Adalmış
Barkan; kardeşi İlkuş, annesi Akınay, babası Öktem, ninesi Akkız, dedesi Balkır’la
kır gezisi için hazırlık yapmaktaydılar. İlk önce sıkı bir kahvaltı yapar
Barkan ailesi. Kahvaltıda ceviz, fındık, badem, kayısı, kuru üzüm başköşededir.
Çünkü çok fazla yürüyecekleri için çokça erkeye gereksinimleri olacak. Sofrada
yumurta, peynir, zeytin ve süt de vardı..
Bahçedeki
kahvaltı masası, sabah serinliğinin hoşluğu içinde sevinç kahkahalarıyla doldu.
Akkız nine ve Balkır dede kendi çocukluk anılarını anlattılar mutluluk içinde. Kendi
anne, baba, nine ve dedelerini saygıyla andılar. Onların evlerine ve çevrelerine
duyarlıklarından söz ettiler. Dayanışma ve yardımlaşmaya ne denli önem
verdiklerini vurguladılar gözleri buğulanıp anıların büyüsüne kapılarak.
Anılara
dalındığı bir sırada Öktem baba, söz alarak: “Mevsim bahar, ancak nedense bugün
hava çok sıcak… Bu nedenle söyleşiyi ormanda yaparız. Sıcak bastırırsa yürümekte
zorlanırız. Hemen kalkmalıyız sabahın serinliğinden yararlanarak gideceğimiz
yere varalım.” diyerek sofradakileri uyardı. Kahvaltı çoktan bitmişti. Herkes,
elbirliğiyle kahvaltı masasını topladı. Vakit yitirmeden hepsi, sırt çantalarını
aldı. Baba, evin kapısını kilitlerken herkesin hazır olduğunu görünce
mutluluğunu gizleyemedi.
Barkan
ailesi, heyecan içindeydi. Çünkü her orman gezisinde yeni bilgiler öğrenip daha
önce görmedikleri bir canlıyı tanıyorlar ve özelliklerini bilmedikleri bir
varlığın yeteneklerini öğreniyorlar. Her gezileri, büyük bir bilgi varsıllığı
kazandırıyordu onlara. Onlar için doğa gezileri bir okuldu. Böyle bir okulun
öğrencisi olmak onlara güç kazandırdığı gibi, onları çok da mutlu ediyordu. Bu
nedenle ailenin her üyesi, öğrenmenin ve yeni şeyleri keşfetmenin heyecanı
içindeydi.
Serin
bir sabahta yürüyerek gittiler ormana. Kahvaltı sofrasında yarım bıraktıklarını
anlatıp dinleyerek ve deyip gülerek ormana ulaştılar. Önce ormanın temiz
havasını içlerine çektiler. Bunu yaparken sessizliği dinlediler. Arada sırada
sessizliğe ses olan kuş ve diğer hayvanlarının seslerine kulak verdiler.
Ağaçların görkemine kapıldılar bir ara. Çalı ve otsu bitkilerdeki rengârenk
çiçeklerle büyülendiler. Sanki derin bir düş dünyasındaydılar. Bunca bitkinin,
ayrı türdeki sayısız hayvanın anlaşılmaz bir uyum içinde nasıl yaşadıklarına
şaşkınlıkla karışık hayranlık duydular.
Ormanın
derinliklerine doğru yürüdükçe bu şaşkınlık ve hayranlıkları daha da arttı. En
küçük canlının bile bir yaşam alanı vardı. Orman, en küçüğünden en büyüğüne
kadar tüm canlılara bir anne şefkatiyle kucak açmış ve onları besleyecek,
yaşamda kalmalarını sağlayacak olanağı sunmuştu Barkanlara. Doğa, bir düzen
içinde işliyordu. Onun kurallarına, her canlının uyması gerek. Doğanın
kurallarını değiştirmeye çalışan insanların aslında kendi yaşamlarını tehlikeye
attıkları bilinmeli. Doğanın kurallarına saygı duyulmalı.
Uzaktaki
bir ağaçtan “tak, tak, tak…” diye seslere kulak kabarttı Adalmış. Dedesine
dönerek: “Dedeciğim, bu ses ne?” diye sordu. Dedesi: “Bu, bir ağaçkakanın sesi.
Kuş, ağacı gagasıyla oyup kendine yuva yapıyor.” diyerek yanıtladı onu. Çocuk
bu yanıta üzüldü biraz: “Kuşun ağacın bedenini oyması, ağaç için zararlı değil
mi?” dedi şaşkınlıkla. Tam da dedesi ona yanıt verecekken önünden geçtikleri
ağaçta bir ağaçkakan gördüler işbaşında.
Adalmış,
sordu ağaçkakana: “Niye ağaca zarar veriyorsun?” diye. Kuş, işini bırakıp gagasını
açıp kapadı birkaç kez gülümser gibi. Sonra çocuğa dönüp: Sen bu ormanın yabancısısın
galiba. Üstelik biz ağaçkakanları da tanımıyorsun sanırım. Ben, bir yandan
kendime ufacık bir yuva yaparken diğer yandan da ağacın kabuklarını gagamla
kaldırıp altlarındaki böcek ve tırtılları yiyorum. Böylece bunların ağaca zarar
vermesini önlüyorum. Ayrıca benim burada yuva yapmam, ağacın yararına. Ben de
eşim de yumurtalarımdan çıkan yavrularım da ağaçların kabuklarının altlarına yuvalan
zararlıları temizleyeceğiz yıllarca. Bu yolla hem kendimizi besleyeceğiz hem de
ağacın kuruyup içten içe çürümesini önleyeceğiz.” dedi kısa bir ötüşle.
Çocuk:
“Peki…” sözüyle ağaçkakanı onaylayarak “…bu sert ağaç gövdesini oyarken senin
gagan acıyıp kırılmıyor mu?” diye sordu.
Kuş:
“Benim gagam acımaz da kırılmaz da…” dedi gururla. Dünya üzerindeki her
canlının yaşamda kalması için doğa ana, ona bazı yetenekler, beceriler ve ona
göre çalıştıracağı organlar vermiş. Doğa ana, bana bu sağlam gagayı vermeseydi
ben ağacı, kabuklarının altındaki böcek ve tırtıllardan nasıl kurtaracaktım?
Eğer bu gagam olmasaydı ben beslenemez, ölürdüm açlıktan.” dedi kanatlarını
hafifçe oynatıp başını azıcık yukarı kaldırarak.
Adalmış:
“Çok haklısın. Senin hakkında bilgim olmadığından doğru düşünememiştim. Çok
sağol ağaçkakan kardeş. Sana kolay gelsin yaptığın iş, gagan sivri ve keskin olsun,
hiç ağrımasın! Yuvanda da güle güle otur. Sağlıklı yumurtalar yapın bu yuvada!
Yavrularınızı sağlıkla büyütün! Görüşmek üzere sağlıcakla kal!” dedi.
Kuş,
kanatlarını çırptı, gagasını ağaca vurarak ritmik bir ezgi çıkardı. Böylece
çocuğa: “Güle güle, uğurlar olsun!” dedi.
Barkan
ailesi, doğanın büyüsüne kapılmış bir biçimde yürürken İlkuş’un ilgisini bir
hayvan çekti. Merak ve heyecanla seslendi ninesine: “Bu hayvanın adı ne Bilge ninem?
Bunu ilk kez görüyorum.”
Ninesi:
“Bu güzel hayvan, sincaptır benim güzeller güzeli kızım.” Sincap, toprağı kazıp
sanki bir şey saklıyormuş gibi geldi onlara. Yok, saklamıyordu bir şey, Tersine
sakladığı yiyecekleri ağzına doldurmuştu. Çünkü yanakları şişkindi. Durup
izlediler onu bir süre. İşini bitiren hayvan, hızla yakınındaki bir ağaca
tırmandı. Bir yandan da ağzındakileri hızla çiğniyordu yutmak için. Ağacın
yüksek dallarının arasındaki bir oyuğa saklandı. Bir süre, orada görünmez
olduktan sonra kafasını çıkardı oyuğun deliğinden. Ağzındakileri çiğneyip
yutmuştu bile. Ön dişlerini gösterdi gururla. Ardından gözlerini kırptı birkaç
kez. Sonrasında İlkuş’a bakarak sordu: “Niye orada durup beni izliyorsun?”
diye.
Çocuk:
“Seni ilk kez gördüm yaşamımda. Sincap olduğunu yeni öğrendim. Benim adım,
İlkuş… Senin adın ne?” diye sordu?
Kemirgen
sincap: “Benim adım, Hızlı Ayak… Tanıştığıma çok memnun oldum.” dedi ön dişlerinin
arasından. “Ben de çok memnun oldum seninle tanıştığıma sincap kardeş Hızlı
Ayak…”
Anne
Akınay: “Aşağıda bulup yediğin neydi?” sorusunu sorarak söze girdi.
Hızlı
Ayak: “Geçen yıldan kalan iki meşe palamudunu bulup yedim.” yanıtını verdi.
Anne:
“Ben bir yerde okumuştum. Sizler kış için toprağa meyveler gömersiniz.” diye.
Kemirgen:
“Evet doğrudur. Biz, kışa hazırlık için güzün toprağa fındık, ceviz, meşe
palamudu ve türlü meyvelerle tohumlar gömeriz.”
“Peki,
kışın toprak kar altındayken nasıl bulacaksın o gömdüklerini orada?” sorusuyla
konuşmayı sürdürdü anne.
Sincap:
“Yalnız bir tane palamut gömüp saklamıyorum toprağa kış için. Güz mevsimi
boyunca dur durak bilmeden çalışırım. Neredeyse soluk bile almam. Palamut,
ceviz, fındık gibi meyveleri gömerim toprağa kışın yemek için. Kış gelip de her
yer karla kaplandığında yiyecek bulamak epeyce zorlaşır. İşte, kışın
acıktığımızda o gömdüğümüz meyveleri bulup çıkarırız yerinden yemek için.”
Akkız
nine: “Demek ki toprak sizin kileriniz…” diyerek girdi söze.
Sincap:
“Doğru…” diyerek onayladı onu.
Balkır
dede: “Kışın toprağa gömdüğünüz fındık, ceviz, meşe ve diğer meyvelerin hepsini
bulabiliyor musunuz?” diye sordu Hızlı Ayak’a.
O:
“Hayır, hepsini bulamıyoruz. Zaten böyle bir şey olanaksız…”
Adalmış:
“Bulamadığınız meyveler ne oluyor?” sorusunu sordu.
Tam
bu sırada ağaca tırmanan ve Hızlı Ayak’ın eşi olan Keskin Diş, yanıtladı
çocuğu: “Bulamadığımız meyveler, bahar geldiğinde çimlenir. Yaz olduğunda fidan
olur o gömüp unuttuklarımız. Birkaç yıl içinde onlar da meyve verir. Her yıl
büyüyerek kocaman ağaç olur hepsi. Ormanda büyüyen fındık, ceviz ve meşe ağaçlarının
neredeyse hepsi biz sincapların toprağa gömdüğü meyvelerden çoğalmıştır. Biz
olmasak orman; fındık, ceviz ve meşeden yoksun kalır. Ayrıca birçok ağacın tohumlarını
da yayarız toprağa.” dedi gururla.
Çocuk:
“Sincaplar yalnızca ülkemizde mi yaşar Keskin Diş kardeş?” diye sordu.
O:
“Hayır!” deyip “Bizim iki yüze yakın türümüz var. Avusturalya ve Antarktika
dışında dünyanın neredeyse her yanında yaşarız. Tüylerime bak iyice. Tüylerimin
rengi kızıl… Bu nedenle bize kızıl sincap der siz insanlar. Ancak kış
yaklaştığında tüylerimiz koyulaşır griye döner rengimiz.” dedi iç geçirerek.
“Çok
aydınlatıcı bilgiler verdin bize, çok sağol sincap kardeş.” dedi çocuk.
Keskin
Diş, zaman geçirmeden yuvasına girdi, yavrularıyla özlem gidermek için. Az
sonra Hızlı Ayak çıkardı kafasını yuvadan, İlkuş’la göz göze geldi. Çocuk,
sincaba yuvada kaç yavrusunun olduğunu sordu.
Hızlı
Ayak: “Yuvamızda üç yavrumuz var. Yavrularımızı bu bolluk zamanında hızla
büyütüp sonrasında yeniden yavrulayacağım. İşlerimiz iyi gittiğinde yılda iki
kez yavru dünyaya getirip büyütürüz.” dedi tüm annelik şefkatini takınarak.
Öktem
girdi söze: “Siz kuş uykusuna yatar mısınız sincap kardeş?” sorusuyla girdi.
Sincap:
“Hayır! Ağaç sincapları kış uykusuna yatmaz. Ancak bir de bizim toprakta
kazdığı oyuklarda yaşayan türdeşlerimiz var. Onlar, kış uykusuna yatar. Kış
boyunca tortop oldukları toprak inlerinden çıkmaz toprak sincabı. Bahar gelince
kış uykuları da biter.” dedi.
İlkuş
merakla: “Niye yuvandan çıkıp gidiyorsun?” diye sordu.
Hızlı
Ayak: “Yavrularımı iyi beslemem için iyi beslenmem gerek. Şimdi çıkıp çevrede
meyve arayacağım ya da geçen güzün gömdüklerimden bulabilirsen bir iki tane
fındık, ceviz ya da palamut onları yiyeceğim. İyi besleneyim ki sütüm çoğalsın
da yavrularımı güzelce besleyeyim. Şimdi izninizle…”
İlkuş:
“Sana bol şans dilerim yiyecek bulman için. En iyi yiyecekler senin olsun.”
dedi.
Barkanlar,
sincap ailesine veda ettikten sonra oradan ayrıldılar. Belgrat Ormanı’nı
dolaşarak evlerine ulaşabilecekleri en yakın çıkıştan yuvalarına dönmeye karar
verdiler. Güneş, boynunu eğmişti ufka
doğru. Barkanlar da iyice yorulmuşlardı. Üstelik evde yapacakları işleri vardı.
Çocuklar, ertesi sabah erkenden okula gideceklerdi. Anne ve baba Barkan da işlerine
yetişmeleri gerekiyordu. Nine ile dedenin ise haftanın ilk gününde
arkadaşlarıyla toplantıları oluyordu. Zamanında eve gidip hepsi, bir sonraki
gün için hazırlık yapmalıydı.
Güzel
bir pazar günü geçirmişlerdi ailecek. Eve dönüş yolunda hepsi çok düşünceliydi
görüp yaşadıkları karşısında. Sessizliği, Balkır dede bozdu: “Sevgili ailem,
hepiniz sağolun öncelikle. Birlikte güzel bir gün geçirdik. Küçücük bir
sincabın doğamıza ne denli yararlı olduğunu hep birlikte gördük. Demek ki
doğada var olan hiçbir canlı gereksiz değil. Her canlının var olmasının bir
nedeni var. Her canlının adına doğa dediğimiz o büyük ve olağanüstü bedende bir
görevi var. En küçük canlı yok edildiğinde dünyamızın o büyük bedeninin bir
yanı aksıyor. Çünkü doğada var olan her canlının yaşamı, varlığı birbirine
bağlı. Bu nedenle geleceğimiz için her canlıyı korumak gerek sonsuza dek.” dedi
tüm ciddiyetiyle.
Akkız
nine: “Oğlum Öktem, iyi ki bu doğa gezisini düzenleyip bize derslerle dolu bu
güzel günü yaşattın. Bunun için çok sağol. Akınay kızım, sen de çok hazırlık
yaptın bizler için. Dileğim odur ki evinizin uyumu, ağzınızın tadı hiç
bozulmasın.” diyerek mutlu, erinç dolu bir gülüşle eve doğru yürümeyi sürdürdü.
Adil
Hacıömeroğlu
12
Temmuz 2025
“Sincabın Öyküsü” yazınız hem bilgilendirdi hem de duygusal ve keyifli bir yolculuğa çıkardı.Öğretici yönüyle doğayı tanıtması ve özellikle sincaplar hakkında bilgi verirken bir öykü kurgusu kullanmanız , hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap eden anlatım olmuş.
YanıtlaSilDoğanın içinde kaybolmak değil, onda kendini bulmak gibiydi bu öykü. Küçük bir sincabın gözünden bakarken, yaşamın sadeliği, mücadele gücü ve içsel huzuruna tanıklık ettim.Anlatılanlar sadece bir hayvanın değil, aslında hepimizin hikayesiydi. Öğretici bilgilerin zarifçe örüldüğü bu öykü, doğaya olan merakımı artırmakla kalmadı, içimde çocukça bir sevinç de uyandırdı. Her satırda sincaplara biraz daha yaklaştım; onlarla birlikte ağaç dallarında zıpladım, sakladıkları tohumlara ortak oldum, sessizliklerinde huzuru buldum.
Değerli Adil öğretmenim , sizi kutluyorum👏👏ruhunuza, yüreğinize sağlık🙏🏻
Ders olarak okutululması lazım. Kurdu,kuşu,tavşanı,tilki,köpek,kedi. Ve koyun kuzu bayram diye tümünü yok ederiz. Önce DOĞA YA güvenmek lazım
YanıtlaSil