OLİMPİYATLARDAKİ DÜŞ KIRIKLIĞIMIZ


2024 Paris Olimpiyatları, 26 Temmuz’da başlayıp 11 Ağustos’ta sona erdi. 32 dalda, 204 ülkeden 10.500 sporcu, 239 altın madalya için yarıştı oyunlarda. Önemli olan yarışmak dense de her sporcu kazanmak için Paris’e gidip ter döktü. Hangi ülkeden olursa olsun her sporcunun yarışmalarda birincilik kazanıp altın madalya alarak ulusal marşının eşliğinde bayrağının göndere çekilmesini sağlaması asıl amaç.

Uluslararası yarışmalar, ülkelerin gelişmişlik düzeyini göstermesi bakımından önemli. Her alanda planlı kalkınıp gelişme gösteren ülkeler, doğal olarak sporda da başarılı olmaktalar.

Olimpiyatları, Uluslararası Olimpiyat Komitesi düzenleyip yönetmekte. Ne yazık ki bu kurum, batılı emperyalist ülkelerin denetiminde. Bu yüzden Rusya, 2024 Paris’e alınmadı. Bu, büyük bir eksiklik… Çünkü Rusya, sporda gelişmiş bir ülke… Onların katılması, birçok spor dalında rekabet getirirdi oyunlara. Bu da sporcuların da izleyicilerin de heyecanını artırırdı. Rusya’nın olimpiyatlara alınmamasıyla oyunlara batılı emperyalistlerin siyasetinin gölgesi düştü.

Siyaset, yalnızca Rusya’nın olimpiyat oyunlarına alınmamasıyla mı oldu? Doğaldır ki hayır! Batı emperyalizmi, kendi çürüyüp kokuşmuş toplumsal yapısını da oyunlara bir yaşam biçimi olarak dayattı. Nasıl mı? Şöyle… Kadınlar arasında olması gereken bazı dallarda xy kromozomu taşıyan (yani doğuştan erkek olan eşcinseller) yarıştırıldı. Oysa bu kişiler, kâğıt üzerinde cinsiyet değiştirseler de bedenlerindeki xy kromozomlarından (erkek gücünden) arınmıyorlar. Onlar, kas ve kemik yapılarıyla erkek… Doğal olarak erkek kas ve kemik yapısına sahip bu kişiler, çıktıkları karşılaşmalardan yengiyle ayrıldılar. Özellikle boksta bu erkekler, karşılarındaki güçsüz kadınları evire çevire dövdüler bütün dünyanın gözü önünde. Bunu da IOC’un kuralları içinde yaptılar. Açıkçası IOC, kadına şiddeti boks ringlerine kendi içinde yasallaştırdı dünyanın gözüne baka baka.

11 Ağustos 2024 günü olimpiyat oyunları sona erdi. ABD ve Çin 40’ar altın madalya ile ilk sırada. ABD’nin gümüş ve bronz madalyası daha çok. Ancak yasal ve siyasal olarak Çin’in bir kenti olan Hong Kong, Paris olimpiyatlarına ayrı ülke gibi girdi. Bu kent-ülke, oyunlardan 2 altın, 2 bronz madalya aldı. Bunları Çin’in madalya sayısına eklediğimizde bu ülke 42 altın madalya ile oyunların birincisi.

Paris’te devletçiliği uygulayan ülkelerin başarısı ilgi çekmekte. Planlı ekonomiler, kendilerini gösterdi bu oyunlarda. Bunun en iyi örneği, Çin… Kardeş ülke Özbekistan; oyunlarda aldığı 8 altın, 2 gümüş ve 3 bronz madalya ile övgüyü hak etti. Eski sosyalist ülkelerin birçoğu, altın madalyalarla döndüler ülkelerine. Uluslararası yarışmalarda hep ön sıralarda görmeye alıştığımız Almanya’nın gerilemesi şaşırtıcı değil bizler için. Çünkü ekonomik olarak kan yitirmekte bu ülke. Bu durumun spora yansıması da olağan.

Türkiye’ye gelince… 2024 Paris’e çok iddialı gittik. Spor bakanı, federasyonların yöneticileri, sporcular, nerdeyse 24 saat futbol konuşan spor basını altın madalyalarla döneceğimizi savladılar. Ne yazık ki ülkemizde spor deyince çoğu kişinin usuna futbol gelmekte. Futbolla yatıp futbolla kalkan bir toplum olduk neredeyse.

14 Haziran-14 Temmuz 2024 tarihleri arasında yapılan Avrupa Futbol Şampiyonasında düş kırıklığı yaşamıştı ülkemiz. Ulusal takımımızda oynayan oyuncuların neredeyse yarısı yurtdışında yetişmiş. Genç nüfus yapısıyla övünen ülkemizde nedense futbolcu yetiştiremiyoruz. Çünkü Süper Lig’de oynayan takımlarımızın as kadrosunda birkaç yerli oyuncu var. Demek ki takımlarda yabancılar oynuyor, biz de izliyoruz boş gözlerle. Sonrasında herhangi bir takım şampiyon olunca övünüyor o takıma gönül verenler. Niye seviniyorsun kardeşim? Verdiğin bir emek, akıttığın bir damla alınteri mi var? Şampiyon olan takımda alt yapıdan yetiştirdiğin kaç oyuncun var? Kendi gençlerin işsiz güçsüz, aç biilaç gezerken elin yabanına bunca parayı dökmek niye?

Olimpik sporların temelini oluşturan atletizm, yüzme ve jimnastikte sporcularımız neredeyse yoktu Paris’te. Ata sporlarımız güreş, binicilik, cirit ve atıcılıkta altın olmayan birkaç madalya ile avunduk. Anlı şanlı spor kulüplerimiz, futbolcu yetiştiremedikleri gibi diğer spor dallarında da bir etkinlikleri yok! Bazıları uluslararası üne sahip sporcularımıza kendi formasını giydirmeyi başarı sanmakta.

Olimpiyatlarda kadın voleybolu dışında takım sporlarında yoktuk. Bu durum, üzülüp ders alınacak bir şey. Filenin Sulatanların üstünde olağanüstü bir toplumsal bir baskı var. Başarılı sporcularımız üzerinden bile siyaset yapılmakta ülkemizde nedense. Bir spor başarısından siyaset üretmek, siyasal partilerin ne derece aciz olduklarını göstermek bakımından çok önemli. Toplumun ivedilikle çözülmesi gereken sorunlarına çözüm üretemeyenler, bir spor başarısından kendilerine pay çıkarmaya çalışmaktalar, bu da zavallılık. Kadın sporcuların giyimleri, dünya görüşleri ve yaşam biçimlerini siyasete alet etmenin hiçbir siyasal kümeye yararı olmaz, ancak bu sporcularımızın başarısını olumsuz etkiler. Bu da ülkemiz sporunun zararına olur.

Hükümetin profesyonel futbol kulüpleri için büyük stadyumlar yapması ve bu kulüplerin borçlarına af getirmesi, onlara banka kredileri sağlaması, milyonlarca lira kazanan futbolculardan vergi almamasıyla spor gelişmez. Öncelikle söyleyeyim ki bu kulüpler, yanlış yönetiliyor. Sorumsuz yöneticiler, ellerindeki paraları hesapsızca döküp saçıyor. Üretmeden tükettikleri için borçlanmaktalar. İş bilmez, sorumsuz yöneticilerin borçlarını hükümet, yoksul halkın vergilerinden niye öder? Öncelikle sporcular da yöneticiler de ahlaklı olmalı. Kendilerine emanet edilen takımların paralarını doğru yere harcamalılar.

Türkiye’nin olimpiyatlarda nal toplamasının nedenlerinden en önemlisi, eğitim sistemimiz. Yurttaşlarımıza küçük yaşlarda spor yapma alışkanlığı kazandıramıyoruz birçok şey gibi. Okulların çoğunda spor salonu yok! Bıraktım spor salonunu, okullarda çocukların koşup oynayacağı bahçe bulunmamakta. Birçok okulumuz, apartmanların arasına sıkışmış durumda. Kentlerde devlete ait birçok boş ve geniş arsa, özelleştirme adı altında satıldı ya da kiralandı. Buralara ya AVM’ler ya da büyük yapılar yapıldı. Oysa bu arsalara okullar ne güzel yakışırdı değil mi? Bunun olması için ülkemizi yönetenlerin önceliği okul olmalı, birkaç kişiyi varsıllaştırmak değil. Bu da devletimizi yönetenlerin eğitimi dolayısıyla da çocukları önemsemediklerini göstermekte.

Okulların çoğunda beden eğitimi dersleri yasak savmak için. Okulların çoğunda bu derslerde öğrenciler, bahçede futbol ya da voleybol oynamaktalar kuralsız, karma karışık. Oysa bir çocuğun hangi spora eğilimli olduğu, yeteneği küçük yaşlarda belirlenmeli. Çocuklar ve onların velileri sportif gelişme için bilinçlendirilip yönlendirilmeli.

Ne yazık ki okullarda ve amatör spor kulüplerinde sporcu yetiştirilmesi konusu yeterince destek bulmamakta. Hükümetin bu konuda, diğer alanlarda olduğu gibi ulusal bir planı bulunmamakta. Serbest piyasacı sistem, ekonomiyi mahvettiği gibi sporumuzu da yerlerde sürüklemekte. Toplumun her alanına devlet eli değmeli. Her konuda ulusal planlamaya ivedilikle gereksinim var. Plansız, izlencesiz bir başarı olmaz. Olmuyor zaten.

Hükümetin yan sıra yerel yönetimler de spor alanları yapmalı. Bazı belediyeler, profesyonel futbol kulüpleri kurup desteklemekteler. Bu, son derce yanlış… Bu kaynakları, amatör sporlara ve halkın kitlesel spor yapmasına ayırmalılar.

Hükümetin spor politikasının yanlışlığını, eksikliğini anlamak için baz ülkelerin olimpiyat başarılarına bakmak yeterli. Nüfusu 72 bin lan Karayipler ülkesi Dominika’nın bir altın madalya kazanması, ülkemizin yöneticilerinin hiç mi ilgisini çekmedi?

Küçük Antiller’in bir parçası olan ada ülkesi, 182 bin nüfuslu Santa Lucialı sporcuların olimpiyatlarda bir altın, bir gümüş madalya alması hiç mi utandırmadı hükümet ve spor yöneticilerimizi? Santa Lucia ve Dominika’nın haritadaki yerlerini bile gösteremez bu yöneticiler.

Kişisel, geçici başarılarla toplumu avutmak çok yanlış. Her alanda olduğu gibi sporda da ulusal bir yapılanmaya gereksinim var. Dünyanın hiçbir yerinde başarı rastlantılara bağlı değil. Çünkü ekmeden biçilmez. Atalarımız: “Elden gelen övün olmaz, o da zamanında gelmez.” sözün boşuna söylemediler.

Not: Konuyla ilgisi bakımından bu yazımın okunmasında yarar var.  Ceviz de Salatalık da Futbolcu da İthal https://adiladalet.blogspot.com/2015/01/ceviz-de-salatalik-da-futbolcu-da-ithal.html

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  14 Ağustos 2024

OLİMPİYATLARDA AKTÖRESEL ÇÜRÜMÜŞLÜK


26 Temmuz 2024 Cuma günü 2024 Paris Olimpiyatlarının açılışı yapıldı. Televizyon evlerimize girdikten sonra neredeyse tüm olimpiyatların açılışını izledim. Sonrasında yapılan yarışmaları, karşılaşmaları işim gücüm yoksa izlemeye çalıştım.

Paris Olimpiyatlarının açılışı, diğerlerinden farklıydı. Açılıştaki gösterilerde küresel emperyalist sistemin ve Fransa özelinde Batı Avrupa’nın toplumsal çürümüşlüğünün anlatımı vardı. Bu toplumsal çürümüşlüğün asıl nedeni de aktöresel eksiklik. Bir toplum aktöresel ilkelerini, geleneklerini yitirdiğinde çürümeye başlar, çürüdükçe de kokuşur. Aktöresini, özsaygısını yitirmiş kişi ya da toplumlar; doğa dışı davranmayı ilericilik, gelişme, çağdaşlık sanır ve bunu da başkalarına örnek olarak sunar.

Paris 2024’ün açılışında eşcinselliğe övgü önemli, doğal, olması gereken bir davranış, yaşam biçimiymiş gibi sunulmakta izleyenlere. “Kişisel ve toplumsal bir sapkınlığın olimpiyat açılışında ne işi var?” diye soranlar epeyce çok. Kapitalizm, özellikle vahşileşip neoliberal politikaları benimsedikten sonra toplumları çürütmeye başladı. İnsanı cinsiyetsizleştirmeyi özgürlükmüş gibi sundu toplumlara. Oysa dünya kuruldu kurulalı beri yalnızca insanlar değil, tüm canlılar erkek ve dişi olarak iki cinsten oluşur. Bu, doğanın varlığını sürdürmesi için hem gereklilik hem de zorunluluk. Doğadaki varlıklardan birinin cinsel kimliğini tersyüz etmek, o varlığın yeryüzünden yok olmasına neden olur. Bir varlığın yok olması demek, doğanın oluşturduğu dengenin bozulması demek değil mi?

Eşcinselliğin nasıl ortaya çıktığı konusuna değinmeyeceğim. Ancak bunun doğal bir şey olmadığını söylemeliyim. İnsan dışındaki varlıklarda böyle bir davranış görülmemekte. Demek ki bu sapkınlığı ortaya çıkaran insanın kendisi. Doğada her canlı doğuşundaki cinsel kimliğiyle yaşamını sürdürür.

Çürüyen kapitalizm, bireye kendi kokuşmuş zevk anlayışını ve kendi istediği cinsel kimliği dayatmakta. Bu yolla kişiyi tutsaklaştırmakta kendi düzeni için. Tutsaklaşan ve zevk öğesi olarak görülen birey, kapitalizmin insanlık dışı düzenine karşı çıkamıyor. Bu düzeni, olağan bir yaşam biçimi olarak benimsiyor.

Paris Olimpiyatlarının açılışında eşcinsellik olur da yarışmalar da olmaz mı? Cezayir adına boks ringine çıkan İmane Khelif’in transseksüel olduğu savlandı. Eğer bu sav doğru ise kabul edilir bir durum değil. Çünkü bu kişi, xy kromozomu taşıdığından kas gücü olarak erkektir. Testosteron etkisiyle oluşan kas sistemi çocukluktan başlayarak erkek gücünü ortaya çıkarır. Hiçbir zaman kadının fiziksel gücü erkeğinkiyle kıyaslanamaz. Bu nedenle Khelif, erkek gücüne sahip. Eşitsiz bir yarışmaya spor denemez. Böyle olursa şiddet gösterisi olur, bunun adı spor olmaz. Bu durumda bir erkek, ringde bir kadına şiddet uygulamış olur hem de Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin izniyle. Böyle bir şiddet ortamına dünya karşı çıkmalı. Görüldüğü gibi vahşileşen kapitalizm, erkeğe de kadına da düşman. Her iki cinsi de aşağılayıp yok saymakta.

Paris 2024, açılışındaki rezalet ve spor kurallarına aykırı uygulamalarıyla tarihe geçecek. Kapitalizmin egemen olduğu bir yerde insan da insan aktöresi de yok olur giderek. İnsanlık, kapitalizmin her türlü sömürüsünden kurtulmak zorunda, kendi geleceğini, varlığını kurtarıp korumak için.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  3 Ağustos 2024

 

 

KENTLERDE YOK OLMAKTA OLAN HAYVANLAR


Kentlerimizin kuruluşu, genişlemesi, yapılaşmanın niteliği ekolojik dengeyi yok etmeye çok uygun. Çünkü yapılaşırken ağaçlara, çalılara, otlara yaşam alanı tanınmamakta. Yapıların neredeyse bahçe olabilecek her yanı betonla kaplanmakta. Böylece en küçük canlıların bile yaşam alanları yok edilmekte.

Böceklerin, solucan gibi küçük sürüngenlerin ve tırtılların beslenebilecekleri alanlar ortadan kaldırıldı neredeyse. Var olan ağaçların gövdelerinin köklerle buluştuğu yer betonla çevrilmiş. Ağaçların köklerine bir damla suyun gitmemesi için uğraşılıyor sanki. Ayrıca ağacın tutunduğu toprağın havaya gereksinimi yok mu?

Kaldırımların betonları arasına sıkışmış bazı ağaçların ayakta kuruduğunu sık sık görmekteyiz. Ne yazık ki bu kuruyan ağaçların çoğunun yerine yenileri dikilmiyor. Bu da kentlerde yeşili azaltıyor.

Yanlış kentleşme, börtü böceğin yaşam alanlarını neredeyse tümden yok etti. Peki, kuşlar ve diğerleri ne durumda?

Ne yazık ki ülkemizde hayvanseverlik denince usa genellikle kedi ve köpek sevgisi gelmekte. Bu iki hayvan, avcı ve dolaysıyla etçiller… Doğaldır ki bu hayvanların avlanma alanları iyice daralmış durumda. Doğaya düşman kentleşme yüzünden avlayacakları hayvanların birçoğu ortada yok! Ancak kediler, hazır yiyeceğe alıştıklarından farelere pek de dönüp bakmıyor.

Kedi ve köpeklerin yanı sıra İstanbul’da martılar da insan eliyle beslenmekte. Simit, ekmek, ev ve aşevlerindeki yemek artıkları, kasaplardaki işe yaramaz etler, kemikler martılara verilmekte. Böylece temel yiyeceği balık olan martılar, denizde avlanmak yerine, daha çok kentin olanaklarıyla beslenmekte.

İnsan eliyle beslenen kediler, köpekler ve daha çok da martılar, yiyecek sıkıntısı çekmemeleri yüzünden olması gerekenden çok daha fazla üremekteler. Özellikle martı ve kediler; serçe, kumru, güvercin gibi kentte yaşayan küçük kuşları avlamaktalar. Küçük kuşların avlanmasında kargalarında payı yadsınamaz. Küçük kuşların avlanması yüzünden kentlerde serçe, kumru ve güvercinleri görmek çoğu zaman olanaksız olmakta neredeyse. Oysa kediler, köpekler, martılar kadar serçe, kumru ve güvercinlerin de kentlerde yaşama hakkı var. Birkaç türüm yaşaması için özveride bulunan insanlar, farkında olmadan birçok türün yok olmasına neden olmaktalar.

Küçük kuşların yuva yaptığı ağaç türlerinin azalması, bu hayvanların varlığını tehdit eden bir başka etken. Bu kuşlar, martı ve karga gibi yırtıcı kuşlardan hem kendilerini hem de yavrularını korumak için sık dallı, yapraklı ağaçlara yuvalanırlar. Özellikle fıstık çamları, onların yuva yapma seçeneklerinin başında gelir. Bu tür ağaçlar çoğaltılmalı kentlerde. Belediyeler, ağaç dikerken kuşların yuvalanmasını düşünerek tür seçimi yapmalı.

İnsanoğlu, yanlış yapılaşmayla kentlerde kendi dışındaki canlıların yaşam ortamlarını yok ederken bir yandan da hayvanları bilinçsiz besleme yüzünden bazı türlerin yok olmasına neden olmakta.

Unutmayalım ki küçük kuşlar, insanlara zarar veren birçok böceği yiyerek beslenmekte. Bu kuşlar yok edildiğinde zararlı böcek yayılımının artacağı niye düşünülemez? Doğanın bir bütün olduğu, besin zincirindeki herhangi bir canlının yok olmasıyla zararlıların çoğalacağı niye hesaplanamaz?

Hayvanları, doğal ortamlarında sevip korumak gerek. Doğal yaşam alanından koparılmış, beslenme ve yaşam alışkanlıkları değiştirilmiş bir hayvanın kendine de diğer canlılara da pek yararı yok! Doğayı bir bütün olarak düşünmeli. Bütünü parçaladığınızda her parça bir bir yok olur.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  2 Ağustos 2024