğreneceğimiz çok şey var, çok…
Adil
Hacıömeroğlu
1
Ağustos 2019
👍
YanıtlaSilYüreğinize,kaleminize sağlık hocam
YanıtlaSil"Lider olunmaz, lider doğulur" dedikleri bu olsa gerek. Tebrikler. Muzo.
YanıtlaSilHocam yüreğinize sağlık insan kazanmak , demokrasi , sabır insan olmaktan geçer . Sağolunuz👏🙏🏻🍀🌺Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSil